Cuma, Ekim 13, 2023

ARDIMDAKİ YILLAR ve İYİ SAATTE OLSUNLAR

Yazar Yıldız Sertel’in “Ardımdaki Yıllar” adlı anı kitabını okuyorum, neredeyse tamamını okuyarak öğrendiğimiz ve bildiğimiz sosyal ve siyasal çalkantıların yazar tarafından görüldüğü biçimi ile anlatımı… Değerli bir kitap… Hele hele SSCB’nin her dönem en önemli isimlerinden olmuş Molotof’un anıları ardından taze taze okununca… Türkiye, İngiltere, Amerika, Çekoslovakya, Avusturya ve Almanya üzerine bölümlerinde enteresan gözlemler ve anılar olmakla birlikte ben kitabın Sovyetler Birliği bölümü üstüne yazılanlarını bu yazıda ele almak istiyorum…

Bilindiği üzere yazar Canım Yurdumun basın tarihi ve sosyal mücadeleler açısından yaşanmışlıkları çok önemli bir aileden gelmekte olup esasen de kitabın tanıtımında da yapıldığı üzere; “uzayan bir sürgünlüğün, sıkıntıların, anne ve baba acısının her anlamda tarihe düşülmüş notları… Entelektüelin gönüllü sürgünlüğünün yanına, siyasi baskıların, ayrılığın, yarım kalmış yaşamların acısını da katan bu kitap” ile, 1950’lerin başından 1990’lara kadar olan yaklaşık 40 yıllık sürgünlüğün bunun da yaklaşık 20 yılının geçtiği “sosyalist ülkelerdeki” şahit, muzdarip ve muhatap olduğu hayat ile muazzeb ve müteellim ademoğullarının tekmili birden hikayesi babından… Sovyetler Birliği anıları da çok uzun kendi içinde, Moskova, Bakü ve tatil yerleri olarak bölümlenmiş olmakla birlikte benim uzun yıllar sonra çalışmaya ve gezmeye başladığım bölümlerine kadar sarkmış boyutunu siz isterseniz tsunamisi deyin isterseniz tortusu deyin ben de mirası dediğim bölümü çok önemli benim için…

“Ardımdaki Yıllar”, bir bakıma sosyalizm, Sovyet Sosyalizmi ve TKP (Türkiye Komünist Partisi) ile uygulamaya yönelik sonuçların üstünden bir kavga ve hesaplaşma görüntüsü vermektedir, adeta. Sovyetler Birliği’ndeki sosyalizmin fahiş bir bürokratizme dönüşmesinin şahitlikleri üstünden kendisinde oluşan hayal kırıklığı ve bu nedenle de bazı isimleri hedefe alarak buradan ciddi kızgınlıklar aktardığı bir süreç. Sadece Sovyetler Birliği değil, Demokratik Almanya, Macaristan, Çekoslovakya, Bulgaristan, Romanya ve Çin’e dair gözlemleri de vardır. Lakin özellikle de TKP ve TKP SSCB temsilcisi Marat (İsmail Bilen) üzerinden ülkeye yönelik yaratılmış cennet görüntüsü nedeniyle SSCB’ye gelmiş Türkiyeli komünistlerin yine Marat’ın sekter, kayırmacı ve gayri hümanist yaklaşımları sebebiyle yaşadıkları, özellikle de Sibirya sürgünlükleri konusu görünen o ki karşı mahallede ciddi tepkilerin oluşmasına sebep olmuştur. Buradaki iddia o ki; Marat ile ters düşen herkesin yolu Sibirya’dan geçmiş… Artık doğrusu nedir, eğrisi nedir, tüm bunlar tarihçilerin, araştırmacıların vazifesi… İsteyen de “Gulag Takımadaları” kitabı yazarı Soljenitsin’e küfür etmeye istemeyen de alkışlamaya devam edebilir… Lakin sosyalizm ile çok erken yaşlarda tanışmış ve TKP saflarına katıldığı bilinen yazarın bu noktaya gelmesinin de hiç de öyle hafife alınacak bir yanı olmadığı aşikârdır. Öyle karşılıklı mevzilenip pasa “ver mermiyi” ile de bir noktaya gelinemediği yeterince sarihtir…

Kitabın “Erivan Radyosu’nun hikâyeleri” başlıklı bölümü benim açımdan enteresan çünkü çok çok sonra da olsa benzerlerinin kişilerde yarattığı alışkanlıkların halen devam ettiğine şahitlik ettim. “Türkmenistan’a Benzemek – 13 Altyn Asyr” başlıklı 28 Kasım 2021 tarihinde yayınlanan yazımda olduğu üzere “Türkmenistan’ın ne yazık ki; kamuyu ilgilendiren, kamunun ilgi gösterdiği hiçbir şeyin özgürce konuşulamadığı bir ülke olduğunu, vatandaşların “kulaktan kulağa” fısıldama konusundaki maharetinden kolayca anlayabilirsiniz. İlaveten yine bu mazlum vatandaşların “işaret dili” konusundaki mahareti hiçbir şekilde gözden kaçmaz. Mübarekler bir parmak ya da el işareti ile bir sayfalık meram ve murat ihzar eylerler ki evlere şenlik.” şeklindeki benzer tespitlerime istinaden derhal hafıza tazelemesini gerçekleştirdim. Ne diyor, Yazar kendisine anlatılan ve gayet hoş bir hikâye ile başladığı bölümde, evvelemirde hikâyeyi bir yazalım ki, konuyu anlamakta müşkülata düşmeyelim.

“Yaşlı adam bir birahaneye gitmiş. Tezgâhtaki adama sormuş:

-        Kaç fıçı biran var?

-        100

-        Kaç para eder?

-        500 Ruble

-        Al 500 Rubleyi. Kapıya bir ilan as: “bira bedavadır”

Adam ihtiyarın dediğini yapmış. Biranın bedava olduğunu duyan halk üşüşmüş. Kuyruklar büyümüş. Kavgalar olmuş, masalar devrilmiş, camlar kırılmış. Sonunda bira bitmiş, birahanede ne sağlam bir eşya ne bir bardak kalmış. Herkes çekilmiş. Birahane sahibiyle, ihtiyar karşı karşıya kalmışlar. Adam, ihtiyara sormuş;

-        Ben sana ne kötülük ettim ki, birahanemi bu hale getirdin?

-        Görüyorsun ki ben yaşlı bir adamım. Bu işin sonunu göremeyeceğim. Bilmek istedim, sosyalizm aşamasını geçip, komünizme (parasız topluma) ulaştığımız vakit, nasıl olacak.”

Bu hikâyenin anlatıldığı zaman orada bulunan bazıları “komünizm düşmanlığı yapıldığını” iddia etse de hikâyeyi aktaran adamın da “ben de komünistim” demesi ile görece yumuşamıştır ortam.

Yine kitabın aynı bölümünden devam edelim, “Bu kabil hikâyeler kulaktan kulağa dolaşıyordu. Buna “Erivan Radyosu” diyorlardı.”  “Erivan Radyosu’nun Kafkaslar’da dolaşan bir hikâyesi de şuydu: Türkiye’li bir Ermeni, Erivan’a gelmiş. Trenden inince cimadanini (bavulunu) yere bırakmış. Eğilip, toprağı öpmüş, “vatan” demş, başını kaldırmış, bavulu yok, Kahrolsun böyle vatan!” demiş.”

Bu bavulun kaybolması hikâyesi aklıma sözleşme imzaladığımız ilk iş için kurulan şantiye düzeneğinde, işçilerin sabah şantiye girişleri akşam çıkışları esnasında üst baş araması yapılmasını da görünce “insan haklarına aykırı” hatta “insana hakaret” ediliyor derhal bu uygulamayı terk edin demiş idim. Sonuçta uygulamayı başlatan arkadaşlarımın ne kadar haklı olduklarına şahitlik etmiş idim.

Neyse kitaptan “Erivan Radyosu” hikâyeleri aktarmaya devam ediyorum. “Moskova’da otobüste biletçi yoktur. Herkes, parasını atıp, biletini alır. Bir otobüste şöför yolculara seslenmiş:

-        Yurttaşlar, biletleriniz alın!

Bir yolcu sormuş:

-        Neden yurttaşlar diyorsun da, yoldaşlar demiyorsun?

Sovyetler Birliği’nde devrimden sonra, “bey”, “hanım” sözcüklerinin yerini “yoldaş” almıştı. Hemen de herkes birbirine “yoldaş” der. Bu bir nevi komünizm yolunda beraberlik, komünistlik anlamına gelir. Komünist partisine girmek bir imtiyazdır. Şöför cevap vermiş:

-        Yoldaşlar otobüse binmez de ondan.”

Bir başka hikâye; “Paris’te bir grup ermeni gidip Ermenistan’a yerleşmeye karar veriyorlar. İçlerinden bir tanesi evvel davranıyor. Ona tembih ediyorlar: “gidince, oradaki durumu bize bildir.” Sansürü, istediğini yapamayacağını düşünerek de, şöyle bir parola tertip ediyorlar. Mektup yazmayacak, fotoğraf gönderecek,. Eğer fotoğrafta, oturuyorsa durum fena, ayakta duruyorsa, durum iyi. Fotoğraf gelmiş, adam yatıyor.

Aaaaa, bunlar korkudan oluşan iletişim şekli değildir diye iddia edenler varsa da, onlara da bu muhteremler “kelimeleri lüzumsuz tüketmeden ekonomik” kullanıyorlarmış diye bir izah hakkı tanıyalım.  Bu manada artık bir yanı göçmüş dünyada, tek yanı ile yol bulmaya çalışan mazlumları zapt-ı raptı altında hizaya ve sigaya çekme uzmanı dünya liderlerine muhteşem bir örnek teşkil etmekte olanlara da bin selam. Nihayetinde oralarda her türlü abukluk âsâr-ı kudsiye artık”

 

 


Hiç yorum yok: