Pazartesi, Nisan 27, 2015

BUNLARIN CEMAZİYE’L EVVELİ VATAN CEPHESİ


DP iktidarı Canım Yurdumda demokratikleşmeyi sağlamak iddiasıyla gelmiş, ancak uygulamasıyla ülkede cepheleşmeyi arttırmış, kendi dışındaki tüm siyasi güçleri tasfiye etmeye çalışmıştı. Bu uygulamalardan birisi de “Vatan Cephesi” adıyla maruf, DP’li olmayanları kapsayacak şekilde  ama özellikle de CHP’lileri hedef tutarak ötekileştiren ve vatanseverliğin ölçüsünü ancak CHP'ye karşı olmakta gören, bir anlayış neticesi, matah bir iş yapılıyormuşcasına mezkur cepheye katılanların  isimleri (ya da kendilerince oluşturdukları listeleri) Türkiye Radyolarında tek tek okunarak psikolojik üstünlük sağlamaya çalışılmış ve diğer taraftan goygoy koyunluğu ödevi tamamlanıyordu. Demokrasi getireceğiz diye yola çıkılıp, süreç içinde sırlar dökülerek gerçeğin ortaya çıkmasıyla, tek adamlığa karşıyız, yeter artık diyerek çıkılan yol, birkaç adamın toplumu nefes alamaz hale getirmesiyle neticelenmeye tam gaz gidiliyordu. Demokrasi demokrasi diyerek, demokrasinin en büyük açmazı ya da engeli toplumu kamplara bölme aracı olan cepheleşme ile nihayetleniyordu...

Başvekil Adnan Menderes, 12 Ekim 1958 tarihinde Manisa'da yaptığı bir konuşmada halkı DP'nin oluşturduğu Vatan Cephesi saflarında yer almaya davet ederken şöyle sesleniyordu; “Muhalefetteki arkadaşlarımızın vatanperverliğine bugün bir defa daha huzurunuzda müracaat ederek rica ediyorum. Kin ve ihtirası desteklemekte devam etmesinler. Vatana hizmetin hangi istikamette olduğunu düşünerek muhalefetin kötü gidişine paydos desinler. Anarşiye ve nifaka paydos dedikten sonradır ki, hakiki demokrasinin ve hürriyetin güneşi bütün parlaklığı ile ortaya çıkacak, milletimizin terakki ve tealisine giden yolu daha da aydınlatacaktır... politikadan ve ihtirastan vareste vatandaşların karşımıza kurulmuş olan kin ve husumet cephesine karşı vatanperverane gayretlerini birleştirip eserlerinin müdafaasına azmetmiş bir Vatan Cephesi kurulması… Bu cephe milletin hizmetinde hiçbir şeyden yılmadan çalışanların karargâhı olacaktır... Vatan Cephesi'nde birleşerek eserlerimizi hep birlikte muhafaza edeceğiz. Dünyada siyasi, iktisadi ve içtimai istikrarı örnek telakki olunabilecek bir mükemmeliyette olarak Türk milletinin bütün gayretlerini bu istikamet üzerinde tevcih edilmiş görmek bize nasip olacaktır. Türk milleti, tezvir ve nifakın peşinde değildir. Vatanperver duyguların manevi seferberliğini yapmış bir halde bulunmaktadır.” 24 Kasım 1958 tarihli Lüleburgaz konuşmasında; “muhalefet liderleri… güç birliği yapmaktan bahsediyorlar. Sanki karşılarında bir düşman halk varmış gibi Güç Birliği cephesi kurmak teranelerinin peşindedirler. Onların Güç Birliği adı altında giriştikleri maksadı şudur: Bir ehlisalip cephesi ile karşımıza dikilecekler.”, 14 Şubat 1960 tarihli İskenderun konuşmasında Adnan Menderes, “iktidara gelmek için bir usul bir yol olan nifakı ezmek lazım... İyi niyetli aziz vatandaşlarımızın nifakı bir defa ezip kahretmeleri ve Vatan Cephesi’ni kuvvetlendirmeleri milletçe yolunda bulunduğumuz hürriyet nizamının, hakiki demokrasinin eseri olacaktır” diyerek, aslında muhteremin demokrasiden ne anladığı, ona göre demokrasinin ne olduğu, özellikle de sinirlendiğinde beyin ifrazaatlarının dışavurumuna fren yapamadığı yukarıdakilere benzer yüzlerce beyannattan çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır.

Şüphesiz bu coğrafya kavli beladan bu yana, “uzlaşma kültürüne” yatkın insanların yaşadığı bir yer olamamıştır, bu anlamda yüzlerce örnek gösterilebilir ama tam da “demokrasiye” (daha o zaman ileri demokrasi icat olmamıştı) geçildiği iddiasının yeri göğü inlettiği döneme denk gelmesi, biz ve ötekiler ayrımının en keskin yaşandığı bir dönem olarak tarihe geçecektir, tıpkı aslı “McCarthycilik ya da ABD'liler için Kızıl Panik” olan Amerika’ya benzeme çılgınlığından mülhem tenkil çalışmaları gibi... Başvekil Adnan Menderes’in hararetle savunduğu ve adeta seferberlik ilan kabulu ile, tüm halkı, temelde çeşitli baskılar ya da yıldırma taktikleri de uygulayarak, özellikle de “din, milliyetçilik, antikomünizm” söylemlerini öne çıkararak, DP bünyesinde ya da etrafında toplayarak, adeta kin, husumet ve şer cephesi haline gelen “vatan cephesi”, tüm muhalifleri vatan haini ilan etmiştir. Benzer uygulamalar, ABD’nin de yoğun desteği ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti tarihinde her dönem sahne almış ve almaya da devam etmekte olup bu kafayla gidiliyor olması halinde de asla ve kata da sonlanmayacaktır.

İttihat Terakki iktidarı, İtiafçıları yok sayarak, Demokrat Parti, CHP yi yok sayarak, Adalet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, Selamet Partilerinin oluşturduğu Milliyetçi Cephenin başta devrimci ve yurtseverler tüm muhalifleri yok sayarak, bugünkü AKP nin tüm muhalifleri yok saymasına ilham kaynağı olmuştur... Yaklaşık 1,5 ay sonra, Güzel Ülkem yeniden seçime gidiyor, görülüyor ki geçmişten ders alınmamış, seçimden sonraki dönemin gelişmelerini bugünden görmek için kahin olmaya gerek yok, kamuoyu araştırma şirketlerinin açıkladıkları tablolar gerçekleşirse eğer, cepheleşme vites arttırarak, bugünkünden daha büyük sorunlara yol açacaktır.

Büyük Şair Nazım Hikmet’in dizeleri ile; hasret ve daveti bir kez daha yineleyelim...

Dört nala gelip uzak Asyadan
Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim
Bilekler kan içinde
Dişler kenetli
Ayaklar çıplak
Ve ipek bir halıya benzeyen toprak
Bu cehennem, bu cennet bizim
Kapansın el kapıları
Bir daha açılmasın
Yok edin insanın insana kulluğunu
Bu davet bizim
Yaşamak bir agaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardescesine
Bu hasret bizim

 

Pazartesi, Nisan 13, 2015

... VE EVİNİZ YIKILIRSA YENİDEN YAPIN


“Ve eviniz yakılırsa yeniden yapın... tahılınız yakıldıysa yeniden ekin. Çocuklarınız ölürse daha çok doğurun. Sizi ovalardan kovarlarsa dağlarda yaşayın ama yaşayın. Hep liderler arıyorsunuz, hatasız güçlü adamlar. Hiç yok, sadece sizin gibiler var. Yaşarlar, değişirler, bırakırlar, ölürler. Liderler yok, sadece siz varsınız. Güçlü bir halk, süren tek güçtür. Amacımız topraktı, bir düşünce değil. Aileleri besleyecek buğday ekili toprak. Özgürlük bir kelime değil ama akşam evinin önünde güven içinde oturan bir adam. Barış bir rüya değil, dinlenmek, nezaket için zaman. Kafamda bir soru var: Kötü bir davranıştan iyi bir şey çıkabilir mi? Bu kadar şiddetin sonunda nezaket çıkabilir mi? Bu kadar cinayetten barış çıkabilir mi? Öfke ve nefret düşünceleri içinde doğmuş bir insan, barışı sürdürülebilir mi? Barış içinde yönetebilir mi, bilmiyorum? Öyle uzun zamandır savaşıyorum ki barışı anlayamıyorum.”

Yukarıdaki sözler; haksızlıklara, adaletsizliklere karşı halkın biriken hıncının patlaması olarak görülen, halen başta Meksika olmak üzere tüm Latin Amerika’da yoksul köylülerin ruhlarında yaşattıkları, Meksika tarihinin en radikal planı olan, toprakların kademeli olarak kamulaştırılması ve topraksız köylülere dağıtılmasını hedefleyen sürecin lideri, Emiliano Zapata’ya aittir...

Bilindiği üzere; Emiliano Zapata, 20. Yüzyılın başlarında ABD’li şirketlerin Meksika’ya gelerek doğal kaynakları önemli ölçüde kendi amaçlarına uygun kullanımı konusunda imtiyazlar elde etmesine ve mezkur müstevlilerin yerli işbirlikçilerinin yağma düzenine ve toprak sahiplerinin zorbalığına karşı mücadele etme amacı ile kurulan ve başta tamamen barışçıl yöntemler ile hareket eden ve barışçıl yöntemlerin işe yaramadığının ve karşı tarafın daha da pervasız saldırmaya başlaması üzerine de silahlı mücadeleyi benimseyen ve buna uygun örgütlenen köylülerin başına geçen, bilahare de “Ejército Libertador del Sur-Güney Kurtuluş Ordusu” adlı ordunun komutasını üstlenen, bir Latin Amerika Devrimci Halk kahramanıdır.

Emiliano Zapata Salazar 1879 yılında dünyaya gelir, ailesi, köylü nüfusun %97 sinin topraksız olduğu Meksika’da, toprak sahibidir ve görece iyi bir hayat sürmektedir. Başlangıçta iyi bir hayata sahip olmanın göstergesi sayılacak faaliyetlerde bulunur, özellikle de, revaçtaki rodeo ve boğa güreşlerinde boy gösterir... Lakin toplumsal gelişmeler, başta da toprak sahipleri ile merkezi otoritenin siyasal ve ekonomik zulümü karşısında, görece iyi bir hayata sahip, Zapata’yı politikleştirir ve “iyilerin seyirci olduğu dünyada kötülerin kazanacağını” bilen birisi olarak artık seyirci olamazdı ve de olmadı...

Toprak sahiplerinin sözünün geçtiği yozlaşmış rejimin yıkılması ve yabancı şirketlerin kovulmasıyla da bir toprak reformu yapılmasını, “toprak işleyenin, su kullananın” saikiyle de işledikleri toprağa ve kullandıkları suya sahip olunmasını hedefleyen ve bu amaçla da kurulan; lakin, sayı ve teçhizat bakımından merkezi düzenli orduya karşı çok zayıf görünen “Ejército Libertador del Sur-Güney Kurtuluş Ordusu”nun başında iken uyguladıkları gerilla taktikleri ile kısa sürede durumu lehlerine çevirmişler idi. 1910 yılına gelindiğinde; iktidardaki diktatör Porfirio Diaz’a karşı, muhaliflere yakın ve ülkedeki düzenin değişebilmesinin bir fırsatı olarak görülen Francisco Madero ile ittifak kurularak desteklenmeye başlanır. Bu yıllarda ülkedeki huzursuzluk ve gerilla gruplarının mücadeleleri ile 1911'de, Pancho Villa ve isyancı köylülerin desteği ile Porfirio Diaz yönetimi yıkılır. Yeni yönetim Francisco Madero önderliğinde “Meksika Devrimi”ni ilan eder, ancak başkan ilan edilen Francisco Madero, köylülere verdiği sözleri hemen unutur, mevcut mülkiyet ilişkilerinde en küçük bir değişiklik yapmaya yanaşmaz, Emiliano Zapata'ya toprak ve başka vaadlerde bulunarak konuyu geçiştirmeye çalışır, Zapata ise işbirlikçi ve satılık olmadığını açıklar ve yönetimindeki orduyla birlikte güneye çekilerek savaşmaya başlar. “Diz çökerek yaşamaktansa, ayakta ölmek yeğdir” şiarının takipçisi, Meksikalı devrimci Emiliano Zapata, bir kısım eski yoldaşlarının ihaneti ile tuzağa düşürülerek peşindeki insan avcıları vasıtasıyla hükümet güçlerine teslim edilmiş ve 10 Nisan 1919 da da hükümet güçlerince öldürülmüştür.

Önemsiz insanların; Köylülerin bu yiğit önderi, Meksikalı devrimci Emiliano Zapata, bu ölümden sonra tam bir efsane haline dönüşür. “Güçlü insanı zayıf halk yaratır. Güçlü halkınsa, güçlü insana ihtiyacı yoktur” diyerek, tüm Dünya halklarına ve bugünlere selam yollamış bu yiğit devrimci, tüm diğer devrimci önderlerin tersine bir köylü olarak, hiçbir entellektüel birikimi olmamasına rağmen, “Yurda ve halkın özgürlüğüne düşman olanlar, her zaman halkın soylu davası uğrunda kendilerini feda edenlere haydut gözüyle bakmışlardır” diyerek te, öğretiminin olmamasına karşın, erişilen yüksek eğitimli, ahlak ve zekanın nelere kadir olduğunun adeta bir abidesidir.

“Toprağın sahibi olmaz. biz toprağa aitiz ve bize nimetlerini sunduğu icin doğaya dua etmeliyiz” diyen, Latin Amerikanın asi çocuğu Emiliano Zapata’yı bir kez daha, günümüze ışık tutması açısından, özlemle anıyoruz... Viva Zapata...

 

Pazartesi, Nisan 06, 2015

TÜRKMENİSTANA BENZEMEK–6


Dünü, bugüne, bugünü de yarına bağlayacak tespitleri yazmaya, “istiare” yoluyla devam ediyorum. Bakalım; konumları, yaşamışlıkları, tecrübeleri, topoğrafyaları çok farklı olmalarına rağmen, mezkur ülkeden hareketle hedef ülkenin tanım ve tarifi yeterince yapılabilecek mi?

Mezkur ülkenin eski ve yeni yöneticisi, uygar dünyanın ölçütlerini ülke yönetirken asla ve kat’a dikkate almadı ve almamaktadır. Bizde de kısa boylu şişman yönetici ile birlikte hayata geçirilen, akşam gönlünden geçenleri sabah yönetim ilkesi diye sunma ya da dayatma modeli, bu coğrafyada öykünülen yere taş çıkartırcasına geliştirilmiş ve nihayetinde öykünülen yer artık kendilerine öykünülmeye başlar hale gelmiştir. Akıl ve bilim dışı tercihlerin yönetim ilkesi haline gelmesi giderek bir metot, giderek bir alışkanlık, nihayetinde de kaçınılmaz olmuş ve insanlar için ise de makus kader... Hani, öyle ya da böyle her türlü şeyi söyleyerek bir devr-i sabık yaratmaya çalışır ve bu haliyle de yaratılan mağduriyet üstünden de akıllara ziyan hasılat-ı hikmet ve hasılat-ı selahiye devşirilmeye çalışılır ya, hayali cihana değer... İşte bu girişten bile, benzemenin ne tür ilzamlara yol açacağının ipuçları görünmektedir... Şahsi menfaat ve keyfiyetlerin, her şeyin önüne ve üstüne geçtiği bu ortamlarda bile, durumun vahameti görülmeyecekse, “anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul-zurna az” sözünün haklı çıkması da kaçınılmazdır.

Bu genel giriş ve tanımlardan sonra, gerek iş seyahatlarında gerekse de çalışma hayatımın bir döneminde tanık olduğum olayları altalta sıralayınca, atılan başlıktan muradımın ne olduğu kolaylıkla anlaşılacaktır. 

Muhteşem ikilinin, birincisinin döneminde, üstelik de “tek millet, iki devlet” şiarının ciddi sahiplenicisi görüntüsünde olan muhteremin sonuçları itibariylede tam bir Türk düşmanı olarak sonuçlanan, kendi ülkesinde “Türkmenin Türkmenden başka dostu yoktur” uydurmacası mucibince ülkeyi bir önceki etaba göre daha şiddetle zapt-u rapt altına almanın, ülkeyi daha da içine kapatacak ve her türlü hukuksuzluğun meşru görülebileceği hale getirmenin yolu olarak, nerdeyse tüm dünyada benzerleri tarafından tekrarlanan mizansen olan, “suikast iddiaları” ile geniş ve ciddi tutuklamalara girişme çabaları asla unutulmayacak ve vebal ve günahı da, asli failler Türkiye’den gelenler ve erkete ve yatakçı Türkmenler rol dağıtımı çerçevesinde gerçekleştireceği senaryonun tusunamileri olan halüsinasyonlar neticesinde tam bir Türk fobisi oluşmasına yol açacaktır. O kadar büyük bir fobi oluşur ki, anlatmak mümkün değildir, ancak başkaca da bir çare üretilememesi ve maksat ve murada en uygun ülke olan Türkiye ile başta inşaat ve sonuçları itibariyle de iş kolaylaştırma harcamaları bölüşümü mucibince de perde önünde koyu bir dostluk görüntüsü verilmektedir. Neyse biz, yeniden, halüsinasyonların, keyfiyete haiz rüyaların dünya gerçeği sanılması sersemliği içinde yapılan saçma sapan karar ve uygulamaların sıralanmasına gelelim. Gelelim ki ülkemizde olan bitene bir anlam yükleme konusunda zorlanmayalım...

Bu kardeş ülke; ne yazık ki, yetiştirilen rengarenk ve hoş kokulu çiçeklerin, bu vasfının yani hoş kokmasının evcil hayvan beslenmesi nedeniyle engellediği savıyla, evcil hayvan beslenmesinin yasaklanması gerçeği ile bir dönem yaşamıştır. Şimdilerde durum nasıldır bilmiyorum...

İnsanların saç ve sakal uzatmalarının “devlet başkanı buyruğu” nedeniyle yasaklanmış olmasını bana daha önce söylemiş olsalardı resmen gülerdim, ancak “ikamet ve çalışma izni” almamım ardından, içişleri bakanlığı yetkililerinin yaptığı kontrollerde, pasaporttaki sakallı resmimin olmasına rağmen sakalsız oluşumu sorduklarında olabildiğince nazik bir biçimde yasak olduğunu duymam üzerine kestiğimi beyan edince, sanki doğru değilmişcesine, ülkede demokrasi olduğu her isteyen insanın sakal bırakabileceğini beyan etmişler idi. Burada bahse konu yaklaşımın “yasağın” kendisine olmadığı, sadece böyle bir yasağın beyan ediliyor olmasına olduğunu anlamak hiçten bile değildi, oysaki... Konu o kadar fren tutmaz bir hal almış ki, bayanların kısa saç bırakmasına karışılmasına kadar konu genişletilmiş idi... Neyse ki bu subuk uygulama sonradan ya kaldırıldı ya da görmezden ya da takip edilmezden gelinmeye başladı... Çok şükür ki, estetik ve moda işini bu kadar yakından takip eden ve bilen bir “Devlet Başkanı” var...

Banttan müzik verilerek üstüne canlı performans anlamına gelen “playback” müzik yapımı, bir devlet başkanı fermanı ile yasaklanmıştır, yine bu ülkede... Ferman özetle; “Türkmenistan’da bundan böyle, bayramlarda, düğünlerde, yaşgünü kutlamalarında, kültürel etkinliklerde playback fon müziği çalınmayacaktır”. Ancak bu kadar absürdlüğe de “makul” bir izah bulunması da şarttır ve aranan izah ise, playback müziğin Türkmen müzik sanatın gelişimi önünde ciddi bir engel oluşturmakta olup devletin bu engeli kaldırmak gibi bir görevi vardır... Çok şükür ki, sanat ve kültürel faaliyetlerini bu kadar yakından takip eden ve bilen bir “Devlet Başkanı” var...

Canım yurdumda da; yaklaşık 30 yıldan beri sürekli yasaklama hamleleri yapılmasına rağmen, bir türlü murada erişilemeyen “opera ve bale” nin yasaklanması konusu, Türkmenistan’da bir çırpıda ve tereyağından kıl çeker gibi çözülmesi de ayrıca demokrasi adına sevindirici bir hamle... Türkmen kültürüne uygun olmadığı için yasaklana... Nokta...

Görüldüğü üzere, benzemeye çalışılan ülkede işler “Türkmen tipi Başkanlık” modeli sayesinde kısa sürede çözülmekte, Türkmenistan demokrasisinin el freni olmayışı nedeniyle de, dünyanın en gelişmiş ülkeleri sıralamasında en önlerde saf tutması da sürpriz değildir... Nokta...