Cuma, Mayıs 27, 2022

BİTMEYEN SORUNUMUZ YENİ ÇEŞME PROJESİ

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, “Çeşme Projesi, Çeşme’ye ait değildir” dedi ve ekledi: “Çeşme’nin değerlerini yok eden dışarıdan dayatılmış bir kurgudur. Bu proje alanı İzmir’in en kurak, toprak ve su açısından en fakir yerleri… Oysa bu proje, aşırı su kullanan golf sahalarını getiriyor. Bölgede farklı tarihlerde ilan edilmiş 11 turizm yeri var. Bu alanların sadece üç tanesinin onaylı imar planı var. Çeşme’de bunca turizm alanı boşken, bu alan imara açılıyor. Çeşme’nin su kaynakları zaten çok kısıtlı. Ulaşım, meselenin diğer bir ayağı. Çeşme’nin İzmir’e bağlantılı bir yolu var. Yaz aylarında daha şimdiden bu yol kapanıyor. Böylesi büyük bir projenin trafik için çözüm yolu yok. Kâğıt üzerinde ya da dünyanın başka yerinde güzel olabilir. Çeşme projesi, İzmir’in kimyasına, aklına ve ruhuna aykırıdır.” demiş. İyi de demiş… Aman Büyük Reisimiz, yeni yol için zımni davet yaptığınız gibi bir sonuç çıkarılmasın bu söylemden… Bu projenin tek başına ulaşım ile ilgili sorunu yok ki, bu projenin tamamı sorunlu ve çözümsüzlük yaratacak bir tasarruftur. Siz sakın bakmayın öyle “kıymeti kendinden menkul bazı abilerin” “gittim, gördüm, orada hiçbir şekilde tarım yapılmıyor, zaten her yer de kireç taşı” gibi zırıl zırıl cehalet ve sefalet dolu kelamlarına, gerçi bakmadığınızı da tahmin ediyorum ama tekrarlamadan da duramıyorum. 

Peki; Küçük Şehir Belediye Başkanı Ekrem Oran ne demiş? Evvel emirde, “ham yaptırmam” sonra ilk fikre sahip olanlar “hain” sonra proje önemlidir ve nihayetinde de proje Çeşme’nin hayrına değildir… Son karar sonuna kadar, detayını bilmiyor olsam bile, katıldığım ve alkışladığım bir noktadır. Doğru karara ne denir? Hoşgeldiniz… Alkışım alasın…

Son olarak da, “Bizim Eko”dan, “Çeşme’nin Eko Abisine”* terfi-i temayüz etmiş Başkanımız Ekrem Bey diyor ki; “Masaya oturmak kayıtsız şartsız bu projeyi kabul etmek demek değil. Masaya oturduk, Çeşme’nin çıkarlarını masada savunduk, konuştuk tartıştık.” demiş… Aklına ve diline sağlık, şüphesiz siz bir kamu kurum yöneticisiniz, Bakanlık ve temsilcileri de kamu kurum yöneticileridir. Eee, tabii ki masaya oturacaksınız, masaya oturmadan ne olduğunu anlamanız şüphesiz ki mümkün değil, biz ayaktakımları gibi basından takip edip muvafık ya da muarız olduğunuzu beyan edemezsiniz. Kaldı ki, “devlet katında iş görülmesi” kişinin şahsi tutumundan ziyade kurallar ve temayüller meselesi iken ilaveten de asgari nezaket gerektirir davete icabet etmek. Sizi Bakan davet ederse gideceksiniz elbette, devlet terbiyesi ve işleyişi açısından olmazsa olmazdır böylesi bir davranış. Burada sorun masaya oturmanız değil zaten… Sevgili Başkan; peki ilk günlerde, yani masaya davet edilmeden, yani masaya oturmadan, yani mezkûr projenin Çeşme’ye ne hayrı var, ne faydası var, ne zararı var tefriki yapmadan mı, “Çeşme’yi ham yaptırmam” çıkışınız olmuş idi, bilahare masaya oturup Çeşme’ye çok hayırlı bir proje olduğunu mu gördünüz de, bir anda karşı tarafa geçip, karşıda kalanlara, “vatan haini” dediniz. Sevgili Başkanımız, “Parti terbiyesini bilirim. Partimizin politikası neyse benimki de o olur. Ben partimle hiçbir şekilde ters düşmüş değilim.” derken tam tamına ne demek istediniz, mesela, Partinin kararı Çeşme’nin çıkarından önde midir? öyle mi anlayalım, ya da Partinin çıkarları ile Çeşme’nin çıkarları aynı şey midir? Yoksa vallahi benim düşüncem böyle iken Partinin kararı ile ters düşmeyeyim mi oldu? Yoksa nedir… Dün öyle, bugün böyle tarz-ı siyasetini iyi bilirdik de, temsilcisinin “dün dündür, bugün bugündür” diyen büyüğümüz olduğunu zannediyorduk, yoksa bu tarz münasip bir tarz mıdır?

Peki; ne oldu da 22.04.2022 tarihindeki mülakatınızda “Proje yapım aşamasında hala” diye beyanat eder iken proje yapımı nihayete ermeden yeniden dün karşı olanların karşısından yanlarına geçtiniz. Peki, yarın proje yeniden şekil değiştirir ise fikriniz değişecek mi? Vallahi Sevgili Başkan, kızma bana ama ben ne olduğunu anlayamadım… Lütfen bizi aydınlat… Sakın bizi, anlamayanlar, anlayamayanlar, kabullenemeyenler, niyetsizler, irfanı eksikler, kaybedenler kulüp üyesi vs gibi sıfatlara haiz görerek değerlendirmeyin lütfen… Zat-ı Âlilerinizin ahaliyi hedef alan “yahu bunları da hiç anlamıyorum” tarzı sorgulamalarınıza, ahalinin de el-cevap olarak “yahu bu da hiç anlatamıyor be” demesine fırsat vermeyin lütfen… Lütfen, Sevgili Başkanımız, bizi aydınlatın, neden bu kadar fazla ve hızlı fikir ve taraf değiştirildi bu proje üzerine? Bizim de alkışlarımızla katıldığımız son kararınızı artık değiştirmeyeceksiniz, değil mi?

Tunç Bey son söz olarak ise; “Bir belediye başkanının asli görevi görev yaptığı şehrin her bir karış toprağını korumaktır, son nefesime kadar koruyacağım. Göreceksiniz, doğamızı direne direne koruyacağız.” Demiş. Katılıyorum, destekliyorum, alkışlıyorum… Daha ne desin… Lakin sonuna kadar takip edeceğiz, bu kelamın manasına layığı ile uyulup uyulmadığını. Tunç Beyin bu sözünün, boşa söylenmemiş, “defi bela kabilinden” günü geçiştirmeye matuf olmadığını ispatlamasını da ısrarla bekleyeceğiz. Bu taahhüdün, şu günlerde “âdem-i merkeziyet” diye diye, her şeyi çok katmerli bir merkeziyetçiliğe getirip dayayan anlayışın prim yaptığı dönemde çok anlamlı ve önemli ve de kıymetli olduğunu düşünüyorum.

Sonuç itibari ile, öyle oldu, böyle oldu, önce öyle dediler şimdi böyle diyorlar, artık önemli değil bence… Gelinen nokta, eğer değiştirmezler ise, aynen katılıyorum. Alkışlıyorum… İlaveten de teşekkür ediyorum.

Hikâye herkesçe biliniyordur lakin ben aklıma gelen ve aklımda kaldığı biçimde yeniden aktarmak istiyorum… Maraba ile ağa, ağanın at arabasında tıngır mıngır köyden kasabaya doğru gidiyorlar. Yolun yarısında, arabayı çeken hayvan sırtından arpa saplarını patır patır yere düşürüyor. Ağa marabasının kendi arabasında gözü olduğunu biliyor. Hem marabayı küçük düşürmek hem de eğlenmek için, “Memo, gardaşım şu dökülen arpa saplarını yersen, arabayı sana verecem” der. Maraba bir an düşünür, kararını aniden verir, koşumları ağaya uzatıp arabadan iner ve yere dökülen arpa saplarını çatur çutur yer. Ağa çaresiz “tamam araba senin” der lakin aklı oradadır gayri. Marabanın midesi felakettir, gururu çiğnenmiştir, kendinden iğrenir durumdadır. Ağa ise bir dakikalık bir eğlence uğruna arabasından olduğuna pişman, kendi budalalığına yanar. Dönüş yolunda ikisinin de ağzını bıçak açmamaktadır, ikisi de kendisini doldurmaktadır. Tam marabanın sap yediği noktaya geldiklerinde ağa dayanamaz; “Memo, Bir halt ettim, şaka uğruna araba elimden gitti, sap yemenin bedelini ödeyeyim, arabamı geri ver”. Marabanın genzinde, ağzında, yüreğinde, öfkesinde hâlâ arpa sapı tadı durmaktadır hala. “Olur Ağam” der, “olur lakin bir şartla, sen de aha şu kalan arpa saplarını yiyeceksin ve ödeşeceğiz, araba yeniden senin olacak”. Ağanın gözü kararmış, iner ve tereddütsüz geri kalan arpa saplarını çatur çutur yer. Köye yaklaşırlar, Maraba düşünceli, kederli soruyor, “Ağam, araba kasabaya giderken de senindi döndük hala senin, peki biz bu kadar arpa sapını neden yedik?”

Hay Allah, niye mi geldi bu hikâye şimdi aklıma. Hiç vallahi. Hiç işte… Akıl bu işte ne gelir ne gider… Bilinmez ki…  

Pazar, Mayıs 22, 2022

TANYA SENİ BİLE ÜZDÜLER

 

Sabah oldu Tanya’yı giydirdiler,

Ama çizmeleri, şapkası, gocuğu yoktu,

İç etmişlerdi onları.

Torbasını getirdiler:

Torbada benzin şişeleri, kibrit, kurşun, tuz, şeker.

Şişeleri boynuna astılar,

Torbasını verdiler sırtına.

Göğsüne bir de yazı yazdılar:

“PARTİZAN”.

Köyün alanına kuruldu darağacı.

Atlılar çekmiş kılıcı

Halka olmuş piyade askeri.

Zorla seyre getirdiler köylüleri.


İki sandık üst üste,

İki makarna sandığı.

Sandıkların üstüne

Yağlı urgan sallanır,

Urganın ucu ilmik.


Partizan kaldırılıp çıkarıldı tahtına.

Partizan

Kolları bağlı arkadan

Durdu urganın altında dimdik.

Nazlı, uzun boynuna ilmiği geçirdiler.


Bir subay fotoğrafa meraklı,

Bir subay, elinde makina: Kodak,

Bir subay resim alacak.

Tanya seslendi kolhozlulara ilmiğinin içinden

“- Kardeşler, üzülmeyin.

Gün yiğitlik günüdür.

Soluk aldırmayın faşistlere,

Yakın, yıkın, öldürün…”

Yukarıda bir kısmı verilen şiir; dünya şairi büyük usta, büyük ozan Nazım Hikmet’e ait olup, İngiltere, ABD ve ortakları, yamakları, yardakçıları hülasa emperyalizmin koçbaşı Nazi-faşist Almanya güçlerinin nihai ve kadim düşmanı Sovyetler Birliğini hedef alan Hitler faşizminin işgaline direnen “partizan” ve “büyük direnişin” ve “büyük vatanseverlik savaşının” sembolü sayılabilecek Zoya Kosmodemyanskaya’nın heykeli, Alman faşistlerince idam edilişine alkış tutarcasına bu seferde Ukraynalı neofaşistlerce yıkılmıştır. Gazeteler kendi meşreplerince yazdı tüm bu andövüllüğü… Bizim mahallede de heykel sanatına yönelik, “tükürürüm böyle sanatın içine” ya da “ucube” şeklinde mülahazalara ziyadesi ile tanıklık eder iken esasen de uzunca bir süredir Mustafa Kemal Atatürk heykellerine saldırılmasına veya yıkılma girişimlerine varan, saygısızlık, hazımsızlık ve de ahlaksızlıklar ne yazık ki yaşanmaktadır.

Oysa bu kabil terörize hareketler sadece “doğuya”” ait gibi gösterilse de, görülse de, sadece doğuya ait değildir… Bu kendinden olmayanı, kendisine ait olmayanı yok etme kültürü ve dürtüsüne teslim olmuş aklı evvellerin ya da aklı kıtların tüm dünyada tipik ve sistematik davranışları ne yazık ki coğrafya, millet ve din ayrımı yapmaksızın yaygınlaştığı bir gerçektir. Tipik tehdit, tenkil ve tedip operasyonları, sahibinin aklına ve zikrine münasip tadında… “Güç bende” sendromu, maşallah

Zoya (Tanya) kendisi gibi binlerce partizandan birisidir. Direnişin ve püskürtmenin ilk nüveleridir, emperyalist koçbaşı Hitler faşizmine karşı… Faşizmin koçbaşı Hitler nazizmine yenilebiliceğinin ve yenileceğinin ilk örneklerinin verildiği partizan direnişleridir. Yani ve hülasa tüm dünyada direnen halkların moral ve güç motivasyonudur, en azından ben öyle değerlendiriyorum. Peki; şimdi ne demektedir, Ukrayna’da bu heykeli büyük bir zevkle yıkanlar… Bir yanda “Rusya’ya karşı şanlı direniş” nidaları ve naraları atacaksın ve direniyoruz diyeceksin, diğer yanda da tüm dünyada direnişin sembolü kabul edilen bu genç partizanın heykelini yıkacaksın… Ama yıkanlara bakılırsa, görünen o ki, yıkımın aktörleri, Banderas’çılar, Sağ Sektör’cüler ve C14’çüler olması hasebiyle konu sadece sadece “Rus Heykeli” mütalaası ile değerlendirilmektedir. Akıl motoru istop, davranış birebir biat olunca, sonuç bu oluyor demek ki…

Zoya’nın mezarı şu anda Moskova’da Nazım Hikmet’inde bulunduğu “Novodeviçi mezarlığındadır”. Oradan aldığım bilgiler ise son yıllara kadar geniş halk kitleleri ve özellikle de öğrenciler tarafından sık sık ziyaret edilmek idi. Lakin; özellikle 9 Mayıs’larda öğrenciler okulları tarafından mezar ziyaretine götürülerek, direnişin ve zaferin simgelerinden biri sayılan Zoya, hikmet, himmet ve şükran ile yâd edilmekte iken yavaş yavaş bu işten vazgeçilmeye başlanmış. Neden vazgeçildiği konusunda ise çok çeşitli kelamlar ediliyor olsa da, en çarpıcısı “göğüsleri açıkta” olan bir heykelin varlığı gösterilmektedir. Oysa idamının fotoğraf çekimlerini yapan sonradan Kızıl Orduya esir düşen bir Alman askerin çantasından çıkan fotoğraflardan birebir örneklenmişidir, Zoya heykeli… Ne diyelim, akıl ve izan ihsan eylensin… Eğer verilen bu bilgi doğru ise görünen o ki; “dini bütünler” orada da ziyadesi ile etkili olmaya başlamışlardır.

Zoya Kosmodemyanskaya ölümünden sonra, Sovyetler Birliğinin “Büyük vatanseverlik savaşı” kahramanı unvanını alan ilk kadındır aynı zamanda… Bir heykeli yıkarak; ucuz kahramanlık duygularını tatmin eden bir avuç faşist-neonazi ne yazık ki Ukrayna yönetimine eklemlenmiş ve vatandaştan da tebrik ve takdir alıyor. İnanılır gibi değil… Faşizm dünyanın sonunu getirecek ama kimse kılını kıpırdatmıyor.

Cuma, Mayıs 13, 2022

POLİTİK ŞİDDET OLARAK İNSAN YAKMA

 

Bu ABD, bazı konulara dürbün tutar gereğinden fazla büyütür bazen dürbünü ters tutar gereğinden çok daha küçük gösterir, bazen de dürbünü kırar, olmadı gözü de çıkarır haydi gör bakalım der, hatta görmediğini de iddia eder üstüne üstlük… İşte ABD ve aveneleri duruma göre her türlü yalan, dolan, hile, hurda, dolap, desise, ne gerekirse yapar bunların yetmediği yerde savaş taşeronlarını devreye alır o da yetmiyorsa direk kendisi girer. Destabilizasyonun adeta babasıdır, dünyada… Dünyanın neresini karıştırmak istiyorsa neyi var neyi yok tam saha pres saldırıyor. Öyle bir saldırı ki bu saldırı, başta siyasi ve sosyal olmak üzere bankacılık, ticaret, imalat, askeri, endüstriyel, spor, kültür, akla gelen tüm sektörler tüm aktörleri ile kamu ve özel demeden her kesimi ve herkesi her daim kapsamaktadır. Dünyanın neresinde bir karışıklık varsa bilin ki orada ABD ya da aveneleri iş başındadır ya da iş tutmaktadırlar. Son dönem, Tunus, Mısır, Irak, Afganistan, Suriye başta olmak üzere Ukrayna, Gürcistan ve Venezüella, Sri Lanka, say say bitmez, mezkûr ülkelerin tüm karışıklığının müsebbibi ABD’dir. Bu konuda motivasyon, güdüleme ve propaganda yolunda sınırsız yayın ve basın organı kullanacaklar hem de gerek direk kendi finanse ettikleri ya da taşeronları ya da beslemeleri ya da muhipleri vasıtası ile…  

Bakın, bugün gelinen noktada ABD’nin Ukrayna savaşındaki sinsi ve hain rolünün nasıl planlandığı ve nasıl adım adım gerçekleştirdiğine yönelik bir operasyondan söz etmek istiyorum. Hani bazılarının “sütten çıkmış ak kaşık” muamelesi yaptıkları Ukrayna’nın “sağ sektör” (sektör prava) mensupları var ya. Hani onlar paramiliter güç iken bilahare Ukrayna resmi ordusunun ayrılmaz parçası haline getirildiler ya. Bakın faşistler neler yaptılar ve başta Ukrayna’nın ABD beslemesi yönetimleri bunlara nasıl göz yumdular… Adım adım bugünün temelleri atıldı… Bilindiği üzere ABD kendisini sevmeyenleri, protesto edenleri hülasa her tonda karşı çıkanları her türlü “politik şiddet” kullanarak bastırma ya da bastırtma yolunu tercih etmiştir. Bu politik şiddet akla gelen veya gelmeyen her türlü araç kullanımına açıktır ve emperyalizmin jandarması ABD için her yol mubahtır. ABD yakar, yıkar ama hep konuşulmaz, suçüstü yapılmaz, yargılanmaz, hep arada asıl suçluyu gizleyecek şartlar oluşur. 

Bu yazımda sadece ilgi duyanlar tarafından bilinen ya da hatırlanan Ukrayna’da ABD’nin yerli ortakları üstünden kullandığı “politik şiddet” enstürmanı “insan yakma”nın ve yakalanmamanın, suçu başkalarına yıkmanın, konuyu başka alanlara sallamanın muhteşem bir tatbikatından bahsedeceğim. Hani nasıl oldu da artık Rusya dayanamaz hale geldi sorusunun cevaplarından bir tanesi olarak. ABD ve şürekâsının cehennemin yoluna taş döşeme işi kapsamında, muhteşem çalışması neticesinde, hani riyakâr ve ikiyüzlü batıda, hani demokrasiye duyarlı ve ayarlı “Batıda” ve ne yazık ki batı basınında hiç yer almayan ya da arada derede küçücük bir haber şeklinde daha da kötüsü sanki bir futbol maçı için taraftar kavgası kıvamında gerçek ters yüz edilerek geçiştirilmiştir. Batının bilerek, isteyerek ve taammüden ve propagandanın babası Göebbels’i adeta mezarından çıkararak, ete kemiğe bürünen hale getirerek, “insan yakma” gibi alçakça bir eylemi görmezden gelmesi, yok sayması, ya da zımnen desteklenmesinin şahane bir örneği olarak hep hafızalarımızda kalacaktır. Bizler unutmayanlar safındayız ve bu yüzden asla ve kat’a unutmayacağız bu alçakça “insan yakma” eylemini. Nasıl ki; Sivas’ta 3 Temmuz 1993 tarihinde bir sanat festivaline katılanların bir otelde, “Madımak Otelinde” 37 kişinin yakılarak katledilmesini unutmuyorsak…

Ukrayna doğusundaki Slavyansk kasabasında Merkezi hükümetin gözü önünde kendisine bağlı güvenlik güçleriyle Ukrayna’nın Rus kökenli vatandaşları arasında çatışmalar devam etmekte iken, terörü tüm ülke sathına yaymak gibi, Batının kuklası Nazi yanlısı Banderas bakiyesi neo faşistler, Ukrayna’nın önemli liman kenti ve adeta hoşgörü ve barışın katıksız yaşanan kenti ateşin içine çekmenin yolunu bulurlar. Amaç ve murat bir taş ile birkaç kuş vurmaktır. 3 Mayıs 2014 tarihinde, Odesa’ya yaklaşık 200 civarında faşist gelir ve mezkûr tarihte, merkezi hükümetin uygulamalarını protesto eden bir grup sendikacının kurmuş olduğu çadırlara saldırır. Hem de nasıl bir saldırı, Molotof kokteyller kullanılır, Protestocuların bir kısmı yakındaki sendika binasına sığınırlar. Sonuç, sendika binası bu faşistler tarafından ateşe verilir ve maalesef 38 kişi yanarak can verir. Olayların başında yaşanan bu acımasız terör saldırısına güvenlik kuvvetleri sessiz ve seyirci kalır, müdahale etmez. Çıkarılan yangında sendika binasının birinci katı tamamen yanar, binaya sığınanların 30’u dumandan zehirlenerek yaşamını yitirirken, 8’i de ne yazık ki üst katlardan atlamak suretiyle yaşamını yitirir. Güvenlik kuvvetleri başlangıçta olaylara müdahale etmez, itfaiye ise yangını söndürmeye geç gelse bile yangına müdahale etmelerine müsaade edilmez. Şaşırdınız değil mi? Bazı yerlere ve bazı davranışlara nasıl da benziyor.

Evet, tüm bu gerekçeler bir ülkenin işgal edilmesinin yolunu açmamalı, zaten vahşice yaşanan tüm bu olayların daha büyük felaketlere yol açmaktan başka bir şeye yaramayacağı açıktır. Peki; mezkûr olaydan sonra, bugün içimizdeki bazılarının da, NATO’yu demokrasinin teminatı görenler yani, bu olayı görmezden geldiler, görmediler ya da gördüler sustular, her neyse… Ukrayna’nın gerçekleri şüphesiz çok farklı, bundan önceki batı yanlısı yönetim bu kaşıma olaylarını yavaş yavaş yürütürken şimdiki yönetim vites arttırarak ve çeşitlendirerek adeta kendi memleketinin bir yangın yerine dönmesine davetiye çıkardı. Şimdi çıkıp televizyon televizyon dolaşarak, batının parlamentolarına bağlandığı nerdeyse her gün “demokrasi havarisi” ve “mazlum” görüntüsü vermeye çalışıyor, Mr. Zelensky… Ama aynı Mr. Zelensky, neden bu “sağ sektör”, “C14” gibi faşist ve sivil terör yapılanmalarını resmi ordu memuriyeti tayini ile “Azov Taburlarının” oluşmasına hiç değinmez ve değinmeyecektir de, işte öyle. Çünkü Mr. Zelensky ve Mr. Biden seçildikten sonra Ukrayna krizini bırakın kaşımayı adeta kanatarak bu noktaya getirdiler. Peki; Mr. Biden’ın ülkesinde durum ne, onlar silah satıyor, yardım numarasıyla paralar cebe, insanları ölmüyor, binaları bombalanmıyor, havaalanları bombalanmıyor, adeta kentleri yerle bir olmuyor. Ya sizin ülkenizde durum ne, Mr. Zelensky. Sizin birinci göreviniz halkınızın yaşamını, sağlığını ve konutunu, işini ve aşını korumak değil mi? Bu savaştan çıkarınız nedir, tüm bu olanların yanında… Öyle suçu sadece Rusya’ya atarak tarihin yargılamasından kaçamazsınız… Biz suçunuzun ve yaptıklarınızın görülmemesi ve sadece mağdur numaranızdan sıkıldık ve usandık gayri… Bir durun memleketiniz bitiyor. Son söz, Mr. Zelensky’e; bir hilal uğruna ya rab, ne güneşler batiyor…

Cumartesi, Mayıs 07, 2022

AKP NEDEN KAZANIR CHP NEDEN KAYBEDER

BİRGÜN Gazetesi yazarı; Ateş İlyas Başsoy tarafından 2009 yerel seçimleri deneyimi ve 2011 genel seçimleri üstüne öngörüsü şeklinde özetlenebilecek, “AKP neden kazanır? CHP neden kaybeder?” adlı kitabını okuyorum. Ne yazık ki çok geç fark edip okuduğumu itiraf etmem gerekir lakin bunun da bir hayrı oldu çünkü üstünden bunca yıl geçince değerlendirmelerin isabet ve ıskalama oranlarını daha serinkanlı ve sindirilmiş olarak görmekteyiz.

Seçmen tercihleri üzerinde son yıllarda hayli sık duyduğumuz “algı yönetimlerinin” etkisi üzerine, anlayabildiğim kadarı ile ciddi birikimleri vardır yazarın ve yazar aynı zamanda hayli başarılı bir reklam firması yöneticisi olup piyasayı ve sahayı yakından izlemekte ve bilmektedir. Yani, işin hem mektepli olup fenni hem de alaylı olup ehli tarafında ve durumundadır, yapılan analizler, öngörüler ve uygulamalar kendisini haklı göstermektedir, anlatılanlara bakılırsa.

Öncelikle; katıldığı tüm seçimleri kazandığını tespit ettiği AKP’yi, CHP’nin hiç iddiası olmadığını belirttiği Antalya yerel seçiminde doğru strateji ve taktiklerle mağlup ettiklerini söylüyor. Bu mağlubiyetin en önemli basamaklarını ise, kavgacı bir tutum izlemeyen CHP adayının hâlihazırda Belediye Başkanı olan AKP adayını bile ziyaret eden, rakip parti hükümetinin başına “Başbakanım” diye hitap eden ama özellikle de sadece ve sadece kendi projelerini öne çıkaran genellikle karşı tarafın icraatlarını söz konusu yapmayan bir tutum izler. Çünkü tespiti yapıldığı üzere “Selim Türkhanlar” sadece icraat ve projelerle ilgili olan apolitik bir kümedir ve hedeftir. Yazar bir röportajında, Selim Türkhanları şöyle tanımlıyor. “Gündelik hayatıyla meşgul vatandaş. Pragmatik ve Makyavelci. Kolaycı ve sonuç almayı arzu eden birisi. Son 10 yıldır hızlı çözümler üretip günlük hayatını kolaylaştıranlara oy verdiğini düşünüyor. Tereddüt etmeden AKP’yi destekliyorlar çünkü duble yolları, yeni gökdelenleri seven, hastahanelerde iyi muamele görmek isteyen Selim Türkhanlar sistemin 10 sene sonra çökebileceğini umursamıyorlar. Şimdiyi yaşıyorlar”. Yazar; Recep Tayyip Erdoğan’ın Selim Türkhen’ı nasıl ikna ettiği sorusuna ise şu şekilde cevaplamaktadır. “Bunlar kararsız değil, siyasetsiz. Onlar bu röportajla, bu kitapla falan hiç ilgilenmiyor; televizyonda dizi izliyor, maçları takip ediyorlar. Siyasi olmayan kararlarla oy veriyorlar. Erdoğan, Selim Türkhan Partisi (STP) ile koalisyon yapmak için onun yanına hizmet, yatırım, büyük Türkiye gibi bir takım şeyler koyuyor ve o insanları cezbediyor.” Yine bir başka yerde; “Selim Türkhan, bir esnaf (veya memur veya işçi veya patron veya işsiz). Karısı öğretmen emeklisi. Büyük kızı üniversitede okuyor, oğlu da üniversite sınavlarına hazırlanıyor. (her biri için ayrı ayrı veya’lar üretilebilir). Selim Türkhan’ın her cümlesi son derece emin çıkıyorsa da, yine her cümle siyaseten akıl almaz çelişkiler içeriyor. Bunların Selim Türkhan için hiç önemi yok. O aynı anda hem milliyetçi, hem dindar, hem modern, hem laik ve en önemlisi hem de bunların hiçbiri olabilir. Selim Türkhan Türkiye’nin orta sınıfı, zengini veya yoksulu olabilir. O, eşimiz, dostumuz, kardeşimiz, ebeveynimiz olabilir. Selim Türkhan, AKP’nin büyük oranda ikna ettiği ve diğer partilerin hemen hiç ikna edemediği, siyasetten ayrışmış “kendi halinde” erkek ve kadınların sembolü. Siyasi söylemler, siyasi kavgalar, siyasi doğrular veya yanlışlar Selim Türkhan için belirleyici değil. O bu konuları fazlaca dinlemiyor ve taraf olmuyor.”

Kitap ve seçim ve özelde de Antalya seçimleri üzerine; Gazeteci Ruşen Çakır, enteresan bir değerlendirme yapıyor; “Kuşkusuz birçok kişi, “çatışma” yerine “istikrar”ı temel alan, ideolojik konulara hiç ama hiç girmeyip sadece projelere yaslanan böylesi bir kampanyayı “solcu” değil “sağcı” bulabilir. Ama Antalya örneği, CHP’nin kemikleşmiş tabanının dışına açılmasının, kerametleri kendilerinden menkul bazı sağcı, ulusalcı vb. isimleri transfer etmekle değil söylemini yeniden düzenlemesiyle mümkün olabildiğini bizlere gösteriyor”

Seçmenleri partilere göre dağıtır iken; öncelikle, “çekirdek taban” ve “eklemlenen taban”  ve “kararsızlar” diye tasnif etmektedir, yazar. Esasen kararsızlar kümesini de bu çalışmalar ile birlikte Selim Türkhan kimliğinde “apolitik” kişilerden oluşan ve yine kendi deyimi ile STP (Selim Türkhan Partisi) adı ile tariflemektedir. AKP başarısını ise çekirdek tabanı %8 ve eklemlenen taban %12 toplamı ve nihayetinde %28’lik tabanı temsil eden STP (Selim Türkhan Partisi) koalisyonu ile izah etmektedir. Kitapta bunu anlatmak ve kanıtlamak uğruna uzun uzun detaylar, bilgiler, analizler ve öngörüler verilmektedir. Kendi sınırları içerisinde ziyadesi ile detaylı açıklamalar bulunmaktadır.

Yazar kendisi bir reklamcı olarak, seçimleri kazanabilmenin yegâne yolunun iyi reklam yapmak olduğunu zinhar savunmuyor, savunmadığı gibi altını kalın kalın çizerek konunun tüm detayları ile zaman, mekân ve teknik terakki muvacehesinde bir algı yönetimi olduğunu belirtmektedir. Yapılan tespit mucibince toplumun yaklaşık %28’lik kesimini oluşturan ideolojisiz, siyasetsiz bir kümenin sadece ve sadece hizmete odaklı bir yaklaşım içinde olduğunu, onlar için evvelemirde akılda olanın dürüstlük, adalet olmadığını, en azından tüm politikacıları da benzer biçimde ilzam etmesi nedeni ile de her tarafta benzer vakaların yaşandığına inandığını ifade etmektedir.  

Kitabın çok etkileyici ve kalıcı etkiler yaptığını evvelemirde söylemeliyim, konu detaylarında ilgi alanıma ziyadesiyle girse bile bilgili olma alanıma fazlaca girmediği için daha da fazla kelam etmek istemiyorum. Ama hayatın yazarı doğrulayan pratiği karşısında da ilave edilecek bir şeylerin olmadığı da sarihtir. Lakin Selim Türkhan’lara sadece proje, yatırım ve hayal satıyor olmakla bu kervan yürütülebilir gelmiyor bana, tespit etmeden geçemeyeceğim ki, yerel iktidarların uluslararası tercihlerin ve rölasyonların göz ardı edilerek tayininin yapıldığını düşünmek fazlaca hayalci bulduğum bir konudur. Unutmayalım ki, toplumsal örgünün ve duygunun görece daha saf ve halis olduğu bir dönemde bile ABD başkanı ile çekilmiş bir fotoğrafın seçim sonucuna etkisi hala akıllardadır, canım yurdumda. İlaveten sadece proje, yatırım önerisi hatta garantisi bile bazen seçimleri garanti altına almaya yetmez, öyle olsaydı İzmir seçimlerini CHP asla kazanamazdı… AKP’nin öylesine akıl çelecek proje ve yatırım önerileri vardı ki, lakin yetmedi… Demek ki, seçimler çok parametreli değerlendirme ve ölçümlere dayanarak değerlendirilmelidir.

Ateş İlyas Başsoy; yazdığı bu kitap ve içerdiği kısmen tespit kısmen de eleştiriler yüzünden kendisine CHP kapısının artık kapanmış olduğu kanaatini de paylaşmaktadır. Türkiye’de hiçbir kapı sonsuza kadar kapalı olmadığı gibi sonsuza kadar açık da olmaz, bana göre, hele partilerin ilkeli olmamaları bir yana partilerin kitle nabzı tutuyoruz numaraları ile dün böyle bugün şöyle olan Makyavelizm takipçisi tutumları ortada iken. Ünlü Türk büyüğü Muhteşem bir beyefendinin buyurduğu üzere; “dün dündür, bugün bugündür” sözü uyarınca yani… Zinhar zannedilmesin bu söz sadece ve sadece mezkûr beyefendiye at bir felsefe ürünüdür… Bu söz herkesi bir şekilde girdabına çekip almıştır. Motivasyon ve güdüleme bir bilimsel ve pozitif dal olmakla birlikte geçerlilikleri sürekli değil değişkendir ve olacaktır da, zaman, mekân ve teknik terakki bağlamında…

Son olarak da; küçük bir eleştiri, kitabın sayfa düzenlemesi açısından uygun olmadığı ortada olduğu aşikâr, sen bu kadar detayı düşün, inanılmaz tespitler yap ama kitabın sayfa düzeninde sağa yanaştır butonu çalışsın ve görme, enteresan…