Pazartesi, Kasım 27, 2017

BUNLARIN CEMAZİYE’L EVVELİ -8


Siyaset ve fikir adamı Abidin Nesimi’nin “yılların içinden” isimli kitabını okuyorum.  Yazarın iyi tanıdığı Demokrat Partinin Bayındırlık Bakanı Tevfik İleri’ye, 8. Mayıs.1960 Canım Yurdumu getirdikleri noktaları ve buradan gerek kendilerinin gerekse de ülkenin ciddi yaralar almadan çıkabilmesi adına, yazdığı mektubu aktarmak istiyorum. Çok uzun olması hasebiyle birkaç bölümde aktaracağım mektubu, geçmişi ve bugünü anlamak adına önemsiyorum. Kıssadan hisse babından… 2. Bölüm…

 

Menderes ve arkadaşlarını itibarlarının iade edebilmesi için kanaatimce şunları yapması icap eder:

I - Ceza kanunumuzda suç sayılan ve fakat bizim ceza kanunumuza esas olan İtalyan ceza kanununda (Mazini kanununda) suç olmayan birçok fiiller vardır. ilk yapılacak iş Mazini kanununu aynen ve harfiyen benimsemek (tabiidir kl, krala ve krallığa ait hükümler hariç) . Bu suretle, meşrutiyetçi, şeriatçı, sosyalist, komünist... ilh. partilerin kurulması sağlanmış olur.

II – Toplantı ve yürüyüş, cemiyetler, basın... ilh. gibi, Mussolini veya Hitler kanunlarına rahmet okutan kanunlar tamamen ilga edilir...

III - Sureti katiyede nispi temsil kabul edilir...

IV - insan hak ve hürriyetlerini teminata bağlayacak yeni anayasayı yapmak üzere bir Müessesan Meclisi, anayasa mahkemesi, vekiller mes’uliyeti kanunlarını çıkarmak lazımdır. Ayrıca, halen yürürlükte olan anayasaya aykırı hükümleri, anayasa mahkemesi kuruluncaya kadar, kaza kuvvetinin bunları tatbike mecbur tutulmaması lazımdır.

Yukar1da saydığım 4 hususu DP yerine getirecek olursa muhalefet bölünebilir. Zira bütün sınıflara hürriyet verince ve bu hürriyetin hukuki teminata samimi olarak bağlı olduğu kanaati vatandaşta hasıl olursa, pek tabiidir ki “Güç Birliği”nin hikmeti vücudu kalmaz. CHP de tuzla buz olur. Nitekim 1946-1950 arasında CHP insan hak ve hürriyetlerini tamsaydı, DP tuzla buz olurdu. 0 tarihlerde bir ara CHP’de bu cereyan bir hayli kuvvetlenmişti. Ve DP de mevcudiyetini muhafaza edebilmek için “Demokrat Koylü Partisi ”ne inkılap etmek teşebbüsüne de geçmişti. Fakat 12 Temmuz’da DP ile ismet Paşa arasında yapılan anlaşma bu keyfiyeti bertaraf etti. Şimdi de CHP için en büyük tehlike, DP’nin güç birliği beyannamesi hükümlerini tam olarak tatbik etmesindedir. Şunu tekrar edeyim ki, DP insan haklarını kabullenir ve fakat nisbi temsili kabul etmezse, muhalefeti parçalayamaz, iktidarı kayıtsız şartsız CHP'ye devreder. Tek parti devrinin avdeti ismet Paşa’nın ihtiyarına bırakılmış olur. Hâlbuki nisbi temsil kabul edilirse, muhtelif partiler mecliste temsil imkânını bulurlar. Mecliste hiç bir parti mutlak ekseriyeti haiz olmayacağı için koalisyona gitmek zarureti doğar. Parlamentonun lider partileri, CHP ile DP olacağından, küçük partilerin müzaharetiyle, yine DP kabinesi kurulabilir. Hele, sosyal adalete değer verirse, âdemi merkeziyete iltifat ederse, DP solcu bir koalisyonun lideri olabilir.

Kıymetli arkadaşım,

Eğer Menderes kabinesi, bu aklı selim yoluna değil de, şiddet politikasına iltifat ederse, parti· içinde şu ihtimaller belirebilir

I - DP içinde, yukarıda esaslarını arz ettiğim aklı selim yolunu tutanlar, meclis grubunda ekseriyeti teşkil edebilirler. Bu takdirde, grup Menderes kabinesini devirir.

II - DP meclis grubunda aklı selim taraftarları parti grubunda değil, fakat, CHP’lilerle beraber mecliste ekseriyeti sağlayacak miktarda olabilirler. Bu takdirde Menderes kabinesi, parlamentoda düşürülür ve bir koalisyon kabinesi kurulur.

III - DP meclis grubu, şiddet yolunda ısrar edebilir, hukuki iktidar, yerini fiili iktidara terk eder Tahkik heyeti, bir selameti umumiye komitesi veya konvansiyon yetkileriyle tahkim edilir. Artık ileride, olacak durumları şimdiden kestirmeye de imkân kalmaz. Bu fiili iktidar yine diğer bir fiili iktidara yerini terk eder; Arap dünyasında veya Latin Amerika’sında gördüğümüz hadiseler cereyan eder.

Tevfik'cigim,

Üniversiteliler hareketine işçiler, köylüler, istiklalci azınlıklar (kürtler), askerler iştirak etmedikçe, fiili bir değişiklik beklenemez. Yani, bu dört kuvvet birleşmedikçe, bunları sevk ve idare eden bir parti bulunmadıkça, iktidar duruma bakim kalacaktır. Nitekim Alman Spartaküs hareketi, köylüler karışmadığı için akim kalmıştı. Macar Belakun hareketi, sevk ve idare eden parti olmadığı için sönüp gitmişti. Üniversiteliler hareketine, barolar ve diğer mesleki birlikler iştirak ederse aydınlar cephesi kurulmuş olur. Sendikalar iştirak ederse işçi-münevver ittihadına gidilmiş olur. Doğu Üniversitesi veya Liselileri bir protesto hareketine kalkarlarsa bu hareket Kürt istiklaline kadar gidebilir. Hadiseleri kontrol etme DP'nin elinden çıkar.

Belki hatırlayacaksın 1950'de iktidara ilk geldiğiniz devrede, politikanı beğenmediğimi, en geç 1962’de, fizik vücudunun dahi imhası muhtemel olduğunu, üzülerek bir arkadaş sıfatıyla yazmıştım. O mektubumun mesnedi lusaca şu idi: Türkiye tanzimattan bu yana kendi gelirleriyle geçinememektedir. Türkiye varlığını büyük devletlerarası rekabetten faydalanarak onlardan borç alarak geçinmektedir. Fazla para sızd1rmak için, tanzimattan bu yana daima fındıkçılık etmişizdir. Türkiye, bir gün gelecek Amerika’dan daha çok para sızdırmak için Sovyetlere kur yapacaktır. Veya Amerika ile Sovyetler, Yakındoğu politikalarında bir anlaşmaya varacaklardır. Bu iki şıktan birinin tahakkukunda, komünist düşmanlığında veya Sovyet aleyhtarlığında ileri gitmiş olanlaı1 feda etmek milli bir zaruret olacaktır. 0 zaman DP iktidarda olsa bile seni fedadan çekinmeyecek ve bütün suçları sana yükleyecektir. Zira ne başvekilin, ne başvekil yardımcısının, ne iç ne de dış vekillerinin yani ilgili bakanların göstermediği bir gayretkeşliği, yani, komünizm düşmanlığını hiç bir sebep ve zaruret yokken yaptın; bütün alakayı üstüne çektin. Hâlbuki ilgili makamları işgal edenler beşeri bir süpleks gösterdiler. işte şimdi yukarıda kaydettiğim şartlar tamamen tekevvün etti. Amerika ile Sovyetler anlaşmak üzeredir. Bu yeni devre politikasını artık müsaadenizle yazayım, DP temsil edemez. Allahına hamdet ki Menderes

yakın tarihlere kadar Sovyet düşmanlığında ısrar etti. Yoksa pekâlâ, biz de eskiden beri Sovyet dostu idik, fakat Tevfik İleri gibi düşünenler partide ekseriyette olduğu için, böyle bir yol tutmuştuk deyip, seni ve daha birkaç kişiyi tasfiye edebilirlerdi. Nitekim Atatürk, İngilizlerle anlaşmaya memur ettiği Bekir Sami ve Nihad Reşad’ı, Sovyetlerle anlaşma olunca feda etmekten kaçınmadı. Türkiye Komünist Partisi kurucularından Refik Koraltan, bizzat kendi muavinini (Kayseri ikinci başkanını, zira kendisi Kayseri birinci başkanıydı) istiklal mahkemesinde sigaya çekmişti. Demek istiyorum ki, diş politikada bir değişiklik mukadderse DP liderleri seni feda edip, İsmet Paşayla veya Sertellerle anlaşabilirler. Fakat şansın varmış, bu iki ihtimal de şimdi bertaraf edilmiş, DP liderleriyle tam bir mukadderat birliği halindesin. Onların seni, senin onları terk etmene imkân yok. Allah sonunuzu hayretsin...

Yeni dünya şartlarının tekevvün ettiği bu devrede, artık DP’nin fonksiyonu bitmiştir. Türkiye sureti katiyede cephe politikasına geçmek zorundadır. Bu cephe politikası, DP’ye (substratum-destek) olacak bir vatan cephesi değil, ancak Türkiye’nin terakkisever kuvvetleriyle hür, eşit şartlar altında bir platformda olabilir. DP yukarıda yazdığım dört maddeyi kabul eder ve tatbik ederse, Türkiye'nin terakkisever kuvvetleriyle, bir cephe platformu yapılabilir. Fakat bir cephe substratumu varit değildir. Gerçi, 1946'da, bütün gayretlerime rağmen DP ile bir platform anlaşması temin edemedim. Çünkü;: Serteller Türkiye’nin terakkisever kuvvetlerini DP vesayetine sokucu bir politika güttüler. Ve muvaffak da oldular.

(Hürriyet Misakı) sahte bir platformdu. Bu misakı tahakkuk ettirecek DP’li olmayanları da içine alacak bir heyet kurulmamıştı. Şimdi, ancak hakiki bir cephe, yani ayrı bir idare heyeti olan bir teşekkül mevzu bahistir. Vatan Cephesi bu karakterde değildir. Keza, Güç Birliği de, Milli Muhalefet Cephesi de bir CHP desteği karakterindedir, muhalefeti CHP'nin vesayeti alt1na almaktadır. Tıpkı, 1946’da muhalefetin DP’nin vesayeti altına girmesi gibi. 10 yıllık DP iktidarı, Türkiye terakkisever kuvvetlerinin gözünü açmıştır Artık ne iktidarı ne de muhalefeti, şartsız ve teminatsız destekleme, terakkisever kuvvetler için varit olamaz.

Pazar, Kasım 19, 2017

BUNLARIN CEMAZİYE’L EVVELİ -7

1909 yılında doğup 1991 yılında hayatını kaybeden, siyaset ve fikir adamı Abidin Nesimi’nin “yılların içinden” isimli kitabını okuyorum.  İstanbul Erkek Lisesi ve Yüksek Mühendis Mektebini bitirir, yükseköğrenim yıllarında Mühendis Mektebi Talebe Cemiyeti Yönetim Kurulu Başkanlığı, M.T.T.B. (Milli Türk Talebe Birliği) genel sekreterliğinden, çeşitli sol parti girişimlerine, toplumcu görüşü savunan “yeni yol”, “yeni ses” adlı dergiler başta olmak üzere birçok derginin kah önemli yazarı, kah finansörü olmuş, sıkıyönetim gadrine uğramış yargılamalar, hapisler ve sürgünler görmüş, gerek sağın gerekse de solun önemli insanları ile ilişkileri olmuş, zor yılların içinden imbiklediği tecrübelerini aktardığı anılar… Mezkûr kitaptan, beğenilecek ya da burun kıvırılacak çok çeşitli anılar, tespitler, analizler ve öngörüler var, vakit bulanların okumasını önemle salık ederim. Bu anılar içinde, Yazarın iyi tanıdığı Bayındırlık Bakanı Tevfik İleri’ye, 8. Mayıs.1960 Canım Yurdumu getirdikleri noktaları ve buradan gerek kendilerinin gerekse de ülkenin ciddi yaralar almadan çıkabilmesi adına, yazdığı mektubu aktarmak istiyorum. Çok uzun olması hasebiyle birkaç bölümde aktaracağım mektubu, geçmişi ve bugünü anlamak adına önemsiyorum. Kıssadan hisse babından…

 

Sayın T. İLERİ
NAFIA VEKİLİ
ANKARA

Muhterem Ağabeyimiz,
Tarafsız bir vatandaş, kadim bir dost, yakın bir arkadaş sıfatıyla yarınımızı nasıl gördüğümü, size bildirmekte fayda ve lüzum görüyorum. Çünkü siz, iktidar partisi liderlerinden ve mes’ul kabine üyelerindensiniz. Hadiselere, bizim gibi soğukkanlılıkla, tarafsız ve garazsız, Latinlerin diliyle “sine Ira studie”, bakamazsınız. Bu yönden tahminlerimin değeri vardır.

Sayın vatandaşım;
Tahminlerimi yapmadan önce, realiteleri ortaya koyayım.
I - Üniversiteliler ve aydınlar, şimdi, DP'ye karşıdır veya karşı olacaktır. Üniversiteliler, bu tutumlarında haklı mıdırlar, haksız mıdırlar? Onun münakaşası yersizdir. Biz, realiteyi kaydile yetiniyoruz.
II - Üniversiteliler hareketine, askerler, işçiler, köylüler, istiklalci azınlıklar (Kürtler) ve resmen CHP'liler karışmamıştır. Fakat bunun ileride olmayacağı hakkında kimse teminat veremez.
III - Üniversiteliler, bu çıkışlarında geniş halk yığınlarını tahrik edici şiarlar ortaya atmamışlar, yalnızca, bir protesto ile yetinmişlerdir.
IV - Üniversitelilere karşı, miktaı1 beş milyonu bulan (sic!) vatan cepheliler, altı yüz bin miktarındaki talebe-i nurlar (sic!) hep sessiz kalmışlardır.
V - Üniversitelilere karşı polis kifayetsiz kalmış, silahlı kuvvetlerin müzaharetine lüzum hâsıl olmuştur.
Silahlı kuvvetler, Üniversiteliler karışıklığını elbette bastıracaktır; normal hayat, sükûn avdet edecektir. Fakat buna rağmen münevverlerle DP arasında dostluk kurulamayacaktır. Teessüs edecek sükûnu muvakkat bir mütareke saymalıdır. İleride vukuu melhuz lhtllatlar1 da dostça şöyle tahmin ediyorum:

Aziz dostum,
I - Münevverlerle DP arası ihtilafın, baskıyla giderileceğini sanmak çok saflık olur. Baskıyla ancak münevverler sindirebilinir. Fakat dostluk sağlanamaz. DP'nin ilk zaafında, yani, seçimlerde bu sinme kalkacak ve münevverler bütün güçleriyle DP’nin tasfiyesine çalışacaklardır. Artık bundan böyle DP'nin seçimleri kazanma şansı çok zayıftır. DP seçim yoluyla tasfiyeye uğramamak için ya güdümlü bir seçime ya da, dikta rejimine gitmesi lazımdır. Bundan böyle güdümlü seçim, Türkiye’de ihtilale yol açacağı için varit değildir. Acaba dikta rejimi 1960 Türkiye’sinde kurulabilir mi? Nazari olarak buna hemen evet şeklinde cevap verebiliriz. Hâlbuki pratikte bunun karşılığı, DP için hayır şeklinde olacaktır. Çünkü; Demokrasi, iktisadi cihazlanmasını, iktisadi enfrastrüktür müesseselerini, yani, yollarını, barajlarını, hidro-elektrik santrallarını,.. kurmuş, istihlak sanayini de kurmuş veya kurmakta olan ülkelerde tutunabilir. Hâlbuki bu durumda olmayan ülkelerde, bunları kurmak fedakârlıkla olur. Fedakârlığa insanların çoğu katlanamaz, bu yönden demokrasi ile kalkınma bir arada yürümez. Demokrasi, müstahsillere değil, müstehliklere hitap eder. Türkiye, istihsalini düzenlemek zorunda olduğu için, bizde dikta rejimi zaruridir. Fakat dikta rejimini Menderes, Endonezyada Sukarno'’nun, Pakistan’da Eyüp Han’ın tatbik ettiği gibi bizde kuramaz. Çnkü; Sukarno, ülkesinin terakkici kuvvetlerine, üniversitelilerine dayanarak hacı, hocaya karşı dikta rejimini kurmuştur. Hâlbuki Menderes diktasını Said-i Nursi'nin talebe-i nurlarına, Said Bilgiç’in milliyetçiler derneğine, malum aferistlere dayatmaktadır. Bu yönden dikta sökmez. Eğer Menderes irtica ile işbirliği yapacağına münevverlerle lrticaa karşı hareket etseydi iktidarı uzun ömürlü olurdu. Menderes Eyüp Han tipi bir dikta da kuramaz. çünkü Eyüp Han mütefessih bürokrasiye, aferistlere karşı, faziletli vatandaşlara dayanarak diktasını kurmuştur. Hâlbuki Menderes aferistlere dayanarak faziletli vatandaşlar üzerine dikta rejimi kurmak istemiştir. Eğer Menderes fazilet savaşında yer alıp, ( . . . ) divan-ı aliye verseydi, Eyüp Han tipi bir dikta kurabilirdi.  Şimdi bütün bu imkânlar geçmiştir. Fakat buna rağmen DP nefis müdafaası olarak, asılmamak için iktidarı bırakmamak zorundadır. DP fiili olarak iktidarı devam ettirebilmek için, şu dort hali, müttehidülvakit, tatbik zorundadır.
1 - İsmet İnonü'yü asmak, 2 - CHP mebuslarını tevkif etmek, 3 - CHP'yi kapatmak, 4 – Amerika’nın Ayzenhover doktrinine veya Sovyet gönüllülerinin yardım esasına dayanarak, yurdu onların işgaline terk etmek. . . Bu dört tedbir bir arada alınmazsa DP diktası tahakkuk edemez, yurtta ne netice vereceği evvelden kestirilmesi imkânsız bir ihtilal çıkar.
Bu dört şıktan ilk üçü DP tasarrufu dâhilindedir. Hâlbuki dördüncü şık iki taraflı bir tasarruftur. Onun tahakkuk etmesi için bunu hem DP’nin hem de Amerika’nın veya Sovyetlerin arzu etmesi icap eder. DP’nin böyle bir şeyi istemesine yurtseverliği manidir. Diğer taraftan, böyle bir müdahaleye gerek Amerika’nın, gerekse Sovyetlerin milli menfaatleri müsait değildir. Çünkü gerek DP ve gerekse CHP aynı derecede hür dünya veya Sovyet dostluğuna merbutturlar. Bunlar, DP iktidarını tutmadıkları ve onun devrilmesini tacil ettikleri takdirde iktidara CHP geleceği için, bundan ne Amerika ne de Sovyetler bir endişe duymaz. Gerek Amerika ve gerekse Sovyetler, iktidar partisini degil, vatandaşın serbest iradesiyle iktidara gelecek olan partiyi yani, halkı tutarlar. Halka karşı bir politikanın feci sonuçlarını Amerika Şankayşek, Faruk, Nuri Essait hadiselerinde görmüştür. O halde, dış kuvvetlere dayanmak imkânsızdır. Bu vaziyette, DP'nin bir dikta rejimi kurmasına imkân yoktur. Halk ve ordu iktidarın emirlerine bir gün gelecek boyun eğmeyecektir.
DP ve Menderes için tek çıkar yol, 10 yıllık politikasını terk etmesi, yani, Sovyetlerle Amerikalıların anlaşamayacakları esasına dayanan ve 30 yıldan beri CHP iktidarları tarafından takip edilen politikayı tel’in etmesidir, bu da mümkündür. Bundan sonra da, co-existance’ı kabul etmesi ve ayrıca, daha mütekâmil bir tarzda ilk hedefler beyannamesi esaslarını tahakkuk ettirmesidir. Bunu yaptığı takdirde, CHP’ye mazisiyle bağlı olmayanlar -ki bunlar ekseriyeti teşkil eder, ondan ayrılır, müstakil bir parti kurarlar. Yeni parlamentoda hiç bir parti mutlak ekseriyette olamayacağı için, zaruri olarak bir koalisyon kabinesi kurulur. Müfrit hareketler parlamentoda önlenir. Ancak, hırsızlar mahkemeye verilir ve siyasi suçlular hakkında bir af çıkarılabilir. Menderes ve arkadaşları kellelerini kurtarırlar.

Pazartesi, Kasım 13, 2017

TOKİ ile AÇİ


Gazetemize gelen bir habere göre, Çeşme’de ihtiyaç sahiplerine ucuz konut yapmak üzere Reisdere tarafında hazineye ait 41 hektarlık (410.000) bölümünün bir şekilde “imarına” uydurularak TOKİ mülkiyetine geçirilen arazide bazı şirketlere arsa satışı işlemleri yapıldığını iletilmiştir… Bunun üzerine; başka bir yere sorulamayacağı için Çeşme Belediye’sinden yardım talep ederek, konuyu öğrenelim dedik… Öğrendiğimiz gerçek ise tam tamına, TOKİ mülkiyetine alınan 41 hektar arazinin konut yapımı olarak 14 hektarı kullanılmış, ilgili kanunlardan gelen yetki ile de yaklaşık 7 hektar (70.000 m2) arazi bina yapılabilme oranları üzerinde yaklaşık 2 ila 4 kat artışlar yapılarak (%80 ila %120 emsalleri ile) satışa arz edilmiştir. Şimdi denilebilir ki ne var bunda kanundan doğan yetki kullanılmış ve arsalar satılmış ama hemen yanındaki alanlarda Çeşme Belediye’sinden istenen imar durumlarına göre toplamda %30 emsal ile inşaat yapılabileceği gerçeği söz konusu ise, ne var bunda denilemiyor… Buraya kadar her şey kanunlar çerçevesinde ve yetki sahiplerinin usulüne yönelik yetki kullanması ile ilgilidir, benim diyeceğim fazlaca bir şey yoktur… Ancak bidayette, bugün zuhur eden duruma gelineceği kaygıları kendisine söylendiğinde herkesi ve her kesimi önyargılı olmak ile yaftalayan ve kartvizitinde Yüksek İnşaat Mühendisi yazan muhtereme çok şey söylemek istiyorum.

Kendisi ile yaptığımız kent ve kentleşeme muhabbetlerinden, genel manada, anladığım kadarı ile yaklaşık benzer değerlendirmeler yaptığımız, ancak içinde bulunduğu siyasi oluşumun güncel hamleleri karşısında gönülsüz ama katıksız, hukuki ama ahlaksız davranma konusunda beis duymayan yerel siyasetçi kardeşimiz, muhaliflerini “siz ucuz konut yapılmasına karşısınız” gibi ucuz ama müşterisi bol, gerçekte karşılığı olmayan ama siyasi muvafıkları tarafından alkışlanan bir klişe kullanmaktan asla çekinmeyen muhteremin bu konu ile ilgili şimdi ne düşündüğünü çok merak etmekteyim… Hani, “yahu kimse ihtiyaç sahiplerinin konut ihtiyacının karşılanmasına karşı değil” itirazına, hem de eski imar komisyonu üyesi olması ve mühendisliğinin önünde “yüksek” ibaresi olmasına rağmen güncel siyasi polemik dışına çıkamaması da zaten kendisinin hangi düzeyde hangi zeminde hangi derinlikte ve hangi angajmanlara sahip olduğunu göstermekte idi. Muhalif ve muarız taifesinin “TOKİ de istediği kadar konut yapsın yeter ki Çeşme Belediyesi İmar mevzuatına ve plan notlarına uyan her müteahhit gibi davransın yeter” laflarına ise kulak tıkayarak, duymazdan gelerek ahlaki bir abide oluşturuyordu adeta ama tarafgirliğine ve mücahitliğine yapılan uyarılar karşısında ise tüyü bile kıpırdamadan aslanlar gibi direniyordu, Allah selamet versin…

Evet, şimdi gel de yüksek mühendis kardeş bir anlat bakalım bize, vatandaşın %15-30 emsalle inşaat yaptığı-satın aldığı yerde sen gelip yasadan doğan gücün ile alacaksın bir yeri, imar şartlarını kafana göre (evet tam da kafana göre ama kanuni hakkını kullanarak) düzenleyeceksin, 4 kat yapacaksın, bina yoğunluğunu %80 e %120 e çıkaracaksın, göz boyama babından azıcık ev yapıp, üye kayıtlarının nasıl yapıldığı herkesçe malum biçimde, “yaptık ya” demek adına def’i bela kabilinden, hemen minder dışına kaçıp, diğer arsaları “arsa” faslından hem de değerini hülle ile, 2 ile 4 e katladığın biçimi ile satacaksın, haydi gel de anlat bunları bakalım… Üstelik ucuz konut talep eden vatandaşın bir kısmının müracaatlarını geri çevirip toplanan talepten az konut imal edeceksin, bir de dönüp “Çeşme Belediyesi” kat sayısını azalttığı için size konut yapamadık yüzsüzlüğünü savunacaksın, sevsinler senin mühendisliğini hem de yükseğini, sevsinler senin iyi adam olmanı, sevsinler senin politik duruşunu, sevsinler senin etik’ini, vs vs… Ucuz konut yapacağım adına 41 hektar (410.000 m2) araziyi istediğin koşullarda (%80 ile %120 arasında yoğunluğa arttırılmış) kullanımına geçecek, 14 hektarına (140.000 m2) inşaat yapacaksın, geri kalanını satacaksın, vay ki vay ben ölem… Efendim ne var bunda yasaya uygun, doğru yasaya uygun, yasa dediğinde bir “torba”ya uygun, atıyorsun bir beyit anlaşılmazlığında bir madde torbaya, çıkıyor sana yeni kural… Hayırlı işler, hani eskiden derlerdi “tuzlayayım seni de kokmayasın” ya, artık ne denir ki bilmiyorum… Ama bu kabil hikâyeler okuyucular tarafından tutulduğu ölçüde yenisi çevriliyor, çevrildikçe okunuyor, Canım Yurdum ne hallere geldi… TOKİ ler ne oldu da AÇİ lere evrildi vallahi, billahi ve de tillahi anlayabilmiş değilim… Yahu anlayabilmiş değilim lafına takılmayın, ben çokkkkk anladım da, hatta o kadar çok anladım ki, daha 2008 yılında yapılan değişikler ile konunun buralara geleceği çok belli idi benim açımdan, ben bunu karşı taraftakilerin adına söyleyeyim diyorum da, ama onlar hallerinden son derece memnun, bir lokma, bir hırka… Anadolu’da harika bir laf vardır sık kullanırım, “söyleyen deli ise, dinleyen akıllı olacak” diye ama durum hem söyleyen hem de dinleyenler açısından pek te ümitli değil…

Zaten ben bu TOKİ’nin, tok olmadığını tam tersine çok aç olduğunu, Galatasaray Kulübünün, kulübün o dönemdeki başkanı ile kurulan irtibat-ı ittifaktan, Ali Sami Yen stadından elini kolunu yunarak çıkmasından anlamıştım ama yapacak bir şey yok, oyun büyük, biz küçük, saha düz değil, engebeli ve sarp, hakem taraflı, top yuvarlak değil, zar dörtköşe değil, vs vs…  Sen al yaklaşık 1 milyar dolarlık arsaları sonra yap 350 milyon dolarlık stadı, sen yaptım diye öğünürken, içerideki uyanıklarda yaptırdık diye hava atsınlar, vay ki vay ben ölem… Sonuç, alavere dalavere bizim Memet nöbete… Yüce rabbim verdikçe veriyor…

Pazar, Kasım 05, 2017

MUSTAFA KEMAL


“Efendiler, yarın Cumhuriyet’i ilân edeceğiz!” dedi. Mustafa Kemal uygun bir süre bekledikten sonra, masada bulunanların gözlerine tek tek bakarak, açıklamasını sürdürdü: “Türkiye Devleti’nin hükümet şekli Cumhuriyettir. Bunu Anayasamıza yarınki Meclis toplantısında koyduracağız. Hazırlıklarımızı bir kez daha gözden geçirmemiz lazım.” Cumhuriyet ilanı ile ilgili nerdeyse tüm kaynaklar ittifak edercesine bu çıkışı başlık olarak kullanırlar. Canım Yurdumun, tarihinde ilk önemli sıçrama gerçekleşmiş, yeni bir sayfa açılmıştır gayri…

Bu cesur adımları atan kadronun lideri, artık yok ve 10 Kasım 2017 de artık geride 79 yıl kalmış olacak… Kimilerinin, cumhuriyet ilanı, ekonomik kalkınma-atılım, kadınların seçme seçilme hakkının tesisinden, kanun devleti olma ve hâkimiyetine kadar olan siyasi atılım başta olmak üzere gerçekleşen her şeyin yegâne lideri gördüğü, kimilerinin tekke ve zaviyelerin kapanmasından, hilafetin kaldırılmasına kadar gerçekleşen atılımların müsebbibi tayin olunarak “elin gâvurundan” daha kötü olarak anıldığı, kimilerinin asimilasyon politikalarının sorumlusu tayini ile de katıksız eleştirdiği, kimilerinin de her türlü destek gördüğü sosyalizme karşı içten pazarlıklı olması ile yargıladığı Türkiye Cumhuriyetinin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk, herkes tarafından kendi meşrebine uygun yâd edilecektir. 79. ölüm yıl dönümünde kendisini saygı ile anıyor, hatıratı önünde eğiliyoruz.

Bu manada, herkesin fikrine saygıda kusur edilmedikçe, itiraz etmeden, kendimce birkaç tespit yapmak istiyorum.

Mustafa Kemal’in, Bolşevik olmamasına rağmen Türk-Rus ilişkilerine oldukça önem verdiğini okudukça öğreniyoruz, “Sovyetler bize yardım edebilecek durumda ve düşmanlarımızın düşmanıdır” değerlendirmesi yaparak, Sovyetler Birliği ile ilişkilerin sürdürülmesi gerektiğini, her türlü karşı eleştiriye rağmen iddia ediyordu. 1920 Temmuz’unda, TBMM Genel Kurulunda konuşmasında “Efendiler, bir de Bolşeviklik âleminden bahsolundu. Yine diğer zamanlarda da bahsolunmuştur ki, biz Bolşevikleri aramış ve bulmuşuzdur ve en son temasımız az çok maddi ve kati bir şekle girmiştir. Resmen Sovyet Cumhuriyeti ile muhabere edilmiştir. Sovyet Cumhuriyeti bizim muhtaç olabileceğimiz maddi muavenetin hepsini vaat etmiştir.” (Bravo sesleri, alkışlar) diyerek ilişkiler konusunda nasıl bir yön tutturulacağı konusunda işaret etmiştir.

Tüm bu görüşme ve yakınlaşmalar neticesinde Sovyetler Birliği, Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı için; yaklaşık ve kabaca,  ilk elde, 39.000 tüfek, 327 makineli tüfek, 54 top, 63 milyon fişek, 147.000 top mermisi, 2 avcı botu, 4.000 el bombası, 1.500 kılıç, 20.000 gaz maskesi ve 125.000 TL değerinde altın yardımı yapmıştır. Elbette yardımlar bununla sınırlı değildi 1921 yılında da Nisan, Mayıs ve Kasım aylarında üç parti şeklinde toplamda 6.500.000 altın ruble yardımı yapılmıştır. Sovyetlerin bu süre zarfında verdiği altın ruble yardımı toplamda 17.500.000 rubleyi bulmuştur. Ayrıca, 1920, 1921 yılı milli savunma bütçelerinin birkaç katı mali ek yardımlar da gerçekleştirilmiştir. Ve bu yapılan tüm yardımlar da, Sovyetler Birliği anayasasında da yer alan  “emperyalizme karşı kurtuluş mücadelesi veren tüm halklarla dayanışmanın gerekliliği” ilkesinden kaynaklanmakta olduğu artık çok sarihtir. Yine de Lenin’in bu yardımlar karşılığında bir takım beklentiler içinde olduğunu iddia edebilen gafiller de çıkmıştır, eee elin ağzı torba değil ki büzesin… Dahası TBMM’sini ve Hükümetini ilk tanıyan ve elçi görevlendirmesi yapan devletin Sovyetler Birliği olduğu da bir vakadır. Ankara’ya gelen elçi Aralov’un “Bir Sovyet diplomatının Türkiye anıları 1922-1923” adlı kitapta toplanan anılarını okuyunca da, aslında Lenin’in “Mustafa Kemal sosyalist değildir. Fakat görülüyor ki iyi bir örgütçü, yüksek anlayışlı bir önder. Ulusal burjuva ihtilalini yönetiyor. İlerici akıllı bir devlet adamı. Bizim sosyalist devrimimizin önemini anlamış olup, Sovyet Rusya’ya olumlu davranıyor. O, istilacılara karşı bir kurtuluş savaşı yapıyor. Emperyalistlerin gururunu kıracağına, padişahı da yardakçılarıyla birlikte silip süpüreceğine inanıyorum. Ona, yani Türk halkına yardım etmemiz gerekiyor.” tespitini yaparak, nasıl bir yardım içeriği oluşturduğu gayet nettir.

Diğer taraftan ise, Mustafa Kemal’in Çerkes Ethem’e çektiği bir telgrafta; “3. Enternasyonal’e bağlı Ankara’da bir genel merkez kuruldu. Bu Cemiyet merkezine sen, ben ve Refet Bey dahi alındık. Yeni Dünya Gazetesi işte bu derneğin fikirlerini yayacaktır. Hakkı Behiç Bey, Cemiyetin genel sekreteri olmuştur. Buna ciddi bir surette çalışmak bilimsel ve pratik gayret lazımdır. Çünkü genel çıkarlarımız bunu gerektiriyor. Hazırlanmakta olan program tamamlandığı anda size de gönderilecektir. O zaman okur ve derhal gereken merkez ve mevkilerde şubeler açılmasına yardım ve yol göstericiliğinizi esirgemeyiniz. Matbaanın da hemen Ankara’ya taşınmasını buyurunuz. Hacı Şükrü Bey matbaanın taşınmasına memurdur. Hakkı Behiç Bey kardeşimizin hamiyetine ve beceri derecesine benim kadar sizin de emin bulunduğunuza inanıyorum. Sıhhat ve afiyet, Muhterem Yoldaş.” diyerek ne planlamıştı acaba? Bilindiği kadarı ile Lenin tarafından, “Birinci Enternasyonal, proletaryanın sosyalizm uğruna uluslararası mücadelesinin temellerini attı. İkinci Enternasyonal birçok ülkede yaygın kitle hareketlerinin zeminini oluşturma evresiydi. Üçüncü Enternasyonal ise İkinci Enternasyonalin çabalarının semeresini toplayarak, oportünist, sosyal şovenist, burjuva ve küçük-burjuva çöpleri ayıklamış ve proletarya diktatörlüğünü kurmak üzere yola koyulmuştur.” biçimi ile deklare edilen amaç Mustafa Kemal tarafından da gayet iyi biliniyordu. Netice itibari ile bu konuda da, Sovyetler Birliği ile yürütülen iyi ilişkilerin gerçekçi ve pragmatist politikalar neticesi olduğunu söyleyenler olduğu gibi, Mustafa Kemal’in dönem itibari ile hayli prestijli ve gelecek vaat eden sosyalizm karşısında korktuğu, gelişme ve çalışmaları kontrol etmek amacı ile böyle davrandığını söyleyenler de vardı, ayrıca “komünizm nerde görülürse ezilmelidir” diye ince hesaplar içinde olarak Sovyetler Birliğini “aldattığını” iddia edenler de vardı. Ama resmi komünist partinin talimat ile kuruluşunda öncü rol alanların hepsinin sıkı birer komünist karşıtı olduğu düşünülünce de “korku” faktörü ortaya çıkıyor galiba.

Konu derin, tarih bilgimiz sığ ve nihayetinde de yerimin kısıtlı oluşu ile nokta koyuyor ve Mustafa Kemal’in hatıratı önünde bir kez daha saygı ile eğiliyorum.