Genelde insanların deyim yerinde ise “kendi yağları ile kavruldukları” dönemin ayakkabı imalatçılarındandır İbrahim E. Atagöz büyüğümüz. Çeşme nüfusuna göre “inanılmaz ama gerçek” denilecek kadar fazla sayıda ayakkabı imalatçısı olduğunu hatırlıyorum. Benim hatırladığım kadarı ile tüm Çeşmeli ayakkabı ustaları İhsan Özbay, Osman ve Hadi Gür’ün rahle-i tedrisatından geçmiş olup her birisi konu ile ilgili kendi tarz ve zevklerini işlerine yansıtmışlardır. Hatta babam Tito Yaşar’ın da bir dönem Hadi usta yanında çıraklık ettiği ve kısa bir süre de olsa İzmir’de, şimdi neresi olduğunu hatırlamadığım bir atölyede ayakkabı imalatında çalıştığını duymuş idim bir vade. Hatta annem ve babamın evliliklerinin ilk günlerine denk gelmesi ve İzmir Çeşme ulaşımının kolay olmadığı bir dönem olması itibari ile hem kendisinden hem de annemden döneme ve konuya yönelik şikâyetler dinlemiş idim. Nitekim çok kısa süre içinde babam İzmir’deki işi bırakıp Çeşme’ye dönmüş.
İbrahim
Usta; şimdi Çeşme Belediyesinin bulunduğu binanın hemen yanındaki dondurmacının
bulunduğu yerdeki dükkânında faaliyetlerini sürdürmüştür. En büyük kızı
dışındaki tüm çocukları ile arkadaşlığımız olmuş ve halen de sürmektedir. Özellikle
İsa Atagöz ile birkaç günde bir mutlaka yolumuz kesişir, genel ve yerel gündem
üstüne değerlendirme ve yaşananların haberleşmesi üstüne muhabbetlerimiz
olmaktadır. İsa esasen Çeşme’nin gerçek manadaki ilk kırtasiye ve kitapevi
sahibidir. Büyük oğlu Süleyman Atagöz ise halen Çiftlik’te ikamet ediyor ve
eskisi gibi olmasa da zaman zaman karşılaşıp hal hatır sorarız. Küçük
oğlu Nihat Atagöz’ün de plastik sanatlar ile ilgilendiğini duymaktayım. İbrahim
Ustanın günün her saatinde dükkânında olduğu ve aralıksız çalıştığına tanıklık
etmiştir, yaşları uygun olan herkes. Bir istisnası vardı bu yoğun çalışma
temposunun şüphesiz. Dönem itibari ve devran nedeni ile insanlar öğlen
yemekleri için küçük istisnalar dışında mutlaka evlerine gider akabinde
işlerine tekrar dönerler idi. Yemek üstü kısa uyuma ve dinlenme geleneği gereği
dükkânın önüne atılan şezlongda yaklaşık 1 saat ve genel de tüm Akdeniz
ülkelerinde olduğu üzere “siesta” faslından şekerleme ise olmazsa olmazdır. O
kadar ki, siesta vakti dükkana gelen müşterilere de müstehzi bir üslupla “usta yok” demekten de geri kalmazdı. Çok
uzun yıllar mezkûr dükkânda faaliyet gösterir iken hemen yanı başında da Eczane
ve Eczacı Ender Gönüllü ile diğer yanında Berber Ahmet Özocak ile komşuluk ve
esnaf dayanışması göstermiştir. Sonraları nedenini bilmesek de muhtemelen
dükkân sahibi ile düşülen anlaşmazlık sonucu buradan ayrılır, eski Akdeniz
Oteli yanındaki çok eskiden karakol olan ve şu anda da turistik hediyelik eşya
satılan yere geçer. Burası artık mesleki faaliyet açısından son adresi
olacaktır. Maalesef makûs hastalık kendisini de esir almıştır, tedavisini
üstlenen doktor kadrosunun da tespiti gereği çok uzun yaşama şansının
olamayacağının bilinmesine rağmen, tıpkı eskisi gibi sabah dükkâna gidilip
açıldı, akşam kapatıldı, sembolik ve moral manasında faaliyet yürütüldü,
şüphesiz bu da fazlaca uzun süremedi. Mesleğini ziyadesi ile sevmesine rağmen
çocukları üstünde mesleğinin takipçileri olması anlamında hiç ısrarcı olmamış
tam aksine okuyarak başkaca faaliyetler üstlenmelerini de büyük bir istekle salık
etmiştir her daim.
Esnaf arkadaşları başta olmak üzere tüm tanıdıkları için mutemet rolünü de hiç eksik etmemiştir. Gerçi dönem itibari ile tüm ahali benzer ahlak ve adap ile mücehhezdir lakin İbrahim Atagöz Büyüğümüzün merkezi bir yerde bulunması ve hızlı ulaşılabilir olması münasebetiyle de bu kabil vecibeler üstlenmesi daha da bir zaruridir sanki. Örneğin; “Sucu Ahmet” ya da “Bandocu Ahmet” olarak bilinen Ahmet Büyüksomalı adlı bir başka büyüğümüzün adeta kasası durumundadır. Bandocu Ahmet büyüğümüz her eline geçen parayı getirir, kendisine ait ve İbrahim Ustada bulunan teneke kutuda biriktirilmek üzere teslim eder ve paralar o kumbarada birikirdi.
Eşi, Perihan Ablamız, Çeşme’nin dönem itibari ile en ünlü kadın terzisidir. Mezkûr dönem “öyle kalk gidip filan mağazadan elbise alalım” kolaylığının olmadığı bir dönemdir. Kolaylık diyorum şüphesiz ki bu tanımlama fazla beklemeden, renk, model seçiminin hemen yapılabileceği manasındadır. Kumaş seç, terziye git, bekle, teyelli hali ile prova yap, uygun ise finalde kalıcı ve kesin dikişe geç sürecinin harfiyen ve sırası ile yerine getirildiği dönemdir. Tıpkı ayakkabı imalatında olduğu gibi bu uygulamanın adı da “ısmarlama” elbise idi. Bayramlar, düğünler ve seyranlar öncesi hiç durmadan dikişlerin dikilmesi mukadderat gibidir adeta. Bu nedenle de çok önceden siparişlerin verilmesi (ısmarlanması) ise beklentilerin zamanında karşılanması için bir zorunluluktur.
Perihan Ablamızı, bu yoğun geçen çalışma günleri haricindeki yaz akşamları akşam yemeğinden sonra dükkânın önüne çıkarılan sandalye ve masada hazırlanan çayları içmek üzere hazırlık yaptığını sık sık görmekteyiz. Esasen Çeşmelilerin de yegâne eğlence kaynağı, şüphesiz ki iş ve çalışma rejimlerinin münasipliği dairesinde, akşam saatlerinde gelip taa meydanın ortasına kadar atılmış masalara kurulup çay içmek ve sohbetler etmektir. Bu arada çocuklar kendi aralarında oyunlar oynarlar bazen de çaktırmadan kadınların arkalarından yaklaşıp başörtülerini çekiştirmek gibi yaramazlıklar da yaparlardı.
İbrahim
Atagöz Ustamızın çok iyi bir kösele ayakkabı ustası olması yanında “Bodrum
sandaleti” diye bilinen ham köseleden yapılan sandaletlerin mini modellerini
kolye olarak kullanılmak amacı ile imal ettiğini biliyoruz. Artık, kendileri
ile birlikte ayakkabı imalatı faaliyetlerinin de sona geldiğine tanıklık
ettiğimiz bu süreci yazar iken, şimdi artık maalesef ki aramızda olmayan, Hadi
usta (Gür), Tahsin Usta (Gür), İhsan Özbay, İbrahim E. Atagöz, Perihan Atagöz,
Damaroğlu Hakkı, Kahveci Hilmi, Kahveci İbbrahim, babam Tito Yaşar, Ahmet
Büyüksomalı başta olmak üzere tüm büyüklerimizi nurlar içinde olmaları
dileklerimizle bir kez daha saygı ile yâd ediyoruz.