Cumartesi, Ekim 15, 2022

HAKLIYIZ AMA HEP KAYBEDİYORUZ

Bir tarihlerde, Ankara’da yaşadığım dönemde, otomobil ile çok önemli hatta trafiğinin abuk subuk düzenlendiği bir kavşağa yaklaşıyoruz lakin otomobili kullanan arkadaş hızını hiç azaltmıyor derhal uyardım “lütfen yavaşla, burada sık sık trafik kazası oluyor”. Kime söylüyorum hiç tınmadan ilerliyor gerçi kabul edilen sürat dâhilinde gidiliyor lakin o kavşakta belki de düzenlemenin de yanlışlığı nedeniyle trafik ışıklarına rağmen kim önce girecek kim önce geçecek sürekli bir karmaşa halinde ya bizim sürücü de genel karmaşaya mütenasip ilerliyor. “Ya lütfen yavaşla aksi bir gelişme halinde ölürüz” dedim lakin el cevap “görmüyor musun bize yeşil yanıyor” deyince ben de “haklı ölüm ile haksız ölüm diye bir ayrım yok, bilesin” diye devam etmiş idim. Yani ve özetle kırmızı ışık ihlalinin ziyadesiyle yapıldığı bu kavşakta milletin dikkatsizliğinin kendi dikkatini biraz daha arttırarak azaltmanın mümkün olacağının altını çizmiş oldum. Hülasa, haklı olmak hayatta kalmak için yetmiyor, akıllı olmak, gaza gelmemek, provoke olmamak, duygularla hareket etmemek, sizden öncekilerin tecrübelerine önem atfetmek, konuya yönelik bağıtlanmış sözleşmeleri bilmek ve onlara değişmediği sürece sadık kalmak vs vs gibi ilave şartların da hep göz önünde bulundurulması gerekiyor.

 Bir de futbol üstünden bir başka referans oluşturalım. Mesela bir kaleci düşünün sürekli “ben çok iyi kaleciyim” diyor. Bakıyorsunuz her sezon ortalama 90 gol yiyor. Adama derler sen nasıl iyi kalecisin… Muhterem saydırıyor, sol bek kötü, stoper kötü, libero kötü, o kötü, bu kötü… Peki, sen? Ben, muhteşem…

Kuzeyimizde bir savaş yürüyor, insanlar ölüyor, o işgale uğradık, o saldırıya uğradık, o insanlarımızı öldürüyorlar, diyor, diyor da diyor. Sonuç, sen sarayında oturmuş verilen sözlere belki de iddia edilenler doğru ve mezkûr ortaklıklarına binaen, senden önce yapılan anlaşmaları yok sayıyorsun, tüm dünyanın ziyadesiyle bildiği paramiliter güçleri bir devlet başkanı kararnamesi ile resmi ordu mensubu yapıyorsun, sivilleri öncelikle ülkelerinden göç etmeleri için devlet terörü uyguluyorsun ya da uygulanan teröre göz yumuyorsun, binlerce yurttaşınızın farklı etnik kökten olduğu için öldürülmelerine göz yumuyorsun, sonra da “dur bakalım usta” denilince de gak guk… İşte aktör Reegan özlemi ile yanıp tutuştuğun ayan beyan belli de eksiğin ABD devlet başkanı olmaman. Hani fıkradaki gibi sen garip bir zurnacısın senin neyine gümüş zurna… Belki de senin de bu işten bir şey anlamadığın da sarih lakin bunun ayartına nasıl ve ne zaman varacaksın. Bugün seni yalnız bıraktığını açıkladığın ortaklarının, dostlarının aslında seni yalnız bırakmadıklarını biz buradan görüyoruz, sakın dünyaya martaval anlatma… Son derece modern silahlar emrine tahsis ediliyor hem de “efendim bize eski püskü silahları veriyorlar” gibi mağdur ve mahzun görünmeni temin edecek emrindeki yanlı ve yandaş medyanın uzun, ucuz ve ucube propagandalarına rağmen gerçekler sırıtıyor. Çok muhtemel ki; dünya jandarması ülkenin dünya egemenliği adına beslediği her çeşit görüş ve inançtan terör unsurlarının bu sefer ki zinde tutulma sahası olarak ülkenizi tahsis etmişsiniz. Sizin umurunuzda bile değil insanların ölmesi… Derdiniz varsa yoksa ortaklığınızın ayyuka çıktığı laboratuvarların çalışıyor olması, dünyanın lanetlediği azov taburlarının faaliyetleri ve nihayetinde 2. Paylaşım savaşı sonrası kapitalizmin içine yuvarlandığı en büyük bunalımın çözümüne erketelik... Bilindiği üzere, en azından benim bildiğim kadarı ile sermayenin krizi aşmasının en kolay ve hızlı yolu savaştır. Detaylı bilgi edinilmesinin başlığı ise, ekonominin askerileştirilmesi ve bu uğurda fabrika ve saha çalışmaları üstüne üstatların yazıları ve analizleri olacaktır. Lütfedilir kısacık araştırılır ise meram ve muradım daha kolay anlaşılacaktır. Çünkü savaş ve ekonomisi geriye en hızlı dönüş sağlayan bir kriz çözücüdür ve bu yüzden kapitalistlerin çaresiz başvurdukları yöntem olup direk ilgili olmayan kendi dışındaki tüm sektörlere can taşır dünya halkları kan kaybederken. Bu yöntemin en sadık takipçileri de kontrol altındaki ülkelerde devamlı desteklenirler ve siyasal düzenin yüzünü oluştururlar. Düzenin bu yüzü arkasında da sermaye temerküzü ve sahiplerinin el ovuşturmaları… Diğer yanda ise bu savaşların hiçbir yerinde olmayan veya olamayacak çocukların da canlarını ortaya koymaları ve hatta daha da korkuncu canlarını bu uğurda kaybetmeleri… Rezaletin daniskası lakin bunu gören var mı? ya da görmek isteyen var mı? varsa ne kadarlık bir kısımdır, görüp de anlatana itibar var mı? Vs vs…

Bir de bu uygulamalara alkış çalan milli ve yerli olduğunu iddia eden abiler sorunu var. Hem de bunların alayı Türkiye’nin soydaşlarına Kıbrıs’ta yapılanlar karşısında gösterdiği reaksiyon ve Kıbrıs savaşına tereddütsüz alkış çalanlar… Hani adına barış hareketi deniyor olsa da resmen bir savaş… Peki, ne olmuştu da Türkiye ekonomik ve politik sonuçları ciddi derecede ağır olan bu harekâta girişmiş idi… Tıpkı bugün Rusya’nın da “özel operasyon” demesine benzer bir yaklaşım gösteren Türkiye “Kıbrıs barış harekâtı” adını verdiği bir savaş planı uyguladı. Yunanistan’da “albaylar cuntası” adıyla maruf bir askeri faşist darbe ile yönetimi üstlenen ordu evvelemirde Kıbrıs’ta anayasaya aykırı, uluslararası antlaşmalara aykırı hülasa ve sonuç olarak insanlığa aykırı bir gizli operasyon başlatıyor. Konu uzun lakin özetleyelim, Kıbrıs’ın Yunanistan ile birleşmesi hedefi olan General Grivas tarafından kurulmuş EOKA-B adlı faşist bir örgüt ile yaklaşık 1950’li yılların başından itibaren, komünistleri ve Türkleri hedefine alıp küçük küçük katliamlar yapmakta iken ilerleyen zamanda ve hem yerel hem de Yunanistan’daki siyasal destekçileri ile toplu mezarlar oluşturan katliamlara girişmiştir. Hatta o kadar ki; sonradan Yunanistan’da darbe yapmak ile görevlendirilen Albay Sampson Kıbrıs’a gelir ve EOKA-B destekli darbe yapar. Peki, bu Grivas’ın nasıl bir geçmişi var diye bakınca, Türkiye işgaline katılan genç bir Yunanistan subayı olarak Sakarya önlerine kadar gelmiş olduğunu, Nazi Almanya’sının Yunanistan işgali sırasında Faşistlerle işbirliği içinde olmuş olduğunu, sonrası da Kıbrıs ve malum sonu görüyoruz. Türkiye’nin Kıbrıs’ta Türkler katlediliyor feryatları o günün dünyasında kimse tarafından duyulmuyor haliyle, tıpkı bugün 2016 dan beri Rusya’nın Ukrayna’nın Donbas Bölgesindeki Rus soydaşlarının katledilmelerinin dile getirilmesi karşısında dünyada kimsenin duymaması gibi. Peki, katiller kimler, Kıbrıs’ta nazi artığı Grivas önderliğindeki faşist güçler, Ukrayna’da da nazi artığı Banderas’çı faşist güçler… Fazla lafa gerek yok sanki… Ama yerli ve milli abilere de “lütfen tutarlı olun” demek görevimizdir. Orda öyle burada böyle, olmuyor…

Evet, muhterem ve muhteşem batı taşeronu bey, sen kendince haklısın ama topraklarının en gelişmiş ve verimli bölümü artık senin kontrolünde değil. Geçmiş olsun… Bu yaşananlar umarım, öyle yok ben bu anlaşmayı tanımam, yok ben gelirim oraya ayaklarını kırarım gibi abuk subuk tavırlar takınan dünyanın çeşitli yerlerinde iktidar koltuğuna oturmuş tüm ABD taşeronu muhteremlere aydınlatıcı, kafa açıcı birer örnek olur… Olur mu? Zinhar olmaz… Umarım bir gün biz “yaşasın barış” diyenler “yaşasın savaş” diyenlerden fazla oluruz.


Hiç yorum yok: