Perşembe, Nisan 22, 2010

BİR PORTRE: DURSUN DAYI Gelinen nokta

Bilindiği üzere bir süre önce; Ankara Yenidoğan’da felçli ve kör olan 61 yaşındaki Dursun Erselligil, ödemediği 45 liralık su faturası yüzünden mahkum oldu. Okuma-yazması olmadığı için hakkında dava açıldığını da duruşma günü öğrenen Erseligil, fatura borcunu ödenmeyince ASKİ (Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi) ekipleri bir sabah evine gelip su sayacını söktü. Bunun üzerine de Erselligil'e kaçak su kullanmaktan dava açıldı ve 25 Şubat'ta eve gelen polis tarafından adliyeye götürülen Dursun Erselligil 6 ay hapis ve 990 TL para cezasına çarptırıldı ve itiraz süresi dolduğu için karar kesinleşti. Hakimin cezayı 9 güne indirmesi üzerine Erselligil, tekerlekli sandalyeyle Sincan L Tipi Cezaevi cezaevi'ne konuldu. Erselligil, cezaevinde 5 gün kaldıktan sonra dün tahliye edildi. Erselligil, şöyle konuştu: "Hasta olduğum için cezaevindeki revire götürüleceğimi düşünüyordum. Ancak beni koğuşa koydular ve hiç bir görevli yardımcı olmadı. Bu ülkede cezaevine koyacak tek suçlu olarak beni mi gördüler." Oğul Cihan Erselligil ise, şöyle konuştu: "Memlekette hırsızlar, suçlular dışarıda gezerken devletin gücü kör ve engelli birisine yetiyor. Banka soyanlar, devleti hortumlayanlar dışarıda beyefendi gibi gezinirken gücümüz yaşlı ve sakat bir insana yetiyor. Herkesi vicdanıyla baş başa bırakıyorum" diyerek duygularını açıklıyordu.

Biri cezaevine 45 TL su borcu için giriyor; adam görme ve yürüme özürlü ama necip Türk milletinin kılı kıpırdamıyor, temsilcileri bir şey yapmıyor, yüce Türk milleti adına karar vericiler bir şey yapmıyor. Tam bir fecaat…

Kokain ve esrar gibi uyuşturucu madde bağımlısı olduğu gerekçesi ile gözaltına alınan Tarkan için yollara düşebiliyor necip Türk milleti, serbest bırakılması ile de bildik “Türkiye seninle gurur duyuyor” muhabbetleri… Gözaltında bulunduğu sürede görevli polislerin kendisine pizza taşıyor olması bazılarının göğsünü kabartmış olsa da, Dursun Erselligil’e reva görülenlerle kıyaslanınca bizim göğsümüzü burmuş kalbimizi acıtmıştır. Bu pespaye durumu TV ler birinci haber yapıyor, Tarkan fan kulüpleri kampanyalar düzenliyor, Tarkan söylenenlere göre kendisi uyuşturucu kullandığını itiraf ediyor ama hemen şip şak adalet, yaşasın adalet.

Camiye su bedava, tarikata su ve kömür ve yiyecek giyecek bedava, oy verene her şey dağıt ama Dursun dayıyı mahkemeye ver… Peki; ASKİ kendilerinden olmadığı için kızdı bu adama ve mahkemeye vererek dava açtı, öyle ya ödemesi gereken tutar dağıtılan ekmek, kömür, yiyecek ve giyecek tutarından az, haydi bunu kabul etmesek te anladık diyelim; asıl anlaşılamayan mahkeme tarafından bu kör ve sakat ve de ilaveten parasız adama nasıl ceza verildiğidir, hani o devlet bankalarına büyük büyük borçları olanları çok da önemsenmez iken bu adamcağızın 45 TL lik borcunu çok ciddiye alarak sanki devleti batmaktan kurtarıyor edasıyla hiç tavizsiz ve takdir yetkisi kullanmaksızın yapıştır cezayı… Hâkim amcalar sadece ilgili kanunların ilgili maddelerinin ilgili bentlerine göre gerekli cezayı veriyor ama asla “neden ödeyemedin” diye sormuyorlar, “paran var da mı ödemiyorsun” diye sormuyorlar, tabii ki hâkim amcaların belli ki akıllarına ve işlerine gelmemiştir belki de kanun onlara böyle bir yetki de vermemiştir ki düşünsünler ve sorsunlar; bir adam hem kör hem sakat olur ama hem kör hem sakat hem de parasız olamaz. Tabii ki yasalar bu yargıçlara “neden ödeyemedin” sor demiyor ki “neden ödemedin” diye sor diyor ne yapsın beyler. Çaresiz seslendiler; Dursun Erselligil için görevlilere beyefendiye cezaevine kadar refakat edin diyerek. Takdir hakkı mı o da ne ki? Ayak takımı için takdir hakkı mı olurmuş? Kaldı ki o takdir hakları o kadar fazlaca kullanıldı ki devleti soyanlar ve devlet için kurşun atanlar için zavallı Dursun Erselligil’e kalmadı. Vallahi olsa dükkân sizin ama yok işte mealinden haydi kodese… Banka hortumlamadığı, trilyonları kaybedecek durumu olmadığı, çocuğuna gemicik alacak kadar para yapamadığı için 45 TL’lik su faturasını ödeyemeyen felçli ve görme özürlü bir vatandaş. 61 yaşında. ve 45 TL için hapse atıldı. Birileri hapisten hocalarını kurtarmak için kanunlar tasarlarken yok bel fıtığı, grip, nezle, öksürük durumları tahliye sebebi olurken inanılmaz takdir yetkilerini kullananlar cebi boş vatandaşını da 45 TL için bulunduğu durumu gözardı ederek hapse atabiliyor, peki devleti soymuş artık sıralamayalım bir sürü herze yemiş adamlar eli kolu serbest dolaşıyor

Yaşasın Türk adaleti.

Eeeeeeeeeeeee “Adalet mülkün temeli” ya; Dursun dayının da mülkü yok adaleti de olmaz hata ona adaletin gereği de yok. İşte gelinen nokta. Gelinen noktaya hoş geldiniz.

Ağlamamak elde değil

Ağlıyorum; biraz da kuran okunurken ağlayanlar ağlasın bu olay karşısında demek istiyorum, birazda TV lerde vaaz verirken salya sümük ağlayanlar ağlasın diyorum ama sadece diyorum biliyorum ki onların hiçbirisi bu durumdan rahatsız değil… Hatta müsebbipleri ile kolkola gezmekte beis görmemişlerdir…

Sosyal devlet işte budur diye kabararak konuşanlar için çok önemli bir ibret öyküsüdür işte Dursun Erselligil’in yaşadıkları… Hani sormamak elde değil; necip Türk milletinin her ikisinden birinin seçtiği “komşusu aç iken yatan bizden değildir” diyen padişahlar nerede, nerede yoksulun fakir fukara güraba dostuyum diyenler…

Pazar, Nisan 11, 2010

ANAYASA TARTIŞMALARI ÜZERİNE

Siyasal iktidar vasıtasıyla egemenlerin bir taraftan gündemi değiştirmek diğer taraftan uzun vadeli çıkarlarını korumak, kollamak ve güvence altına almak diğer taraftan da iktidarın başlarına okyanusun ve Edirne’nin ötesinden sufle edilenleri yerine getirmek için ortam ve mıntıka temizliği sayılabilecek olan anayasa hazırlıklarına son sürat devam edilmektedir. Hani hep söylenmiştir ya “Anayasa devletin örgütlenme biçimini ve tüm vatandaşların temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alan toplumsal mutabakat metnidir” diye ama ülkemizde bunun tam bir palavra olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Yaşadığımız coğrafyada 1. Emperyalist paylaşım savaşı koşullarında Ulus Devletin kurulması sonrası bugüne kadar 1921, 1924, 1961, 1982 Anayasaları hazırlandı. 1961 ve 1982 Anayasaları silahların gölgesinde halkoyuna (!) sunuldu, diğerleri atanmışlarca onaylandı. Egemen sınıfların ihtiyaçları doğrultusunda ara sıra gerekli tadilatlar yapılsa da topluma bol geldiği, sınır komşusu Sovyet Sosyalizmine karşı panzehir olarak kısmen örgütlenme özgürlüğünün önünün açıldığı düşünülen 61 Anayasası 12 Mart Muhtırasını takiben atanan dönemin terzisi Nihat Erim Hükümetine tadil ettirilerek daraltıldı.

Teşkilatı Esasiye’den itibaren hiçbir Anayasa taslağı hazırlık aşamasında halkın, demokratik kitle örgütlerinin, sosyal tarafların onayına sunulmamış olup hiçbir köy kahvesinde, cami kapısında, kent meydanlarında taslak Anayasa metinleri askıya çıkarılmamıştır esasen buna da ihtiyaç yoktu zaten. Hangi siyasal rejim ile yönetildiği yoksul halkı neden ve nereden ilgilendirmiş olsun ki ayrıca halkın böyle bir derdi de hiç olmamıştır onlara göre anayasa işi büyüklerin ve yukarıdakilerin işidir nasıl olsa Anayasa onları yoksulluk ve sefaletten kurtarmak için hazırlanan metin değildi ki niye bu soruna kafa yorsunlar. Tabi ki egemen sınıfların ihtiyaçlarını karşılayacak, öngördükleri siyasal ve toplumsal yapıyı koruyacak, engelleri kaldıracak metinler toplumsal mutabakat metni diye dayatılacaktı ötekilere. Esasen Anayasalar egemen sınıfların ihtiyaçları üzerinden şekillenen, siyasal temsilcileri aracılığı ile topluma dayatılan metinler olarak ortaya çıkmıştır. Halkımız kendi ihtiyaçlarına cevaz veren demokratik bir Anayasa da talep etmez aslında ama bir kez olsun düşünmeye başlaması için halkı da zorlamak düşmez mi hani anayasalar toplumsal uzlaşma metinleridir diyenlere ya da temsilcilerine. Ulul emre itaat ile bugünlere getirilmiş ezici çoğunluğun evet dediği bu toplumsal mutabakat metninin(!) acaba kaç maddesi kimler tarafından okunmuştur okunmuşsa da anlaşılmıştır. Getirisi ve götürüsü, siyasal ve toplumsal yansımaları hangi ortamlarda kimler tarafından tartışılmıştır.
Hal böyle iken bugüne kadar getirilen Anayasa taslakları konusunda kiminle ne mutabakatı sağlandı bilinmez. Monarşinin gölgesinde yoksulluğa, sefalete ve cehalete sürüklenmiş, toprakları işgal ettirilmiş halkın demokratik bir Anayasa talebi olmazdı elbette.

Ancak, okuryazarlık oranının %39,5’e çıktığı dönemde 27 Mayıs Askeri Müdahalesi sonucu hazırlanan Anayasa metni de halk tarafından anlaşılıp özümsenmedi. 9 Temmuz 1961 günü gerçekleştirilen halkoylamasında Anayasa metninin hiçbir maddesini okumayan halkımız 3.934.370 ret oyuna (%38,3) karşılık 6.348.191 kabul oyu (%61,7) ile Anayasayı kabul etmiştir.

Topluma bol geldiği gerekçesiyle atanmış 12 mart darbecileri tarafından Nihat Erim Hükümetine tadil ettirilen Anayasanın getirdiği kısıtlama ve hak kayıplarına karşı gelişen toplumsal muhalefetin örgütlenme özgürlüğü, grevler, boykotlar, eşit yurttaşlık hakkı taleplerine karşın egemen sınıflar Okyanusun öteki tarafından kendilerine verilen talimat ile bir kez daha kinini kusarak Mevcut Anayasayı askıya almış ve işin enteresan yanı beğenmedikleri Anayasayı askıya alanlar bu dönemde siyasal muhaliflerini her zaman yaptıkları üzere Anayasayı ortadan kaldırmaya çalışmakla suçlayıp yargıladılar.


Anayasa hazırlayıcılar tarafından ordinaryüslük makamına erişilen tüy dikme noktası ise 12 eylül 1980 darbesi sonucu olmuştur. Gerçi uzunca bir süredir dönemim Başbakanı Süleyman Demirel’in de başını çektiği bir grubun isteği üzerine başta Nur cemaatinin ağırlıklı olduğu Aydınlar ocağı olmak üzere tüm gerici mahfillerde ön taslakları hazırlanmış olan Anayasa nihayet yine aynı çevrelerin sözcülüğüne soyunmuş olan Orhan Aldıkaçtı tarafından hazırlanmış ve hak ve özgürlük adına önceki tadilatlardan bakiye ne kalmışsa tamamı sıfırlanmıştır. Orhan Aldıkaçtı başkanlığında hazırlanan NATO nun tüm beklentilerine uygun yeni Anayasa da tartışmaya açılmadı, Toplumsal kesimlerce incelenmesine izin verilmedi, Halkoylamasından önce Anadolu’nun kentleri, köy ve kasabaları kolluk tarafından yine namluların gölgesinde ikna edildi. Yurdum insanı 7 Kasım 1982 de yapılan halkoylamasında 17.215.599 kabul (91,37), 1.626.431 red (%8,63) oyu ile darbe anayasasını benimsedi.

Geçen 28 yıllık süreçte egemen sınıfların iktidarını temsilen 17 Hükümet kuruldu. 82 Anayasasının ihtiyaç duyulan maddelerinde zaman zaman değişiklikler yapıldı ancak, topluma nefes aldıracak hiçbir düzenleme yapılmadı ve yaptırılmadı. Örgütlenme ve hak taleplerinin önü sürekli tıkandı zorunlu kalınarak imzalanan uluslararası sözleşmelere dair düzenlemeler de askıda kaldı.

AKP bu sürecin ürünü olarak Hükümete getirilerek 8 yıllık dönemde biçilen misyon layığı ile yerine getirildi. 24 Ocak kararlarının mimarı Turgut ÖZAL’ın dahi cesaret edemediği kamunun yeniden yapılandırılması, özelleştirme ve kamunun neoliberal dönüşüm süreci büyük ölçüde tamamlanarak yoksullaştırma ve gericileştirme bu dönemde tavan yaptı. Egemen sınıflarca duyulan ihtiyaç üzerine temsilcileri AKP tarafından bugün dayatılan Anayasa paketi yalandan seslendirdikleri sahte demokratik açılımı dahi karşılamaktan uzak olup Kamu çalışanlarının toplu sözleşme (grev zaten yasak) hakkı ile yargı reformu v.s. maddeleri de aldatmacadan ibarettir. Özel mülkiyet ve sınıfın ortaya çıkmasını takiben efendiler yenisini bulmadan eski kölelerinden elbette vazgeçmediler. Bugün meclisteki sözde muhalefetin ise Hükümet olmaları halinde AKP aktörlerini Yüce Divan’a gönderecekleri kocaman bir kuyruklu yalandan ibarettir ki biz bu filmi çok izledik. Böyle bir devlet yapılanmasında bu iddialar gülünç olmanın ötesinde inandırıcı değildir ve olmayacaktır da.

TBMM Anayasa Komisyonunda tartışılan paket genel kurulda 330 geçerli oy alamaması halinde necip Türk Milletinin onayına sunulacaktır görüşü yaygındır. Özetle Mecliste çözemezlerse cumhura gideceklermiş yahu demezler mi adama değiştirmeye çalıştığınız 12 eylül anayasasını bu halk %92 oyla benimsemedi mi?

Hayır demesini bilmeyen Yüce Milletimiz hiçbir yerinde kendisini aramadığı ve göremediği anayasaya % kaç oy verecektir yaşayıp güreceğiz.

Nedim Çakmak’ın “İşgal günlerindeki işbirlikçiler – Hüsnüyadis hortladı” adlı kitabında bahsettiği Akhisar’ın işgali sırasında yaşanan ve işgalcileri kente davet eden Kaymakam, Ticaret erbabı kişiler ve Müftünün yargılanması sürecindeki hikaye:
Ethem Ağanın boyu iki metre, önde Akhisar Kaymakamı!nı sorguladı?
Ona tepeden bakıyordu, eliyle çenesinin ucundan kaldırarak gözlerine baktı:
“ Kaymakam... Sen hangi milletin kaymakamısın?...
Kaymakam titriyordu:
“Osmanlı... Osmanlı tabii, ne diyeyim? E...”
“Osmanlı kaymakamı ha... Hizmetin Yunan’a...”
... Kaymakam asıldı(.) Halktan bir alkış koptu...
Eşraftan bir başefendi:
“sen ne iş yaparsın efendi?”
“Ticaretle iştigal ederim...”
“Ticaretinde vatan satmak da varmıdır?”
“Ben onlara uydum... ne bileyim?...”
...Eşraftan başefendi asıldı ve halktan çok alkış geldi...
Müftü Efendi’ye sıra gelince:
“Biz hiçbir papaz görmedik ki Müslüman!a müftü’ye temenna etsin...”
“Sen papazlara niçin temenna ettin?...”
Müftü Efendi başını hiç kaldırmadı; yere bakıyordu, hiç cevap vermedi... O suçlu bulundu; asıldı; fakat bir sessizlik oldu...
Bu idam için alkış olmadı...
Çerkez Ethem, sırada korkuyla bekleyenlere dönerek baktı; onlara sordu:
“Bir daha yaparmısınız?...”
hayıııır!...
“ İyi ... hadi gidin...” dedi.
Parti pehlivan sonra şöyle demişti:
“Bu millet dün bu meydan da Yunan’ı alkışlıyordu, bugün bizi... Yarın kimi alkışlayacaktır kim bilir?...”

Sahte demokrasi sahte anayasa tartışmaları necip Türk Milletine hayırlı uğurlu olsun…

Çarşamba, Nisan 07, 2010

12 EYLÜL ASIL NEYİ TAHRİP ETTİ

12 Eylül faşizmi ülkemizin hayatını altüst ve felç etmiş ve açmış olduğu yaralar hâlâ kapanmadı kapanamadı görünen o ki de kapanamayacak. Türkiye’de halk adına ne varsa dağıtıp parçalayan, nice canları halkın bağrından çekip alan, darağaçlarında sallandıran, işkencelerde katleden, sakat bırakan faşist bir diktatörlük döneminin hesabını soramadan bugünlere geldik bugüne kadar sadece değişen gerek kişi gerekse de parti isimleri ama canım ülkem hala bu rüzgardan kasıp kavrulmakta ve daha uzun sürede süreceğe benziyor bu kavrulma.

Ne demiş büyük düşünür Neyzen Tevfik; “eskiden sormadan asarlardı, şimdi sorarak asıyorlar, işte değişen yegane durum budur”

Peki genel çerçeve ve kapsam bu iken ne oldu da canım ülkem değişim ve dönüşüm yapabilme yeteneğini ve yeterliliğini yitirdi.

Öncelikle bu Amerikan yönetiminin çocukları insanlardaki düşünme ahlakını yok etti

''Düşünen, okuyan, sorgulayan insan başka yaşamın olduğunu bilen insandır. Yaşadığı Dünyayı, ilişki va çelişkilerini araştıran, bilgiyi üretip paylaşan, paylaştıkça çoğalan, çoğaldıkça tehlike arz eden insan zararlıdır. Bunca zamandır emek verip kurduğumuz otlu sulu yaylada rahatımızın kaçmasına da müsaade edemey
iz'' kabilinden peydahlanan fikir ile ''Biz büyükleriniz sizin yerinize düşünürüz”, siz zahmet etmeyin lafları ile tembelleşen bir toplum hedeflendi.

Ne demişti bir Türk büyüğü; “sosyal gelişme ekonomik gelişmenin önüne geçmiştir” işte hala bu fikirde olanlar hala işbaşında…

1983 yılında Paris'te Avrupa Yayıncılar Birliği'nce düzenlenen toplantıda katılımcılara 1980 yılına kadar hangi ülkede kaç klasik basıldı? sorusuna Mihri Belli de bir rakam vermiş. Katılımcıların şaşırmış. Bu kadar Marksist Klasik basılmış bir ülkede derbe olmasın da nerede olsun demişler. (Ben Mihri Belli'nin yalancısıyım.1993 yılında Adana İstasyon meydanında Melih Pekdemir ile birlikte katıldıkları söyleşide kendisinden dinledim.)

Davranma ahlakını yok etti
Toplumsal erozyon yaratıldı ki bu kesinlikle gerekliydi ve İnsan ilişkisini kesmek, ferdiyetçi bir nesil yaratmak hedeflenmişti çünkü ve örgütlü toplum dinamiklerinin parçalanması gerekiyordu, öyle de yapıldı zaten. 30 yıl bir toplumun belleğinin değiştirilmesine yeter de artar bile. Değilse bugünü hazırlamak kolay mı öyle. 24 Ocak kararları uygulanacak. Kolay iş değil elbet.

İkiyüzlülüğü ikame etti
Toplumsal dönüşüm süreci kendiliğinden olamazdı çünkü. Emek harcandı ve sonuçları alındı.

Yalancılığı ikame etti
Egemenlerden yana tavır alacak doku değişikliği de yaygınlaştırıldı ve bu yaygınlık meşrebine uygun ve ihtiyaç olduğu üzere kötü, namussuz, alçak, çıyan, ispiyoncu, yalaka, yalancı, iftiracı, haysiyetsiz, şerefsiz, kabiliyetsiz, yönlendirici, provokatör, hain, işkenceci, şantajcı, işbirlikçi, kişiliksiz, it, kopuk, gammaz, muhbir, pısırık, inkarcı, şakşakçı olmayı içine sindiren, kabullenen, itiraz etmeyen, itiraz edene saygısı olmayan bir nesil yetiştirmek çok uğraştılar bu Amerikan yönetiminin çocukları artık başarılı olup olmadıklarını gelinen noktada yetiştirdiğimiz insanlara bakarak kolayca anlamaktayız.

Amerikan düşünce kuruluşlarında Türk gazeteciler isdihdam edildi. Kürsüler kuruldu. Ders alışverişi yaşandı. Çandar’lar, Koru’lar, Çakır’lar Birand’lar, Cemal’ler üretildi. Dış ilişkiler Konseyi akıl merkezimiz oldu.

Ezcümle; namusu dairesinde bir lokma bir hırka geçinen, sabah işe giderken yemeğini sefertasında götüren memur davranışını tahrip etti, yok etti yerine işini bilir memuru ikame etti Dönüşüm sürecinde kamu kaynakları yağmalanırken yerine işini bilen memura bahşiş verildi.

İnsanların idealist olmalarının önünün nasıl kesileceğinin saha çalışması 12 eylülcüler vasıtası ile kazasız belasız atlatılmıştır (Bu konuda sayısız psikolog ve psikiyatr'dan rapor alınmıştır)

İnsanların vatanlarını sevmelerini nasıl engelleriz çalışması ABD ve Yerli ortaklarınca tamamlanmıştır. Çünkü o dönemin yani 60 lı yılların ve 70 li yılların gençliği ta ilkokuldan beri söyledikleri “İlkem, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir” öğrenci marşının yarattığı bu aidiyet duygusu ile yetişmişlerdir. Bu her sabah yüksek sesle tekrarladıkları söze sadık kalmışlar ve yurtlarını kendilerinden fazla sevmişlerdir ve bu uğurda gözlerini budaktan esirgemeyerek “bağımsızlıkçı, özgürlükçü” her hareketi her görüşü desteklemişler hatta gözlerinin önünde ülkelerini satanların ya da ülkenin satılmasına ses çıkarmayanların yada göz yumanların salyalarını akıta akıta bu işi yaptıklarını da görünce bunun önüne geçebilmek için canlarını, hayatlarını vermeyi göze almışlardır.

Bugün sonuç ortada. Kendilerine öğretildiği üzere 25-30 yaşında nasıl köşe dönülür dersleri verir duruma geldiler.

Ancak bugün 12 Eylülün esas temsilcileri ve devamı olan iktidar sahipleri ne yapıyor peki. Durmuyorlar tahribata devam ediyorlar.

Ne diyor propagandanın babası konumundaki Göebbels: “yalan ne kadar büyük olursa inanan o kadar çok olur”