Pazartesi, Eylül 28, 2009

ILISU BARAJINDAKİ İNADIN ANLAMI NEDİR

Tarihi yaklaşık 15.000 yıl öncelerine dayanan ve ortaçağ dünyasının kültür, ticaret ve siyaset odaklarına da merkezlik yapmış, görkemli ve gizemli ve doğu ile batının buluştuğu bir dinler mozaiği bir antik kent olan Hasankeyf Şehrini sular altında bırakacak olan Ilısu Barajı, ülkemizin önemli bir kültür mirasını olan 20 farklı kültürün izini barındıran ve UNESCO’nun 10 dünya mirası kriterinden 9’unu karşılayan bu antik kenti ortadan kaldırmanın yanında, yaklaşık 85.000 kişiyi evsiz barksız bırakacak ve borç batağı içindeki ülkemize de oluşacak faiz yükü hariç yine yaklaşık 2 milyar dolar kredi borcu getirecektir. Ilısu Barajı'nın tamamlanması ile birlikte tarihi mağaralar, camiler, saraylar, kiliseler gibi tarihi ve kültürel değerler sulara gömülmekle kalmayacak, dünyada sadece Dicle-Fırat su sisteminde yaşayan ve “GAP Doğal Hayatı Koruma Derneği” tarafından hazırlanan raporda da açıkça belirtildiği üzere; nadir yaban hayvanlarının neslinin tükeneceği ve Hasankeyf ve Dicle havzasının yırtıcı kuşlar için doğal göç koridoru olduğu ve dünyada az bulunduğu tespit edilen bu çeşit türlerin bulunduğu alanların bu bölgede olması nedeni ile de buradaki yaban hayatının da biteceği aşikardır.
Sadece 50 yıllık ömür biçilen Ilısu Barajı, her ne kadar iktidarlar tarafından enerji amaçlı yapılacağı iddia edilse de, amaç aynen Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun diğer bölgelerinde yapılması planlanan barajlarda olduğu üzere, geçit vermez dağların arasında geçit vermez barajlar/denizler oluşturmaktır.
Ayrıca diyelim ki; 1971 lerden beri burada bu barajın yapılmasının planın yapanların “ekonomiye önemli katkısı çok büyük olacaktır” savı doğrudur, yıllık yaklaşık 300.000.000 ABD doları gelir için neler feda edilmektedir. 85.000 kişiyi topraklarından alıp bir başka yere her şeyleri ile taşıyacaksınız ve tüm karayolu ve demiryolu ulaşımlarını yeni durumlara göre yeniden yapacaksınız(yaklaşık maliyeti 3,5 ya da 4 milyar ABD dolarıdır), finansmanın yıllık faiz maliyeti ise 100.000.000 ABD dolarıdır, antik kentin sular altında kalması ile turizm baltalanarak Hasankeyf halkını işsiz bırakacak ve önemli bir gelir kaybı oluşturacaktır, ülkemizin doğa ve çevreye, kültür miraslarına ve tarihe duyarsız ve cahil-cühela ülke imajını katmerleştirerek bu konudaki ünümüzü pekiştirecektir, baraj tamamlandığında şu anda tarım yapılabilen 6.000 hektar alan sular altında kalacak ve iddia edilen 121.000 hektar alanın ıslahı ve aynı verimlilik seviyesine getirilmesin maliyeti de yaklaşık 5 milyar ABD dolarıdır, kaybedilen habitat değerlerinin bedeli ise hesaplanamayacak kadar fazladır ve bu hesabın konusuna maalesef herhangi bir figür olarak girememiştir, ayrıca ki en önemlisi üretilecek enerji yıllık Ülkemizin üretimin yaklaşık %7 si ya da % 8 i düzeyinde olup, gerek kaçak kullanım gerekse de enerji nakil hatlarındaki kayıp bazı verilere göre % 22 bazı verilere göre ise %30 düzeyinde olup bunun nasıl bir katkı olduğunu da şu andan itibaren tartışmalı hale getirmektedir. Oysa; uluslararası ÇED Raporu'ndaki bilgilere göre ve uluslararası tarafsız kredi kuruluşlarının hesaplarına göre Ilısu Barajı gayri-ekonomik olan ve çevresel ve toplumsal bedeli büyük, "hatalı bir proje" gibi göründüğü çok açıktan beyan edilmektedir.

Bugünlerde yöreye odaklı açılımın; konunun geçmişini bu açıdan bir kez daha gözden geçirmemizi ve sırası ile önce bölgede kalkınma ve yatırım teraneleri ya da seferberlikleri, bilahare de barajlar silsileleri ile geçit vermez su alanları oluşturularak karşılıklı intikallerde zorlukların yaratılması ve nihayetinde de emperyalizmin dikte edeceği ve devletin derinliklerinde fobi haline gelmiş konunun dayatılması kaçınılmaz olacak ve işte o zaman bu gelişmelere karşılıklı alet olanlar ızdırap çekeceklerdir. Diğer taraftan; önceleri Hasankeyf’i sulara kaptırmam diyen Başbakan Sn. Recep Tayyip Erdoğan tarafından 2006 yılında temeli atılmış olan barajın yapımcı firmaları arasında olan CENGİZ İnşaat ve NUROL İnşaat akıllara çok şey getiriyor olması bir yana bu çok tartışmalı ve gayri-ekonomik projeyi başta; Hasankeyf'liler, Batman'lılar, Diyarbakır'lılar, Mardin’liler olmak üzere tüm Türkiye, yerli ve yabancı aydınlar, göbek bağı olmayan tüm mühendis, arkeolog, sosyolog, antropolog, sivil toplum gönüllüleri, hekimler, ekonomistler, kısacası bütün yurtseverler yıllardır istemediklerini ve behemahal iptalini tüm ulusal ve uluslararası platformlarda beyan etmektedirler.

Ilısu Barajı’nın yapımına bu nedenlerle karşı çıkanları, projenin finansmanını sağlayacak uluslararası finans kuruluşlarının değişmiş olması ya da projeyi finanse etmekten çekilmiş olduklarını açıklamış olmalarını “Türkiye’yi sevmeyen, bölge insanının kalkınmasını istemeyenler” olarak suçlayanları da tarih layık oldukları şekilde anımsayacak olup, Çevre ve Orman Bakan’ının “Ilusu Barajı iş imkanı sağlayacaktır, bölgeyi canlandıracaktır” açıklamaları ise daha önce yapılmış ve maalesef gerçek olmayan açıklamalardan öteye gitmeyen açıklamalar olarak anımsayacak olup ve bu projenin gerçekleşmesi için büyük çabalar gösteren çokuluslu müteahhitleri, çokuluslu finans kuruluşları, teknoloji satanları, hizmet sunanları ve bunların yerli ve yabancı işbirlikçilerini, hülasa emperyalizmin tüm bu saldırı araçlarını kabul etmekten, onların istediklerini yerine getiren olmaktan ve hatta şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi ve ekonomik emelleriyle tevhit etmekten öteye geçemeyecektir.

Evet yetki, iktidar ve karar sahipleri gelin bu inadınızdan vazgeçin artık…

Pazar, Eylül 13, 2009

Bir Kitap: LİMON AĞACI

Kitap: LİMON AĞACI
Yazar: Sandy Tolan

Yazar Sandy Tolan’ın gerçek bir hikâyeden yola çıkarak yazdığı kitapta, İsrail ve Filistin arasındaki trajik çatışma ve çarpışmaları anlatırken diğer yandan da ilişkileri derinlemesine olmasa bile sorgulamaktadır. Yazar Sandy Tolan Limon Ağaçlı Evi arayıp bulmuş ve gerçek hayat hikayesini bu tanıklığa dayandırarak bu tarihi öyküyü yer yer kendi empatisini de ekleyerek kitabı okurlarına sunmaktadır. Bir zamanlar Arap şehri olan (Yahudi olmayan), Ramla`daki 1936 yılında bir Arap aile reisi Ahmed Khairi ve arkadaşı Benson Solli`nin yardımıyla yapılan bu küçük taş evi merkez alarak ve 1948 yılında İsraillilerin işgali sonrası Eshkinazi ailesinin yerleştiği ev adeta bütün bu öykünün empati merkezini oluşturmaktadır.
Temelde kendi öz vatanlarını kurmak adına temelleri atılan İsrail devletinin; sonunda yine aynı topraklarda kendi devletlerini kurmak için yanıp tutuşan bir Filistin devletini yaratmasının öyküsü. Bulgaristan’da başlayan Naziler tarafından evlerinden sürülme sürecinin, yine kendisi gibi ama bu sefer kendini ait hissettiği devlet tarafından sürülmüş bir Filistinli ailenin evinde oturuyor olmanın Dalia’ya derinden etkileri ve kendisinde yarattığı empatik durumların yer yer ağır bastığı ve yer yer de varlığı için göçtüğü bu topraklarda inanılmaz bir batılı desteği ile savaşan İsrail’in, yaşadığı topraklardan sürülmek yada kayıtsız şartsız biat istenmesine karşı varlığı ve birliği için savaş vermek zorunda kalan Filistinliler ile çatışmasının kendi penceresinden tanıklığı.
İsrail’in terör diye iddia ettiği, Filistin’in yasal direnişi diye direttiği bu ortamın tarifleri arasındaki çok hassas bir çizginin varlığı tartışılmaz olup, modern ve demokratik dünyanın işgal ve direniş ikilemi olarak kabul ettiği iddiaları sağlıksız ve bulanık ama bir o kadar da gaddar ve dayatmacı saldırı değerleri üzerine oturtulmuş bir İsrail yaratma savaşı ile tam ne olduğunun kendileri açısından da mükemmel bir tanımı yapılamamış ama en azından kendi doğdukları topraklarda yaşamak isteyen Filistin’in direnişi ve yer yer haklı olsalar bile kendilerine çevrilen silahların yarattığı bir karabasana dönüşme öyküdür aynı zamanda.
Limon Ağacı kitabı böyle bir savaşı, İsrail-Filistin çatışmasını sorguluyor. 1948’de Nazi katliamından kaçan Yahudi bir ailenin öyküsü. İsrail’e göç eden aileye, Ramla şehrinde bir ev verilir. Evin eski sahiplerinin yemek masalarındaki sıcak çorbayı bile içmeden bırakıp kaçacak kadar korkak, Filistinli bir aile olduğu anlatılır ve Dalia’nın küçüklüğü, evin arka bahçesindeki limon ağacı ve bu ağacın gölgesinde dinlediği korkak ve ödlek Filistinlilere ait öykülerle doludur ne zamanki bir gün evin kapısı çalınır ve evin eski sahibinin oğlu Filistinli Beşir kapıda görünür ve babasının kendi elleriyle inşa ettiği evi ve arka bahçesine diktiği limon ağacını görmek istediğini söyler, işte o zaman evin eski sahiplerinin İsrail ordusu tarafından silah zoruyla bir gece evlerinden atıldığını öğrenir işte o zaman kendisine anlatılan korkak ve ödlek Filistinli masalı çöker ve bu Dalia’nın dinlediği hikâyelerden çok, hem de çok farklıdır. Tel Aviv Universitesi`nde bir öğrenci olan Dalia ziyarete gelen bu 3 Filistinli genci eve kabul eder ve evin eski sahiplerini çocuğu Beşir ile yeni sahiplerinin çocuğu Dalia’nın aynı odayı benim odam deyip sahiplendikleri evin ve bahçedeki limon ağacını fon yapan tüm bu hikâye Beşir ve Dalia`nın diyalogu 1917 Balfour Bildirisi ile başlayan, 1922 ve 1936 yılları arasında İngiliz kolonisi olma dönemini içeren, 30 Kasım 1947 Birleşmiş Milletler’in Filistin’de biri Arap, diğeri Yahudi olmak üzere iki ayrı devlet oluşacak şeklindeki Genel Kurul kararı sonrası inanılmaz bir boğazlaşma ve kan akıtma temelinde bir örgütlenme ve çeteleşme süreci olarak ve bir tarafı ile de İsrail tarihini anlatır. Bitmek tükenmek bilmeyen boğuşma, terör ve mezalim.

Muayyen dönemlerde ölüm hasadı yapan İsrail, dünya için sadece ve sadece bir ölüm skoru tutma, özellikle de en büyük terörist ABD için de çocuk askerlerin İsrail’i yıkacakları vıdıvıdısı üzerine kopan fırtına, diğer taraftan da acının çifte su verilmişliğinin merkezi Filistin ve direnişi, parçalanmışlığı, satılmışlığı, başta Arap dünyası olmak üzere sahipsizliği ve en nihayetinde de Filistin artık istedikleri olmadığı için olanı isteyen bir halk ile dolu bir coğrafya haline gelmiştir.

Kitaptan yansıyan ve her şeye karşın diyaloğu yürüten bu kişilerin çok anlamlı bulduğum bir cümlesi:
“Ve bizi bağlayan şey ne? Bizi ayıran şeyle aynı. Bu ülke…”