Cumartesi, Mart 16, 2019

TÜRKMENİSTAN; KRAL ÖLDÜ YAŞASIN YENİ KRAL


Aslolan; “egemenliktir ve de egemenlik sürekliliktir” manasındaki esasen monarşilere ait olması gereken, ne yazık ki her daim geçerliliğini, ama o şekilde ama bu şekilde koruyan “kral öldü, yaşasın yeni kral” Fransa mahreçli söz, krallığın hiçbir kopukluk yaşanmadan devamına delalet etmesi bakımından ayak takımlarının pozisyonunu ifade eder, peki yeni kral ile eski kral arasındaki halef ve selef ilişkisi buna her zaman uyar mı, zinhar… Mezkûr söz bizim ve tüm dünyanın hayatına aynen “kral öldü, yaşasın kral” haliyle geçmiştir, ehl-i vatan için. Bakılmasın “efendim bu söz zannedildiği gibi yeni muktedire yalakalık ile bağlılığı değil, esasen devletin devamlılığını ifade eder” denilmesine, çıkış niyet ve nedeni ne olursa olsun pratikteki karşılığı tam da odur.

Türkmenistan bilindiği üzere, 1917 Ekim Devrimi ile kurulan Sovyetler Birliği'nin Orta Asya'daki 5 cumhuriyetinden biri olup önce 1921 tarihinde Türkistan Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'ne bağlı Türkmenistan Oblastı olarak kurulur bilahare 1924 tarihinde de Türkmenistan Sosyalist Cumhuriyeti olarak birlik içerisinde yer almaya devam eder. Konumuz tarih olmadığı için bu konuya daha fazla girmeyi bir başka yazıya erteleyerek, devam edelim. Sosyalist Cumhuriyet ya herkes öğretim ve eğitim konusunda eşit haklara sahiptir gayri. Bu baptan yazı konumuzu oluşturacak, Türkmenistan Komünist Partisi son iki Merkez Komite 1. Sekreteri; Mukhamednazar Gapurov ile Saparmurat Niyazov  ve bugünkü sistemin son iki devlet başkanı Saparmurat Niyazov ile Kurbankulu Berdimuhammedov ilişkileri üstüne yaşananları aktarmak. Ekim devrimi öncesinde Türkmenistan'da bin kişiden ancak yedisi okuma yazma bilirken, 1946'da bu rakam bin kişide dokuz yüze çıkmış olmasına rağmen ehil ve akli davranışın galebe çalması mümkün olabilmiş midir? Yazıyı okuyup siz karar verin gari…

Mukhamednazar Gapurov; bir köylü ailenin çocuğu olarak Chardzhou (bugünkü Türkmenabad) bölgesinde dünyaya gelmiş, öğretmen okulunu bitirir, öğretmenlik yapar, emperyalizmin Sovyetleri işgal etme girişimine karşı tarihe “Büyük Vatanseverlik Savaşı” olarak geçen savaşa birlik komutanı olarak katılır, savaştaki yararlılıkları yanında ciddi yaralanmalar sonucu ordudan terhis edilir, terhisi takiben çeşitli okullarda öğretmenlik ve müdürlük yapar, politik hayatı da bu arada başlar, parti üyeliği ve çalışmaları neticesinde, öncelikle yerel düzeyde bilahare de ulusal düzeyde parti yetkilisi olur, nihayetinde de 1969 - 1985 tarihleri arasında Türkmenistan Komünist Partisi Merkez Komitesi 1. Sekreteri olarak görev yapar. Artık emeklilik gelip çatmıştır, bir köylü çocuğu olarak doğup Türkmenistan’ın 1 numaralı kişisi olan Gapurov’un önüne. Aşkabat yakınlarındaki Berzengi köyünde küçük bir köy evinde emeklilik hayatını sürdürmektedir. Partideki yerine ise Aşkabat yakınlarındaki Kıpçak köyünde bir işçi ailesinin çocuğu olarak doğan Saparmurat Niyazov gelmiştir.
Saparmurat Niyazov; babasını “Büyük Vatanseverlik Savaşı”ında kaybetmiş, artık öksüzdür, felaketler kendisi için bitmez ve 1948 de Aşkabat’ta yaşanan büyük deprem felaketinde başta tüm aile büyükleri olmak üzere tüm akrabalarını kaybeder. Artık kimsesizdir ve bir yetimhaneye yerleştirilir, an itibariyle ülkesinde kimsesizlerin kimsesi durumundaki sosyalizm sayesinde Leningrad Üniversitesinde enerji mühendisliği öğretimi alır ve sonuçta da Gapurov’un emekliliği üzerine Türkmenistan Komünist Partisi Merkez Komitesi 1. Sekreteri seçilir ve de Türkmenistan’ın 1 numarası olur. Gün gelir büyük hile ve desiseler ile yapıldığı iddiası bir türlü nihayetlenmeyen bir oylama neticesinde SSCB dağılır. Akşam haberlerine çıkan beyaz saçlı Niyazov, kendisinin istememesine ve ülkesinde birlikten yana ciddi bir destek olmasına rağmen, dağılma kararının alındığını göz yaşları içinde açıklar. Sabah uyandığında artık kaderi başka türlü çizilen Türkmenistan’ın yine 1 numaralı kişisidir, tek farkla artık saçlar beyaz değil, kömür karasına boyanmışçasına simsiyahtır. Uzun anlatmaya gerek yok, ilk icraat Komünist Partisinin gayri yasal ilanı ve eskinin şeklen birebir devamı ancak içerik olarak 180 derece karşıtı bir düzen oluşturulur. Kaleme aldığı “Ruhnama” adlı kitap ile yeni ülkeye yön vermeye çalıştı, diğer taraftan vatandaşlarına “Müslümanlıklarını” hatırlatarak yepyeni bir düzene geçildi, neler mi yapıldı, neler neler… Haftanın günlerinin adları değiştirildi, yılın aylarının adları değiştirildi, ülkeden çaktırmadan Rusların kovalanmasının yolu açıldı, her kamu kurumuna bir irşad ve diriliş kitabı tayin edilmiş Ruhnama’nın okunma odaları organize edildi, vs vs. Daha çok yazılabilir ama konumuz bu değil. Mutlak iktidarı döneminde selefi Gapurov’un kaçak olduğu iddiasıyla Berzengi’deki küçük köy evini yıkar, ama gerekçesi hangi husumete ya da dostluğa dayalıdır bilinmez, çünkü Gapurov’un 1985 ten beri uzun yıllar oturduğu evin kaçak olduğu tespit edilmiştir işte. Gapurov bahçesine bir derme çatma kulübe inşa eder ve nihayetinde o eskinin güçlü kuvvetli 1 numarası bu şartlarda halefi tarafından mahkûm edilir ve 1999 yılında vefat eder.

Peki; sonra ne mi olur? Kimsenin sonsuz yaşayamayacağı gibi ölüm Türkmenbaşı’nın (Niyazov) da kapısını çalar, hakkın rahmetine kavuşur. Yerine ispatlanamazsa da ciddi ciddi oğlu olduğu söylentileri yapılan Kurbankulu Berdimuhammedov geçer. Yeni başkan selefinden aşağı mı kalacak, zinhar. Hani Firavun’a sorarlar sen niye firavun oldun diye ya, o da der ki eee kimse itiraz etmedi… Durum bu durumdur gayri, güzelim Türkmenistanda. Niyazov’un Rusya’da yaşayan eşi ve yine Rusya’da yaşayıp Türkmenistan’ın tüm tütün mamulü ve sigara ithal ve satış işlerini üstlenmiş oğlu, eş ve babaya son görevlerini yapmak üzere Türkmenistan’a gelirler, ama cenaze töreni sonrası sürpriz bir kararla (aslında değil) tutuklanırlar, iddia baba döneminde yurt dışına kaçırılan ve ağırlıklı Almanya bankalarında bulunan ve Türkmenistan’a ait olduğu iddia edilen paranın geri getirilmesinin yetki devridir. Sonra ne mi olur? Mezkûr zevat serbest kalır, anlamı nedir? Belki yetki devredildi para geriye geldi, belki de tahsilattan vazgeçildi, bilinmez. Peki tüm bu anlatılanlar doğru mudur? Ben bilemem ama Türkmenistan’da çalıştığım dönemde neredeyse her Türkmenden dinlediğim biçimi ile anlattım, yaygın anlatım bu ise ispatlanır düzeyde doğru olsa ne olur, olmasa ne olur… Etme bulma dünyası mı desem, eden bulur mu desem, kimsenin yanına kar mı kalır desem, desem de desem…

Sonuç itibari ile Türkmenistan vatandaşlarına göre de durum “gelen ağam, giden ağam” dan öte değil… Eeeee esasen krallığa karşı değil de kral ve değişimi ile ilgili iseniz size bu yakışır…

 

Cumartesi, Mart 09, 2019

TÜTÜN ve TÜTÜNCÜLÜK

 Su sıkıntısını fazlaca yaşayan ama elden fazlaca bir şey gelemeyeceği gibi tarım faaliyetinin de sürdürülmesinin kaçınılmaz olması halinde tarımı yapılan bitkiler yörelere göre eşitlilik göstermekle birlikte, su nasibi fazla olmayan Çeşme ve Çiftlik köy ve tarım denince, 1980’li yıllara kadar “tütün” başrol alırdı. Tütüncülük; ailenin tüm bireylerini ayırt etmeksizin ama gücüne ve yeteneğine göre, sürecine dahil eden ve tüm yıl süren bir tarım çeşididir. Tarımsal ikame ve istihdamın yanında endüstriyel ve ticari boyutu da hiç küçümsenemeyecek bir faaliyet olmanın yanında %100 yerli ve milli süreci temsil etmektedir. Sonraları ne mi oldu; bunu zamanın ABD Başkanının “our boys” diye tanımladığı abilere sormak lazım gelir esasen. Sağlık açısından olumsuz olmasının yegâne faktör olması köpürtülerek ve esasen de piyasayı ABD tütün tekellerinin insafına terk edilmesin yolunu açan müstevlilerin yerli bedhahları sahne almışlardır gayri. Efendim bu arada tütün işletmeciliğinin içine Amerikan blend tarzı sunum için kimya sanayii sokularak, başta tiryakiliği artıracak tedbirlerin çoğaltılarak, sağlık sektörünün daha da karlı hale getirilmesinin yolu açılmış ne gam, ne keder. Bu arada gençlik yıllarını bir kadim tiryaki olarak geçirip sonradan nedamet oluşarak sigarayı terk eden biri olarak, şimdiden bakınca iyi ki erken dönemde bırakmışım da şimdi büyüklerimizden fırça yemekten kurtulmuşum diye açıktan seviniyorum.

 
Neyse; biz yine tüm yılı kapsayan aile tarımı faaliyeti kapsamında tütüncülük işine geriye dönelim. Kış aylarının en meşakkatli faaliyeti tütün fidelerinin yetiştirilmesi ile geçer, fidan ocakları hazırlanacak, gübrelenecek, yağmur ya da dolu gibi ocaklara zarar verecek diye o günün koşullarında tedbir almak, doğru ve uygun örtü kullanmak, vs vs, eee tabii o günlerde internet gibi bir kolaylık olmadığından nerede ise noktasal meteorolojik analizlere ulaşmak söz konusu değil, havaya bakarak isabetli tahminler yapmanız gerekmektedir. Fidanlıklarda yabancı otlarla mücadele yine hatırladığım kadarı ile el ile yabancı otların tek tek sökülmesi şeklinde olur ve de tahmin edileceği üzere felaket zordur, fidancılıkta ilaçlama da çok önemlidir hatırladığım kadarı ile mavi küf diye bir hastalık vardı bununla iyi mücadele edilmemesi halinde başarısızlık kaçınılmazdır, ayrıca yine hatırladığım kadarı ile zararlı haşere olarak sümüklü böcek var idi bunda da en etkili ilaç ise, herkes yapar mı idi bilmiyorum ama babam içine su doldurulmuş kırçaklara toparlak yumrusu (siklamen çiçeği kökü) doğrar ve bekletirdi, sonra da fidan sulama suyunda kullanırdı bunu, mezkur haşere ve böceklere karşı iyi bir koruyucu idi. Tohumun ıslatılması, ehven süre bekletilerek tohumun çatlatılması, tohum hazırlanan ocaklara dikilmesi ve yüzeyin ehven nemde tutulması da başarıda bir başka gerek ve etkendir. Fidanlık hazırlanır iken drenaj bile düşünülmelidir aksi takdirde ihtiyaçtan fazla su fidanların iyi yetişmemesine hatta yer yer çürümesine bile neden olmaktadır. Önceden hazırlanmış ahır gübreleri toprak ile yeterince iyi ve doğru karıştırılmalıdır. Bir önceki yıldan doğru ve ehven koşullarda toplanmış ve hazırlanmış tohumlar kullanılmalıdır. Tohum ve fide oranının 3’te 1 gibi olması gerçeği de işin sıkıntısının büyüklüğünün ispatıdır adeta. Tütüncülükte yüksek başarı ve getiri iyi fidan yetiştiriciliği ile doğru orantılıdır, eğer siz yeteri kadar sağlıklı, bol köklü, iyi ve uygun zamanda gelişmiş ve de aynı zamanda yeterince fidan yetiştirememiş iseniz, gerisi hayal kırıklığıdır.

Tütün fidanlarının dikimine ayrılmış tarlaların da hazırlanması ayrı ve zor bir başka süreçtir, yağmur ve tarla tavı gibi takipler doğru ve zamanında yapılacak, tarla birkaç kez sürülecek, tezekli bir yüzey olmaması için tırmıklanacak, bu kabil işlemlerin her birinin layığı ile yapılabilmesi için her ailede, aile büyüklüğü ya da tarımsal faaliyetinin büyüklüğü ile mütenasip sayıda at ve eşek bulunacaktır. Pulluk, tırmık ve bunların yeterince kama ve vida somun gibi yedekleri olacaktır, olmalıdır. Artık hazırlanan tarlalara, fide dikim sırası gelmiş ve aylardan da mayıs olmuştur. Su taşımacılığı için kırçaklar, fide dikimi için karık açılacak çapalar, fidan dikilecek baskılar yeterince ve uygun bulunacaktır. Karık açmak faaliyetin en önemli bölümüdür, fidanın dikileceği tavın yakalanacağı derinlik te bir zorunluluk idi göçürülen fidanın ehven tavda toprağa dikilmesi işin olmazsa olmazdır. Sonradan çevre kuyulardan, olmadı derelerdeki su birikintilerinden taşınan su, dikilen fidana toprakla ilk temasında kendisine can vermek kabilinden “can suyu” olarak verilecektir. Kuyulardan kovalarla çekilen su, atların üstüne bağlanmış kırçaklara doldurulup dikim yerine taşınması genellikle çocuklara düşen bir iş olup, boyu yetişmeyenlerin uygun taşlar bulup telafi etmesi de enteresan bir detaydır. Tarlada taşınan suyun biriktirildiği kırçaklardan süzgülerle dikilen fidana can suyu verilmesi de dikkat ve çaba isteyen bir iş idi, özellikle azıcık derin olan karıklar arasında dikili fidanlara zarar vermeden dolaşmanın zorluğu düşünülünce. Karıkların açılması ise işin zorluk derecesine istinaden ailenin en güçlü kişisine düşen bir görev olup ki genellikle bu rol babadadır, karıkların uygun tavı bulan ama ille de düzgünlüğü açısından övünülen bir durum olup herkes “ip gibi düzgün” karık açma konusunda görüş sahibi olurdu. Dönem itibari ile en bilinen ilaç ise “folidol” idi hatırladığım, ne için mücadele edilecekse ver folidolu gitsin ruh hali hakimdi… Bir diğer detay ise yetişmeye yüz tutmuş tütün fidanlarının gerek dibini doldurmak ve gerekse de zararlı otlarla mücadele kapsamında yapılan çapalama işleri idi ki bu da zor bir faaliyet olup bazen 2 kez yapılırdı. Gerek fidan yetiştirilmesi gerekse de fidanların tarlaya göçürülmesi konusunda zaman itibari ile biz çocukların okul dönemine denk gelmesi nedeni ile fazlaca görev aldığımız söylenemez. Ancak tütün kırma ve dizme dönemi artık tatile denk gelir ve işinde nispeten zorluk derecesi düşük olması nedeni çocukların yoğun katıldıkları bir süreçtir. Sabahları çok erken tarlaya gidilir, sırası ile; dip orta ve tepe sıralaması ile tütün yaprakları tek tek toplanır, keletirlerin içine yerleştirilir, yine eşek ve atlar marifeti ile dizilmek üzere evlere taşınırdı. Hızlı ve kaliteli bir kırım yapılabilmesi için ya sabah çok erken saatler ya da geceleri lüks ışıkları altında kırımlar yapılırdı. Kırılan tütün yapraklarının dizimi ise gölgede tüm ailenin bir arada yürüttüğü bir faaliyet olup işin belki de en eğlenceli bölümüdür. Yaklaşık 1 mt uzunluğundaki tütün iğnelerine tütün yaprakları dizilir, arka tarafındaki deliğe ip geçirilmesi ile de ipin üstüne aktarılır ve oralardan da kargılara iplerinden asılır, oradan da kırmandala denilen askı düzeneğinin üstüne kurutulmak üzere sıralanır idi. Bu süreçte yağmur yağması halinde kurumaya yüz tutmuş tütünü ıslanmaktan korumak asıldır bu nedenle her evde uygun kapama ve koruma malzemesi bulunurdu. Kurumanın bu faslında bir ara kargıların üstünden kurumuş tütünler üst üste evde bir odaya dizilir ve bekletilirdi. Artık kuruyan tütünün neredeyse her evde bulunan baskı makineleri ile baskılanıp balyalanması ve evin en önemli köşesinde, gelecek tütün eksperlerini beklemek üzere depolanması aşamasına gelinmiştir. Ama çok şükür bitti derken gelecek yılın hazırlıklarına geçilecektir. Benim tüm bu süreçte aklımda kalan en güzel taraf ise, tütün fidanlarının tarlalara dikilmesinden sonra hazırlanan ve tüm ailenin bir arada yediği etli ve yoğurtlu “kırçma” denilen yemek idi. Bu yemek ile ilgili ayrı bir yazı yazmak istiyorum.

Cumartesi, Mart 02, 2019

ÇİFTLİK KÖY ve SAKIZ AĞACI

Çiftlik köy “sakız ağacı” konusunda bir derya deniz ama değerlendirmede ciddi manada geri kalmış ya da olması gereken noktaya gelememiş durumda. Mübadele sonrası gelen atalarımız iki ağaca inanılmaz şekilde hoyrat davranmış görünmekte, sakız ve zeytin, her ikisi de maşallah çıralı ve reçineli olması nedeni ile en fazla tercih edilen yakacak olarak değerlendirilmiş. Sonuçta geldikleri yerde fazla bilinmeyen ağaçlar konusunda tam bir sıfırı tüketme noktası. Sonradan komşunun adaları ile münasebetler geliştikçe görülüyor ki “sakız” ağacı ciddi bir ekonomik değer, yeni yerleştikleri yerin yerli ağaçlarından zeytin ve ürünü zeytinyağını tanıdıkça da sakıza ve zeytine meyilleri artar, ama meyil hızlı olmaz. Çok sonraları iki ürün konusunda da ne yazık ki tüm çalışmalara rağmen rakipleri; Lübnan, İtalya, Yunanistan ve İspanya’nın çok gerisinde kalmaya devam etmişlerdir. Ve görünen o ki trend böyle giderse geride kalınması mukadderat olacaktır.

Sakız ağaçları üstüne Çiftlik Köy başta olmak üzere eski Belediye Başkanlarından Nuri Ertan döneminde bir envanter oluşturulması ve koruma çalışması başlatılır bazı ağaçlar dikenli teller ile korumaya da alınır ancak konunun bir toplumsal faaliyet olmaması halinde ne olacaksa o olur, tespit ve tasnifi yapılan bu ağaçların büyük bölümü heder olur malum faaliyetler çerçevesinde. Zaten def-i bela kabilinden yürütülen faaliyet de sönümlenir gider zaman içinde.

Sonra Çiftlik Köyde bir dernek kurulur, “Çiftlik Köy Eğitim Çevre ve Dayanışma Derneği” adı ile; kurucuları arasında Başkan Nadir Türken, İzzet Albayrak, Muhittin Aydın, Süleyman Atagöz, Metin Gemici’nin de bulunduğu ekip, imar uygulaması neticesinde Çeşme Belediyesi mülkiyetine geçmiş bir alanı kısa sürede sakız ağacı ile donatırlar. Mülkiyeti Belediyeye geçmiş olan bu alan, Belediye Başkanı Nuri Ertan’ın başta tüm itirazlarına rağmen sonradan kabullenmesi ile, Çiftlik Köyün ilk sakız bahçesi olarak zımnen tescillenir, sakız ağaçları Çiftlik Köy içindeki eski sakız bahçesinden alınan çelikler Ege Üniversitesinden Doç. Dr. Murat İSFENDİYAROĞLU tarafından saksılarda köklendirilir, ağaç çukurları Abdullah Çandıroğlu ve Seyfi Yurttaş tarafından makine ile hazırlanır, Dernek tarafından seferber edilen Köy İlkokul Öğrencileri marifetiyle her birisinin birer adet ağaç dikimine katkı sunduğu ilaveten dikimine katkı verdikleri ağaçlara kendi isimlerini de vererek gerçekleştirilir,  şimdi o ağaçlar kocaman kocaman sakız ağaçları halinde olup, çevre yolu üzerinde plajlara gidiş istikametinde yolun sağında kalmaktadır. Zımnen tescili yerleştirilen bir tabela ile de yarı resmiyet kazanır. Tabelada Dernek, Belediye ve Metin Gemici isimleri ortak yer alır başlarda. Sonra yerel iktidar değişir, tabeladan derhal dernek adı çıkarılır çünkü yeni Belediye Başkanı Faik Tütüncüoğlu ile Dernek üyeleri arasında eleştiriye dayalı anlaşmazlıklar oluşur, eee yetki kimde Belediyede, hooopppp dernek adı silinir, sadece Metin Gemici adı bırakılır… Peki sakız ağacı konusunda mezkur başkan ile başka bir atılım yapılır mı, zinhar… Ama onlar da, yeni yapılan inşaatların oturma ruhsatı alınması aşamasında her bağımsız bölüme birer adet sakız ağacı dikilmiş olması şartı getirerek yeni bir karar oluştururlar, katkısı olur mu, evet, şüphesiz olur ama uyanık müteahhitlerle baş etmek kolay mı onlar bir yolunu bulurlar, kimisi mevcut sakız ağaçlarından dallar koparır toprağa dikerler, tıpkı sakız ağacı dikilmiş gibi, kimisi ise küçük küçük ağaçlar satın alır ve dikerler, doğası gereği nazik olan bu ağaçlar yetersiz bakım neticesinde kısa sürede kurur giderler.

Bilahare; yerel yönetim aynı partide kalmak kaydı ile değişir, artık Muhittin Dalgıç vardır Belediye Başkanlığında. O günden sonra gerek Başkanın inisiyatif ile gerekse sakız ağacı farkındalığı oluşması gerekse de toplumsal bilincin yükselmesi ile, sakız ağaçlıklarının kurulmasında kamunun yeniden “baş rol” alması gereği öne çıkar. Çiftlik Köye bu dönemde ilaveten 4 adet daha sakız bahçesi ilave edilirek toplam sayı 6 ya çıkarılır. Dönemin Çiftlik Köy yetkilisi Turgay Soykan’ın da çabaları asla unutulmamalıdır, bu manada emeği geçen herkese teşekkür etmek boynumuzun borcudur. Bundan sonra gelecek yönetimlerden de bir önceki dönemden daha da fazla çaba sarf ederek sakız bahçelerini çoğaltmasını bekliyoruz, istiyoruz ve sürekli de isteyeceğiz.

Çiftlik Köy “sakız festivalinde” öğrendiğimiz teknik ve ekonomik bilgilerin üstünden bir kez daha geçmekte fayda vardır. Bu anlamda sakız reçinesi (mastika) ve sakız uçucu yağı üretiminin merkezi durumundaki Yunanistan’ın Sakız Adası üretimin olduğu her köyde kooperatif marifeti ile örgütlenmiş ve üst birlik olarak ta Sakız Üreticiler Birliği oluşturulmuş, kilogram fiyatı 90 ila 100 euro arasında bir fiyattan satılmak üzere yıllık yaklaşık 150.000 kilogram üretime ulaşılmıştır. Peki; yapılan ihracatın 2 önemli hedefi neresi derseniz, Ameri Birleşik Devletleri ve Türkiye… Canım Yurdumun ne kadar sakız, ne kadar sakız yağı ya da sakız reçeli aldığı konusunda bilgi varsa da ben ulaşamadım. Bu arada sakız yağının piyasa fiyatının da yaklaşık 900 euro olduğunu da ilave etmeliyim. Bu üretim miktarları, bu piyasa fiyatları ile ciddi üretim seviyelerine ulaşılabilirse Çiftlik Köy’ün ekonomisine nasıl bir rakamın girebileceği aşikardır. Bu nedenle teşvik ve destek konusunda kamu yöneticilerinin rol hatta başrol almaları kaçınılmazdır. Aaa sakız ağacı bakımının ve sakız üretiminin ne kadar meşakkatli ve sıkıntılı olduğunu bilmiyor muyum, ziyadesi ile biliyorum, lakin kolay olan ne kaldı ki?

12 ay yeşil kalan sakız, çalı görünümlü olmakla birlikte, gösterilen ihtimam ile ağaç haline dönüşen, tüm Akdeniz ülkelerinde bulunmakla birlikte, “damla sakızı” üretimine uygun olanının doğası, Sakız Adası ile Çeşme ve de özellikle Çiftlik Köy olarak belirtilmektedir, bilim insanlarınca… Daha çok şey yazılabilir ama benden bu kadar, ileri ve teferruatlı bilgi için doğru adres Ege Üniversitesi ve ilgili bilim insanı Murat İSFENDİYAROĞLU ve Çeşmenin yerli üreticilerinden de Çoşkun Vural’dır.