Pazar, Aralık 21, 2014

ÇEŞME’NİN ÇEŞMELERİ


Canım yurdumun; tarihi yayınlardan ve tarihçilerin anlatımlarından anladığımız kadarıyla, yüzyıllardan beri kentlerini ve köylerini, camiler ve köprüler dışında, süsleyen en önemli mimari figürü, üstüne onlarca türküler yakılan, başlarında, testilere su doldurulurken özellikle kadınların muhabbet etmesine olanak tanıyan, tarihi, kültürel ve aynı zamanda da sosyal yapılarıdır Çeşmeler…

Çeşme'nin; tipik Ege mimarisi özelliklerine sahip pek çok yapısının yanı sıra, adını aldığı Osmanlı dönemi “Çeşmeleri”de, bu mimari zenginliğine ayrı bir değer kazandırır. Kentimize, adını veren bu Çeşmeler, gerek yaptıranların, gerek yapanların, gerekse de başka yörelerden devşirilmiş mimari öğelerin, gerekse de seçilen malzemeleriyle, Anadolu’nun tüm kültürel özelliklerini taşıyan eserler olup, 1800’lü yılların başından itibaren, varlıklı ailelerin temsilcileri tarafından yaptırılan ve mezkûr aile temsilcilerinin isimlerini taşıyan ve Osmanlı mimarisi ve estetik sanatının yansımalarının birer temsilcisi niteliğindedirler. Akdeniz ve özellikle de Ege Denizi merkezli deniz ticaretini ellerinde tutan, ticaretin lideri konumundaki Cenevizlilerin, Çeşme’nin 9 mil batısında bulunan Sakız Adasını ticari bir üs haline getirmelerini müteakip, gerek ada gerekse de tam karşısındaki Çeşme, ticari önemlerine binaen ciddi anlamda ve büyük çaplı yerleşimlere mekân olmuştur, mezkûr tarih itibariyle. Batıya, ticari anlamda önem arz eden bir kapı olarak açılan Çeşme, dönem itibariyle ekonomik, askeri ve stratejik öneme haiz konuma yükselmiş ve bağlı olarak ta ticari hayat fazlaca hareketlenmiştir. Çeşme, ticari emtia deposu ve bunların ihracı için korunaklı ve güvenlikli liman olması yanında, ticari filolar için aynı zamanda başta su olmak üzere ikmal merkezi de olmuştur. Yerleşiminin ve bunun öneminin, konumuzu oluşturan çeşmelere yansımasını, çeşmelerinin sayısal fazlalığından anlamak mümkün olup, neredeyse her sokak başında bir adet yapılmış olmasının tek başına hiçte bir yarış ve de gösteriş olmadığının ifadesi olup, bir o kadarda ihtiyacın yüksekliğini göstermektedir. Tarihte yolları Çeşme’ye düşmüş tüm yerli ya da yabancı gezginlerin, “Çeşme’nin Çeşmelerine” gerek mimari özelliklerinin, gerek malzeme özelliklerinin öne çıkarılarak Çeşme’nin Çeşmelerinden söz etmiş olmaları, adeta tarihe bu anlamda not düşmüş olmaları tesadüfî olmasa gerektir.

İlçe merkezi planında yerleri belirlenen bu çeşmelerden en önemlilerinden birkaçı, Kaymakam Sadık Bey Çeşmesi, Ahmetoğlu Hacı Memiş ağa Çeşmesi, Hamaloğlu Hafize Rabia Hatun Heşmesi, Kabadayı Çeşmesi, Maraş Çeşmesi, Mehmet Kethüda Çeşmesi, Şerif Ağazade Seyidi Hasan Ağa Ailesi Hacı Saliha Çeşmesi, Memiş İbn-i Ahmet Çeşmesi, Mimar Mehmet Çeşmesi, Murabıtzade Hüseyin Kaptan Çeşmesi olarak sayılabilir… Daha önce de bahsettiğim üzere tarihi kayıtlarda yaklaşık 150 adet olmasına rağmen günümüze yaklaşık 15 âdeti gelebilmiştir. Genellikle kare ve dörtgen kesitli mimarilere sahip olup tek, çift ve üç cephede çeşme ve yalaklar bulunur şekilde inşa edilmişler, kesme taş ağırlıklı malzeme ile ancak mermer işçiliğin de güzel örneklerinin sergilendiği, suyun depolanması için geniş sarnıç bulunan yapılardır.

Çeşme’nin diğer özelliklerinin yanı sıra, başta Çeşmeleri olmak üzere, görülecek tarihi ve kültürel değerlerinin önemine binaen, gerek yurtiçi gerek yurt dışından gelenlerin büyük bir kısmı kesinlikle “Çeşme sevdalısı” olur çıkar… Görülecek ve dokunulacak bunca tarihi ve kültürel eserin varlığı, Çeşme’nin bunları iyi değerlendirdiği anlamına geliyor mu peki? Zinhar… Çeşme tatilinin, eğlence, dinlence, güneş, kum vs gibi özelliklerinin öne çıkarılmasının yanında, mezkûr merkezli tatilin yanında binlerce yıllık geçmişe sahip pek çok tarihi mekân ve kültürel değeri de gezme ve görme şansına sahip olabilirsiniz. İon uygarlığının 10 kentinden en önemlisi sayılabilecek Erytrai başta olmak üzere, Çeşmeköy harabe ve kalıntıları, tarihi M.Ö. 2000 lere dayanan Bağlararası yerleşkesi, kilseler ve camiler bu mekânların başında gelmektedir.

Su şebekesinin devreye alındığı tarihe kadar, kentlinin su ihtiyaçlarını karşılamasına yardımcı olan bu çeşmelerin, pabucunun dama atılması öyle zannedildiği gibi uzun yıllar öncesine dayanmamaktadır. Ne yazık ki, çok çeşitli ve hatta gereksiz bir dolu yere harcanan bütçelerin varlığına rağmen, son 30 yılda hemen hemen her yerel yönetimin mutlaka restore edeceğiz demesine rağmen, gerçekleşmeyen, hadi hakkını yemeyelim birkaç tanesi dışında gerçekleşmeyen, kaldı ki bu birkaç tanesinin restorasyonu da defi bela kabilinden yapılmanın ötesine geçmediği açıkken, hala bekliyor olmasının nasıl bir izahı vardır bilinemez. Defi bela kabilinden diyoruz, çünkü restorasyonu gerçekleştirilen birkaçı, profesyonel, uzman ve ehil gözler ve eller gerektiren çalışmalar olmasına rağmen, ne yazık ki, son derece amatör, konunun herhangi bir şekilde bilgisine haiz olmayan, hatta sıradan taş duvar ustalarına has özellikleri bulunan insanlar eliyle yapılmış olmasındandır. Aslında bu özensizlik, her fırsatta bize, tarihimize ve kültürümüze nasıl cevval ve cabbar biçimde sahip çıktıklarının propagandasını yapan büyüklerimiz tarafından büyük bir çelişki oluşturacak şeklide yapılmaktadır… O kadar ki; birkaç yerde tanık olmamıza rağmen, konumuz çeşmeler olunca bununla iktifa edelim ve eserin üstüne asılan yazıdan bahsedelim; “dikkat yıkılacak derecede tehlikesi yapı yaklaşmayınız”

Mermer ve taş işçiliğinde teknolojinin insanoğluna bahşettiği, yüksek kabiliyetli ve meziyetli imalatların gerçekleştirilmesine olanak sağlayan CNC tezgâhlarında; restorasyon işlerinde muhteşem sonuçlar alınmasına imkan yaratmış olup kentimize adına veren, çeşmelerin orijinal görüntülerine ve rölövelerine dayanarak restore edilerek Çeşme turizmine kazandırılma çalışmaları behemehal yapılmalıdır. Bir önceki dönemde umutlandığımız envanter ve rölöve çalışmalarının yapılmasının ardından, nedeni bilinmeyen şekilde durdurulan, restorasyon çalışmalarının, en azından bu yeni dönemde gerçekleşmesini beliyoruz.

Pazartesi, Aralık 15, 2014

FESTİVALLER KENTİ ADAYI ÇEŞME

2014 seçimleri öncesi, O zamanki Alaçatı, şimdiki Çeşme Belediye Başkanı Muhittin Dalgıç ile seçilmesi halinde, neler yapmayı planladığı üzerine ettiğimiz sohbetlerin bir bölümünde, Çeşme’nin bir festivaller kenti olacağını ısrarla ve bıkmadan tekrarlayarak, şüphe ile karşılandığı hallerde de, büyük bir inanmışlık ve kararlılık göstererek, Çeşme yarımadasının değişik bölgelerinde yapılacak ve sonuçta da “meşhur Alaçatı ot festivali yanına, 8 adet yeni festival daha ilave ederek, 9 merkez, 9 marka, 9 festival diye yola çıktık" iddiasını hep göstermiş idi… “İlgili bölgenin kendine has özelliklerini öne çıkaracağız, örneğin “Germiyan Ekmeği” meşhur, neden onun üstüne bir festival olmasın, hiçbir festival hormonlu olmayacak, hepsi yereli yansıtacak” diye her fırsatta tekrarlaya gelmiş idi.

Evet; “Germiyan Ekmek Festivali” diye düşünülürken; “Germiyan Yöresel Lezzetler ve Sağlıklı Yaşam Festivali” gibi sadece adı değil içeriği de son derece zengin ve bir o kadar da yapaylıktan uzak ancak en önemlisi de yöre insanını da işin içine çeken hatta başrole oturtan bir sonuç oluşturulmuştur. Kendisine, yerel ve geleneksel yöntemlerle, doğal ve katkısız ekmek yapımını hedef seçerek yola çıkan, henüz yaygınlaşmamış ya da yeterince bilinemeyen yerel gastronomik zenginliklerin ortaya çıkarılmasına ve yerelden genele taşınabilmesine, tıpkı Alaçatı Ot Festivalinde olduğu üzere, aracılık etmiştir ve görünen o ki yıllar içerisinde daha da büyük önem kazanacaktır. Çeşme Belediyesi sponsorluğunda; “Alaçatı Sanat ve Kültür Derneği”nin, titiz ve başarılı çalışmaları ve “Bereketli toprakların büyüsü” sloganı ile yola çıkan festival daha ilk yılında, unutulmaya başlamış bazı yerel lezzet ve tatların yeniden güncellenmesi ve toplumsal değer ve kültür haline dönüşmesinin umudu olmuş gibi görünmekte olup, ilgili içerikle birlikte bu yöreden genele oluşacak bir farkındalık oluşturmaktadır. Her yıl 24–26 Ekim tarihleri arasında tekrarlanması planlanan bu festivalde, yöre halkı ile üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve nihayetinde yurdun çok çeşitli yerlerinden gelecek katılımcılar buluşacak; kapsamlı ve renkli ve bir o kadar da öğretici ve geliştirici hatta yöre halkı açısından teşvik edici bir faaliyet haline bürünecektir, görünen o. Tüm bu başarılı çalışmayı düşünen ve uygulayanlara teşekkür edilmelidir. Yöresel gıda ürünleri tanıtım ve satış stantlarının açılışı, basın toplantısı, geleneksel yöre giysileri ve fotoğraf sergisi, geleneksel ekmek yapım ve mutfak gereçleri sergisi, ekmek yapımı atölyesi, ekmek yarışması, ev sabunu yapımı atölyesi, kopanisti yapımı atölyesi, söyleşiler, konser ve geleneksel Yörük kına gecesi ve nikâhı ve düğün yemeği gibi içeriklerle donatılmış bu festivalin gelecek yıllarda daha çok başarılı olması, Çeşme Turizmine çok ciddi bir katkı oluşturacaktır. Ayrıca; yapılan ekmek pişirme yarışmasında; “Nohut ekmeği” ile “Ekşi maya ekmeği” gibi unutulmaya yüz tutan geleneksel ekmekler de yeniden hatırlanmıştır. Ancak bana göre; Germiyan ekmeği dışında 2 ürün mezkûr festivale damga vurmuş ve ulusal ve uluslararası düzeyde tanıtıma sunulmuştur, biri “Hurma zeytin” ve diğeri de “Kopanisti peynir”. Ekolojik koşullarda ağaç üzerinde tatlılaşarak, kahverengi renk alan, dalından düştüğü anda yenilebilecek mükemmel bir lezzete sahip ve canım yurdumda sadece Karaburun-Urla-Çeşme üçgenine bahşedilmiş bir zeytin olan Hurma zeytin ile keçi sütünden üretilen, üretim sürecinin uzunluğu ve meşakkatinin çokluğu nedeniyle, sadece evlerde üretimi sürdürülen ve peynirin, peynir suyu ile fermante edilmesiyle “acı ve kokulu peynir” olarak bilinen kopanisti peyniridir.

Bilindiği üzere daha önceleri; yine Alaçatı Belediyesi öncülüğünde organize edilen “Alaçatı Ot Festivali” 5 yıl önce temelleri atılmış olup, artık 3 günlük süren festivalin izleyicileri 50.000 ler düzeyine ulaşmıştır. Çevre, doğa, ekolojik tarımın öneminin her geçen gün arttığı dünyamızda doğal beslenmenin önemine dikkati çekmek, diğer taraftan yerelin demografik yapısını önemli ölçüde yansıtacak yerel beslenme kültürünü ve birikimini, genele tanıtmayı amaçlamış bir çalışma idi… Artık tecrübesi ve sonuçları itibariyle her geçen gün yeni açılımlar ve gelişmeler kat edilecek gibi görünen mezkur festival, çok yakında klasik olarak anılacaktır herhalde…

Ayrıca; açık deniz balıkçılığının en önemli gövde gösterisi haline gelen ve her ne kadar da zengin insanların ithal edilmiş festivali görüntüsünde de olsa,  “Alaçatı Sportif Balık Avı Turnuvası” geniş ölçüde kabul görmüş ve izleyici bulmuş, rüzgârın hiçbir şey esirgemediği Alaçatı’da “uçurtma festivali” ve “Uluslararası Kaybolan Lezzetler Festivali” de ciddi mesafeler kat edilmiştir.

Şimdi; yine Çeşme Belediyesinin öncülüğünde, Çeşme Kent Konseyi, Üniversiteler, Çeşme Ortak Yaşam Platformu, Ovacık Köyü Muhtarlığı ve Ovacık'lı üreticilerin ortaklaşa düzenlemeye hazırlandığı, “Ovacık Tarımsal Kalkınma Projesi” adı ile yeni bir festival düzenleneceğinin duyurusu yapılmıştır. Umuyor ve bekliyoruz ki, bu da diğer öncüleri ve benzerleri gibi uzun vadeli olur, bir taraftan üreticiye katkısı ve diğer taraftan da yerel değerlerin ulusal ve uluslararası düzeye taşınması işlevini gerçekleştirir. Amacı ise, ilgililer tarafından yapılan duyuruda; yereldeki lezzetli ve nadide ürünlerin, şifalı bitkilerin, yöreye has hayvanların yetiştirildiği tarımsal alanların korunması, organik tarımsal uygulamaların ve üretimlerin daha verimli ve sağlıklı sürdürülebilmesi, yörenin ürünlerinin korunması ve geliştirilmesi, yerel tohumlarla üretim yapılmasının temini, olarak açıklanan bu projenin de başarılı olacağı görünmektedir.  

Bakmayın siz; bazı münafıkların, İtalya “San Remo Festivaline” rakip bir festival devraldılar ama onu düzenlemeyi iptal edip yerine bu tür festivalleri düzenliyorlar gibi savlarla, festivallerin başarısını küçümsediklerine hatta itibarsızlaştırmaya çalıştıklarına, verilebilecek en doğru kararın bu olacağını artık “sağır-kör sultan” bile görmüştür. Yereli yansıtmayan hiçbir şeyin, yerelin insanına bir şey katmayacağı, hatta deyim yerinde ise, taşıma su ile değirmen dönmeyeceği atasözü mucibince ve sadece eğlence dünyasına yönelik sabun köpüğü misali elit birkaç konser ile konunun geçiştirilmeyeceği açıktır…

Pazartesi, Aralık 08, 2014

HELAL OLSUN


Çeşme sosyal demokrasi cephesinde, var olma ve gelişme sürecinde emeği geçen bir dostumuzu, Yaşar Karaoğlu’nu kaybettik. Bu vesile ile ailesine, yakınlarına ve sevenlerine sabırlar ve baş sağlığı diler, merhumunda yattığı yerin nurlar içinde olmasını niyaz ederim.

Cenazesine kalabalık bir cemaat katıldı ve Çeşme’de bu vesile ile de bir ilk yaşandı… Bu kadar cenaze törenine katıldım ancak ilk defa, cenazeye katılanların, cenaze namazını kıldıran hocadan ve verdiği vaazdan şikâyetçi olduğunu, hatta yer yer homurdanmaların ve hatta saflardan ayrılmaların olduğunu gördüm… Evet, bu bir ilkti, Çeşme’de ve cemaat açısından biraz da ağır geçen bir ilk’ti… Cenaze namazının artık merhum ile son buluşma noktası olması hasebiyle, adetler gereği cenazeye katılanlar ile merhumun helalleşme faslı ise, hiçte Çeşmelilerin alıştığı biçimde gelişmemiştir. Bilindiği üzere cenaze namazını kıldıran hoca, “Hak ve hakkınızı helal ediyor musunuz?” sorusunu sorar, cemaatte “Hak ve hakkınızı helal ediyor musunuz?” sorusuna hep “helal olsun” diye cevap verir ve bu fasıl 3 kez tekrarlanırdı. Bu biçimi ile verilen ve bugüne kadar kimseyi hiçte rahatsız etmeyen ve kimsenin de rahatsız olmadığı cevap “helal olsun” iken, şimdi bir anda yeni müftü tarafından cemaate adeta ayar verilerek “Allah rahmet eylesin”e dönüştürüldü… Peki, soru; “Hak ve hakkınızı helal ediyor musunuz?” ise, cevap nasıl böyle olur diye insanlar soruyor… Eski köye yeni adet…

Diğer taraftan cenazenin kendisi ile pek ilgisi olmayan, bunun dışında da edilecek her kelamın gereksiz hatta yersiz olacağı açıkken bile, hatta yakınlarını kaybeden insanların acılarının tazecik olduğu sırada, normalde, en azından kendi irfanı çerçevesinde, çokta akli ve mantıklı gelen izahat ve vaazların, anlamsızlaşması ne yazık ki yaşandı. Yakınımızdaki bazı insanların, “Yahu bunlar başka yerlerde konuşmuyorlar mı acaba? Yahu bunlar sadece kendilerinin mi bu işleri iyi bildiklerini mi zannediyorlar? Yoksa bu muhteremler, başkalarının acılarına saygı mı beslemeyip, orayı da bir propaganda meydanı mı zannediyorlar? Yoksa bunlar başkasının alışkanlıklarına, itikatlarına, itikatlarının şekillendirmelerine izin vermeyen bir kafadan mı geliyorlar? İnsanlar orada acılarını yaşıyorlar, onlar kalkıyor “o öyle olmaz” ya da “bu böyle olmaz”, bırakın kardeşim kıldır namazını, ettir duanı kalk git değil mi? Hayır konuşacak, anlatacak, hem de bıktırana kadar… Acına mı yanarsın, adamın konuyu uzatıp “Cuma hutbesine” dönüştürüp, insanların homurdanmaya başlamasına mı, bilemedik gayri…” gibi sözler etmesine tanık oldum… Bu kabil yaklaşımların yeniden gözden geçirilmesi konusunda gerekli uyarıların yapılacağına inanıyor ve eski köye yeni adet taşınmasının önüne geçilecektir diye de umuyorum. Hatta yeni müftünün; helalleşme faslını olabildiğince ve gereksiz uzatması üzerine, 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün Lozan görüşmeleri sırasında, bezdirebilmek için, Winston Churchil’in yaklaşık 2 saat hiç susmadan konuşması üzerine “sn. Churchill bildiğiniz üzere ben çok ağır işitiyorum, bu anlattıklarınızı anlayamadım bir kez daha tekrarlar mısınız?” sözünden esinlenip, müftüye aynı şekilde seslenmeyi bile düşünen birinin varlığına tanık oldum… Ancak Müftünün yaşının gençliği, dimağının tazeliği ile “zaman, mekân ve teknik terakki” analizini kısa sürede yapacağına inancımız var olup, cemaat ile anlamsız gerginliklerin yaşanmasına yer verilmeyeceğini umuyoruz.

Hatırlanacağı üzere; Fenerbahçe spor kulübü eski başkanlarından Ali Şen'in trafik kazasında hayatını kaybeden 17 yaşındaki torunu Alp Ali Şen'in cenazesinde defin sırasında yaşanan nahoş bir olay yaşanmıştır. Ali Şen torununun cenazesinde, defin sonrası imamın vaazı, “Fatih Sultan Sümbülü Sinan Seyit Merkez Efendi kibarı evliyaullah Anadoluyu bizlere yurt yapan Malazgirt fatihlerinin” deyip başlayan ama bir türlü bitmeyen, hazır bu kadar dinleyiciyi de bulmuşum bakın ne kadar çok şey biliyor ve ardı ardına hepsini sıralayabiliyorum edasıyla devam etmesine, sinirlenen hadi dayanamayan diyelim, “Masalı kes” diye bağırarak, imamı kısa kesmesi konusunda uyarmıştı. Büyük ve tarifsiz acılar yaşarken, birisinin kalkıp normal zamanlarda en azından kendi aralarındaki sohbetlerde, çok anlamlı ve mantıklı olan sözler ediyor olsa bile,  katlanmak kolay olmasa gerek… Ezbere dayanan kelamların, her yerde geçerliliği varsayılan yaklaşımların, cenazeye katılanların ruh hallerini göz önünde tutmayan, ama ne yazık ki ayar verme gibi algılanmasının önüne de geçilemeyen sözler ederek, sabırların ve aklın fazlaca zorlanmaması gerekir herhalde…

Ne demişti, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, dönemin başbakan’ının İzmir’i “gâvur İzmir” ilan etmesini müteakip, “İzmir’in irfanı eksik, İzmir dindarlığının irfan geleneğine ihtiyacı var” diyerek “atayacağımız Müftülerle bu irfan eksikliğini gidereceğiz.” gibi bir beyanatta bulunmuş idi… Sonra bu lafın siyasi sonuçları olmaya başlayınca da, çevir kazı yanmasın kabilinden, “İzmir gibi çok kültürlü, çok boyutlu ilgi, bilgi ve duyarlılık eksenlerine sahip müstesna bir şehirde bu çeşitliliği kuşatacak yegâne dilin irfani bir perspektif olacağını” vurgulayarak, bir değişiklik yaptığı görüntüsü altında ama aslında görüşten hiçbir sapma olmadığının altını çizmişti.

Bu yaşananlar bu yaklaşımın bir sonucu değildir diye düşünmek istiyoruz, ama yaşananlar ne yazık ki bizim istediğimiz gibi olmuyor… Cenaze törenini takip eden gün, Çeşme sokaklarında neredeyse herkes bu konudaki, eleştiri ve olumsuz görüşlerini paylaştı birbirleriyle, görebildiğim kadarıyla… Her şeye rağmen, her şeye ve her düşünceye sonuna kadar saygılı, ölçülü ve eşit mesafedeyiz ve de olmaya devam da edeceğiz… Sevgili dostumuz, Yaşar Karaoğlu için bir kez daha, varsa bir hakkımız “helal olsun, helal olsun, helal olsun”…

Cuma, Kasım 28, 2014

RES’ÇİLERİN DENSİZLİĞİ VE SEFALETİ

Anlaşıldı ki; turizm cenneti Çeşme’nin, “Çevrecinin daniskasıyız” diye kendilerine paye biçen muktedirler ve gözleri kesinlikle paraya doymaz ve bu uğurda gözlerini budaktan esirgemez yandaşları tarafından kalemi kırılmış… Çeşmelilerin adeta balkonlarına yerleştirmeye çalıştıkları RES’ler ile açtıkları savaş yetmezmiş gibi, üstüne de her türlü tezviratı alet ederek, yerli erketecileri ile birlikte, propagandanın babası sayılan Almanya’nın faşist rejiminin propaganda bakanı Joseph Göebbels’i hiçte aratmayacak yöntemlere başvurmaktadırlar. Hukuksuz ve hukuksuz olduğu için ahlaksız da olan bu projeye karşı çıkanları, RES’lere karşı çıkıyormuş gibi göstererek, son günlerde yandaş yerel “basın” üstünden vurmaya çalışıyorlar, oysa Çeşmelilerin tek isteği ve beklentisi, benzerlerine göre daha az zararlı rüzgâr enerjisi türbinlerinin yerleşim yerlerinden uzak yerlere konulması, yoksa RES’ler dertleri değil, makul ve mantıklı yerlere yerleştirilmeleri halinde… Bu basın rolü üstlenmiş ancak kara propaganda aracı durumuna düşmekten kurtulamamış matbuat, öyle “organize işler” kotarmaya çalışıyor ki, yine yalanın ve kara propagandanın tartışılmaz lideri Joseph Göebbels’in, “Basını, hükümetin kullanabildiği dev bir klavye olarak düşünün” sözü mucibince olsa gerek, bir nüshasında ve ne yazık ki yerelde üyelerinin çok büyük bölümünün bu uygulamalara karşı çıktığı, direndiği aşikâr olan CHP’nin milletvekili bir muhteremden konunun geneline yönelik verdiği ve son derece cinlikle alınmış röportajı yayınlayıp, hemen arkasına da ABK şirketinin hukuksuz ve hukuksuz olduğu için ahlaksız projesinin, her türlü “photoshop” hilesi ile fotoğraflanmış duyurularını vererek algı yönetimi yapıyor…

Bakın mezkûr matbuattaki duyuru nasıl veriliyor; “gerçek dışı haberlerin doğruları aşağıdadır” deyip daha ilk sırada; “şirketimiz imara kapalı olan ve doğal SİT olan proje alanında hukuken gerekli tüm izinlerini ve imarını almıştır” diyerek, “secaat arz ederken sirkatin söylermiş merd-i Kıpti” durumuna da düşmekten kurtulamıyor. Şimdi buradan sonra söylenecek ne kalıyor, bu hukuksuz ve hukuksuz olduğu için ahlaksız olan projenin yürütülmesi üzerine… Neymiş; buraları SİT alanıymış ve bunlar imara açmışlar… Nerede bu SİT kurulları, hani vatandaş orada bir bahçe duvarı inşaatı yapmaya kalksa, anasından emdiği sütü burnundan getiren, oradan bir ağaç kesmeye kalkan vatandaşı sürüm süründüren SİT kurulları… Buralarının SİT alanı olduğu, ABK duyurusunda da ilan edildiği üzere açıktır, ilaveten buraya “imar” alındığı belirtiliyorsa, bu projenin hukuka uygun olmasından bahsedilebilir mi, kesinlikle hayır, bu proje sadece bu yüzden bile olsa, hukuksuzdur ve hukuksuz olan her şey ahlaksız olacağı için de ahlaksızdır…

Ne diyor, “Yalan atın, mutlaka inanan çıkacaktır.”, ne diyor, “Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız insanlar ona o kadar fazla inanırlar.”, ne diyor, “yalan ne kadar büyükse inanan o kadar çok olur”… İşte kara propagandanın babası sayılan muhtereme nazire yaparcasına, bu duyuru ile yapılıyor her şey… Şimdi, mezkûr duyurunun en tehlikeli, en bayağı ama en saldırgan yazılmış tarafına gelelim; “DEĞERLİ ÇEŞME HALKI, TÜM BU GERÇEK DIŞI HABERLERİ YAYMA GAYRETİNDE OLANLARIN NİYETİ, İYİ NİYETLİ HALKI KANDIRARAK ARKASINA ALMAK VE PROJEYE KARŞI KIŞKIRTARAK…” diye başlayan son paragrafına… Yahu ne demek gerek bu duyuruyu kaleme alan zevzeklere, şimdi düşündüm taşındım, alçak desem, değiller, çünkü çukurlar, satılık desem, bunların reel sektörde ederi olmaz, pazar bulamazlar… Bre zındıklar, bre münafıklar, bre münkirler, siz kim oluyorsunuz da projeye karşı çıkanları “kışkırtıcı” ilan ediyorsunuz ve bu kışkırtıcıların Çeşme halkını kandıracağını iddia ediyorsunuz, siz herkesi, kendiniz gibi 3 kuruş paraya bilimi satacak, 3 süslü lafa kanacak kadar andevül mü sanıyorsunuz? Bizi “kışkırtıcı” ilan edecek kadar cüreti nereden buluyorsunuz, kaleme aldığınız duyuru baştan aşağı yalan, dolan ve iftira ile vıcık vıcık olmuş durumdadır. Bu hukuksuz ve hukuksuz olduğu içinde ahlaksız olan projede görev alıyor olmak, arkanızı muktedirlere dayamış olmak, ÇED yönetmeliği değişikliği yaptıracak kadar siyasi güce sahip olmak, yerel kolluk kuvvetleri himayesi ve koruması altında bulunuyor olmak, tüm bunlara da dayanarak inşaatı sürdürüyor olmak sizi meşru kılmaz, olsa olsa zorba kılar…

Bir de Çeşme’li vatandaşlara bir şeyler demek istiyorum, yahu bugün itiraz etmeyecekseniz ne zaman itiraz edeceksiniz, Allahaşkına. Yahu bu kadar sessiz kalınması hatta buradan çıkar medeti umulması gibi bir görüntü vermek sizi rahatsız etmiyor mu? Peki, Çeşme’nin; hukuksuz ve hukuksuz olduğu içinde ahlaksız olan bu proje kapsamında, adeta bağrına dikilen RES türbinleri sizi rahatsız etmiyor mu? Çeşme’nin geleceği olduğu iddiasında bulunduğunuz “Turizm” hamlelerini zedelemiyor mu? Sevgili Çeşmeliler size kolay kandırılır insan diyen bu zevzekleri haklı çıkarmak sizi rahatsız etmiyor mu? Yahu; sadece savaş hallerinde kullanılacak “acil kamulaştırma” uygulamaları ile adeta yangından mal kaçırırcasına, mülk sahiplerinin mülksüzleştirilmesi sizleri üzmüyor mu? Nazi Almanya’sının propaganda bakanı Joseph Göebbels’in; “İnsanların beyin tembelliğini gördükçe, her istediğimizi yapabileceğimizi anladık.” sözünün bu seferlik uygulanmasına karşı çıkılmalı bence. Lütfen, sizde çevrenize sahip çıkanlara sahip çıkın, çünkü beyin tembelliği çevre talanının en büyük dostudur, çünkü gelecek bir gün gelecek ve işte o zaman ahlar ve vahlar, kaybedilenleri geri getirmeyecektir… Ve unutmayalım ki; çocuklarımıza temiz bir çevre ve doğa bırakmak sırtımızdaki mecburiyettir. Yorulduk artık bu saldırıları göğüslemekten, yeter… Kamu adına görev yapanlara bir kez daha söylemek isterim ki, bu harami, görgüsüz ve ahlaksız şirketlerin dediklerini ya da istediklerini yapıyor olmak size hiçbir şey kazandırmaz, kazandırmayacağı bir kenara yaptığınız görevi itibarsız hale getirmenize yol açar…

Bütün bu görgüsüz ve sınırsız ve hasmane, hatta fütursuz bilgiçlik, bana Turgut Özal döneminin bir bakanını hatırlattı, hani Çernobil nükleer santralinin patlamasından ve canım yurdumu ciddi anlamda nükleer serpinti ile radyasyon etkisi altına aldıktan sonra, çay stoklarını yakmamak uğruna, bir ülkenin geleceğini riske edecek kadar cüret gösterip, TV’lerde  “bak ben çay içiyorum, bir şey olmuyor” diye boy göstermişti hatırlanacaktır ve ne yazık ki kendisi de kanserden vefat etmiş ve daha da kötüsü bu yaklaşımdan sonra canım yurdumda kanser vakaları adeta patlayarak geometrik bir artış izlemişti… Sonraki yıllarda, “kuş gribi” salgını sırasında TV’lerde tavuk yiyerek sahne alan ardılları gibi tıpkı… Yüce rabbim bu bakanlardan, verdikçe verdi güzel yurduma sonraları, canım yurdumun sırtı yerden hiç kalkmasın diye, herhalde… Tarih; tarihten ders almayanlar için tekerrür etmeye devam etmektedir ve de edecektir de.

Alwin Toffler’in bizleri, övendire ile dürtme anlamına gelen bir sözüyle yazımı nihayetlendiriyorum; “21. yüzyılın cahilleri, okuma-yazma bilmeyenler değil; okumayanlar, öğrendikleri yanlış bilgileri değiştirmeyenler ve yeniden öğrenmeyenler olacaktır.”

 

 

Cumartesi, Kasım 22, 2014

RES(ci)LERİN REZALETİ

Turizm cenneti Çeşme’mizin huzuru bir süredir, yerleşim yerlerine çok yakın, adeta balkonlarımıza inşa edilecek gibi planlanan RES’ler yüzünden, kaçmış durumda, kendilerine “Çevrecinin daniskasıyız” diyen zihniyetin takipçileri tarafından bu hukuksuz ve hukuksuz olduğu içinde ahlaksız projeye karşı çıkanların da tepkisi her geçen gün artmaktadır. O kadar ahlaksız yollar takip edilmektedir ki, hangisi hangisinin önüne konulursa, ahlaksızlığın boyutu daha iyi anlaşılır diye bakıyoruz, ne yazık ki hepsi birbirinden daha ahlaksız. Yine de haksızlık etmeyelim bu projelere, vatandaşların evlerinin balkonuna yapılmalıdır, 1. derece doğal SİT alanlarına yapılmalıdır, özellikle seçim kazanamadığımız için de, en önemli değeri turizm olan, Çeşme yok edilmelidir mealinde bir uhrevi kural ve kayıt vardır belki de, kırmızı kitapta…

Örneğin, “acil kamulaştırma” yapılarak yangından ve hatta gerçek yargıdan mal kaçırırcasına kararları alacaksın, ÇED yönetmeliği “bir defa delinmeyle bir şey olmaz” yaklaşımını binlerce kez tekrarlaya tekrarlaya, gına verme noktasına getireceksin, devletin uygulama ayağı sus pus olacak, vatandaş tarlasına ya da bahçesine küçük bir duvar yapsa “anasını ağlatacak SİT kararlarını” önüne çıkaracaksın, başkasına ait araziden, bırakın TIR ya da traktör geçirmeyi, eşek geçirenin, “eşek sudan gelene kadar anasını ağlatacaksın”, olmadı hukuksuz ve dolayısıyla ahlaksız projenin, malzemelerini taşıyan TIR’lar, yolun uygun genişlikte olmaması nedeniyle geçiş yapamayacak buna rağmen protestoculara salt protesto haklarını kullanmalarına rağmen eşkıya muamelesi yapacaksın, özel mülkiyet araziden araç geçirmeye çalışan ABK firmasının derebeyi yöneticileri yanında tavır alacaksın, vatandaşın hakkının savunulması ile görevli emniyet güçleri marifetiyle de, arazi sahibine sahipliğini ispatla daveti yapacaksın… Olmadı ajan muhabbet ve erketelerine yatılacak, olmadı arazisinin çiğnenmesine karşı tavır alanlara tazminat davaları açılacak ve kazanılacak, olmadı Çeşme’nin yaşanabilir kalması için kurulmuş “Çeşme Sürdürelebilir Yaşam Platformu” nun alternatifi “Çeşme Ortak Yaşam Platformu”  bir anda ve bilinmeyen nedenlerle (!!!!!!) kurulacak… Sen de buna inanacaksın…

Memleketin, acil kamulaştırmalarla ki, diğer anlamı vatandaşın hilafı rızasına mülksüzleştirme; maden aranacak acil kamulaştırma, HES yapılacak acil kamulaştırma, RES yapılacak acil kamulaştırma, Havaalanı yapılacak acil kamulaştırma, köprü yapılacak acil kamulaştırma, yol yapılacak acil kamulaştırma, furyasından anası ağlamış vaziyette, zannedersiniz ki, madenler, rüzgâr ve sular acil firar kararı akmışlar ve istihbarat kurumu da bu firarı istihbar etmiş, tam gaz acil kamulaştırma… Yahu kardeşim, kendi yaptığınız kanun diyor ki; acil kamulaştırma “savaş hallerinde uygulanır”, yoksa savaş varda biz mi bilmiyoruz, kaldı ki savaş halinde HES ve RES yatırımı yapma cüret ve uyanıklığını gösteren tek millet olma unvanı alınır bu durumda, yok eğer savaş canım yurdumun doğasına açılmış ise, bırakın bu demagojiyi de açıktan ve delikanlıca ilan edin durumunuzu derler adama…

Gelelim bir de KAMU adına hareket ettiğini söyleyip kamunun kendisini iteleyip kakalayarak ABK’nın hukuksuz ve hukuksuz olduğu için de ahlaksız projesine destek veren, “kamu görevi” yaptığı iddiasında olan emniyet mensuplarına, diyorsunuz ki, bu ABK şirketi şantiye sorumlularından bir kısmı sahte imza ile TEDAŞ adına Çeşme Belediyesine ruhsat başvurusunda bulunmuş, kaldı ki söylenenlere göre bu “evrakta sahtecilik” işi de ilk değilmiş, malzeme taşıyan TIR’ların “seyr-ü sefer” belgesi yokmuş, bu TIR’ların bu yolu kullanmaları için UKOME’ye yaptıkları başvuru karar verilemeden 15 gün sonraya ötelenmiş ve karar beklenmeden bu yolun kullanılmasını hukuksuz bulup, protesto eden çevrecilere ve Çeşmeseverlere “yolu açın” diye çıkışacağınıza, yolu asıl, yolun yetersiz genişlikte olması nedeniyle TIR’ların kapattığı ısrarla söylenmesine kayıtsız kalmalarına, özel mülkiyet sınırlarını LİKAB’tan ve Belediye’den yetkili haritacıların aplikasyonları gösterilmesine rağmen ciddiye alınmaması, konu ile ilgili müteaddit defalar alınan mahkeme kararları gösterilmesine rağmen, tüm bunlar göz ardı edilerek, özel arazinin içinde durarak, geçen TIR’ları protesto eden çevrecileri itecek-kakacaksın, yasal olmayan yolu açarak, ABK’nın TIR’larını selametle şantiyelerine ulaştırma konusunda çok hassas davranacaksın, ama özel mülkiyeti için, iş makinesi çalıştırmak isteyen mülk sahipleri için gelen makinelere belge sorup, ceza yazan, hatta iddia o ki, iş makinesi sahiplerine tek tek telefon ederek gelmemeleri konusunda tehditle karışık uyaracaksın, sonra bana da kamu görevi yapıyorum diyeceksin, yahu kamu görevi yapmak ABK şirketinin korumasını mı yapmaktır. Bırakın bu aklımızla dalga geçme işini diyenlere de kızacaksın, sıra bizi bu ABK şiddet ve hiddetinden ve talanından korumaya gelince de,  hassas düşünme yerine hoyrat olmayı tercih edeceksin… Hukuksuz ve ahlaksız emir olmaz, lütfen artık bilin ki sizin kadar bizde hukuk biliyoruz… Hukukun ne yazık ki bir kez daha kaybettiğini, Polis yetkilisinin “biz savcıdan talimat aldık” yolu açacağız diye insanları itelemeye başlamasıyla anlaşılmıştır… Yaşasın adalet… Polis yetkilileri bir tarafta vatandaş, diğer tarafta ABK’nın hukuksuz ve hukuksuz olduğu için de ahlaksız projesinin yetkililerinin dizildiği ortamda, pozisyon alırlarken bir taraftan “biz tarafsızız” deyip bir taraftan da ABK’lıların yanında durmaları da gözlerden kaçmadı, aslında hukuken olmasa bile fiilen nerede olduklarını gözümüze sokarak ihsas etmişlerdir.

Bir de asıl komedi, kendisine basın organı gözü ile bakılan bir de yerel gazete var, neresinden başlasak ABK ve onun hukuksuz ve hukuksuz olduğu için de ahlaksız olduğu aşikâr projesi karşısındaki, tam sayfa bir ilan alınıyor arka sayfaya, ön sayfalarda da bir CHP milletvekilinin bilerek mi, bilmeyerek mi verdiği ve RES leri genel anlamda da olsa öven bir röportajı da yerleştirip, cücük akılları ile algı yönetimi yapmaya kalkışmışlar… Yerleştirilen fotoğraflardaki, fotoshoplara mı laf edelim, sıralanan yalanlara mı, yapılan hakaretlere mi yanalım, siz kimsiniz de insanları provokatörlükle suçluyorsunuz be kara cahiller, sizin bildiklerinizi, biz mühendis olarak ta, enerji bilgisi olarak ta, unuttuk gayri… Protestocuları, provokatörlükle suçlayanları da, bizim de 3 kuruş maaşa Çeşme’nin geleceğini satıyorsunuz değerlendirmesi yaparak cevap vermemiz mümkün, ama biz onlara, seviyeyi bozmamak adına satılık demeyeceğiz asla ve kata… Hele bir de tam bir rezalet olan açıklama var ki ne diyeyim, “buralara RES yapılmazsa; bunlar, buraları imara açıp talan edecekler” demiyorlar mı, yahu be densizler, be münkir ve münafıklar, asıl sizin yaptığınızın adı “TALANDIR”. Yahu siz, bizi kendiniz gibi aklı az mı sanıyorsunuz, size bu manada anlatılan masallara inanabilirsiniz, ama biz yemeyiz bunları… Bu düzeyde ve ilkokul bebelerinin bile yemeyeceği palavrayı büyüklere anlatanların seviyesini göstermesi açısından da bu palavralar ibretliktir açıkçası… Bu açıklamaya cevabımızı, ömrümüz olursa yakında detaylı olarak vereceğiz…

Cuma, Kasım 14, 2014

ZİTO İ EPANASTASİS


Yıl, 1919 İngiliz Emperyalizminin, ileri karakolu görevini üstlenmeyi kabul eden, Genç Yunanistan, emperyalistlerin 1. paylaşım savaşı ardından, enerji kaynaklarının merkezi konumundaki Ortadoğu’nun giriş kapısı niteliğindeki Anadolu’nun, açık işgali kararı mucibince gerekli askeri düzenlemeler ve sevkiyatlara başlamıştır. Zalimlere karşı, mazlumların safında yer alınması şiarı gereğince, Yunanistan Komünist Partisi, “Yeni Türkiye yapılanmasının gerçekleştiği, Anadolu’nun işgal planları bir emperyalist dayatmadır ve egemen güç İngiltere’nin emperyal amaçları ve beklentileri doğrultusunda, Ortadoğu’da yeni ülkeler ihdas edilmesi ve yeni sınırlar çizilmesi adına mazlum ulusların kanının akıtılmasına sebep olacak bu haksız ve ahlaksız işgalin” gerçekleştirilmemesi için bir kampanya açmıştır. “Biz, mazlum Anadolu halkını öldüremeyiz, onlar kardeşlerimizdir” çıkışı ile başlayan kampanya ne yazık ki, büyük bir tenkil ve tedip hareketine maruz tutulmuş ve gerek Yunanistan’da, gerek çıkarma gemilerinde ve gerekse de işgaline girişilen topraklarda, binlerce Komünist Parti taraftarı katledilmiştir. Peki; bunca karşı çıkışın ve direnişin bir etkisi oldu mu girişilen işgalin engellenmesine, şüphesiz hayır… Ama onlar, bedeli kurşuna dizilmek olan bu direnişlerinden asla şüphe duymamışlar ve geri adım atmamışlar ve “Başkaları için ölmek, ne büyük bahtiyarlıktı.” diye düşünmekten geri durmamışlardır. Tıpkı; yazar İnönü Alpat’ın “Günlüğe düşen notlar”ı kitaplaştırırken yazdığı bir hikâyeyi ele alması, benzer durumların müthiş bir tasviriymişçesine. Malum hikâye; milyonlarca karınca bir uçurumun kenarına gelir, karşıya geçmeleri gerekmektedir. Tek yol vardır önlerinde, yüz binlercesi canı pahasına uçurumu dolduracak, arkadan gelenler ölen karıncaların üstüne basarak karşıya güvenle geçecektir. Önden gelenler öleceklerini bilerek atarlar adımlarını uçuruma. Uçurum karınca ölüleri ile dolar ama arkadan gelenler rahatça geçer. İşte işgale karşı çıkan bu yiğit insanlar; tıpkı uçurumu arkadan gelen karıncalar geçsin diye dolduran öncüleri gibidir, dünyada önceden ve sonradan olan binlerce benzerleri gibi tereddütsüz bir şekilde bu ahlaksız ve haksız duruma karşı durmuşlardır.

Şair Tuğrul Keskin’in; “ZİTO İ EPANASTASİS” adı ile yayınlanan şiir kitabını okuyorum, “Barış, Zalimin her tür çılgınlığına karşı çıkma cesareti ve inancı” diye giriş yapan Keskin, Av. Saha İlman’ın, Girit’te yaşayan Emfimio Taki Lakekis ile Maria Marioli’nin yardımları ile, 1920’de “Zito i Epanastasis” adı ile yayınlanmış olan manifestonun orjinalinden dilimize çevirisinden; “Yeni yılın ilk günü, burada, yukarıda sizler için de güneş doğacak. Ama bugünün gerçeğinin dehşeti burada durmayacaktır. Arkamızda ve aşağıda baba evimizde, kaç zamandır felaketin karanlığı ailemizi örtmektedir. Biz fakirler, burada, yukarıdayız. Çünkü zenginler ve güçlülerin asker olmamak gibi, evlerinden uzak kalmamak gibi her zaman bir yolları vardır. Bugünkü acılarımızı hafifletecek, geçmiş yılların tatlı anıları neredeler? Hiçbir yerde! Bu son kana bulanmış yılın cehenneminde uyandık ve toplumun kullanıldığı ve güdüldüğünün korkunç gerçeğini gördük. Bu gerçek ile karşılaşmamız için yurttaşlık yaşantımızı terk etmemiz gerekiyordu. Bu karşılaşma milliyetçi rüyalarınızı, vatanlarınızı, çarpık ideolojilerinizi ortaya döktü, ancak bizlere de arkasında neyi gizlediğini, sermaye yönetiminin düzenini apaçık gösterdi. Artık bize özgürlükten söz etmeyin. Çünkü köleliğimizi dayanılmaz şekilde hissetmekteyiz. Artık bize vatanlardan ve eski düzeni yeniden kurmaktan söz etmeyin. İdeolojileriniz, içimizde mahkûm olduktan ve biz körler görmeye başladıktan sonra,  kalplerimiz size karşı düşmanlıkla doldu. Ama hayır bu nefret; sizlerin ve sizin gibi olanların,  işgal ile halklar arasında yarattığı mahvedici, kısır ve öç alıcı nefret değil, bu nefret, Fransız, Alman ve Yunan-Bulgar savaşlarının,  insan katliamları doğuran nefreti değil; başkaldırının büyük, kutsal ve yaratıcı duygusudur. Bu, tarihi süreçte oluşmuş; halkları cesaretlendirip canlandıran ve köleliğin bağlarını paramparça eden duygudur.
Bir süreden beri ve savaşın dumanları arasında; oraya, kuzeye, yeni ve insanca bir düzenin tohumları düşmüştür.
Büyük iktidar sahipleri! İşte bundan dolayıdır ki bizler vatanınızın değil insanlığın gerçek kahraman askerleriyiz…” aktardığı giriş bölümü ile sunuyor şiirlerini.

Savaş meydanlarında ve işkencehanelerde ve sokaklarda ve dünyanın her köşesinde, adlarını bilmediğim, dillerini bilmediğim ancak, tarihin tekerleğini durmaksızın ileriye doğru iten ve bu uğurda canlarını veren bütün yiğit insanlar için bir kez daha; ZİTO İ EPANASTASİS!

Kitaptan “Manifesto” başlıklı şiiri ile bitirelim yazımızı…

Özgür dünyanın zalimleri, efendiler!
Kalplerimiz sizlere karşı nefretle dolu
Yarattığınız yok edici savaşın ardından
Söz etmeyin bizlere asla kurtuluştan
Barıştır ancak kurtaracak, yoksulu acıdan

Ve barış renkli bir kuşun kanadında bugün
Soluk soluğa yükselecek Küçük Asya’dan.

Özgür dünyanın kan emicileri, efendiler
Sizlere karşı duyduğumuz bu derin nefret
Halklar arasında yarattığınız nefret değil
Başkaldıranların büyük kutsal nefretidir bu
Ve kahredecek olan budur kölelik bağlarını

Bunun içindir ki bizler, bir vatanın değil asla
İnsanlığın askerleri olarak öleceğiz Asya’da

Ve ortak dünyanın yoldaşları, kardeşler
Yeni gelen 1921 yılı bu yukarı cephede
Ne boş yere ölenlerin ağıtlarını duyacaktır
Toprak altından kemiklerimiz fakat,
Sonsuza kadar haykıracaktır.

Zito i epanastasis! Zito i epanastasis! Zito i epanastasis!
Yaşasın isyan! Yaşasın isyan! Yaşasın isyan!

 

Pazar, Kasım 09, 2014

KEMALİZM


Atatürkçülük veya Kemalizm, öncelikle emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı veren halkların, “milliyetçi-devrimci” saiklerle ulusal kurtuluş mücadelesinin tezahürüdür. Mustafa Kemal Atatürk ve Kemalizm ile ilgili olarak, Türkiye Devrimi üzerine sarsılmaz analizler yapan, seven sevmeyen, hemen hemen herkesin ittifakla, büyük devrimci, teorisyen ve eylem adamı dediği, Türkiye devrim tarihine, direnen ve teslim olmayan bir önder olarak geçen Mahir Çayan; “Kemalizm, emperyalizmin boyunduruğu altındaki bir ülkede doğu halklarının milli kurtuluş bayraklarını yükselten, emperyalizmi yenerek milli kurtuluş savaşlarını açan bir küçük-burjuva milliyetçiliğidir. Türkiye'deki küçük-burjuvazinin en radikal çizgisi olan Kemalizmi karakterize eden yalnızca “Milli Kurtuluşçuluk” ve “Laiklik” öğeleridir. Kemalizm’i bugüne kadar ayakta tutan, ona ruh veren milli bağımsızlıkçı niteliğidir. Kemalizmin anti-emperyalist niteliği bir tarafa bırakılırsa, ortada Kemalizm diye bir şey kalmaz. Bu nedenle ancak emperyalizmin karşısındaki saflarda yer alanlar, Kemalizme sahip çıkabilirler.” diyerek, Kemalizm değerlendirmesi konusunda devrimcilerin görüşlerinin nasıl olması gerektiğini belirlemiştir. Diğer taraftan da; “1919'da Amerikan mandası isteyenler ne kadar milli bağımsızlıkçı ve Kemalistlerse, 1969'da anti-amerikan hareketleri sabote etmeye çalışarak anti-emperyalist safları dağıtmak hevesinde olanlar, milli kurtuluşçulara “gözü dönmüş demokrasi düşmanları” “halka inanmayan yobaz aydınlar” diye kara çalarak Amerika'ya taviz verme politikasında işbirlikçilerle yarış halinde olanlar da o kadar Kemalisttirler. Ve bu Kemalistler ne kadar devrimci iseler, onları Kemalist saflara sokan görüş de bir o kadar devrimcidir!..” diyerek te kimlerin Kemalist olup olamayacaklarının da tarifini vermektedir.

Evet, Mustafa Kemal, ama kimin tariflediği ya da kimin temsil ettiğini söylediği Mustafa Kemal ve Kemalizm… İsmet İnönü’nün mü? Celal Bayar ve Adnan Menderes ikilisinin mi? Cevdet Sunay’ın mı? Demirel’ in mi? Kenan Evren’in mi? Kimin… Kimin… Çünkü sayılanların ve sayılamayan ve dönem aralarında yönetimde bulunanların tamamı, evet istisnasız tamamı, Kemalist oldukları iddiasındaydılar. Bunların en keskin savunucu görünenleri de 12 Eylül askeri faşist darbesinin, içimizdeki “Amerikan çocuklarının” baş temsilcisi olan, eski “NATO’nun gizli ordusu” komutanlarından olduğu iddiasını yalanlayamayan Kenan Evren idi… Hem de nasıl… Atatürkçülüğü sürekli olarak asıl amaçlarını maskelemek için kullanarak, Atatürk ilke ve inkilaplarına bağlı oldukları görüntüsü ve savunusu içinde, Atatürkçülükte birlikte tariflenen ve tertiplenen ve son derece olumlu nitelenecek, “Türk Tarih Kurumu”, “Türk Dil Kurumu” başta olmak üzere tüm kurumları kapatmakta, Atatürk’ün bağımsızlıkçı şiarının aksine, adeta canım yurdumu dizlerinin üstüne çökertecek şekilde, Amerikan emperyalizmine bağımlı hale getirmekte bir beis görmemişlerdir.

Bugün; müstevlilerin emperyal politikalarının Türkiye mümessilleri, aldıkları pozisyonlara bağlı olarak, gerek göğüs gererek gerekse de mahçup şekilde, Kemalist olduklarını beyan ede dursunlar, hedefteki halk yığınları üstüne zerkettikleri anti-komünist politikalar mucibince, yarattıkları politik rüzgârlara bakılarak yapılacak tespit, ne yazık ki canım yurdumu çok uzun yıllardır yönetenlerin hiç birisi, bağımsızlıkçı olamamışlardır. Yani hiç birisi Kemalist olamamışlardır ya da herkes kendi keyfine göre bir Kemalizm tarifi yapmıştır.

Gelinen nokta itibariyle canım Yurdumda; sahte Kemalistlerin “Atatürkçülük” demagojileri nedeniyle kafalar çok karışık olup, “gardrop Atatürkçülüğü” ile “Kemalizm” birbirine karıştırılmakta ve emperyalizme teslim olanlarla, emperyalizmle işbirliği içinde olanların her geçen gün etkilerinin artması nedeniyle de, bağımlılık Cumhuriyet tarihinin en üst noktalarına ulaşmış bulunmaktadır.

Her ne kadar da, “Kemalizm”; yaşanılan dönemin koşullarına uygun olarak, kâh özel sektörcü, kâh devletçi davranışlar göstermiş olsa da, emek-sermaye ikileminde gel-gitlerle bocalasa da, temelde “İzmir İktisat Kongresi” kararları mucibince yönünü çok açık şekilde tayin etmiş ve sermaye yanlısı olacağını göstermiştir. Bu iktisadi tercihine rağmen, anti-emperyalist ve bağımsızlıkçı tercihleri ve uygulamalarının ciddiyetle takip edilmesi gerektiğine inancımızı bir kez daha belirtmeliyiz. Diğer ülkelerdeki “Milli Kurtuluş” mücadelelerine örnek teşkil etmesi bakımından da, Kemalizm’in önemi ortadadır ve salt bu nedenle bile bu ruha sahip çıkılmalıdır.

Atatürk’ün bu yılki sene-i devriyesi nedeniyle kendisini bir kez daha saygı ile anıyor ve yazımı büyük üstat Nazım Hikmet’ten bir Atatürk tarifi ile bitiriyorum…

 

BÜYÜK TAARRUZ
Dağlarda tek tek
Ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı öyle ferahtılar ki
Şayak kalpaklı adam
Nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
Güzel, rahat günlere inanıyordu
Ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
Birden bire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar `üç' dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun kenarına kadar,
Eğildi durdu.
Bıraksalar
İnce uzun bacakları üstünde yaylanarak
Ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası’na atlayacaktı...                              

Cuma, Kasım 07, 2014

DERLEME ADANA'CA SÖZLÜK


·       Çimmek = yıkanmak

·       ndırmak= aralamak

·       küncü = susam

·       zibil = çok, aynı zamanda çöp anlamına gelir

·       mintan = gömlek

·       llik = kücük, minik

·       cülük= civciv

·       helke = kova

·       ncık = cam

·       dinelmek = ayakta durmak

·       geçek = geçelim

·       dönek = dönelim

·       binek = binelim vs

·       he = evet

·       abov = aman

·       çeerdek = çekirdek, ayçiçeği, günebakan

·       Aşörtmen = eşofman

·       dam = çatı

·       bocit = bakır ya da aliminyum sürahi

·       zibil = çöp

·       zibillik = çöplük

·       zibil gibi = çok, gereğinden fazla miktarda

·       hayma = damlarda asma dallarının toplandığı çardak

·       araya gitmek = ziyan olmak

·       davşan = tavşan

·       Gıran = yaramaz çocuk

·       allöş = bir şaşırma nidası

·       çul = kilim, yer yaygısı

·       peşkir = havlu

·       galan = bundan sonra

·       galle : kasa, içine para konan çekmece

·       zıypmak: kaymak

·       eke: Kibirli, ukela, bilmiş bilmiş konuşan, kimseyi beğenmeyen

·       ziplemek : Saplamak

·       cıbartmak : Birinin çıplak yerine vurunca orayı kızartmak yakmak

·       cıbarmak : Vurulan yerin kızarması yanması

·       Gıcık almak : Birinden gıcık alırsanız onun doğrusunun

·       gulle : misket, bilye

·       dakkalık gulle : Atışlarda kullandığımız gulledir

·       devrisi gün : Sonraki gün

·       beriki gün : Önceki gün

·       Duzsuz : (tuzsuz) : lüzumsuz insan tüm gıcık özellikleri bünyesinde barındıran insan her türlü durum için kullanılabilir.

·       Ondan kertim: ondan sonracım

·       Yazı: tarla

·       yuka: sığ, yüksek ya da derin olmayan

·       çomça = kepce

·       avel=aptal

·       cü=zehirli örümcek

·       bayaktan=az önce

·       bider=tohum

·       banadura=domates

·       cılk=çürük

·       cere=kulplu testi

·       cibiliyet=geçmiş

·       dulda= sığınak, kuytu yer

·       ş=ğüs

·       enik=köpek yavrusu

·       eşgi=ekşi

·       esvap=çamaşır

·       essah=sahi

·       Eli eğri : Hırsız

·       Hırkız: Hırsız

·       Malıyla malamat olmak = Parasıyla Rezil Olmak

·       Epey cıncık kırdı =Pot kırmak

·       Mart sıpası = Yerinde duramayan

·       Ziv ziv gezmek = Bol bol gezmek

·       Eşkere konuşmak = Boş yere konuşmak

·       Mezhebi geniş = Herşeye uyan

·       Zurnanın zırt dediği yer = Konunun en önemli noktası

·       Gece mitilde yatar gündüz çalım satar = Durumuna bakmadan caka satmak

·       Ağzının domarışından omar diyeceğini anlamak= Söyleyeceği şeyi hareketlerinden anlamak

·       Gel gelelim çam kertmesine= gelelim kurufasulyenin faydasına

·       Mitili atmak = Yerleşmek

·       Mukufuna varmak = Anlamak

·       Anası sarımsak, babası soğan =Sıradan

·       Göz görgüsü ne oldum delisi = sonradan görme

·       Ne ondurur, ne öldürür = Ne durumunu iyileştirir, nede çok kötüleştirir

·       Gözünden sürmeyi çekmek = Kurnazlık

·       Nuh Nebi'den kalma = Çok eskiden kalma

·       Aydan arı, günden duru olmak = Parlamak

·       Oklava yutmuş yılan gibi = Eğilmekte zorlanıyor gibi görünmek

·       Havsalası almamak = Anlayamamak

·       Pel pel bakmak = Garip garip bakmak

·       Hem nalına hem mıhına =iki yüzlülük

·       Pinti Bekir = Pintiliğin bir derecesi

·       it kılı postal bağı = Bir işe yaramaz

·       Poyrazdan alıp yele vermek = Harvurup harman savurmak

·       Cinleri başına ağmak = Delirecek şekilde kızmak

·       Sepeti seyrek = Ağzında lafı tutamamak

·       Çalıyı tepesinden sürmek = Ön yargılı olmak

·       Kanı soğuk =Az konuşan, sessiz

·       Sütü bozuk = şerefsiz

·       Köküne acı soğan doğramak = Kökünü kazımak

·       Tilkiye tavuk güttürmek = Olmayacak işi yapmak

·       Kuru derede sele gitmek = Olmayacak duruma düşmek

·       Un çuvalı gibi tozar =Kendi kendine kızıp durmak, köpürmek

·       Dussuz dussuz konuşmak = Salak salak konuşmak

·       Elem eşkere = Açıkça

·       Yayan yapıldak yola düşmek= Yalın ayak, başıık yola düşmek

·       Mısmıl= müsait

·       Taka= Pencere

·       dıkılmak= içeri girmek

·       Suğluk veya suuluk = Bıçak

·             Lenger= Genişçe bakır pilav gibi yiyecekleri koymaya, servis yapmaya yarayan

·       Celfin= Genç Tavuk

·       Düve= Genç inek

·       Kuskun= Eşeklerin semerin üzerinde tutmaya yarayan kalçasına dolanan geniş bant şeklinde kuşak.

·       Kuskunu Düşük =Deyim olarak anlamı rüküş veya salaş giyinmiş anlamındadır.

·       şker= Ayakkabı tamircisi

·       gadanı aliim=günahların benim olsun

·       nahal geldin=ne zaman geldin...

·       laylon= traktör römorku

·       anarya= “geri” anlamına geliyor.

·       vırrığı yelli = aklı bir karış havada

·       tike = kuşbaşı et

·       cibindirik = cibinlik

·       gulle = bilye, bilya, misket

·       manık = kedi yavrusu

·       gındırık = aralık, az açık, küçük boşluk

·       Balcan: Patlıcan

·       Böğün: Bugün

·       Demikten: Demin, biraz önce

·       Sinemiya: Sinemaya

·       Hammetmek: İyi yapmış olmak, dinleyenin hoşuna giden bir şey yapmış olmak

·       Dışlığı gelmek: Yapılan bir şeyin yapanın hoşuna gitmesi

·       Gıvrışık (Yol için): Dolambaçlı

·       Ganalın çenesi: Kanalın karşı tarafı

·       Bicibici: muhallebi benzeri bir tatlı, üzerine rendelenmiş buz ve gülsuyu ile servis edilir.

·       Karsambaç : Bicibici nin sadece buz ile olanı.

·       Haşlama (veya aşlama) : Meyan kökünden yapılan bir içecek. Haşlamacıların özel kıyafeti ve pirinç olduğunu sandığım özel bir sırt bidonu bulunurdu ve metal bardaklar ile bir tür müzik yaparlardı.

·       Deblek: Darbuka, Dümbelek

·       Kiriştek: Topaç

·       Feriştah: En üstün, en iyi

·       Döölet: Devlet

·       Gayfe: kahve

·       Cuvara: Sigara

·       Culuk: Hindi

·       Dezze: Teyze

·       Bibi: Hala

·       Tiyare: tayyare, uçak

·       Cenderme: Jandarma

·       Gaplık: Mutfak rafı

·       Zabah: Sabah

·       İramazan: Ramazan

·       İremzi: Remzi

·       Hössün: Hüseyin

·       Pontil: Pantolon

·       Kenef: Tuvalet

·       Çomça: Kepçe

·       Gıylı: Ağzı geniş testere

·       Köynek: Gömlek

·       Idara: İdare binası

·       Petelek: Patates

·       Patetis: Patates

·       Gıyı : Sınır

·       Cahal: Cahil

·       Aşşa: Aşağı

·       Bayak: Az önce

·       Pambık: Pamuk

·       Baldırcan: Patlıcan

·       Eşgere: Aşikâre, açıkça

·       Gamıyon: Kamyon

·       Motur: Traktör

·       Gelek-gidek-inek-binek: Gidelim-gelelim-inelim-binelim

·       Ellof çekmek: Nara atmak

·       Allahına mı? : Hayret ifadesi olarak sahi mi?

·       Makine: Tabanca

·       Dellenmek: Deliye dönmek

·       Köten: Pulluk

·       Büllük: Çocuk pipisi

·       Deke: Teke, erkek keçi

·       Boğanak: Yoğun yağmur

·       İbabel: Deli, tuhaf hareketleri olan.

·       Gancık: Dişi

·       Metel: Masal

·       Ak pakla: Kuru fasulye

·       Boyalalı pakla: Barbunya

·       Küncü: Susam

·       Sekmek: Kirizma

·       Hezen: Mertek

·       Bıllık: Dana

·       Taka: Pencere

·       Urba: Elbise

·       Elam: Galiba

·       Çamdır: kırma, melez

·       Keykinmek: sürtünmek

·       Hoşşik: Yalaka, yağcı

·       Pelpir: Yabani üzüm

·       Cübür: Toz, posa

·       Eftik etmek: Atıştırmak

·       Paça çemirlemek: Paça sıvamak

·       Gelebicin: Yayın balığı

·       Kendir: halat

·       Telis: çuval

·       Siftinmek: sırnaşmak

·       Mabal: Günah

·       Mabalını almak: günahını almak

·       Mitil atmak: bir yere yerleşmek

·       İt ayağı yemek: çok gezip dolaşmak

·       Alımını almak: layığını bulmak, açıkta kalıp üşümek

·       Başını bağrını yesin: Lanet olsun, kahretsin

·       Susası gelmek: Susamak

·       Umsuluk olmak: Umduğunu elde edememek

·       Cılkı çıkmak: Bir işin iyice bozulması, abartmak

·       Sıtkı sıyrılmak: Birine karşı güvenini yitirmek

·       Gert gert gezmek: Kabadayıca gezmek

·       Gırkım atmak: Düğünde hediye olarak para atmak

·       Hışı çıkmak: çok yorulmak, bitkin düşmek

·       Öllüyün körü: canın cehenneme, yok daha neler

·       Allüş çekmek: çok sevince nara atmak

·       Burnuna komamak: değer vermemek

·       Araya gitmek: Ziyan olmak

·       Ziv ziv dolaşmak: boş boş amaçsız gezmek

·       Ford atmak: hava atmak

·       Gadasını almak: birinin günahını almak

·       Malıyla malamat olmak: parasıyla rezil olmak

·       Dalabı olmak: bir şeyin bağımlısı olmak

·       Dışlık vermemek: rahatsız, huzursuz etmek

·       Gani garran olmak: bolluk içinde kalmak

·       Kırık tutmak: evli birinin dost tutması

·       Mahana etmek: bahane etmek

·       Mavra yapmak: palavra atarak gevezelik yapmak

·       Kırfacana vermek: saldırmak, ortalığı dağıtmak

·       Cımcılık olmak: baştan aşağı ıslanmak

·       Zortluk olmak: dalga geçilecek duruma düşmek

·       Denk: Yük

·       Demitten: biraz önce, demin

·       Mavra: palavra

·       Fallik: Fingirdek, hafif meşrep

·       Tummak: suya dalmak, yıkanmak

·       Antiriş: uyduruk

·       Lavgar: çok konuşan, geveze

·       Darı: mısır

·       Mahluta: mercimek çorbası

·       Kerana: genel ev

·       Tuturuk: çok ekşi

·       Eşki: ekşi

·       Kavsara: ağaçtan yapılmış kasa

·       Sasımak: kokmak, bozulmak

·       Zıypmak: kayarak düşmek

·       Seme: uyuşuk, beceriksiz

·       Andelüp: acaip, şaşkın

·       Mahzere: tahin imalathanesi

·       Haral: büyük çuval

·       Bolamadı: genişçe, şöyle rahatça

·       Cerre: kulpsuz toprak testi

·       Tosbağa: kaplumbağa

·       Deyha: işte orada

·       Ganel: su kanalı

·       Zaar: galiba, sanırım

·       Icık: biraz

·       Ötegeçe: karşı taraf

·       Debbe: büyükçe bidon

·       Düneen: dün

·       Dene: tane

·       Sokum: dürüm

·       Sırt: elbise

·       Siptilli: sebze pazarı

·       Manık: kedi yavrusu

·       Seyip: başıboz

·       Urup: çeyrek, dörte bir

·       İrişkin: et sucuğu

·       Kallavi: Büyük

·       Tapan: Tarlaya atılan tohumu örtmek için gezdirilen, ağaçtan geniş araç, sürgü

·       Cillop: Parlak, pırıl pırıl

·       Cilte: Semer ipi, Semere yük vurmak için kullanılan ucu çatallı sopa

·       Becik: Buzağı, Çam kozalağı