Çeşme sosyal demokrasi cephesinde, var olma ve gelişme
sürecinde emeği geçen bir dostumuzu, Yaşar Karaoğlu’nu kaybettik. Bu vesile ile
ailesine, yakınlarına ve sevenlerine sabırlar ve baş sağlığı diler, merhumunda
yattığı yerin nurlar içinde olmasını niyaz ederim.
Cenazesine kalabalık bir cemaat katıldı ve Çeşme’de bu
vesile ile de bir ilk yaşandı… Bu kadar cenaze törenine katıldım ancak ilk
defa, cenazeye katılanların, cenaze namazını kıldıran hocadan ve verdiği
vaazdan şikâyetçi olduğunu, hatta yer yer homurdanmaların ve hatta saflardan
ayrılmaların olduğunu gördüm… Evet, bu bir ilkti, Çeşme’de ve cemaat açısından
biraz da ağır geçen bir ilk’ti… Cenaze namazının artık merhum ile son buluşma
noktası olması hasebiyle, adetler gereği cenazeye katılanlar ile merhumun
helalleşme faslı ise, hiçte Çeşmelilerin alıştığı biçimde gelişmemiştir.
Bilindiği üzere cenaze namazını kıldıran hoca, “Hak ve hakkınızı helal ediyor musunuz?” sorusunu sorar, cemaatte “Hak ve hakkınızı helal ediyor musunuz?” sorusuna hep “helal olsun” diye cevap verir ve bu
fasıl 3 kez tekrarlanırdı. Bu biçimi ile verilen ve bugüne kadar kimseyi hiçte
rahatsız etmeyen ve kimsenin de rahatsız olmadığı cevap “helal olsun” iken, şimdi bir anda yeni müftü tarafından cemaate adeta
ayar verilerek “Allah rahmet eylesin”e dönüştürüldü… Peki, soru; “Hak ve hakkınızı helal ediyor musunuz?” ise,
cevap nasıl böyle olur diye insanlar soruyor… Eski köye yeni adet…
Diğer taraftan cenazenin kendisi ile pek ilgisi olmayan,
bunun dışında da edilecek her kelamın gereksiz hatta yersiz olacağı açıkken
bile, hatta yakınlarını kaybeden insanların acılarının tazecik olduğu sırada,
normalde, en azından kendi irfanı çerçevesinde, çokta akli ve mantıklı gelen
izahat ve vaazların, anlamsızlaşması ne yazık ki yaşandı. Yakınımızdaki bazı
insanların, “Yahu bunlar başka yerlerde konuşmuyorlar mı acaba? Yahu bunlar
sadece kendilerinin mi bu işleri iyi bildiklerini mi zannediyorlar? Yoksa bu
muhteremler, başkalarının acılarına saygı mı beslemeyip, orayı da bir propaganda
meydanı mı zannediyorlar? Yoksa bunlar başkasının alışkanlıklarına,
itikatlarına, itikatlarının şekillendirmelerine izin vermeyen bir kafadan mı
geliyorlar? İnsanlar orada acılarını yaşıyorlar, onlar kalkıyor “o öyle olmaz”
ya da “bu böyle olmaz”, bırakın kardeşim kıldır namazını, ettir duanı kalk git
değil mi? Hayır konuşacak, anlatacak, hem de bıktırana kadar… Acına mı
yanarsın, adamın konuyu uzatıp “Cuma hutbesine” dönüştürüp, insanların
homurdanmaya başlamasına mı, bilemedik gayri…” gibi sözler etmesine tanık oldum…
Bu kabil yaklaşımların yeniden gözden geçirilmesi konusunda gerekli uyarıların
yapılacağına inanıyor ve eski köye yeni adet taşınmasının önüne geçilecektir
diye de umuyorum. Hatta yeni müftünün; helalleşme faslını olabildiğince ve
gereksiz uzatması üzerine, 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün Lozan görüşmeleri
sırasında, bezdirebilmek için, Winston Churchil’in yaklaşık 2 saat hiç susmadan
konuşması üzerine “sn. Churchill bildiğiniz üzere ben çok ağır işitiyorum, bu
anlattıklarınızı anlayamadım bir kez daha tekrarlar mısınız?” sözünden
esinlenip, müftüye aynı şekilde seslenmeyi bile düşünen birinin varlığına tanık
oldum… Ancak Müftünün yaşının gençliği, dimağının tazeliği ile “zaman, mekân ve teknik terakki”
analizini kısa sürede yapacağına inancımız var olup, cemaat ile anlamsız
gerginliklerin yaşanmasına yer verilmeyeceğini umuyoruz.
Hatırlanacağı üzere; Fenerbahçe spor kulübü eski
başkanlarından Ali Şen'in trafik
kazasında hayatını kaybeden 17 yaşındaki torunu Alp Ali Şen'in cenazesinde
defin sırasında yaşanan nahoş bir olay yaşanmıştır. Ali Şen torununun
cenazesinde, defin sonrası imamın vaazı, “Fatih Sultan Sümbülü Sinan Seyit
Merkez Efendi kibarı evliyaullah Anadoluyu bizlere yurt yapan Malazgirt
fatihlerinin” deyip başlayan ama bir türlü bitmeyen, hazır bu kadar dinleyiciyi
de bulmuşum bakın ne kadar çok şey biliyor ve ardı ardına hepsini
sıralayabiliyorum edasıyla devam etmesine, sinirlenen hadi dayanamayan diyelim,
“Masalı kes” diye bağırarak, imamı
kısa kesmesi konusunda uyarmıştı. Büyük ve tarifsiz acılar yaşarken, birisinin
kalkıp normal zamanlarda en azından kendi aralarındaki sohbetlerde, çok anlamlı
ve mantıklı olan sözler ediyor olsa bile, katlanmak kolay olmasa gerek… Ezbere dayanan
kelamların, her yerde geçerliliği varsayılan yaklaşımların, cenazeye
katılanların ruh hallerini göz önünde tutmayan, ama ne yazık ki ayar verme gibi
algılanmasının önüne de geçilemeyen sözler ederek, sabırların ve aklın fazlaca
zorlanmaması gerekir herhalde…
Ne demişti, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, dönemin
başbakan’ının İzmir’i “gâvur İzmir” ilan etmesini müteakip, “İzmir’in irfanı
eksik, İzmir dindarlığının irfan geleneğine ihtiyacı var” diyerek “atayacağımız
Müftülerle bu irfan eksikliğini gidereceğiz.” gibi bir beyanatta bulunmuş idi… Sonra
bu lafın siyasi sonuçları olmaya başlayınca da, çevir kazı yanmasın kabilinden,
“İzmir gibi çok kültürlü, çok boyutlu ilgi, bilgi ve duyarlılık eksenlerine
sahip müstesna bir şehirde bu çeşitliliği kuşatacak yegâne dilin irfani bir
perspektif olacağını” vurgulayarak, bir değişiklik yaptığı görüntüsü altında
ama aslında görüşten hiçbir sapma olmadığının altını çizmişti.
Bu yaşananlar bu yaklaşımın bir sonucu değildir diye
düşünmek istiyoruz, ama yaşananlar ne yazık ki bizim istediğimiz gibi olmuyor… Cenaze
törenini takip eden gün, Çeşme sokaklarında neredeyse herkes bu konudaki,
eleştiri ve olumsuz görüşlerini paylaştı birbirleriyle, görebildiğim kadarıyla…
Her şeye rağmen, her şeye ve her düşünceye sonuna kadar saygılı, ölçülü ve eşit
mesafedeyiz ve de olmaya devam da edeceğiz… Sevgili dostumuz, Yaşar Karaoğlu
için bir kez daha, varsa bir hakkımız “helal
olsun, helal olsun, helal olsun”…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder