Pazar, Ocak 25, 2015

SERGEY PASSAD


Moskova’nın yaklaşık 75 km. kuzeydoğusunda yer alan ve Moskova’nın banliyösü olan, XIV. Yüzyıldan beri Rus Ortodoksları tarafından “Haç mekanı” olarak ziyaret edilen, Sergey Lavra Manastırının yüksek ve kalın duvarları içerisinde yer alan; Trinity Katedrali, St.Sergius Kilisesi ve Assumption Katedrali başta olmak üzere, daha birçok kilise ve şapeller bulunmaktadır. Özellikle “Assumption Katedrali” tüm benzer Rus kiliselerinde görülen mavi ve altın renklerle bezenmiş muhteşem soğan benzeri kubbeleri ile öne çıkar. Sovyetler Birliğinin kurulması ile faaliyetlerine son verilen manastır, II. Dünya savaşı sonrası yeniden kısmen de olsa faaliyetlerine izin verilmiş ve günümüzde ise UNESCO tarafından dünya mirası listesine ve dolayısıyla korumaya alınan bu dini merkez, halen yaklaşık 300 civarında rahip ve 1000 den fazla çalışanı ile Rus Ortodoksları için bir çekim merkezi haline dönüşmüştür. Bu haliyle de SERGEY PASSAD, başta hacı olmak isteyen Ortodokslar olmak üzere, onbinlerce turistinde önemli bir destinasyonu haline gelmiş durumdadır. Sovyetler döneminde adı “Zagorks” olarak bilinmekte olan Sergey Passad, 100.000 i aşkın nüfusu ile bir taraftan bir sanayi merkezi olmanın yanında, diğer taraftan Rus Ortodokslarının, Vatikan ile, tıpkı Rum Ortodokslarının iddiasına benzer şekilde “ekümeniklik” iddia ve çekişmesini de sürdürmekte olan çok ciddi bir dini külliye merkezdir.

St Sergius kilisesindeki Rus Ortodoks dini mimari tasarımının göz kamaştıran ihtişamı yanında, Trinity Katedrali, Kuyudaki Şapel ve Kutsal Ruh Kilisesi başta olmak üzere bol miktarda kilise ve şapellerinin ziyareti yanında, Assumption Katedra’inin göz alıcı, beyaz duvarları ile altın ve mavi renkli yıldız soğan kubbelerine hayran kalınmaktadır. Hıristiyanlığın temel inancı olan, “baba, oğul ve kutsal ruh” üçlemesine ithafen “Trinity Katedrali” adı verilen kilise ise; önceleri, Sergey Larva tarafından inzivaya çekildiği bu bölgede mürit ve takipçileri ile birlikte kurdukları bir “ahşap” bir ibadethane olmuştur. Lavra’nın ölümünü takiben, Tatarlar tarafından bir saldırıda yerle bir edilmiş olup, bilahare de, Lavra’nın azizlik mertebesine yükseltildiği dönemde yeniden inşa edilmiş ve bugünkü halini almıştır. Eğimli dış duvarları, altın kubbesi ile Rus kilise mimarisinin nadide örneklerinden sayılan bu yapı, diğer kiliselere ilham kaynağı teşkil etmesi yanında, gerek Aziz Sergey, gerekse de halefinin mezarlarını da bulundurması açısından da bir başka önem taşımaktadır. Katedral de gerek mezkûr azizlerin, kutsal emanetleri kapsamında bol miktarda sergilenen değerli eşyanın yanında, gümüşten yapılmış türbesiyle ve Andrei Rublev’in “ikonostasis”ini de barındırmaktadır.

Dünyadaki pek çok “Ruhani yapı ve külliyeler” içinde mutlaka “kutsal su” bulunan bir bölüm bulunur bilindiği üzere ve insanoğlunu günahlarından arındırdığına, hastalıkları iyileştirdiğine, büyü ve beddua gibi zararlı güç ve etkilerden koruduğuna, zararlı güçlerin etkisini azalttığına, insana din ve iman kazandırdığına canı gönülden inanılan ve de genellikle bir efsaneye dayanarak kutsiyet affedilen, su, buralarda gerek bedeli mukabili gerekse de bedelsiz olarak talep edenlere dağıtılır. Bilindiği üzere Müslümanlar için “Zemzem Suyu” kutsal iken, Katolikler için Selçuk “Meryem Ana” manastırındaki su kutsaldır ve Rus Ortodoksları içinde Mezkur kompleks içindeki kapalı mekanda bir haç üstüne monte edilmiş 2 adet çeşmeden akan su çok kutsaldır ve bu mekanlara ziyaret için ya da hac için gelen herkesin mutlaka aldığı da aşikardır.

Bugünlerde; her gün sabah saat 08:00 ile öğleden sonra 18:00 saatleri arasında ziyarete açık olan bu dini kompleks, hafta sonları dini ayinler dolayısıyla kapalı olması dışında görülebilir. Bu Ruhani merkez içinde dolaşırken etrafınızda bir taraftan bol miktarda, malum sakalları ve giysileri ile dua ederken ya da dolaşırken görebileceğiniz papazlar varken, diğer taraftan da etrafınızda inançlı Ortodoksların mum yakarak dua ettiklerini ve kutsal emanetleri öptüklerini görebilirsiniz. Yine merkez içinde bulunan “müze” pazartesileri hariç, hergün açık olup, içindeki muhteşem ikon koleksiyonu ile kraliyet portre koleksiyonu ilgi ile izlenebilir durumdadır. Moskova turuna katılmış herkese ve özellikle de zamanı varsa mutlaka ziyaret edilip görülmesi gereken bir ruhani merkez olarak tavsiye edilen bir yerdir, Sergey Passad. Kalınan otelden düzenlenen günlük turlara katılmanın mümkün olabileceği gibi, vakit dar ve grup ile gezme sevilmiyor ya da tercih edilmiyorsa, özel araç kiralayıp gitme şansıda var, ancak Moskova Metrosu biliniyorsa, en güzeli ama zoru ve yorucusu da “Komsomolskaya” Metro durağından, Yaroslav Tren İstasyonuna çıkarak demiryolu ile bu tur tamamlanabilir, ancak tren saatleri konusunda önceden bilgi edinilmesi şartıyla, ayrıca bilinmelidir ki, Rusya’da  trenler verilen kalkış ve varış programlarına sıkı sıkıya uyarlar.

Pazar, Ocak 18, 2015

TULA ŞEHRİ

Moskova’nın yaklaşık 200 km. güneyinde yer alan, müzeleri ve birçok tarihi eseri bulunan, Tula Şehrine yolumuz düştü… 500.000 nüfuslu bir kentte, aslında olması gereken kadar, küçüklü büyüklü onlarca müze bulunmakta olup her birisi kentin tarihi, kültürel ve ekonomik değerlerini yansıtmaktadır. Başta büyük yazar Lev Tolstoy’un müzeye dönüştürülmüş çiftliği Yasnaya Polyana olmak üzere; Şehir kalesi “Kremlin”, silah, semaver, pryanik denen bir çeşit pekmezli kek ya da zencefilli kek, akordiyon, savaş temalı açıkhava tarihi müzeleri bulunmaktadır.

Lev Tolstoy’un müzeye dönüştürülmüş çiftliği; Rus edebiyatının dev eserlerinden, “Savaş ve Barış” ile “Anna Karanina”yı yazdığı yer olarak tarihe geçmiş bulunmakta olup, hali hazırda yazarın mezarının da bulunduğu bu çiftlik, döneminde Rus aydınları için bir çekim merkezi olmuş, ünlü ressamlar, yazarlar, müzisyenler, besteciler, feylesoflar için zaman içinde uğrak merkezine dönüşmüştür. Ünlü yazarın doğduğu ve 60 yılını kitaplar yazarak, dergiler çıkararak, tarım yaparak geçirdiği şehir merkezinden yaklaşık 15 km. uzakta olan bu topraklar, şimdilerde de yerli ve yabancı turist akınına uğramaktadır. Diğer taraftan, semaverleri ile de ünlü kentin, semaver fabrikası kurucu ortaklarından birisidir aynı zamanda Lev Tolstoy…

Kuruluş yılı Moskova ile hemen hemen aynı olan Tula, Rusya tarihinin her döneminde büyük bir rol üstlenmişliği ile bilinir, Moskova’ya ulaşım yolu üzerinde son direniş noktası olarak ta, hep tarihteki yerini almış olarak bilinmektedir. Bu direnişin, yani, Moskova’nın düşmesine engel olunuşun tarihteki en şanlıları, Tatar işgal orduları ile Adolf Hitler yönetimindeki işgalci Nazi Almanya’sının Sovyetler Birliğini işgal planları çerçevesinde, tank savaşı üzerine geliştirdiği yıldırım savaşı taktikleri ile meşhur General Heinz Guderian’ın panzer birliklerine, karşı verilen savaşlardır. Sonuç itibari ile Nazi Almanya’sına karşı Sovyet direnişinin sembolü olan bu savaş ile 2.paylaşım savaşının belki de kaderi değişmiş oldu. Tula aynı zamanda, benzerleri içerisinde sayılan en eski Kremlin’e sahiptir, bilindiği üzere İtalyan mimarlar tarafından gerçekleştirilen Moskova’daki Kremlinden hemen sonra inşa edilmiş, bugün hala tüm görkemi ile ziyaretçilerine kapılarını açmış vaziyettedir. Kremlin içinde bulunan ve 1764 tarihinde inşa edildiği bilgisi verilen, 5 kubbeli katedral ise tüm şirinliği ve güzelliği ile ziyaretçilerine kapılarını açmış vaziyettedir.

Moskova ile 1867 yılından beri demiryolu ile birbirine bağlı olan, ağır sanayi ve el sanatları konusunda bir hayli gelişmiş olmakla birlikte, şehirde 5 adet üniversite ve enstitü bulunmakta olup adeta bu haliyle de tam bir öğrenci kenti görünümündedir.

Tula, diğer taraftan, silah üretimi konusunda da bir hayli eski bir tarihe sahip görünmekte ve yazılı kayıtlara göre 1724 yılından itibaren dönemin imparatoru tarafından, Rus ordusu için tüfek yapımına başlanılmış ve zaman içinde silah üretimin merkezi konumuna yükselmiş ve bugün hala fabrikada üretime devam edilmektedir. Tula Kremlin’i içerisinde, yaklaşık 10.000 eserden oluşan bir silah koleksiyonu müzesi bulunmaktadır. Sergilenen silah koleksiyonu, Osmanlı İmparatorluğundan başlayan, Hintlileri, Japonları, Arapları, İranlıları ve Kafkasyalıları da içine alan, çok geniş ok, kılıç, kalkan, balta ve gürz gibi akla gelen ve geçen yüzyıllara ait her türlü silahı barındıran 1. kat ve 20. yüzyılın modern teknolojisi ile üretilen her türlü silah, mühimmat, füze vs. gibi silahların 2. katta sergilendiği, son derece modern ve iyi dizayn edilmiş bir müze görüntüsü vermektedir. Hele dünya çapında en çok kopya edilen silah olan, Kalaşnikof bölümü ise en fazla zamanın ayrıldığı bölüm olarak görünmektedir, öyle ki mezkûr bölüme gelince ne yazık ki sizden önceki gruba verilen bilgi sunma hizmetinin bitmesi için bir hayli beklemek durumunda kalınmaktadır.

Semaver müzesine de ev sahipliği yapan Tula; bu anlamda Rus halkının günlük yaşamının önemli bir parçası olan çay içme ritüelinin boyutlarını yansıtması açısından da, göz kamaştırmaktadır. Mezkûr müzeye adım attığınız anda, anlıyorsunuz ki, semaver, bu insanlar için sadece bir su kaynatma ve çay demleme aracı olmaktan daha fazla mana taşımaktadır. Üretiminin yaklaşık 300 yıl önce başladığı ve ilk semaver fabrikası kurucu ortakları arasında yer alan Lev Tolstoy’un olduğu da düşünülürse, önemi haliyle artıyor müzenin. Sosyal iletişimin, hoş sohbetlerin bir aracı da olan, çay içmenin, hazırlandığı semaver Rusya’da her zaman önemsenmiştir. Müzede bulunan çok değişik semaverlerin her birisi neredeyse birer sanat eseri gibi sergilenmekte ve gerek gövdeler, gerek muslukları ve gerekse de kolları ve ayakları dikkate şayandır.

Tula adı ile birlikte anılan ve Pryanik denen pekmezli ya da zencefilli kek, oldukça meşhur olup ballı, üzümlü ve yemişli çeşitleri de bulunmakta olup önemine binaen de adına bir müze düzenlenmiştir. Yazılı kayıtlarda ilk defa 1685 yılında yer aldığı anlaşılan bu ünlü kekler, her türlü kutlama masasında mutlaka yer almaktaymış ve zengin fakir ayrımı yapılmaksızın herkesin masalarını süslermiş… Adına, yakınlarda bir de önemli bir bronz anıtın yapıldığını öğrendik.

Diğer taraftan, yine Tula adıyla özdeşleşmiş bulunan armonika üretiminin de merkezi olup armonika temalı bir de müzesi bulunmaktadır. Üretimine 19. yüzyılda başlandığı anlaşılan bu enstrümanlar, önemli bir ihraç kalemi oluşturmaktadır, anlayabildiğimiz kadarıyla…

Tula, daha anlatılacak bir sürü eser, kültürel-tarihi mekân ve olaya sahip ancak, yazımızın da bir sınırı var, devamı ileride olur umarım…