Pazar, Temmuz 22, 2012

SÜLEYMANNAME KÜLLİYATI Bölüm 7 "Dün dündür bugün bugün"

İçimizdeki Amerikalıların en önemli temsilcisi olan pek muhterem ve muhteşem zat; necip Türk milletinin hafızasının kısalığını en iyi ve tam anlamıyla çözmüş politikacılarımızdan olup, yer yer bu durum tespitini yapmış olmanın gururu ile karşımıza geçerek dalga moduna vardırmıştı yaklaşımını, kendisine ve her koşulda siyasal ve ekonomik nemalandırdığı takipçilerine bir şey olmadığı sürece memleket yanmış umurunda olmayan, vurdumduymazlığın ordinaryüsü olmayı becermiştir. Gelişmeler karşısında gerdan kırarak yaptığı ve sığ felsefe hocaları tarafından önemsenen durumunu, binanaleyn diyerek necip milletimizi uyutup, “kuşa bak” derken de yandaşlarının kasalarını gırtlağına kadar doldurmasını, hayret ve ibretle izlemişimdir hep. 
Canım yurdumun insanının balık hafızası durumunu tam anlam ve detayları ile tespit edip çözmüş ve yakınları tarafından içinden çıktığı Necip Milletimize ne kadar benzediğinin izafesi ve nişanesi ve tam anlamıyla ironik olarak “çoban” lakabıyla anılmış, Canım Yurdumun çıkılabilecek en yüksek yönetimsel mevki ve makamı olarak Cumhurbaşkanlığına kadar ulaşmış, muhterem ve muhteşem bu zat belki de bizleri hedef alarak “ne kadar da kısa hafızalısınız, daha dün olanları bile hatırlayamazsınız siz kardeşim” kabilinden olmak üzere, seçim meydanlarında her türlü sözü verip seçilince de, sözü yerine getirmeyeceğinin en geniş anlamıyla yüzümüze vurulmasının ifadesi olarak siyaset felsefesine girmiş “dün dündür, bugün bugündür” sözünü sarf etmiştir, şimdiler de de bizler telifsiz ve sınırsız kullanmaktayız. 
Her türlü sorumsuzluğu meşrulaştırmayı hedefleyerek söylenen, dün söylenen hiçbir şeyden sorumluluk hissedilmemesi gerektiğinin kafalara çakılarak, zırt pırt fikir ve karar değiştirmenin önemsenmesi gereken bir şey olduğunun tespitini paradigma haline getiren, insanı, insanları ve insanlığı inançsızlık, güvensizlik ortamına iten bu söz olsa olsa bu muhterem ve muhteşem zat tarafından söylenebilirdi. Aslında, günümüzde de “kurtlar vadisi” dizisinden fırlamış gibi duran bu söz, gerisine çok fazla kafa yormadan sadece ve düz olarak algılanırsa, bizimle dalga geçilmiş gibi dursa da, yine muhterem ve muhteşem zatın siyaset felsefesine kazandırdığı ve siyasetçilerin sıkıştıkça ve de özellikle “dar ül harp” yorumu ile nitelendirdikleri alanlarda başvurabileceği bir söz olarak düşünülebilir. Ancak, bu sözün direk takipçileri ve red ediyor gibi görünen endirek takipçilerine kalan miras; seçimlerde projelerimiz ve yapacaklarımız diyerek, binlerce laf edeceksiniz söz vereceksiniz, hatta iktidara gelince 100 gün içinde ekonomiyi düze çıkaracağım bu sözümün altını çizin deyip, iktidar sonrası daha kötü bir tablo yarattınız iddiasına verdiğiniz cevapta altını çizdiğiniz söz hatırlatılınca, şimdi de üstünü çizin diyeceksiniz, hiçbir sözün takipçisi olmayacaksınız, canım yurdumun insanının psikolojisini bozup, olan kötü olaylar karşısında da aynı insanları “meczup” diye nitelendirilmeme olsaydı eğer ne haliniz varsa görün diyecektik ama kazın ayağı öyle değil işte. Bu söz zamanla, verdiysem ben verdime size ne oluyora, bir parlamento dönemimde 5 parti değiştirmeye, dövizde kur garantisi verip sonra ekonomik kriz oldu ne yapalım deyip devlet ciddiyetini yok etmeye varıyorsa, Canım Yurdum insanının psikolojisi kaçınılmaz olarak bozuluyor, kişiliksiz ve daha kolay yönetilir hale gelmesi de maalesef gerçekleşiyor.
Aslında, canım yurdumda taaa eskiden beri böyle iken şimdilerde tüm dünya da da bunun böyle olduğunu üzülerek gördüğümüz, bu sözün tekabül ettiği ilkesizlik, kıvırtmacılık, her ne kadar yukarıda belirtilen günlük pespaye izahlara binaen edilmiş olursa olsun ama derinlemesine bakıldığında ise tam tersine batıya öykünme modeli ve bu modelle de kapitalistleşme çabalarının, sermayeye neyi, ne kadar, ne zaman, nasıl uygun görüyorsanız öyle yapın demenin bir çeşidi olmanın ötesine geçememiştir, daha tehlikelisi ise yarından bakınca bugünde dün olacak ve hayat böyle devam edecek, eşitler ve daha eşitler arasında uçurum her anlamda açılmaya devam edecektir.
Bakmayın sözün pek sahiplenmiyor gibi olduğuna, başbakan dahi bu sözün sıkı takipçisidir, yeni transfer Numan Kurtulmuş’ta benzer imalar ve tavırlar içerisindedir, çünkü muktedirler için çok önemli bir çıkış ve kaçış yaratmaktadır, bugün yenilen her türlü herze için dün söylenilenler önünüze çıkarılırsa hemen kolaylıkla sarılıp, soruyu kündeye getirebileceğiniz bir şansı tanıyor.
İşte kendisinden uzun yıllar nemalanan ve nemalanmanın devamını bekleyen çevrelerce kendisini sürekli kılabilmenin yolu bu olduğu için adı “Bir bilen” e çıkan muhteşem ve muhterem zatın tüm bildiği; ABD de aldığı diksiyon, düzgün konuşma ve hızlı okuma kursları adı altında ve iktidarı kendisine teslim edenler tarafından kulağına sufle edilen günün önemli konularıymış gibi olanları, canım yurdumun insanına  “kuşa bak” taktiği ile yutturmadır. Yoksa ABD de gördüğü öğretimin ve eğitimin başarıları çok sınırlıdır ve ancak mikroskopla fark edilebilmektedir, tabii ki anlayana, yoksa kendisini yüzlerce sıfat ile taltif edenlere söylenecek fazlaca bir şey yoktur. İspat mı isteniyor, dün verilen görev gereği "İmam-hatipler, imam yetiştirsin diye açılmayacak, Dinini bilen doktorlar, avukatlar, mühendisler yetiştirmek için açılacak" derken, bugün yine kendisine verilen görevin gereği olarak “Türbanlılar Suudi Arabistan’a gitsin” diyebilmektedir pişkinlikle, işte size dün ile bugünün görev gereği edilen kelamları.

Pazartesi, Temmuz 16, 2012

LEYLA KABASAKAL CİCİM

Leyla Kabasakal; hayatının her evresinde gözlemlediğim haliyle, herkesin sevdiği hürmet ve saygı gösterdiği bir bilge Cumhuriyet kadını olmayı, hayata her şeye rağmen pozitif bakmayı becerebilmiş, geleceğe umutla bakmış, etrafındakilerin de bakabilmesi için çaba göstermiş, telkin de bulunmuş, etrafında bulunan herkese etrafında bulunmanın güvenini hissettirmiş müthiş ve tarif zor bir büyüğümüzdü, aramızdan ayrılışının yıldönümüne yakın bu günlerde kendisini büyük bir özlemle yâd ediyor olmanın, hayatımdaki önemli evrelerdeki kararlarda etkili olmuş olması hasebiyle bir kez daha gururunu yaşamaktayım.  Hayatım da çok önemsediğim ve sevdiğim Anneannem kadar önemli olan “Cicim” tahsil hayatımda çok önemli bir dönemeç oluşturan, yakın çevremde sözü dahi edilmeyen kolej de lise öğretimi görmenin önemi telkinini babama ve anneme yapması neticesi hayatımda bir dolu değişikliğin ve de farklılığın kapısını açmıştır, her konuda kendisine büyük minnet duymama rağmen sırf bu konu için bile minnettarlığımın boyutu tarifsizdir.

Şimdiki gibi internet, kütüphane ya da evlerde ansiklopedi yok, varsa da birkaç ailenin evinde var, biz çocuklar için bir şey mi sorulacak derhal Leyla Kabasakal’ın evine gidilir ve soru yöneltilir, yahu bir de bir şeyi bilme değil mi ha mübarek, nerde o her şeyi bilirdi hem de iyi bilirdi bizim gözümüzde, bildiklerini hayatı boyunca hep aynı cümlelerle ve aynı sadelikte de aktarmayı sürdürdü, hiç yanılsamadan.

Bana anlattığı yaşanmış hayat öyküleri, cumhuriyetin ilk yıllarının sancılı günlerinin güzel anıları ve masallar yetmemiş gibi çocuklarıma da aynı şeyleri büyük bir özen ve titizlikle anlattı, özellikle de Atatürk sevgisini yılmadan anlattı, bizlere ve herkese, çevremizde kendisinden bu anlamda etkilenmiş ben dâhil yüzlerce hatta binlerce insan olduğunu bilirim.

İzmir’deki eve çocukların gerek okul gerekse de iş hayatlarına katkıda bulunmak için sürekli gider oradaki işleri ayarlar gelir, narenciye bahçesindeki “damaki” ye oradaki ihtiyaçların giderilmesi için bakılır, yaz ayları büyük ölçüde tabii ki benim bilebildiğim ilk yıllarda Ilıca’daki eve gidilir orada tarla bahçe işleri yürütülür, tabii ki evlerin merkezini Çeşme Bağarası’ndaki tarihi ev oluşturmakta idi ki bu evi alt katını oluşturan depolar benim için birer kütüphane havası oluştururdu, eski dergiler gazeteler, ders ve hikâye kitapları bulmak mümkündü yığılı eşyaların arasındaki eski valiz ve kasalarda. Sürekli yer değiştirmeye dayalı olması ne güzel bir hayat görünürdü bana, ama bu kadar eve paylaşılmış bir emek ve dikkat Cicim’de nasıl bir duygu, yorgunluk oluştururdu bunu anlamak olanaksızdı, yüzünden konuşmasından ve davranışlarından, işte böyle dirayetli Cumhuriyet kızı ve kadını idi, hatta o kadar ki oğlu Osman Kabasakal bile kendisini, Leyla Sayar diyerek saygı ağırlıklı korku içeren ifadelerle anar ve sözünü ederdi.

Ayrıca gerek kişisel tecrübeden gerekse de kendisinden öncekilerden aktarılanların dikkatli dinlenmesinin ışığında fahri doktor, eczacı ve hemşireliği ya da bu konularda danışılan insan olmayı da becermiştir kendisi, büyük oğlu Halim Kabasakal’ında kel olmaya yüz tutmuş durumuna ve özellikle de bende de gelecekte kel olma riskini ya da dirayetini görerek bizlere Defne ağacı yaprakları belli dönemlerde toplanır, kaynatılır ve kaynama suyu ile de kelliğe derman olmak üzere kafalar yıkanırdı, ancak sağlığında kelleşen kafamıza bakarak neden başarılı olamadığı konusunda hayıflanır dururdu. Merkez evi diye nitelendirdiğimiz evinin bahçesinde yetiştirdiği sinameki bitkisi tüm mahalle halkına soğuk algınlıkları ile mide bağırsak rahatsızlıklarında hizmet verirdi, bu bitkide toplanır hatırlayabildiğim kadarı ile limon ile kaynatılır içilirdi, yine hatırlayabildiğim kadarı ile en başarılı olduğu bölüm bu idi.

Kendisi “Cicim”, kocası Tevfik Kabasakal dedem, büyük oğlu Halim Kabasakal amcam, kızı Feride Kabasakal (Aras) ablam, küçük oğlu Osman Kabasakal abim oldu ve hala öyle olmaya devam ederler. Sonraları çok ta istediği ve hak ettiği hac farizasını yerine getirince de artık “Hacı Cici” makamına gözümde ve gönlümde terfi etmiştir. Hacılığı sadece kendisine ait yaşayan nadir hacılardan olup, Cumhuriyetin kadını olmayı asla ve kat’a terk etmemiştir, Atatürk ve Cumhuriyet sevgisini özellikle çocuklarıma anılarını anlatırken dışarıdan bir gözlemci olarak daha güzel ve özel hissetmişimdir.

İlkokul sıralarındayım hayata aritmetik yaklaşım gösterme kabiliyetine haiz gösteriyor olmama rağmen, bir türlü çarpım tablosunu (Kerat tablosunu) ezberleyemeyişim karşısında kendi evimde yaşanan kısa süreli gerginlik neticesinde derhal güvenli liman olarak gördüğüm Cicinin evinde soluk almış ve kendisi ve eşi (Dedem) tarafından gösterilen pedagojik yaklaşım ve de aslında sabırla karışık üstün hoşgörü neticesinde, şimdi ezberleme süresini hatırlamıyorum ama çok kısa süre sonra pencereden babama ezberlediğimi gösterince, babamın şaşkınlığı tariflenemez boyutta idi, belki de sırf bu yüzden babamın bundan sonraki tahsil hayatımda hiçbir sertliğine ve tersliğine rastlamadım. Eeee işte hayat öğretiyor da sen öğrenebilirsen hikâyesi.

Özellikle benim çevremde kolej mefhumunun hemen hemen hiç bilinmediği bir dönemde, telkinleri neticesinde ailem beni koleje göndermiş ve benim hayat çizgimde ciddi bir değişiklik ve farklılık yaratmış ve hiç tereddüt etmeden de velim olmayı üstlenmiş, karşılıksız bir şeylerin nasıl yapılabileceğinin bir örneğini daha göstermiştir.

Üniversite sınavım dâhil tüm sınavlara giderken bütün gece “pirinç okur” sabahın köründe de kendisine uğrayıp başarı dileklerini ve helalliğini almaya gittiğimde bana onları verir, hemen sınav öncesi bunları eksiksiz ve kendi tarif ettiği usul gereği yutmamı sıkı sıkıya tembih ederdi, bu çabaları boşa çıktı mı bilemem ama kendince beni başarılı bulur ve kendi tarifine uygun bulduğu başarımda da pay sahibi olduğunun bilinci ve etkisiyle de bir sonraki sınavlarda daha fazla gayret ve özen gösterdiğini bana hissettirirdi.

Bir de ilk defa kendisinden duyduğum sonraki yaşamımda ise sadece lügatlerde rastladığım bir kelime girmişti hayatıma “karakoncoloz”, büyüklerin çocukları korkutmak için kullandığı gerçek dışı bir yaratık, umacı, hayalet, canavar ya da çok çirkin kimse anlamında bir kelime idi. Kendisine yakıştırdığımız alaylı bir eğitimci olarak bugünden bakılınca belki de tek eksik diyebileceğimiz tarafı olarak görünse de bu hayalet, canavar ile korkutma, bizlerin şerrinden ve karıştırma merakından ancak böyle korunabilirdi doğrusu…

Bana böyle sahip çıktı işte, biz kendisine yeterince karşılığını verebildik mi bilmiyorum ama kendisine saygıda kusur etmeyerek telafi etmeye çalıştık bu fedakârlıkları, umarım karşılık bulmuştur.
“Cici” diye seslendiğimde etraftan tam kastımın ne olduğu dün de bugün de pek anlaşılamamıştır ama o benim gönlümün biricik “Cici”si olmayı hep başarmıştır. Yarın 17 Temmuz ve Cicim bu tarihte artık yaşlanmamayı tercih ederek aramızdan ayrılmış ve bizi güzel ve her biri dersler dolu anıları ile baş başa bırakmıştır. Diğer hayatında ışıklar içinde olmasını, diğer tüm yakınları ve sevenleri gibi ben de canı gönülden dilemekteyim. “Cicim” iyi ki vardın, iyi ki seni tanıdım, iyi ki senin rahleyi tedrisinden geçtim, ne mutlu bana.

Salı, Temmuz 10, 2012

TEBLİĞ

Bir vatandaş ihbarı
Polisin 915 nolu ihbar hattını arayan bir kişi ismini ve adresini vermeksizin; “Mercedes bir minibüsle bir grup sakallı insanın kasabalarında ve bağlı köylerinde bir süredir dolaştıklarını, özellikle okulların önlerinde bulunarak birçok öğrenci ile ilişki kurduklarını, ilişki kurdukları tüm insanlara Müslümanlığın faziletlerini, Hıristiyanlığını köhnemişliğini anlatırken kendi din ve ırklarına hakaret edildiğini, buralarda gizlice camiler açmak istedikleri” ihbarını yapmıştır.
İşte biri artık fitili ateşlemiştir, konu tüm ciddiyetiyle gelişecektir.
Bir gazete haberiÜlkede her geçen gün Müslümanlığı kabul edenlerin sayısının hızla arttığını savunan, konu ile ilgili önlemlerin alınarak bu artışın önüne geçilmesini isteyen bir tavır içerisinde olan gazete De zieth tir gittung “Sakallıların tehlikeli oyunları” başlıklı bir yazı yazarak ortalığı 66 ya vermeye çalışıyordu. Gazete “sakallı-şalvarlı Müslümanlar çeşitli yöntemleri kullanarak, iyi niyetli görüntüler altında insanlarımızı ağlarına düşürmek için büyük çabalar harcamaktadırlar. Gençlerimiz bulundukları kentlerde etraflarındaki bu gelişmeleri merak ettiklerinde, kafalarında bunlar kim ve ne yapmak istiyorlar acaba gibi bir soru oluştuğunda, büyük imparatorluklarının yeniden tesis edilmesi ve dünyada Müslüman egemenliğinin kurulması adına tebliğ faaliyetinde bulunan insanları ev görünümlü camilerde ziyaret ettiklerinde, kendilerinin büyük bir hoş görü ve güleryüzle karşılandıklarından bahisle, kendilerine ikram edilen çeşitli egzotik yemekler ve alımlı bayanların özel ilgilerinden…” diye bahsederek yaptığı haberle ortamı daha da germeyi amaçlamaktaydı.
Bir iddia “yaratılmak istenen vatandaş tavrı”“Büyük Osmanlının izinde” topluluğunun vatandaşlarda yaratmak istedikleri, yaratılmasını hedefledikleri “İncil’in büyük bölümü değiştirilmiştir, İncil yeniden ve ehil olmayan kişilerin elleriyle yazılmıştır, dolayısıyla Yüce Tanrı’nın kitabı olmaktan çıkmıştır” düşüncesi ile uzak vadede de kendi emellerine uygun olarak Müslümanlaşmanın yaygınlaşması beklenmekte ve temel amaç tüm dünyanın Müslümanlaştırılmasıdır, sade Hıristiyan vatandaşlar ve dünya bunun farkına varıp tedbir almalıdır.
Bir küçük parti, National işçi partisiMilliyetçi bir tavra sahip National İşçi Partisinin bu süreçte rol almaksızın kenardan gelişmeleri izlemesi beklenmez şüphesiz. Gerek kendilerine ait yayın organları ile gerek gençlik örgütleri konuyla ilgili yayın ve çalışmalara derhal başlarlar haliyle, gençlik örgütleri ev görünümlü camiler diye tespit ettiklerini iddia ettikleri binaların önlerine sık sık gelerek protesto nümayişleri yapmakta, kendi çalar kendi oynar meali olan yayın organları da bu nümayişlere geniş yer ayırarak kamuoyu oluşturmaya çalışmaktadır ama asıl darbe ise dünya çapında ve bir şekilde ihalesi Müslümanlara yapılmış büyük ve ses getiren eylemleri referans göstermekten geri duymayarak toplumda kin ve nefret duyguları oluşturulması hedeflenmiştir.
Bir büyük parti, Hiristiyan demokrasi partisiGörece küçük partilerce, görece militan tutumlu hangi mahfillerden ne destekler aldığı bilinmeyen üstelik kaç okuru vardır ve kaç kişiyi etkisi altına alır tefriki yapılmaksızın öne çıkarılan ve yayın organı tanımına sokularak bahsedilen gazetelerce, muhafazakâr Kilise çevrelerince bu kadar kaşınan bir konu varsa, kitle partilerinin bundan etkilenmemesi söz konusu olmaz haliyle.  Gerek yerel gerekse de federal parlamentolarda geniş şekilde yer alan Hıristiyan Demokrasi Partisi başbakanın ve içişleri bakanının cevaplaması talebiyle sık sık sözlü ve yazılı soru önergeleri vererek konuyu ülke geneline taşımaktadırlar. Soru önergelerinin temelini ise “Yapılan büyük propaganda ve çalışmalar neticesinde Hıristiyan dinini terk edip Müslümanlığı seçen gençlerin sayısının ne olduğunu tarafınızca bilinmektemidir? Müslüman propagandasının bu kadar serbest ve aleni yapılması milli güvenliğimiz zedelememektemidir? Müslümanların bu faaliyetlerine yerelde ve genelde bu kadar hoşgörülü olunmasının özel bir nedeni mi vardır? Bunların derhal devlet güvenlik kurulu tarafından görevlendirilecek uzmanlarca araştırlması gerekmektedir” oluşturmakta olup konu bu düzeyde de kaşınılmaya devam etmektedir.
Bir soruşturma; Yerel Polis soruşturmasıPolis tarafından yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alınan Müslüman tebliğcilerden etkilenerek Hıristiyanlığı terk edip Müslümanlığı seçen birisi ise polisin sorgu sırasında kendilerine bir hayli sert davrandığından bahisle “Polisin soruşturma neticesinde kendisinin Hıristiyan muhafazakâr bir aileden geldiğinin öğrenildiğini, Müslümanlığı tercih etmemim herhangi bir maddiyat karşılığı mı olduğunu, herhangi bir Müslüman ülkede kendisine lüks bir yaşam vaadi ile mi olduğunu, yoksa güler yüzlü bayanların mı etkisinde kalarak olduğunu, yoksa gerçekten Müslümanlığa sempati duyarak mı seçim yaptığı konusunda ısrarlı sorgulamanın” yapıldığını uzun uzun anlatmıştır.
Büyük bir soruşturma; Federal Polis soruşturmasıBir taraftan aşırı Hiristiyan partilerin, bir taraftan aşırı muhafazakar basının, bir taraftan taraftar kaybına uğrayacağı kaygısı ile hareket eden kilisenin, diğer taraftan provokatör ajanları vasıtası ile yaratılan ortamda yerel bir soruşturma ile yetinmeyen İçişleri bakanlığının talimat ya da talebi ile Federal polis devreye sokulmuştur. Federal polisin uluslar arası terörle mücadele masası devreye sokularak Müslümanlar üzerinde baskı oluşturulmaya hazırlanmakta ve bu uğurda büyük çaplı operasyonlar planlanmaktadır.
Bir mahkeme kararıBir bardak suda koparılan büyük fırtına yargıda nihayetlenecektir artık, iddia sahipleri ve savunanlar nasıl bir sonuç çıkacağını büyük bir merakla beklemeye başlamışlardır artık, çünkü son karar yargıdan gelecektir, lehte ya da aleyhte…
İnsanların dinlerine ve inançlarına göre yasaların yorumlanmasının çağdaş dünya gereklerine aykırı olduğu savıyla, yerel mahkeme, insanların dini inanç, gelenek ve göreneklerine göre bir araya gelmelerinin, iddia edildiği üzere toplu namazlar kılmalarının herhangi bir izne gerek duyulmaksızın icra edilebileceğinden bahisle, ev görünümlü cami iddia edilen yerde insanların bir araya gelmeleri, toplu ibadette bulunmaları, hasbıhal etmeleri terör tanımına girmeyeceği gibi, aynı zamanda örgütlü bir kalkışma hazırlığı yorumuyla da cezalandırılamaz, yorumu mahkeme tarafından verilince, artık taraflara konuyu tartışmak, kaşımak ve provoke etmek imkânı şimdilik kalmamış olup, yeni imkân ve fırsatlar taraflarca şimdiden kullanmak üzere beklenmektedir.


Peki; yukarıda bahsedilen konu gerçek bir konumudur, hayır gerçek değildir, tam tersi hayal ürünüdür, ama gerçekleşmesi mümkünmüdür, evet mümkündür, nasıl gerçekleşebilir, oradaki Müslüman sözcüğünün yerine, Hiristiyan koyun, Ermeni koyun, Kürt koyun, Devrimci koyun, Komünist koyun, karşıtlarını da buna göre belirleyin, bir de güzel ülke tayin edin bakalım, hikâyede size neler tanıdık gelecektir. Peki ben bunları neden yazdım diye düşünebilirsiniz, bakın bakalım dünyaya “kuşa bak” yöntemiyle insanlara bunlar anlatılırken gerçekte neler olmaktadır.

Salı, Temmuz 03, 2012

KÜRTAJA HAYIR, SOKAK VE İŞÇİ ÇOCUKLARA VE GELİN ÇOCUKLARA EVET

Muktedirler tarafından hayatımızın her detayının tektipleştirilmesini her geçen gün daha yoğun hissetmeye başladık, görünen ve anlaşılan o ki bu tektipleştirmeci yaklaşım son derece hızlı bir şekilde sürmekte ve katmerleşerek artmaktadır. İnsanoğlunun yüzyıllardır varolan özgürleşme mücadelesini bir siyasal duruş biçimi olarak algıladığını ve buna uygun davranacağını beklerken, özellikle son yarım yüzyıldır hayatının akışını ve biçimini demokrasi adına, seçerek yetkilendirdiklerinin tercihlerine ve onların gücünün yarattığı hayallerinin dünyasına uygun hale getirilme çabalarına ses çıkarmaz, tam kendileri siyaseti belirleyecekler diye düşündüğümüz bir anda kendilerinin seçkinci bir siyaset anlayışı tarafından belirlenir hale gelişlerini büyük bir düş kırıklığı ile izlemekteyim. Emperyalizmin yarattığı ve yerel işbirlikçi ve ortakları ile birlikte katmerli bir biçimde elele yürütülen “insanların gerçekleri görmesini engellemenin yolu insanların hayal görmelerinin teşvik edilmesinin” neticesinde, doğruyu yanlış yanlışı doğru algılama süreci artık nihayetlenmek üzeredir herhalde. Görünen o ki bugün artık, iradi olarak değişim yaratılması inancının sonuna gelinmiş, toplumsal değişimin emperyalizmin ve kendilerine eklemlenen yerel muktedirlerin sosyal ve siyasal tercihlerinin kabulü mutlaklaştırılmış, tabulaştırılmıştır.
Başbakan Tayyip Erdoğan, geçenlerde topluma şekil verme çalışmalarının bir parçası olarak yaptığı açıklamada “Her kürtaj bir cinayettir, bir Uludere’dir. Buna kimsenin müdahale etme hakkı olmamalı” değerlendirmesini yaparak artık sıranın nerelere gelmiş ve bundan sonra hayatının hangi detaylarına yönelik olacağının ipuçlarını vermiştir. Başbakan’ın kişisel tercihlerine tabii ki kimsenin söyleyebileceği bir şey olmamalı ve olamaz da, ancak alınan desteğin büyüklüğü ve bulunulan mevkinin gücünün yarattığı ortamda, kimsenin kendi kişisel tercihine ses çıkarmadığı unutularak ya da yok sayılarak, başkalarının kişisel tercihlerine ses çıkarılmasına da ses çıkarılmaması beklenmektedir. Ehhh olacağı da buydu….
Konunun önemine binaen yoğun tartışılma sürecinde anladık ki sağlık açısından yeterince güvenli olmayan koşullarda yapılan düşükler ya da denetimden uzak kalan ortamlarda yapılan kürtajlar nedeniyle Dünyada her yıl yaklaşık 100.000 kadın yaşamını yitirmekte ve bu ölümlerin büyük bir çoğunluğu yasaların kürtaja izin vermediği, az gelişmiş ülkelerde görülmektedir, ayrıca yine anladığımız kadarı ile dünyada her yıl 25 milyon kürtaj gerçekleşmekte ne yazık ki 5 milyon kadın sakat kalmakta ya da doğurganlık özelliğini kaybetmektedir. Bunun ne kadar vahim bir tablo olduğunu, aritmetikçi olmayan ama insani yönü fazla olan bir gözle bakarsak anlayabiliriz ancak.
Konu ile ilgili bir dolu kelam etmek mümkün, sağlık tekniği, hukuk, çağdaşlık, insan hakları açısından vs. vs. ama bu detaylar konusunda görüşüm ve bilgim olmasına rağmen yinede konuyu erbabına bırakıp, konunun sosyal ve siyasal yaşamımızı nasıl etkiliyor ve etkileyecek boyutuna bakmak istiyorum ben.
Kürtajın bir dini konu olmadığını yaklaşık 25 yıl içinde Diyanet İşleri Başkanlığının taban tabana zıt 2 açıklamasından anlayabiliyoruz. Bunun daha önemli gerekçeleri olması gerektiği çok açık olup, emek teminindeki maliyetin yanında ama daha da önemlisi toplumu zapturapt altına alabilmek adına yapılmış kabul edilmelidir. Bu gerekçelendirilme, Turgut Özal da dönemin emperyalist dayatmaları sonucu saldırgan tutumlar ise Bulgaristan hedef alınarak “80 milyon olalım o zaman soracağız bunlara”, bu dönemde de insan hakkı görüntüsünde, cinayete karşılık görüntüsünde devam ediyor. Hatta bazılarının freni de tutmuyor, tecavüz mağdurlarının itirazlarına “siz doğurun devlet bakar” kabadayılığına kadar varıyor.
Yahu bu efelenmenin; bir de tarafgirlerince çok sık başvurulan aritmetik yöntemle incelendiğinde insaflı bir tarafı ve sonucu olsa, belki de kimsenin diyeceği bir kalmayabilir ama Canım Yurdumun çocuk ölümleri, çocuk işçiler, çocuğa taciz ve tecavüz, çocuk gelinler gibi flaş konularda dünya ligindeki durumumuza bakınca nasıl da somun pehlivanı görüntüsü verdiği inkâr edilemez görünmektedir.
Çocuk ölümleri istatistikleri konusunda maalesef başa güreşen canım yurdumun, bugün yine ilgililerin açıklamalarından; çocuklarımızın 5 yaşına kadarki bölümünde %0 17,6 (binde) sını kaybetmekte olduğumuzu anlıyoruz. Dünya genelinde ise UNICEF’in açıklamasına göre her yıl 9.200.000 çocuk açlık, yetersiz beslenme ve hastalık nedeniyle yaşatılamamaktadır. 
Çocuk işçiler konusu ise bir başka kanayan yarasıdır Canım Yurdumun; Dünya liginde çocuk işçiler konusunda maalesef ilk 3 sırayı paylaşmaktayız, çağdaş dünya normlarına göre 18 yaş altındaki herkesin çocuk sayıldığı açıkken, bizim ilgili kurumlarımızın 18 yaş altı çocuklar için geçerli olacak ücret açıklıyor olması bile kafamızın ne kadar karışık olduğunun, meselenin ayırdında olmadığımızın bir göstergesidir.  Hani bazılarının taraflı bulacağı DİSK-AR’ın bir araştırmasında çalışan nüfusun % 20 sini çocuk işçilerin oluşturduğu açıklanmaktadır. Tarımda aileleri ile birlikte çalışan çocuklar ve ev işlerinde çalıştırılan çocuklar bu istatistiklere dâhil edildiğinde tablonun ağırlığı ve vahameti kolayca tahmin edilebilecektir. Canım yurdumda geçmiş yıllara oranla çocuk işçiliği azalmış olduğu bir gerçek olmakla birlikte, 1990’ların başında 1 milyon 700 olan sayının bugün 1 milyona kadar düştüğü saha çalışmaları yapanlar tarafından belirtilmekte olup sadece biz azalttık diye günlük politika malzemesi olarak övünülecek bir durum olarak görülmelidir, yoksa çağdaş ve gelişmiş ülkelerdeki durum referans alınacak olursa durumun hiçte övünülecek olmadığı görülecektir.
Diğer taraftan Çocuk gelinlerde 2. sıraya oturan Canım Yurdumun bu yakıcı sorun karşısında ses çıkarması gerekenlerin suspus olup, çok çocuk doğurun demelerini anlıyorum da buna uyanları anlayamıyorum açıkçası, problemi yaratan anlayışın problemi çözmesi beklenmez görüşü doğrultusunda çocuk yaştakilerle evlenenlerin çocuk gelinler sorunu çözmesi beklenmez diyerek iktifa edelim, yoksa zülfü yare dokunmanın sonuçlarına katlanmak durumunda kalabiliriz.
Sonuç itibari ile, Çocuk gelinler konusunda Gürcistan’ın ardından 2., İLO standartlarına göre çocuk işçiler konusunda ilk 3, çocuk ölümleri konusunda gelişmiş ülkelere göre ilk sıralarda, daha dün çocuklara büyük bir aymazlık içinde taciz ve tecavüzde neler yapıldığını Pozantı cezaevi örneği ile yaşamış iken, çocuklarla cinsel ilişkide bulunmanın rızaen olduğu gibi hukuki garabetleri yaratabilen çağdaş adalet uygulamaları ihdas ederken, kimsenin utançtan yüzü öne eğilmemişken, şimdi kalkıyorlar, tövbe tövbe… Kimse bu konuda fazlaca nutuk atmasın, fetva vermesin sadece işlerini yapsınlar, kimsenin çok fazlaca da akıla ve yol göstermeye ihtiyacı yoktur. Yoksulluk üzerinden siyasetin hayli prim yaptığı canım yurdumda, yaratılan yoksulluğun kendilerine politik tercih olarak dönmesini ve çağdışı ilkel dayatmaları behemehâl terk etmelerini siyaset erbaplarından hassaten bekliyor ve bunun yerine her yıl nüfusa % 2 hesabı ile yaklaşık katılan 1.500.000 insanın, yol, su, elektrik, çağdaş yaşanabilir konut, okul, sağlık, telefon, içilebilir bedava su, otomobil ve yeşil alan ihtiyaçlarını karşılamak için çalışmalarının gereğini fark etmelerini bekliyoruz.
Her gün; takımım için ölürüm, vatanım için ölürüm, ailem için ölürüm, senin için ölürüm de dur, onlarca kez ve ölümü kutsa, canım yurdumda kimin haklı olduğu birkaç yıl sonra eminim ki unutulacak savaşta onbinlerce ölüm olacak, silahlar, uçaklar ve bombalar ölüm kusacak, sen gerekli şeyleri yapmayacaksın sanki insanların “ben bugün zevk için bir kürtaj yaptırayım” tarzı estetik kaygıları varmışcasına çıkış yapacaksın, güldürmeyin bizi…
Son olarak ta; her şeyin merdiven altı üretimini beceren necip Türk milletinin, merdiven altı “kazıkazancılarına” (ahlaksız doktorlar arasında bu işi gizliden ve gayri yasal yapana bu ad verilmekte) gün doğmasın ne olur…