Pazartesi, Temmuz 16, 2012

LEYLA KABASAKAL CİCİM

Leyla Kabasakal; hayatının her evresinde gözlemlediğim haliyle, herkesin sevdiği hürmet ve saygı gösterdiği bir bilge Cumhuriyet kadını olmayı, hayata her şeye rağmen pozitif bakmayı becerebilmiş, geleceğe umutla bakmış, etrafındakilerin de bakabilmesi için çaba göstermiş, telkin de bulunmuş, etrafında bulunan herkese etrafında bulunmanın güvenini hissettirmiş müthiş ve tarif zor bir büyüğümüzdü, aramızdan ayrılışının yıldönümüne yakın bu günlerde kendisini büyük bir özlemle yâd ediyor olmanın, hayatımdaki önemli evrelerdeki kararlarda etkili olmuş olması hasebiyle bir kez daha gururunu yaşamaktayım.  Hayatım da çok önemsediğim ve sevdiğim Anneannem kadar önemli olan “Cicim” tahsil hayatımda çok önemli bir dönemeç oluşturan, yakın çevremde sözü dahi edilmeyen kolej de lise öğretimi görmenin önemi telkinini babama ve anneme yapması neticesi hayatımda bir dolu değişikliğin ve de farklılığın kapısını açmıştır, her konuda kendisine büyük minnet duymama rağmen sırf bu konu için bile minnettarlığımın boyutu tarifsizdir.

Şimdiki gibi internet, kütüphane ya da evlerde ansiklopedi yok, varsa da birkaç ailenin evinde var, biz çocuklar için bir şey mi sorulacak derhal Leyla Kabasakal’ın evine gidilir ve soru yöneltilir, yahu bir de bir şeyi bilme değil mi ha mübarek, nerde o her şeyi bilirdi hem de iyi bilirdi bizim gözümüzde, bildiklerini hayatı boyunca hep aynı cümlelerle ve aynı sadelikte de aktarmayı sürdürdü, hiç yanılsamadan.

Bana anlattığı yaşanmış hayat öyküleri, cumhuriyetin ilk yıllarının sancılı günlerinin güzel anıları ve masallar yetmemiş gibi çocuklarıma da aynı şeyleri büyük bir özen ve titizlikle anlattı, özellikle de Atatürk sevgisini yılmadan anlattı, bizlere ve herkese, çevremizde kendisinden bu anlamda etkilenmiş ben dâhil yüzlerce hatta binlerce insan olduğunu bilirim.

İzmir’deki eve çocukların gerek okul gerekse de iş hayatlarına katkıda bulunmak için sürekli gider oradaki işleri ayarlar gelir, narenciye bahçesindeki “damaki” ye oradaki ihtiyaçların giderilmesi için bakılır, yaz ayları büyük ölçüde tabii ki benim bilebildiğim ilk yıllarda Ilıca’daki eve gidilir orada tarla bahçe işleri yürütülür, tabii ki evlerin merkezini Çeşme Bağarası’ndaki tarihi ev oluşturmakta idi ki bu evi alt katını oluşturan depolar benim için birer kütüphane havası oluştururdu, eski dergiler gazeteler, ders ve hikâye kitapları bulmak mümkündü yığılı eşyaların arasındaki eski valiz ve kasalarda. Sürekli yer değiştirmeye dayalı olması ne güzel bir hayat görünürdü bana, ama bu kadar eve paylaşılmış bir emek ve dikkat Cicim’de nasıl bir duygu, yorgunluk oluştururdu bunu anlamak olanaksızdı, yüzünden konuşmasından ve davranışlarından, işte böyle dirayetli Cumhuriyet kızı ve kadını idi, hatta o kadar ki oğlu Osman Kabasakal bile kendisini, Leyla Sayar diyerek saygı ağırlıklı korku içeren ifadelerle anar ve sözünü ederdi.

Ayrıca gerek kişisel tecrübeden gerekse de kendisinden öncekilerden aktarılanların dikkatli dinlenmesinin ışığında fahri doktor, eczacı ve hemşireliği ya da bu konularda danışılan insan olmayı da becermiştir kendisi, büyük oğlu Halim Kabasakal’ında kel olmaya yüz tutmuş durumuna ve özellikle de bende de gelecekte kel olma riskini ya da dirayetini görerek bizlere Defne ağacı yaprakları belli dönemlerde toplanır, kaynatılır ve kaynama suyu ile de kelliğe derman olmak üzere kafalar yıkanırdı, ancak sağlığında kelleşen kafamıza bakarak neden başarılı olamadığı konusunda hayıflanır dururdu. Merkez evi diye nitelendirdiğimiz evinin bahçesinde yetiştirdiği sinameki bitkisi tüm mahalle halkına soğuk algınlıkları ile mide bağırsak rahatsızlıklarında hizmet verirdi, bu bitkide toplanır hatırlayabildiğim kadarı ile limon ile kaynatılır içilirdi, yine hatırlayabildiğim kadarı ile en başarılı olduğu bölüm bu idi.

Kendisi “Cicim”, kocası Tevfik Kabasakal dedem, büyük oğlu Halim Kabasakal amcam, kızı Feride Kabasakal (Aras) ablam, küçük oğlu Osman Kabasakal abim oldu ve hala öyle olmaya devam ederler. Sonraları çok ta istediği ve hak ettiği hac farizasını yerine getirince de artık “Hacı Cici” makamına gözümde ve gönlümde terfi etmiştir. Hacılığı sadece kendisine ait yaşayan nadir hacılardan olup, Cumhuriyetin kadını olmayı asla ve kat’a terk etmemiştir, Atatürk ve Cumhuriyet sevgisini özellikle çocuklarıma anılarını anlatırken dışarıdan bir gözlemci olarak daha güzel ve özel hissetmişimdir.

İlkokul sıralarındayım hayata aritmetik yaklaşım gösterme kabiliyetine haiz gösteriyor olmama rağmen, bir türlü çarpım tablosunu (Kerat tablosunu) ezberleyemeyişim karşısında kendi evimde yaşanan kısa süreli gerginlik neticesinde derhal güvenli liman olarak gördüğüm Cicinin evinde soluk almış ve kendisi ve eşi (Dedem) tarafından gösterilen pedagojik yaklaşım ve de aslında sabırla karışık üstün hoşgörü neticesinde, şimdi ezberleme süresini hatırlamıyorum ama çok kısa süre sonra pencereden babama ezberlediğimi gösterince, babamın şaşkınlığı tariflenemez boyutta idi, belki de sırf bu yüzden babamın bundan sonraki tahsil hayatımda hiçbir sertliğine ve tersliğine rastlamadım. Eeee işte hayat öğretiyor da sen öğrenebilirsen hikâyesi.

Özellikle benim çevremde kolej mefhumunun hemen hemen hiç bilinmediği bir dönemde, telkinleri neticesinde ailem beni koleje göndermiş ve benim hayat çizgimde ciddi bir değişiklik ve farklılık yaratmış ve hiç tereddüt etmeden de velim olmayı üstlenmiş, karşılıksız bir şeylerin nasıl yapılabileceğinin bir örneğini daha göstermiştir.

Üniversite sınavım dâhil tüm sınavlara giderken bütün gece “pirinç okur” sabahın köründe de kendisine uğrayıp başarı dileklerini ve helalliğini almaya gittiğimde bana onları verir, hemen sınav öncesi bunları eksiksiz ve kendi tarif ettiği usul gereği yutmamı sıkı sıkıya tembih ederdi, bu çabaları boşa çıktı mı bilemem ama kendince beni başarılı bulur ve kendi tarifine uygun bulduğu başarımda da pay sahibi olduğunun bilinci ve etkisiyle de bir sonraki sınavlarda daha fazla gayret ve özen gösterdiğini bana hissettirirdi.

Bir de ilk defa kendisinden duyduğum sonraki yaşamımda ise sadece lügatlerde rastladığım bir kelime girmişti hayatıma “karakoncoloz”, büyüklerin çocukları korkutmak için kullandığı gerçek dışı bir yaratık, umacı, hayalet, canavar ya da çok çirkin kimse anlamında bir kelime idi. Kendisine yakıştırdığımız alaylı bir eğitimci olarak bugünden bakılınca belki de tek eksik diyebileceğimiz tarafı olarak görünse de bu hayalet, canavar ile korkutma, bizlerin şerrinden ve karıştırma merakından ancak böyle korunabilirdi doğrusu…

Bana böyle sahip çıktı işte, biz kendisine yeterince karşılığını verebildik mi bilmiyorum ama kendisine saygıda kusur etmeyerek telafi etmeye çalıştık bu fedakârlıkları, umarım karşılık bulmuştur.
“Cici” diye seslendiğimde etraftan tam kastımın ne olduğu dün de bugün de pek anlaşılamamıştır ama o benim gönlümün biricik “Cici”si olmayı hep başarmıştır. Yarın 17 Temmuz ve Cicim bu tarihte artık yaşlanmamayı tercih ederek aramızdan ayrılmış ve bizi güzel ve her biri dersler dolu anıları ile baş başa bırakmıştır. Diğer hayatında ışıklar içinde olmasını, diğer tüm yakınları ve sevenleri gibi ben de canı gönülden dilemekteyim. “Cicim” iyi ki vardın, iyi ki seni tanıdım, iyi ki senin rahleyi tedrisinden geçtim, ne mutlu bana.

Hiç yorum yok: