Pazartesi, Ağustos 15, 2016

TEL DOLAP


Çocukluğumuzun en önemli mutfak eşyalarından biri sayılan, ama ona sahip olmanın nasıl önemli olduğunu o günleri yaşamayanlarında asla kavrayamayacağı, çünkü dönem itibari ile sahip olamayanlarının da sayısının hiç az olmadığı bilinmektedir ki, masif ahşap malzemeden üretilmiş, pervazları arasına, sinek ve böceklerin girmesini engellemek için tel ile kapatılmış, hava sirkülasyonuna müsait olması nedeni ile de kısa sürede bozulma ihtimali olan yiyeceklerin korunması ve saklanması için kullanılan bir dolap türü olup, teknolojiye teslim olan mutfak gereçlerindendir. Kolayca bilineceği üzere, şimdiki taklitlerine hiç benzemeden, masif ağaçtan imal edilen, genellikle önde bir sağa açılan bir sola açılan 2 kapağı olan, içinde ise yukarıdan aşağıya 3 ya da 4 rafı bulunan, telli bölümün alt tarafında ise tel ile kaplanarak korunmasına gerek olmayan fasulye, nohut, soğan, sarımsak ve patates gibi malzemelerin konulabileceği 2 ya da daha fazla çekmecesi bulunan, etrafı adının da geldiği "tel" ile kaplı bulunurdu. Pişirilmiş yemeklerin, dolabın etrafının tel ile kaplanmış olması nedeni  ile oluşan hava sirkülasyonundan ötürü kısa süreli de olsa muhafaza edilen, kapakları soğuması için açık bırakılan tencereler içindeki yemeklerin rahiyalarının etrafa misler gibi saçılmasına binaen her daim bir iştah açıcı durumunun oluşmasına neden olurdu... Gerçi bizim evde, "aslan babam"ın başta et gibi, çabuk bozulan yiyeceklerin ve görece uzun süreli muhafaza edilmesi gereken yemeklerinin korunması için çok daha pragmatik bir yöntemi vardı, mezkur yiyecekler sepetin içine güzelce yerleştirilir, o zaman tam da evimizin kapısı önündeki bahçemizin evin kapısına yakın bölümünde yer alan su kuyusu içine uzun bir ip ile sarkıtılır, sepet suyun hemen üstüne gelecek bölümüne gelince de, ipin bağlanarak sabitlenmesi ile gerçekleştirilirdi. O nedenle bizim tel dolabımız başta ekmek olmak üzere bazı başka yiyeceklerin saklanmasına yönelik ve hayli küçük bir şeydi. Bazı aileler ise, daha teknolojik yaklaşım gösterir, hemen hemen canım yurdumun, her ilçesinde bulunan buz fabrikalarında üretilen kalıp buzların satıldığı mekanlardan ihtiyaca binaen yeterince büyüklükte buz kalıpları alınır, bazı ilçelerde ise mahallelerde buzcular bulunurdu, satın alınan buz çuval parçasına sarılır ve güzelce ip ile bağlanır ve ipin ucundan tutularak eve götürülür idi... Buz satın alınması işi, bundan mahrum kalmış aileler için ama özellikle de çocuklar için büyük bir yara olarak kalırdı, öyle hatırlarım, hani buz satın alanların "ohhh buz gibi su içiyoruz" diye anlatışları bile, buz satın alamayanların boğazlarında bir serinlik yaratırdı. Bir de toprak testiler vardı ki; suyu dönem itibari ile görece soğuk tutan kaplar idi, ama biz testiyi sadece tarlada kullanırdık, bizde bu ihtiyaç her daim soğuk su bulunan ve nerdeyse tüm mahalleye hizmet veren su kuyusundan giderilirdi.

Tel Dolapların süslediği mutfaklar; varsa yerden yaklaşık 80-90 cm. yukarıda mozaik kaplama olan tezgahları da alt bölümleri, lastik üzerine geçirilen perdeler ile kapatılır ve genellikle içerisinde tencere ve küçük kazanlar bulunurdu, hemen tezgahın üstünde ise muhtelif raflardan oluşan kap-kacak, tabakların yerleştirileceği "sahanlık" denilen bir bölüm bulunurdu, gerçi bu düzen her eve göre farklılıklar arz ederdi... O dönem sahip olunan, bakır kap-kacak ve tencereler ve bunların kalaylanması ve kalaycılar konusunda önümüzdeki dönem bir yazı da yazmayı düşünmekteyim, hani o şimdilerde büyük şehirlerde tekrar memnuniyetle gördüğüm "tencere" yemekleri yapılır ilanları var ya, aha da o yemeklerin pişirildiği tencereler... Tel dolap üstüne yazılan bu yazıdan zannedilmesin ki, teknolojiye burun kıvrılıyor, "ahh bir tel dolabım bile yok" denilmek isteniyor, zinhar, ancak o ki, teknoloji yoksunluğuna tekabül eden dönemin, evlerde her gün taze yemeklerin pişirildiği, tüketilecek kadar pişirilen ve pişirildiği kadar tüketilen ve canım yurdum insanın bel kalınlığının bugünküne göre yaklaşık %30 daha az olduğu dönemdir, başım üstüne, şüphesiz şimdilerde nostalji adına evlerinde bu tel dolaplardan bulunduran zevat, ne yazık ki yeterince tembel olup, hazır yiyeceklerin esiridirler, aha da mevzuu budur...

Bakıyorum da; şimdilerde, her maksada haiz ve amade, 2, 3 ve 4 kapılı buzdolapları imal edilmekte, hafif dondurucular , derin dondurucular, soğutucular vs. vs. Hazır gıda ve dondurulmuş gıda sektörünün akıl almaz ve devasa büyüklüğü, hazır gıdanın ya da dondurulmuş gıdanın, zaman fukarası günümüz insanı açısından kısa sürede löplenme ritüeline dönüştürülmesine aracı, kızılötesi ışınlarla anında ısıtma ya da pişirme yapan fırınlar, ve sonuç, kaybolan ya da kaybolduğu savlanan ağız tadı, beslenmeye koşut artan sindirim rahatsızlıkları ve eczanın ve tıbbın imdada koşusu, ama bu arada, gerek elektrikli ev aletleri, gerek dondurulmuş ve hazır gıda sektörünün ve de gerekse de ilaç sanayinin ulaştığı hormonlu yapı ve yarattığı devasa artı değer ve sömürüsü, inanılmaz...

Şimdilerde; geçmişe özlem duyanların ama sadece özlem duyanların, nostalji adına ve dekoratif amaçlarla, moda adına, güzelleme adına, bir çuval para vererek satın aldıkları ama bir türlü hiç bir fonksiyon yükleyemeden  mutfak ya da kilerlerindeki müstesna köşeye yerleştirdikleri, allı morlu boyanmış bir dolap türü olup her şeye rağmen bulunduranlara mutluluk veren onları yer yer de keyiflendiren ve gururlandıran bir pozisyondadır, "TEL DOLAP". Sözde demokrasi savunucusu ve özde penguen belgesel dizisi mucidi zevatın protestosuna devam...

Pazartesi, Ağustos 08, 2016

TAHARET ve TAHARET MUSLUĞU

Yıllar önce, bir arkadaşımla birlikte gittiğimiz bir yurt dışı seyahatinde, yapılan sohbetlerden birisi de “taharet” konusu olmuş ve arkadaşım (h.k.) bu konu üstüne benden bir yazı beklediğini söylemiş idi. Tam da bugünlerde penguen belgesel dizileri yazma kararı almam üstüne, İMO’dan (İnşaat Mühendisleri Odası) bir arkadaşımızın (v.y.) konu ile ilgili facebook üzerinden paylaştığı aynı başlıklı bir yazıyı gördüm ve konu üstüne güzellemeler oluşturma kararı aldım… Bu arada da hormonlu ve parlatılmış hatta şişirilmiş demokratlara da selam göndermeyi atlamayalım, Allahın selamı üzerlerine diyerek, devam edelim…

“Doğu” diye burun kıvrılan İslam ya da Türk uygarlığı, dübür yıkamaktan aceze, “batı” diye arş-ı azam edilen tüm kefereye, “Tahir” olabilmenin tılsımlı icadını iftiharla takdim buyurmuştur. Bu konudaki kelamın azameti karşısında, oluşan hafif gülüşmelerin farkındayım, lakin kefere memleketlerinde bulunup ta, taharetlenmede acze düşmüş zevat ne demek istediğimi çok iyi anlayacaktır, eminim. Doğu dünyasının batı dünyasına, tek kale oynayıp, pozisyon vermeden galebe çaldığı ender konulardan biridir, “taheret”, elhak… Doğu uygarlığının fertlerinin gâvur ellerinde, taharetlenme konusundaki müşkülatlarına binaen, “taharet musluğu” gibi, çok gerekli, çok kullanışlı, çok yararlı bir icadın, nasıl olur da, neredeyse bilimsel buluş ve icatların tamamına imza atmış batı dünyası tarafından düşünülememiş olması karşısında da acze düşmüşlerdir. İşte bu acz ve fakr-u zaruret fikriyatı bu kadar gazlanır ve hormonlanırsa, taharet musluğu gibi harika bir buluşun mucidi bir ırkın afadı, teyennüm ve tarladaki taş kullanımı konusundaki acziyeti de hemencecik unutur ki, müşkülatlarını unutmak vukuat-ı adiyedendir kendilerince ve ne kadar gururlansalar da yeridir. Gerçi ehl-i müslüm zevatın bir kısmı, özellikle Arap dünyası ülkelerinde aslında alaturka tuvaletler için planlanmış ama ne yazık ki klozeti de batıdan ithal etmeleri nedeniyle diğerlerinde de kullanılan, taharet musluğuna bağlı bir hortum ve hortumun ucunda küçük çaplı duş başlığı benzeri mekanizmadan oluşan,  “taharetmatik” denilen bir alet kullanmaktadır ama asla icat olarak klozetteki benzerine, sosyal ve siyasi açıdan yaklaşamaz.

Doğu dünyasını küçük göstermek ve görmekten asla ödün vermeyen bu kefere takımı, uzun yıllardan beri, “Türkler ve Müslümanlar hiçbir şey icat edemezler” fikriyatının bataklığına saplanmış olmaları hasebiyle, bu müthiş icat karşısında fikir değiştirmiş durumuna düşmemek adına, bu müthiş icadı kullanmama konusunda çok kararlı olduklarını göstermektedirler. Def-i hacetini müteakip dübürünün suyla irtibatının olamayışı neticesinde dübüründe her daim necaset bulunma ihtimali yüksek olan ırkın afadının maksad-ı husumet veçhiyle daha da uzun süreler bu müthiş icadı kullanmayacakları anlaşılmaktadır, gerçi kefere ellerinde yaşayan vatandaşlarımız sayesinde bu çok gerekli, çok kullanışlı, çok yararlı bir icadın çok yavaş ta olsa, batı dünyası evlerinde ya da işyerlerinde yer aldığı müşahede edilmektedir. Beklenen ve hatta umulan odur ki; bu artış zaman içinde geometrik dizi takip ederek, tüm cihanı fethetsin…

Gerçi; Batı Dünyası, Doğu Dünyasının taş kullanımına alternatif olarak sonradan tuvalet kağıdı diye bir icat ile ileri bir hamle yapmış olsa da, bilahare yaşanan, tuvalet ve kanalizasyon tıkanmaları karşısında düştüğü acz üstüne “tuvaletlere tuvalet kağıdı” atmayın diye koca koca uyarı yazıları yazmak zorunda kalmıştır… Eeee be adam, su temin eden taharet musluğu olmaz ise, kullanacağın tuvalet kağıdı miktarının çok artacağını hatta her def-i acedin bir rulo tuvalet kağıdına tekebül eden bir faaliyet olacağını ve bunun defi konusunda müşkülata düşüleceğini bile hesap edememişsin, ne diyeyim… Gerçi Batı uygarlığının geliştirdiği “bidet” (bide) uygulaması yaygın olmasa bile, kullanımı biz doğulularca bilinmekte ve uygulanmaktadır. “Bidet” (bide) icadına rağmen kendilerinin bile bu uygulamayı en azından biz doğululara üstün bir hizmet sunulması adına sadece otellerde de olsa yaygınlaştırmamış olmaları hayrete şayandır. Her türlü zorluğa efsunlu necip milletimizin aslan fertleri bu zorluklar karşısında, sorunun çözümüne yönelik, somut durumların somut analizine dayanarak, klozet’in banyo bataryasına yakın tuvaletlerde, banyo bataryasının hortumu ile, aksi takdirde tuvalet kağıdının iyice katlanarak ıslatılması vasıtası ile silme yaparak ya da önceden hazırladıkları boş içecek şişelerini kullanarak, ya da şimdilerde kullanılan “ıslak mendiller” vasıtası ile silme, ya da eylemi gerçekleştirmeden içinde biriktirerek gavura necasetini bile teslim etmemek gibi, çözümler üretmişlerdir.

Aman Allahım; uzun yıllar sonra, eğer dünyada çok ciddi bir su sorunu yaşanırsa, mezkûr döneme tekabül eden torunlarımız, “ulan ne rezil atalarımız varmış, dübürlerini bile su ile yıkıyorlarmış” diye de bizi anacaklardır diye korkmaktayım mazallah, düşünebiliyormusunuz… Diğer taraftan; Taharet musluğu ve borusu kullanamadan yurda dönen necip milletimizin afadı muhteremler, “azizim, bu gavurlar çok pis millet, dübürlerini bile yıkamasını bilmiyorlar” diyor ya, yanarım da ona yanarım, daha düne kadar tarım ağırlıklı ve de ailece ve ilkel koşullarda tarım erbabı ve ne yazık ki taş ötesi bir mucize ile tanışmamış milletten bu kadar çağdaş bir çıkış, bravo…

Diğer taraftan necip milletimizin asil temsilcilerinin, taharetlenmenin, taharet musluğu ve tuvalet kağıdı gibi 2 komponentli uygulamasına daha hala alışamamış olması hasebiyle, umumi tuvaletlerdeki, taharet musluklarının necasete bir şekilde dokunmuş ellerle açıp-kapatmaları nedeniyle, teşhid-i sirayet üzre mikrobik taşımalar konusunda ne mahir durumda olunduğunun da ayrıca bir alamet-i farikasıdır. Dolayısı ile tecrübe ile sabit olan dübür-el ilişkisi neticesinde teşhid-i necasetin men edilmesinin ya da minimize ediliyor olmasının yegâne yolunun, taharet suyu ve tuvalet kağıdından oluşan 2 komponentli yapıyı mutlaka ve mutlaka kullanmaktan geçtiği aşikardır. Lakin yine de siz siz olun, umumi tuvaletlerde, sizden önceki müşterilerin ayakta def-i tebevvülü nedeni ile sirayet-i tebevvüle dikkat kesilerek taharet musluklarını kullanın, aksi taktirde temas-ı tebevvül neticesi mikrop taşır hale gelebilirsiniz, diyelim, faydalı bir hizmet tavsiyesi adına… Yine meraklısına sunulması elzem bir hizmette; taharet musluğu ve borusu asla, alaturka tuvaletlerdeki çeşmeler ve hemen yanlarında dübüre su nakline haiz maşrapalarla karıştırılmamasıdır.


Etimolojik sözlük denince akla gelen “Nişanyan Etimolijik Sözlüğü”ne bakılınca; “Taharet” Arapça kökenli bir sözcük olup, temiz, pak anlamındaki “Tahir” kökünden türetilmiş ve temizlenmek, paklanmak anlamında kullanılmaktadır. Türk Dil Kurumu (TDK) Güncel Büyük Türkçe Sözlük ise; “taharet” için, 1. Temizlik, temiz olma. 2. Sidik ve dışkı yapıldıktan sonra suyla temizlenme. 3. din b. İslam dini inanışlarına uygun olarak yapılan temizlik.” biçiminde bir tarif yapmaktadır.