Çarşamba, Ağustos 27, 2008

MAHALLE BASKISI MI? GÜLDÜRMEYİN...

Keçiören'de içki satışına dayak” haberin başlığı böyle...
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Keçiören’deki evine 500 metre mesafede büfe işleten Metin Şahin, AKP’li Keçiören Belediyesi’nin zabıta ekipleri tarafından saat 23:00 ten sonra alkollü içki satıyor diye hastahanelik edene kadar dövülmüş ve büfesi tahrip edilmiş; ve içki satışının devam etmesi halinde ise daha fazla dayak ve tahrip edilme tehdidi ile konu şimdilik sonuçlandırılmıştır. Ancak adım gibi eminim ki bu yobaz grup bu işin peşini bırakmayacak ve izlemede kalacak ve yeni boyutta ise daha geniş kapsamlı terör estirecektir. AKP’li Turgut Altınok’un Belediye Başkanı olduğu ilçede büyük siyasi ve hukuksal baskılar sonucunda yalnızca birkaç içkili restoran’ın ancak bulunuyor olması da ayrıca nasıl bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzun kanıtını oluşturmakla birlikte; asıl olarak ta Türkiye’nin en büyük ilçelerinden biri olan Keçiören’de uzunca bir süredir hatta şimdiki Büyükşehir Belediye Başkanı İ. Melih Gökçek döneminde temeli atılmış olan; parklarda kız-erkek arkadaşların birlikte dolaşamaması, yaygın olarak esnafın alkollü içki satamaması, ramazanda oruç tutulmaması, namaz saatlerinde cami yerine kahvehanelerde oturulamaması vb. gibi çağdışı ve Afganistanımsı uygulamalar bir kez daha hatırlanarak gündeme gelmiştir.
AKP’li Turgut Altınok’un yönetimindeki Keçiören Belediyesi hukuksuzlukları savunma komitesi görünümündeki hukukçular hemen; “Mahkeme kararları ile de işletmenin 23:00'den sonra çalışamayacağı gerçeği hüküm altına alınmıştır. İşletmenin kapatma sebebinin işletmecinin alevi olması ve içki satması olduğu şeklindeki bilgiler gerçek dışıdır” gibi sade suya tirit misali bir savunma ve açıklama yaparak; nerede ise dövülerek ve dükkanı/büfesi tahrip edilerek mağdur edilmiş Metin Şahin’in; her konuda benzer taktikler ile tipik AKP propagandalarını tekrarlayan bir biçimde; buna rağmen suçlu olduğu açıklanmıştır. Sanki; bu büfe/dükkan işletmecisi güvenlik kuvvetlerine yada mahkeme kararlarına aykırı davranmış gibi gösterilerek, üstüne üstlük sanki burası şeri hükümlerin geçerli olduğu bir memleketmişçesine bir görüntü de verilmek üzere; hemen ve derhal yargılamaksızın infaz gerçekleştirilmiş ve işte bu konuyu tiksindirici ve ürkütücü kılmaktadır. Yoksa bu memlekette; bu esnaf ile kamu görevlisi arasındaki kavga ne ilktir ne de son olacaktır, misal oluşturması için yapılan bu infaz niteliğindeki kavga elbette bizim konumuz olmalıdır. İşte tamda bu nedenle bu konu kesinlikle takipsiz bırakılmamalıdır.

Hatırlanacağı üzere bir süre önce; Vatan Gazetesinden Ruşen Çakır ile yaptığı bir söyleşide, sözde bilim adamlığının yanında nurculuğu kutsamak ve gönendirmek gibi görevleri de olan, Bediüzaman Saidi Nursi hakkında bir bilimadamına yakışmayacak şekilde araştırmalar yapan ve bu yüzden de Türkiye Bilimler Akademisi’ne (TÜBA) alınmayan, ve misyonunun hep nurculuğu yüceltmek olduğu bilinci ile hareket eden sosyolog Prof. Dr. Şerif Mardin bile gelinen noktadan rahatsız olarak “Mahalle baskısı diyerek önemli bir sosyal olguya ilk adımı atmış oluyorum. Sosyal bilimciler bu kavramın neleri kapsadığını, nerelere kadar gittiğini araştırırlarsa çok isabetli olur. Türkiye’de mahalle baskısı diye bir şey var. Jön Türklerin en çok korktuğu şeylerden biri de buydu. Aynı korku Mehmet Akif’te de karşıma çıktı. Mahalle baskısı bilinmeyen ve sosyal bilimce ifade edilmesi çok zor olan bir havadır.” gibi herkesin tüylerini diken diken etmesi gereken bir açıklama yapmıştır.

Üniversitelerin ancak % 1 ini ilgilendiren ve maalesef başta ekonomik krizi örtmeye yarayan ve tamda bu yüzden iktidar tarafından gündeme getirilen Türban konusunda ortalığı birbirine katan, ama Irak’ta ağababaları tarafından yaklaşık 1.000.000 dan fazla (yazı ile bir milyondan fazla) müslümanın uçaklardan atılan bombalarla ve ABD’nin paralı askerleri tarafından öldürülmesine seyirci kalan mazlum-der gibi besleme ve sarı sözde insan hakları savunucusu derneklerinden bu konuda da ses çıkmaz tabii ki. Hadi bunları anladık, bunların görevi ve misyonu bu, ABD başta olmak üzere tüm uluslararası jandarma-katil birliklerinin temizlikçiliklerini (çakıldakçılıklarını) yapacaklar; peki diğer insan hakları koruyucularına ve savunucularına ne oldu dersiniz; insan haklarını; gökkuşağı rengi ile temsil edilen herkesi ve kesimi kapsayan (çevrecilerden– eşcinsellere kadar) muhalefet partilerine ne demeli ki... Acaba; bu olayda (ki bu olay öz itibari ile; Sivas kalkışmasından farklı değildir) mağdur edilen kişi hakları savunulmayacak kadar önemsiz mi ki onlara göre...

“Henüz on altı, on yedi yaşında büyükçe bir salonun önündeki sahneye, “Öğretmenler Günü” için yapılan kompozisyon yarışmasını kazandığı için, ödülünü almak üzere davet edilmiş, tam ödülünü alacağı sırada, aşağıda oturan kaymakamla binbaşı “İndirin onu oradan” demiş ve herkesin önünde, “bu ödülü almaya layık birisi olmadığı” yüzüne vurularak aşağıya indirilmiş böylesine aşağılanmasının, herkesin önünde utandırılmasının nedenini öğrenmek istemiş, kendini bir an o kızın yerine koyacak kadar duygu ve zeka sahibi biri, o kızın orada nasıl bir acı hissettiğini anlayacak kadar “Neden bu kadar insafsız, bu kadar vahşi, bu kadar barbarsınız?” gibi hollwood senaristlerine taş çıkartacak kadar dramatize edilmiş bu olayda “duyguları incinen çocuğu” telefonla arama inceliğini ve şövalyeliğini göstermiş başbakan acaba bu dövülerek hem duyguları hemde bedeni incitilmiş kişiyi neden aramamıştır dersiniz.

Artık; Türkiyedeki bu gerici kalkışmanın mahalle baskısı evresi taktik açıdan sona ermiştir de ondan. Bundan sonra ki; taktik evre “MAHALLE DAYAĞI” evresidir .

MAHALLE BASKISI MI? GÜLDÜRMEYİN...

Keçiören'de içki satışına dayak” haberin başlığı böyle...
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Keçiören’deki evine 500 metre mesafede büfe işleten Metin Şahin, AKP’li Keçiören Belediyesi’nin zabıta ekipleri tarafından saat 23:00 ten sonra alkollü içki satıyor diye hastahanelik edene kadar dövülmüş ve büfesi tahrip edilmiş; ve içki satışının devam etmesi halinde ise daha fazla dayak ve tahrip edilme tehdidi ile konu şimdilik sonuçlandırılmıştır. Ancak adım gibi eminim ki bu yobaz grup bu işin peşini bırakmayacak ve izlemede kalacak ve yeni boyutta ise daha geniş kapsamlı terör estirecektir. AKP’li Turgut Altınok’un Belediye Başkanı olduğu ilçede büyük siyasi ve hukuksal baskılar sonucunda yalnızca birkaç içkili restoran’ın ancak bulunuyor olması da ayrıca nasıl bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzun kanıtını oluşturmakla birlikte; asıl olarak ta Türkiye’nin en büyük ilçelerinden biri olan Keçiören’de uzunca bir süredir hatta şimdiki Büyükşehir Belediye Başkanı İ. Melih Gökçek döneminde temeli atılmış olan; parklarda kız-erkek arkadaşların birlikte dolaşamaması, yaygın olarak esnafın alkollü içki satamaması, ramazanda oruç tutulmaması, namaz saatlerinde cami yerine kahvehanelerde oturulamaması vb. gibi çağdışı ve Afganistanımsı uygulamalar bir kez daha hatırlanarak gündeme gelmiştir.
AKP’li Turgut Altınok’un yönetimindeki Keçiören Belediyesi hukuksuzlukları savunma komitesi görünümündeki hukukçular hemen; “Mahkeme kararları ile de işletmenin 23:00'den sonra çalışamayacağı gerçeği hüküm altına alınmıştır. İşletmenin kapatma sebebinin işletmecinin alevi olması ve içki satması olduğu şeklindeki bilgiler gerçek dışıdır” gibi sade suya tirit misali bir savunma ve açıklama yaparak; nerede ise dövülerek ve dükkanı/büfesi tahrip edilerek mağdur edilmiş Metin Şahin’in; her konuda benzer taktikler ile tipik AKP propagandalarını tekrarlayan bir biçimde; buna rağmen suçlu olduğu açıklanmıştır. Sanki; bu büfe/dükkan işletmecisi güvenlik kuvvetlerine yada mahkeme kararlarına aykırı davranmış gibi gösterilerek, üstüne üstlük sanki burası şeri hükümlerin geçerli olduğu bir memleketmişçesine bir görüntü de verilmek üzere; hemen ve derhal yargılamaksızın infaz gerçekleştirilmiş ve işte bu konuyu tiksindirici ve ürkütücü kılmaktadır. Yoksa bu memlekette; bu esnaf ile kamu görevlisi arasındaki kavga ne ilktir ne de son olacaktır, misal oluşturması için yapılan bu infaz niteliğindeki kavga elbette bizim konumuz olmalıdır. İşte tamda bu nedenle bu konu kesinlikle takipsiz bırakılmamalıdır.

Hatırlanacağı üzere bir süre önce; Vatan Gazetesinden Ruşen Çakır ile yaptığı bir söyleşide, sözde bilim adamlığının yanında nurculuğu kutsamak ve gönendirmek gibi görevleri de olan, Bediüzaman Saidi Nursi hakkında bir bilimadamına yakışmayacak şekilde araştırmalar yapan ve bu yüzden de Türkiye Bilimler Akademisi’ne (TÜBA) alınmayan, ve misyonunun hep nurculuğu yüceltmek olduğu bilinci ile hareket eden sosyolog Prof. Dr. Şerif Mardin bile gelinen noktadan rahatsız olarak “Mahalle baskısı diyerek önemli bir sosyal olguya ilk adımı atmış oluyorum. Sosyal bilimciler bu kavramın neleri kapsadığını, nerelere kadar gittiğini araştırırlarsa çok isabetli olur. Türkiye’de mahalle baskısı diye bir şey var. Jön Türklerin en çok korktuğu şeylerden biri de buydu. Aynı korku Mehmet Akif’te de karşıma çıktı. Mahalle baskısı bilinmeyen ve sosyal bilimce ifade edilmesi çok zor olan bir havadır.” gibi herkesin tüylerini diken diken etmesi gereken bir açıklama yapmıştır.

Üniversitelerin ancak % 1 ini ilgilendiren ve maalesef başta ekonomik krizi örtmeye yarayan ve tamda bu yüzden iktidar tarafından gündeme getirilen Türban konusunda ortalığı birbirine katan, ama Irak’ta ağababaları tarafından yaklaşık 1.000.000 dan fazla (yazı ile bir milyondan fazla) müslümanın uçaklardan atılan bombalarla ve ABD’nin paralı askerleri tarafından öldürülmesine seyirci kalan mazlum-der gibi besleme ve sarı sözde insan hakları savunucusu derneklerinden bu konuda da ses çıkmaz tabii ki. Hadi bunları anladık, bunların görevi ve misyonu bu, ABD başta olmak üzere tüm uluslararası jandarma-katil birliklerinin temizlikçiliklerini (çakıldakçılıklarını) yapacaklar; peki diğer insan hakları koruyucularına ve savunucularına ne oldu dersiniz; insan haklarını; gökkuşağı rengi ile temsil edilen herkesi ve kesimi kapsayan (çevrecilerden– eşcinsellere kadar) muhalefet partilerine ne demeli ki... Acaba; bu olayda (ki bu olay öz itibari ile; Sivas kalkışmasından farklı değildir) mağdur edilen kişi hakları savunulmayacak kadar önemsiz mi ki onlara göre...

“Henüz on altı, on yedi yaşında büyükçe bir salonun önündeki sahneye, “Öğretmenler Günü” için yapılan kompozisyon yarışmasını kazandığı için, ödülünü almak üzere davet edilmiş, tam ödülünü alacağı sırada, aşağıda oturan kaymakamla binbaşı “İndirin onu oradan” demiş ve herkesin önünde, “bu ödülü almaya layık birisi olmadığı” yüzüne vurularak aşağıya indirilmiş böylesine aşağılanmasının, herkesin önünde utandırılmasının nedenini öğrenmek istemiş, kendini bir an o kızın yerine koyacak kadar duygu ve zeka sahibi biri, o kızın orada nasıl bir acı hissettiğini anlayacak kadar “Neden bu kadar insafsız, bu kadar vahşi, bu kadar barbarsınız?” gibi hollwood senaristlerine taş çıkartacak kadar dramatize edilmiş bu olayda “duyguları incinen çocuğu” telefonla arama inceliğini ve şövalyeliğini göstermiş başbakan acaba bu dövülerek hem duyguları hemde bedeni incitilmiş kişiyi neden aramamıştır dersiniz.

Artık; Türkiyedeki bu gerici kalkışmanın mahalle baskısı evresi taktik açıdan sona ermiştir de ondan. Bundan sonra ki; taktik evre “MAHALLE DAYAĞI” evresidir .

Pazar, Ağustos 10, 2008

ÇAKILDAK ve ÇAKILDAKÇILAR

Anadolu’da bir söz vardır : “Çakıldakçı”; bu koyunların kuyrukları altında, koyunun pislemeyi yaparken tüm gayreti ile kuyruğunu kaldırma çabasına rağmen yine de tüylere/kıllara yapışıp kuruyan ve oradan da kendi kendine asla düşmeyen pisliklerin (bokların); ki bunlara “çakıldak” denir, temizlenmesi işlemini gerçekleştiren kişiye verilen isimdir ve genellikle bu görev çoban yardımcıları tarafından yerine getirilir. Çakıldakların temizlenmemesi, kırkma denilen koyunun yününün alınması işlemi sırasında yünün/yapağının kalitesinin düşmesi anlamına gelmekte olup mutlaka en azından bahse konu kırkma döneminden önce bile olsa bir kez temizlenmek durumundadır, aksi taktirde yünün/yapağının işlenmesi zorlukları yanında kalite düşmesine de neden olmaktadır. Bu “çakıldakçıların” durumları, sayıları ise de işletmenin büyüklüğüne yani beslenilen koyun miktarına bağlı olup, eğer ailece yapılan bir işlemse çakıldakçılık görevi de ailede genellikle de çocuklara düşen bir görevdir, işletme büyüdükçe de görevler görece profesyoneller tarafından yerine getirilmektedir. Anlaşılacağı üzere; koyunun yününün/yapağısının kalitesinin ve işleme kolaylığının artması için koyunların çakıldaklarının (boklarının) yün kırkma dönemlerinde temizlenmesi gerekmektedir, çakıldakçıların sayıları ve sosyal statüleride koyun sayısına bağlı olup; yukarıdaki yazılan tüm bu işlemleri yerine getiren çakıldakçıların durumunu muzip ve bilge kişiler Anadolu’da; eğer birileri önem vehmedilenlerin arkalarını temizliyorlar ve etraflarında yağcılık yapmak için dolanıp duruyorlar ise, bu kişiler için “çakıldakçı” demişler ve uzun yıllardır bu laf kullanıla gelmiştir.
Bu söz; Yurdumuzun çeşitli yörelerinde, böğrülce ve fındık tazesi gibi meyva-sebzelerden, değirmenlerde bazı uyarıcı görevleri olan ses düzeneklerine kadar çeşitli anlamlarda da kullanılmaktadır. Biz konumuz gereği yukarıda genişçe anlatılan ve yağcı, yardakçı ve erkete rolü için kullanıp, toplumumuzda da bu görevi yerine getiren bazı erbap kişileri tanımlamak için kullanacağız.

ÜLKEMİZDEN 2 PORTRE ve 2 CENAZE TÖRENİ
Ersin Faralyalı,
1966-1991 tarihleri arasında 25 yıl boyunca Ege Bölgesi Sanayi Odası’nda (EBSO) önce Meclis Üyesi, sonra da 1981-1989 arası sekiz yıl boyunca EBSO Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev yaptı. 1985-1986 arası iki dönem Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı olarak görev yaptı. Faralyalı ayrıca 18 yıl İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV) Yönetim Kurulu üyeliği ve iki yıl Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Üyeliği görevini yürüttü. Ersin Faralyalı, Dış Ekonomik İşler Konseyi (DEİK) kurucusu ve DEİK Türk-Amerikan İş Konseyi kurucusu ve iki yıl başkanı olarak da görev yaptı. 20 Ekim 1991 seçimlerinde Doğru Yol Partisi (DYP) İzmir milletvekili seçilen Faralyalı, Süleyman Demirel’in başbakanlığı döneminde 49’uncu Cumhuriyet Hükümeti’nde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olarak görev yaptı.
Hasan Doğan,
Türk iş adamı ve spor yöneticisi. İlk, orta ve lise öğrenimini İstanbul'da yaptı. 1979 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümünden mezun oldu. 1981-1988 arası Koç Holding bünyesindeki Beldesan firmasında pazarlama koordinatörlüğü yaptı.
1988 yılında kurucusu olduğu Ramsey'in genel müdürü oldu. Ramsey Giyim, Gürmen Giyim, Kip-Teks Konfeksiyon ve Star Medya Yayıncılık yönetim kurulu üyesiydi. Ayrıca, İstanbul Sanayi Odası Meclisi, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği sanayi konseyi ve Beşiktaş Kulübü kongre üyesiydi.
Evli ve 2 çocuk babası olan Hasan Doğan,
Levent Bıçakçı'nın Futbol Federasyonu başkanı olduğu dönemde federasyonda başkan vekilliği yaptı. 14 Şubat 2008 tarihinde yapılan Futbol Federasyonu Olağanüstü Genel Kurulunda inanılmaz bir gerici-yobaz dayatma ve bu dayatmacıların erketeleri sayesinde, Haluk Ulusoy yerine başkan seçildi.

ERSİN FARALYALI CENAZE TÖRENİ
Tedavi gördüğü hastanede önceki gün vefat eden eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Ersin Faralyalı 'nın cenazesi, İzmir 'de toprağa verildi.
Ersin Faralyalı 'nın cenaze namazı, Bostanlı Beşikçioğlu Camisi 'nde kılındı. İkindi namazının ardından kılınan cenaze namazı öncesi, Faralyalı 'nın oğulları Serdar ve Ahmet Faralyalı taziyeleri kabul etti.
Cenaze törenine, Ersin Faralyalı 'nın yakınlarının yanı sıra İzmir Valisi Cahit Kıraç , Büyükşehir Belediyesi Başkanı Aziz Kocaoğlu , Karşıyaka Belediye Başkanı Cevat Durak ,
Emniyet Müdürü Halil Çapkın, eski bakanlardan Işın Çelebi , Ekrem Pakdemirli , Hasan Denizkurdu , Işılay Saygın ve Faralyalı 'nın dünürü iş adamı Aydın Doğan ile Mehmet Ali Bayar , Mehmet Ali Yalçındağ , Ertuğrul Özkök , Ali Sabancı gibi isimler de katıldı. İzmir iş dünyasının yoğun katılım gösterdiği törende gazetecilerin sorularını yanıtlayan Faralyalı 'nın eşi Elif Faralyalı , "Dünya ve Türkiye bir değerini kaybetti. Üzüntümü anlatacak kelime bulamıyorum. Yanımızda olanlar bize kuvvet veriyor" dedi. Faralyalı 'nın cenazesi daha sonra , Soğukkuyu Mezarlığı'ndaki aile kabristanında defnedildi. Cenaze töreni sırasında, eski Çiğli Belediye Başkanı Tevfik Alyanak baygınlık geçirdi.

HASAN DOĞAN CENAZE TÖRENİ
Kalp krizi sonucu hayata veda eden Futbol Federasyonu Başkanı Hasan Doğan (52), devletin zirvesi, ailesi, spor dünyası ve sevenlerinin katıldığı cenaze töreninde gözyaşları arasında son yolculuğuna uğurlandı.
Doğan, Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan'ın da aralarında bulunduğu sevenlerinin omuzlarında cenaze arabasına kadar taşındı, başta eşi ve kızı olmak üzere, gözyaşları arasında toprağa verildi.
Bodrum'da pazar günü geçirdiği kalp krizi sonucu 52 yaşında vefat eden Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Başkanı Hasan Doğan, dün devlet zirvesinin de katıldığı cenaze töreniyle son yolculuğuna uğurlandı. Cenaze törenine katılanlar arasında milli takım forması giyenlerin de olduğu görüldü. Hasan Doğan için, önce, 143 gün süreyle başkanlık yaptığı TFF'nin İstanbul 4. Levent'teki merkez binasında tören düzenlendi. Fatih Camii'ndeki cenaze törenine Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı Köksal Toptan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, çok sayıda bakan, milletvekili ve siyaset adamıyla, spor, iş ve sanat çevresinden birçok kişi katıldı.

2 yaşam, 2 kariyer, 2 devlet hizmeti, bir tarafta beğensekte beğenmesek te önemli bir kariyer diğer tarafta ise fasulye gibi sırık olmaksızın tırmanamayan bir kariyer... Her iki şahsiyet bir gün ara ile vefat ediyor ve cenazeler aynı gün kaldırılıyor ama biri için basında inanılmaz bir faaliyet diğeri için kıyıda 2 cümle...
Hasan Doğan bügünkü iktidarda bulunanlar yerine herhangi başka birileri olsa asla ve kata bu bilinmişlik düzeyine kendisini getiren Türkiye Futbol Federasyon başkanı olamayacak çünkü futbolun içinde yine bugünkü başbakanın sayesinde ve ancak İstanbul Büyükşehir Belediyesi futbol klübünde çok istediği için kendisi kırılmayarak o da ayıp olmasın kabilinden kendisine tevdi edilen yöneticilik sayesinde... Haa Beşiktaş genel kurul üyeliği de maalesef her Koç Holding bu düzeyde çalışanının nerede ise mecburiyetten oluşmuştur. Gelelim Levent Bıçakçı federasyonundaki asbaşkanlığına onuda yine bahse konu ilişkileri neticesinde ve AKP hükümetinin hayatının her alanı AKP’lileşmelidir görüşünden başka birşey değildir. Türkiye onu önce ve asıl başbakan Erdoğan'ın yakın arkadaşı olarak tanıdı, Başbakan Erdoğan ve ailesi Ekinlik adasındaki tatillerinde Hasan Doğan'ın eniştesi aynı zamanda Ramsey firmasından ortağı Remzi Gür'ün villasında kalıyorlar. Remzi Gür ile daha önce denedikleri elektronik işinde de dayanak ve destek olmadığı için çuvallamışlardı, Remzi Gür başbakan'ın çocuklarına yurtdışındaki okul masrafları için burs veren kişi olup Dışişleri bakanı Ali Babacan`ın baldızı Didem Yurter, oğlu Ömer Gür ile evli ve görüleceği üzere ilişki sadece din-tarikat ortaklığı değildir.

Her ikisine de siyasi ve sosyal olarak çok mesafeli olmam bir kenara; tanınmışlıkları ve kariyerleri ölçüsünde basında yer almamalarıdır konu ve asla; vefat etmiş her iki kişinin arkasından saygısızlık olarak algılanabilecek şekilde konuyu uzatmak istemiyorum ama; birisi sadece Başbakan’ın arkadaşı olması hasebiyle buralara gelebilmiş kişinin cenazesi için bu kadar büyük şamata koparan basın; bugüne kadar kendilerine herşey denilmiş olan önemi kendilerinden menkul basın mensupları için ilave bir sıfat verebilmek adına tüm bu detaylar verilmiştir. Bugüne kadar; mütareke basını, Ali Kemal’in güncelleri, Batılı otoritelerin erketeleri, basın yoluyla nemalanlar vb. gibi daha yüzlerce olumsuz sıfata muhatap olanlara yeni bir sıfat eklemek içindir.
Buradan ilan ediyorum; basının çok önemli bir bölümü bir kez daha bu olay nedeni ve vesilesi ile anlaşılmıştır ki; Anadolu’da bu kabil insanlar için kullanılan “çakıldakçılar” sıfatını da almalılar. Bu konuda çakıldak kim gibi sorduğunu duyuyorum ama kusura bakmayın onuda siz anlayıverin gayri...