Cumartesi, Aralık 26, 2015

WHY HIGH ONE WHY


TİLKİ: Doğanın en uyumlu hayvanlarından biri olan “tilkiler”; sevimli görünüşleri, hızlı ve çevik olmaları ve mükemmel işitme yetenekleri ve aynı zamanda güzel ve kalın kürkleri ve bir hayli de utangaç tavırları ile bilinirler. Doğası gereği, önsezisi yüksek ve zeki olan bu hayvan, tehlike bölgelerine fazlaca yaklaşmaz, yüksek sezi ve zekası ile sevimliliği de bir araya gelince, tehlikeli bir hal aldığı da bilinir ve tam da bu yüzden, bazılarının kafasında yüzlercesi dolaşır ancak hiçbirinin kuyruğu diğerine değmez denir, ancak, kurnazlık konusunda kendisine atfedilen yeteneğinin ise, insanlardan mı kendilerine, yoksa kendilerinden mi insanlara, ilham verdiği hala tartışılır bilim çevrelerinde... İnsanın sosyolojisine mülhem özelliği; üçkağıtçılık ve hilekarlığı ise kendi doğal yaşamına ait olmayan özelliklerden mütevellit olup, mezkur özellikler sadece insanın tanımlanmasına yöneliktir. Kendisine yönelik en önemli atalarsözü; “tilkinin dönüp dolaşacağı yer kürkçü dükkanıdır” olup, akıbet-i meşumdur. Harika ölü taklidi yaptığı uzmanlar tarafından belirtilen hayvandan mülhem insan davranışına teveccüh ve transfer, her türlü rezil ve rüsva tutumun caiz olmasıdır.

KOYUN: İnsanlar ve insanlık açısından gayet sevimli görülen bu hayvan, etinden, sütünden, yününden, derisinden ve gübresinden yüksek kalitede faydalanilan, geviş getiren küçükbaş bir hayvan olup kendisinden ve davranışlarından mülhem binlerce atalarsözü üretilmiştir. Melül melül bakışın, çok kolay güdülmenin, hiç bir şeye itiraz etmemenin ve binbir türlü zulüm ve haksızlığa karşı dahi sessizliğin, sürüler halinde ve tepkisiz davranışın tarifinin sürü psikolojisi olmasının, doyma hissi olmamasının tarifinin, uykunun gelmemesi halinde uyuyabilmenin yolunun çitlerden atlatılarak sayılmanın, hatta insanın “koyun” dendiğinde “koymayın” diyesi gelen bu hayvan; tüm sevimliliğine rağmen ademoğlunun “salaklık” ve “şapşallık” temsiliyeti yüklemesine neden olan her davranışı esirgemeden sergileyen, tehdit algılama aygıtlarının fıtraten nakıs, genellikle dişisine koyun, erkeğine koç ve yavrusuna kuzu denen bu hayvan, Nişanyan Etimoloji Sözlüğüne göre ilk kez 735 yılında Orhun Anıtlarında “kagan süsi böri teg ermiş, yagısı koñ teg ermiş [kağan ordusu kurt gibi idi, düşman koyun gibi idi]” şeklinde yerini alarak, Necip Türk Milletinin tarihin derinliklerinden itibaren hangi anlamda kullandığının nişanesidir. Klonlanması ilk düşünülen hayvan olması hasebiyle de, takdire şayan olup, günlük hayatımızda da sıklıkla kullandığımız; “Karaman’ın koyunu sonradan çıkar oyunu” ile başlayan, “her koyun kendi bacağından asılır” a kadar giden yelpazedeki atasözlerine ilham teşkili ile de, sürüler halinde olmasına ya da beslenmesine rağmen, bir o kadar da kişisel olmanın sergilenmesi açısından önem arz etmektedir.

ÇAKAL: Türk Dil Kurumu (TDK) sözlüğüne göre; 1. anlamda “etoburlardan, sürü hâlinde yaşayan, kurttan küçük bir yaban hayvan”, olarak verilmesinin yanında en dikkat çekici diğer tarif ise; “Koyunların kuyruklarının altına yapışıp kuruyan pislik” ve yine aynı kaynakta Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü kaynaklı olarak, “havlayan, ama ısırmayan köpek” olarak ta verilmektedir. Nişanyan Etimoloji Sözlüğüne göre ise; tespit edilen en eski Türkçe kaynak olarak, “Mesud b. Ahmed, Süheyl ü Nevbahar terc., yıl 1354,” belirtilmektedir. Bu etoburlar takımının, köpekgiller familyasından olup, geceleri sürüler hâlinde gezen memeli hayvan, insan sosyolojisine ve psikolojisine teveccüh davranışlar tranferinde, ne yazık ki; kurnaz, yalancı, düzenbaz, fırsatçı, kalleş, aşağılık ve görgüsüz, başkalarının sırtından geçinen, dokunmayan yılana dokunmayan ya da karışmayan,  kimse anlamında olmuştur. Yiyecek ve içecek bulmada fevkaledenin fevkinde bir maharet ve kabiliyet sahibi olup, sabırları ve takipçilikleri sayesinde, konuşlanarak bıkmaksızın avlarını beklerler. Atıklardan bile faydalanma ve nemalanma konusundaki maharetleri sayesinde, hatta o kadar ki, yine uzmanlarının ifadesine binaen, diğer hayvanların dışkılarından bile beslenebilecek kadar atık değerlendirme uzmanı kesilmişlerdir. Bazı masallarda; “aslan”ın sağ kolu tarifi ile taltif edildikleri bile olabilmekte ve “Çakal eriği” gibi meyvesi bile bulunan bu hayvanın, kurnaz, yalancı, düzenbaz, fırsatçı, aşağılık ve görgüsüz, başkalarının sırtından geçinen insanların tarifinde kullanıldığı yaygın olarak bilinmektedir. Beden dilinin bir hayli gelişmiş olduğu bildirilen bu hayvanın, saldırganlığın temsiliyeti yerine, uhuvvet ve suhulet içerisinde bir avlanmayı ifade etmektedir. Tilkilerle benzer özellik ve davranışlara sahip olmakla birlikte fiziksel ayrışmanın yanında en önemli farklarından biri de, tilkiler tek başlarına avlanırken çakallar sürüler halinde avlanır ve tilkinin aksiine leş ile de beslenebilirler. Antik Mısırda; ölüleri koruyan ve yolları açan iki tanrı için yapılan resimlerde “çakal” başlı olarak gösteriliyor olması, günümüz dünyasında ise kurnaz, yalancı, düzenbaz, fırsatçı, kalleş, aşağılık ve görgüsüz, başkalarının sırtından geçinen, dokunmayan yılana dokunmayan ya da karışmayan,  kimse anlamında kullanılmasına ne yazık ki bir engel oluşturmamıştır. Antik Mısırlıların tanrı başı olarak kullanmasından bu kadar yıl sonra günümüzde, tanrıdan ırak ve azade anlamlar alarak; sinsi, kurnaz, insanları resmetmesi de ayrıca üstünde durulacak cinstendir diye düşünmekteyim.

İnsan davranış ve karakter özelliklerini, hayvanlar alemi ve davranışları üzerinden gösterme çabalarım okuyucularımızın teveccühüne mazhar olursa, diğer hayvanların üzülmemesi ve bazı insanların doğada sadece bu kadar mı hayvan var sorularına karşılık olarak diğerlerini de konu edecek bir seri yazı yazmayı planlamaktayım. Hayvanların insan öldürdüğüne sıklıkla rastlansa da, bu hayvanların hepsini insanların öldürdüğünü asla unutmayalım... İnsansever hayvanların varlığı kadar hayvansever insanların da olması dünyamızın geleceğinin teminatı olacaktır. İyi haftalar.

Pazar, Aralık 20, 2015

GAVAT, PEZEVENK, DEYYUS, DÜMBÜK, DÜRZÜ

Söyleyenlerin yalancısı ve geçte olsa oluşan lüzum üzerine...

Gavat; Türk Dil Kurumu (TDK) sözlüğüne göre, kelimenin doğrusu "kavat" olup, kökeninin Arapçadan gelip “kavvad” olarak söylendiği belirtilmektedir. Çağdaş Türkçenin Etimoloji sözlüğü sayılan “Nişanyan Sözlüğüne” göre de,  Dede Korkut masallarında 1400 yıllarında ilk kez ve hakaret olarak “kavvad” olarak kullanılmış ve “gawt” çukur ve anüs anlamında, “gawwat” ise çukurcu ve ...çü anlamındadır. Diğer taraftan;  Türk Dil Kurumu (TDK) Güncel Türkçe Sözlüğüne göre de; Yolsuz birleşmelere aracılık eden erkek ve karısının hoppalık yapmasına göz yuman koca, anlamında kullanıldığını belirtilerek, sözcük'e ve anlamına nezaket ve naiflik katmaya çaba göstermiş olup, bir anlamda “kavat”ın özenilir gibi algılanmasına yol açmış olabilir. Argoda ya da halk ağzı olarak "gavat" diye kullanılmakta olan bu sözcük, genel anlamda pezevenk anlamında kullanılsa da, özelde sadece karısını, kızını ya da kızkardeşini, gizli ve gayri yasal cinsel ilişki amacıyla para karşılığı pazarlayan adam anlamında kullanılmaktadır. Mezkur kelimeyi tekrar meşhur eden resmi ve onu sıkça kullanır hale getiren gayriresmi kahraman gavatlara da yazdıkları destanlar için bu vesile ile şükranlarımızı arz ederiz, yoksa bu kadar şeyi nasıl öğrenirdik, bu kadar muhabbet konusu nasıl bulunabilirdi... Ayrıca; Osmanlıcasının Köftehor, Kürtçesinin Kouvat, İtalyacasının ve Arnavutçasının Cavatina, Almancasının Kavatine, İspanyolcasının Kavades, Yunancasının kavadis olduğu da yakıştırılmakta olup İtalyancasının aynı zamnda komisyoncu olduğu rivayet edilmekte ve biz de ise bugünlerde de komisyoncu anlamına gelse de çok çok özel bir ticari faaliyeti ifade etmektedir. Ama illada önemli bir muhteremin, sıkıştığında sözcüğün doğrusunun “kavat” değil, kavas olduğunu söylemesidir.

Pezevenk; Türk Dil Kurumu (TDK) Güncel Türkçe Sözlüğüne göre ; Gizli ve yasal olmayan cinsel ilişki öncesinde aracılık eden kimse, (gizli olmayan ve yasal olan cinsel ilişkiye aracılık edene ne denirdi?), Çağdaş Türkçenin Etimoloji sözlüğü sayılan “Nişanyan Sözlüğüne” göre de, 1512 tarihlii II. Bayezid Kanunnamesinde “Püzevenk”, Camiü’l Fürs’e göre “Pizevenk”, Evliya Çelebi Seyahatnamesinde “Büzevenk”, Ermenice “Pozavak” diye etimolojik bilgiler verilerek, “Türkçe sözcüğün etimolojisi en azından 17. yy'dan beri spekülasyon konusu edilmiş ve Ermenice yaygın bir sözcük olan ve önseste değişkenlik gösteren poz/boz "orospu" ile alakalı olması makul görünüyor. Ancak Tietze'nin önerdiği pozavak bileşiğine Ermenice kaynaklarda rastlanmadı” geniş tarif yapılmıştır. Pezevenk; “kavat”tan farkı, kavat,; karısı, kızı, kız kardeşi gibi sınırlı bir meta ile çok özel hizmet verirken, pezevenk bu konuda kesinlikle sınırsızdır, yani anlayacağınız olabildiğince profesyonel olup, pazarlayabildiği tüm kadınları bedeli mukabili pazarlamaktadır. Diğer taraftan, bazı kaynaklarda, Farsça'daki “pejavend” (kapı tokmağı, sürgü) kelimesinden geldiği söylenmekte ve anlamının genişletilmesi ile de “kapı arkasında bekleyen, kadın ticareti yapan kişi” anlamındadır denilmiş olsada, ciddi sözlüklerde bu bilgi yer bulamamıştır. Öyle ya da böyle bir sürü kelama uygun bir sözcük olmakla birlikte aslolan fuhuş sektörünün en önemli öğesi olduğudur.

Deyyus; Karısının, kızının veya kızkardeşinin, iffetsizliklerine ya da  başkaları ile düşüp kalkmasına ses çıkarmayan muhteremlere verilen isimdir. Kavat’tan farkı, bu eylemde bir pazarlama faaliyetinin olmaması olup, yer yer de karısı ya da sevgilisi tarafından aldatılan erkek anlamında da kullanılmakta, ilaveten bazı kaynaklarda da; boynuzu yiyip sineye çeken bu muhteremlere “derare” denildiğinede rastlanmıştır. Çağdaş Türkçenin Etimoloji sözlüğü sayılan “Nişanyan Sözlüğüne” göre ise, Arapça kökenli olduğundan bahisle, ilk olarak 1354 yılında Mesud b. Ahmet’in Süheyl ü Nevbahar eserinde, “Eşek ḳaltabānsın u ebleh deyyūs̠” şekliyle yer almıştır. Kıdemlilerine ise deyyus-u ekber denilmektedir.

Dümbük; Karısı, kızı ve kızkardeşi kötü yolda olup ancak kendisinin haberinin olmaması halindeki muhteremlere verilen isimdir. Muhterem  konuya muttali olunca hemen rütbe alarak deyyusluğa terfi eder. Çağdaş Türkçenin Etimoloji sözlüğü sayılan “Nişanyan Sözlüğünde” Ahmet Vefik Paşa’nın Lugat-ı Osmani’de, Tembük diye geçmekte olup, Farsça kökenli bir sözcük olduğundan bahsedilmektedir.

Dürzü; Yukarıda verilen tüm külliyata şamil ve havi bir söz olup, görüleceği üzere anlam derinliği yüzünden maşallahı bulunmaktadır.

Bu paylaşım üzerine gelen yorum, soru ve cevapları ise şöyledir.

T.U. ; Demek bu mesleklerde gayetle bir artış var ki, kavramlar ve konular tartışılır hale geldi... Demek ki ülke doğru yolda ...Yahu Ruhi baba, bir de “godoş” ya da “kodoş” vardır. O ne anlama gelir acaba? Sayıca ötekilerden az değildir bunlar da!
R.M.Ç.; kodoş Gayserililer tarafından Godoş haline getirilmiş olup pezevenk ile aynı anlamdadır TDK ya göre...
T.U.; peki mesela makamını, karısının iş kurması için kullanıyor diyelim, buna ne diyorlar?
R.M.Ç.; Kurduğu işin finansmanının temini için ise, “gavat”, yok iş kurarken gördüğü iltimasların karşılığı karısının ya da kızının finansman temincileri ile fingirdemesine ses çıkarmıyor ya da göz yumuyor ise deyyuz, eğer adamın karısı ve kızından haberi yok ise de dümbük, umarım kafi derecede açıklayıcı olmuştur. Bundan gayrısı melunların tefsiri olur ki, zinhar cehennemde yanacaklardır...
T.U.; Hay allah, kafam karıştı yahu. Peki, adamın parası var, ama mesela kızını başka bir adam okutuyorsa?
R.M.Ç.; Parası varken kızını başkası okutuyorsa Allah Muhafaza tam cehennemlik, ama kızını okutuyorsa ve kendisi bilmiyorsa da dümbüklükle iktifa edilecektir...
T.U.; Yani en azından “dümbük” diye bileceğiz, demek ki ... Belki de tanrı, “siz o kadarını bilin yeter, gerisini ben bilirim” demiş olabilir...
R.M.Ç.; bunların bir de “day use” olanları varmış, ulemanın bildirdiğine göre...
T.U.; hiç duymadım hocam
K. H.; dürzü ile Lübnandaki dürziler akraba mıdır..??
R.M.Ç.; ordakiler değil ama burdakiler olabilir Kemal...
K. H.; teşekkür ederim aydınlandım..

Bu yazıyı niye mi yazdım? Hiç değişiklik olsun diye... Bakarsın bilmeyenler olur, faydalanıp etraflarına bu gözle baksınlar diye... Fena mı oldu, memleket hizmet görsün...

Pazar, Aralık 13, 2015

ÇOCUK EVLİLİĞİ

Gediz Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile Gediz Üniversitesi Kadın ve Aile Araştırmaları Merkezi, “Zorla Evlendirme” konulu bir konferans düzenliyor ve maalesef bu ülkenin başına nasıl bir bela daha örüldüğünün ve daha da kötüsü örülmeye devam ettiğinin ve en kötüsü de daha da büyük belalara yol açacağını; bir kez daha, bu seferde istatistiki değerlerle gözümüze sokmuşlardır. Maalesef, canım yurdumun başı beladan kurtulmuyor ve korkarım ki de kolay kolay da kurtulmayacak...

Konferansta konuşan “İzmir Barosu Kadın Hakları Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Nuriye Kadan; çocuk hakları konusunda en önemli hak ihlalinin, “çocuk yaşta evlendirilmeler” olduğunun altını çizerek, Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması sonuçlarına göre de, her 3 evlikten birinin çocuk evliliği olduğunu söyleyerek ve “Ülkemizde ne yazık ki 181 bin 36 çocuk gelin bulunuyor. Bu evlilikler imam nikahına dayalı olduğundan, sayının çok daha fazla olduğunu düşünüyoruz. 2012 yılında 20 bine yakın aile 16 yaşından küçük kızlarını evlendirebilmek için dava açmış. Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre erken evlilik ve nişanlılık nedeniyle eğitime devam edemeyenlerin yüzde 97.4'ü kız öğrenciler. 15 - 19 yaş arası genç kızlarda birinci sırada ölüm nedeni, hamilelik ve doğumun yol açtığı sorunlar. Kızlarımızı oyun çağındayken anne olmaya zorlayan bu acı durum, ataerkil ve geleneksel toplum yapısı yüzünden normalleştirilip meşrulaştırılıyor.” diyerek devam etmiş ve konuyu damaya çıkarmış... Bunun üstüne daha ne söylenebilir ki, Allasen...

“Medeni Kanunu; İsviçre’den aldık, bize hiç uymuyor” yaygaraları kopartılırken, bu yaygara kervanına katılan herkes “sarı öküzü” gözden çıkartmış oldu... Bu yaygaralarla, görece çağdaş ama geliştirilmesi gereken tarafları ihya edilmeden, sadece dini saiklerle bu işleri görme adına, bu yasanın itibarsızlaştırılmaya başlandığı gün konunun, bu ellerle nereye gideceği belli idi aslında. Aklın bir tarafında yatan, çocuk gelinlere yol açacak kapıların sonuna kadar açılmasıymış... Allah selamet versin...

Oysa; evliliklerin ve evlenilecek kişilerin seçimlerinin tamamen özgür irade ile kararlaştırılması gereken bir durum olduğunu bilmeyen var mı, yok vallahi de yok billahi de yok... Ama hinlik başka noktada ya bu konunun da herkes tarafından bilindiğini bilmekteyim... Eş seçme ve evlenme konusunda kişilerin seçim hakkı hem ulusal yasalarla, hem de uluslararası yasaların onaylanması ile güvence altına alınmış olmasına rağmen, kamu görevlilerinin lakait yaklaşımı ve hatta hoşgörüsü ve de korkarım ki yer yer de cesaretlendirmesi ile imam nikahı patlaması yaşanmıştır ne yazık ki, rakamlar bunu gösteriyor canım yurdumda... Oysa ki ne diyor yasalarımız, yasak diyor, yasak hemşerim yasak, ama bu abiler dinler mi... Analarının dizinin görünmesinden tahrik olan, kızını tahrik olurum korkusuyla kucağına alamayan, hadi kötü bir kelime kullanmayayım, bu sapıklardan ne olur, haaaa da bu olur işte... Bırakın çocuğu bir kenara, bir yetişkini bile evlenmeye zorlamanın suç teşkil etmesi ve çok ciddi cezalarla cezalandırılması gerekmektedir ve çocuklarını ise cebir ve şiddet kullanarak evlendirenlerin çok şiddetle cezalandırılması kaçınılmazdır, aksi taktirde, çocukluğunu yaşayamamış, çocuk iken çocuk doğurmaya çalışırken yaşamını yitiren, sakat kalan ya da çocuğunu yitiren, ya da akılını yitiren ve sağlıksız bir toplum ile karşı karşıya kalınacağı aşikardır. Ama ne gam, ne keder...

Ama, ne yazık ki, yaşanan bu günlerde, torunu yaşındaki çocuk ile zorla cinsel ilişki kurdu diye yargılanan gazeteciyim diye geçinen yobazın birisine göz yumulması, görmezden gelinmesi karşısında, yönetimler, adalet mekanizması, meslektaşları, akrabaları ve hepsinden önemlisi kocaman bir toplum, 3 maymunu oynamıştır, duymamıştır, görmemiştir ve konuşmamıştır... Bütün bunlar yetmiyormuş gibi bu ahlaksız herif, bu sübyancı herif çıkıp; “ben olmasaydım bu kız fahişe olurdu” diyor ve Allahını seven kimse ses çıkarmıyor, yuh be kocaman bir yuh... İşte bir ülkede seçilmişler, eğer evliliği; yasal ve mübah birlikteliğin önkoşulu olarak değerlendiriyorsa, bunun üstüne kimse tepki vermiyorsa, bir adım daha atar ve gençler erken yaşta evlenirlerse sorun olmaza kadar dayar konuyu, sonra sen de “ne oldu bize” diye abuk subuk konuşursun... Oysa, zaten bilgi sahibi olmaktan ziyade, olmamayı tercih etmiş irşadın ehli olarak canım yurdumun necip ferdi, sonrasında fazla çocuk yaparmış, çocukların rızkı vardır yaklaşımı mucibince de eğitime ve öğretime ne hacet kalırmış, çocuk nasıl daha sağlıklı ve bilgili yetiştirilirmiş, hastalıklarla nasıl mücadele edilirmiş, ne gam ne keder... Kendisi 31 yaşında iken 13 yaşında gördüğü bir çocuğun kendisine eş olma ihtimalini düşünebilen ve annesine bu kızı bana isteyin diyen birisinin siyasi kılavuzluğu altında nerelere varılır gayri siz düşünün... Allah akıl fikir ihsan eylesin, ama o kadar çok ihtiyaç sahibi de varki, bundan nasıl nasiplenir bilemiyorum gayri...

Çocuk yaşta evlendirilen kız çocuklarının sayısının her geçen gün artıyor olmasının, bir anlamda kadının sosyal ve ekonomik hayattan elinin ayağının çekilmesinin hedeflendiği behemehal tespit edilerek, gerekli ahlaki ve hukuki düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Kadının cinsel emtia olarak görüldüğü pek çok toplum vardır dünyada ama canım yurdumda ilaveten bu abukluğu tetikleyen din adamlarının çokluğu da maalesef canımızı yakmaktadır, ilaveten geçmişten ve önderlerden örnekler verilerek konunun tavsamasına çalışanlara da bu toplum artık gerekli cevabı verebilmelidir, yoksa... Vallahi; yoksa, diye hiç bir cümleyi başlatmayacak günler dileğiyle...

 

Pazar, Aralık 06, 2015

GELENEKSEL RUSYA DÜŞMANLIĞI


Dünün AKP muhalifi görüntüsü taşıyan, aslında kesinlikle taraftar olduklarını asla gizleyemeyen zevat, nihayet Rusya’nın uçağının Türkiye-Suriye sınırında düşürülmesi üstüne, “kokteyl milliyetçiliklerini” göstererek, zımni desteklerini aleniye çevirme fırsatını buldular, zaten bizim bildiğimiz bir durum olması hasebiyle de sürpriz oluşturan bir durum yoktu, asıllarına rücu etmişler idi... Ehhhh bu arada da; ileri demokrasiden, dinamik demokrasiye de yükseltilmiş oldu ya vites, bunlara da durmak yola devam mehterine ayak uydurmak kaldı... Bu zevatın bugünlerde, “yaratıcı akla sahip olamayanların, tekrarlayıcı akla sahip olmaları kaçınılmazdır” sözü mucibince, “Rusya’nın Suriye’de ne işi var, siz her davet edilen yere gidermisiniz” sözünü tekrara alarak, dalga dalga toplumun her katmanına beyin yıkama metodları ile akli nakşetmelere başlamışlardır. Ve bu muhteremlerin ezici çoğunluğunun milliyetçi kardeşlerden, azıcık bir bölümünün de “nakıs aydın” keyfiyetindeki “yetmez ama evetçi”lerden oluştuğu gözlenmektedir. Ebeee; az bilir çok karar verir, ebeee; hiç okumaz çok üfler, ebeee; bildiği her şeyin yanlış olduğu kardeşim, siz bilmezmisiniz ki; bu ülkede canım yurdumu 1952 yılında NATO belasının kuburuna sokan, ki siz bunları, öncülleri ve ardılları ile birlikte her daim desteklediniz ve de onlar geldiler canım yurdumun bağrına, kuzeyden güneye, batıdan doğuya yaklaşık 100 adet üs kurdular (1966 yılında ABD üs sayısı 112 idi) ve bu üslerin önemli bir bölümünü sizin siyasi ve askeri otoriteniz denetleyemedi hatta bazılarına bırakın denetlemeyi giremediler bile... Siz bunları, gördünüz, duydunuz ve konuştunuz ama, tüm bunları bilmezden gelip, şimdi birileri istedi diye, “Rusya, Suriyede ne işin var” diyorsunuz... Peki, sizce Amerika Birleşik Devletlerinin (ABD) canım yurdumda ne iş var, ya da siz bir günden bir güne “ABD’nin Türkiye’de ne işi var” dediniz mi? Ben eminim ki, demediniz, diyemediniz vs. vs. yahu geçtim demeyi, siz ABD’nin işgal gücü 6. Filonun İstanbul açıklarında demirlemesini protesto eden, Yurtsever, Devrimci insanlara saldıranlara ya katıldınız ya da destek verdiniz en iyimser tahminle de sesinizi çıkarmadınız. Hatta T.C. Genelkurmayının, “ABD yi sevmeyenler komünisttir” açıklamasına bile ses çıkarmadınız... Bu olsa olsa, bu zevatın ruhlarının stratejik derinliklerinde kalmış “geleneksel Rusya düşmanlığı”nın ihya olmasıdır, başka türlü bu koyun-keçi diyaloğu izah edilemez, hani iyi bilinir, koyun telden atlarken, koyunun mabadı görünür ve keçi de aaaaa bak koyunun mabadı göründü diye güler ya, durum tam da bu durum vallahi... Vallahi kargaların güldüğü bu duruma ben ağlıyorum, ağlıyorum, çünkü beyindeki protein zinciri bu kadar kısa ve izole bir yurdum insanım var... Allah selamet versin... Evet “Rusya’nın Suriye’de ne işi var” haklısınız, bence de ne işi var, ancak bu soruyu sormak bence sadece “ABD’nin Türkiye’de ne işi var” diye sorabilenlere hak olabilir...

Hele birde; kılavuzu kargadan tutup, burnunu necasetten kurtaramayan bir ekip var ki, onların durumu ise daha da zavallı, kitaplarının nerdeyse tamamını okuduğum, görünür titri gazeteci ama görünmeyen tarafının da hangi mahfillere hitap ve hizmet ettiği fazlaca şüpheye yer bırakmayan, adını hukuksal nedenlerle vermek istemediğim muhteremin der akabından hususiyetle ve hassasiyetle gidilmesi hayrete şayandır açıkcası. “kirli bir Rus oyunu” jargonu ve yaftası ile konuyu asli mihverinden çıkarıp, günün icabına uygun mihvere oturtmaya çalışırken, “Suriye’de uçuşa yasak bölge” tespit ve tayin keyfiyetini öne çıkararak hangi mahfiller ile eşgüdümlü bir pozisyon alındığının gizlenmesinin mümkün olamayacağı tespiti gözden kaçmış herhalde... Daha çok yakın bir zamanda; dönem itibari ile yere göğe sığdırılamadan peşinden gidilen “kısa ve şişman adamın” savladığı, Irak’ta 24. paralelin kuzeyinin “uçuşa yasak bölge” ilanının, siyasi hülyalar ve ekonomik rüyaların dama dediği hemencecik unutuldu galiba, şimdi orada gerçekleşen ve özellikle milliyetçi kardeşlerin sonuçlarına görüntüde de olsa, çok kızdığı sonucun benzerini verecek talebin nelere hizmet edeceği açıktır... Einstein’ın sözü ile bir kez daha söyleyelim ki; belki daha fazla anlaşılır, “Aptallığın en büyük kanıtı, aynı şeyi defalarca yapıp farklı bir sonuç almayı ummaktır”

Canım Yurdumun; ezilmiş, büzülmüş ve de ne yazık ki bir türlü durumun farkına varamamışlarının yarattığı muhteşem bir söz vardır, “söyleyen deli ise dinleyen akıllı olmalıdır” ve bu sözün bilgesel derinliği  mucibince davranması gerekir ve beklenir iken, inanılmaz bir hayal kırıklığı yaratarak ve bu sözün sanki kendilerince yaratılmamış olduğunu kanıtlarcasına bir davranış sergilenmesi hiç bir akıl ile izah edilemez. Bu kadar çok tekrar, bu kadar ezber cildi bozar ama maşallah bizdeki cilt muhteşem, bırak bozulmayı gün geçtikçe güzelleşiyor... Allah selamet versin...

Aslında bir Neyzen Tevfik beyiti ile sonuçlandırmayı düşünüyordum ama hukuksal sonuçları üzüntü verebilir kaygısıyla hatta korkusuyla; Nazım Hikmet’in canım yurdumun canım insanına katlanmanın zor olduğu bir günde yazdığı muhteşem bir şiirle bitiriyorum...

Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
- demeğe de dilim varmıyor ama -
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!