Pazar, Mayıs 27, 2018

GEÇMİŞTE EGE’nin PARİS’i ÇEŞME’nin İSKELESİ “ÇİFTLİK KÖYÜ”


Astım ve kalp hastalarına doğal hastane görevi yaptığı bazı kaynaklara göre Alman doktorları tarafından belirtilmiş olan, iyotça zengin rüzgârları iştah açtığı ve uykusuzluk giderici olduğu hemen herkes tarafından teslim edilmiştir, Çiftlik köyünün. Bugün Çiftlik köyünün Pırlanta plajı bu rüzgârlar sayesinde “kite surf” ün de merkezi sayılmaktadır.

Osmanlı döneminde; Yeni Nahiye, Çiftlik-i Kebir adlarıyla da belirtilen Çiftlik köy, Çeşme’nin Sakız adasına en yakın yeridir hatta o kadar yakındır ki güzel ve sakin havalarda horoz seslerinin bile duyulduğuna tanıklık etmişimdir çocukluğumda… Mübadele ile Çiftlik köyüne yerleşen atalarımızın sözlü aktarımlarına göre köy o kadar güzel bir yermiş ki; Ege’nin Paris’i olarak anıldığını bugün Rahmetle andığım anneannem Hacer Karagöz tarafından yüzlerce kez dinledim.

Çiftlik Köye yerleşen 1. kuşak mübadil atalarımın yerleştiği evin nasıl muhteşem bir ev olduğunu hatırlıyorum, birkaç tanesi hariç diğer hangi evlerde de bulunduğunu tam olarak hatırlamıyorum, büyüklerimin “taşlık” diye adlandırdığı ve kotarina denilen çakıl taşlarından siyah ve beyaz 2 farklı renk seçilerek siyahın ana renk ve beyazından ise desen oluşturularak yapılmış bir giriş vardı ki, tek başına muhteşemdi… Bu yerleşilen evin köyün başpapazının ya da papazının olduğundan söz edilirdi, evin içinden ahırlara geçilen bir kapı vardı, buradan girildiğinde ahırlar öncesi 2 adet kuyunun bulunduğu bir kapalı giriş bölümü vardı, oradan da bahçeye çıkılırdı, bahçeye çıkılan yerde ise 5 mt ye 4 mt lik yaklaşık ölçülerde kapalı bir alanda büyükçe bir fırın bulunmakta idi… Evin detayları ile ilgili teknik ve yaşamına yönelik olmak üzere geniş bir yazıyı ayrıca yazmayı planlamaktayım, ileriki günlerde.

Şu anda Çiftlik balıkçı barınağının üzerine inşa edildiği bilinen iskelesi nedeniyle de çok muhtemeldir ki, Çeşme’nin de iskelesi olduğunu düşünmekteyim, konunun uzmanı olmamama rağmen, 1920’ler ya da 1930’lar Çeşme limanının fotoğraflarına baktığımızda herhangi bir iskelenin olmadığını kolayca tespit edebiliriz, ama yapım tarihinin çok daha eskilere dayandığını tahmin ettiğim Çiftlik Köy iskelesi, gerek uzunluğu, gerekse de yapımında kullanılan taşların büyüklüğü ve düzgünlüğü ve gerekse de her 2 tarafının da çok farklı derinliklerde olması çok açıktan profesyonelce kullanıma yönelik olduğunu göstermektedir, ayrıca bugün Kaptanlık eğitimi için kullanılan binanın da gümrük binası olması nedeniyle faaliyetin büyüklüğünü tahmin etmek hiç de zor olmamaktadır.

Çeşme’nin önemli tarımsal ürünlerinden olan sakız ağaçları ne yazık ki, odun kalitesi nedeniyle mi yoksa gerekli özenin gösterilmemesi nedeniyle bakımsızlıktan mı; artık her ne nedenle ise, son 30 yılda neredeyse tamamen yok olmuştu, sakız ağacı yetiştiriciliği şimdilerde gerek bu işe gönül vermiş insanlar gerekse de Belediyenin özellikle yeni inşa edilen binaların bahçelerinde dikilmesine yönelik haklı talepleri ile yeniden artışa geçmiştir. Söylendiğine göre Sakız adası için; başta sakız rakısı, sakız reçeli, sakız likörü olmak üzere çok büyük ekonomik değer haline gelmiş olan sakızın, hem kalitesi hem de renginin daha beyaz olması nedeniyle Çeşmede sakızın önümüzdeki dönemde önemli bir değer haline gelecektir. Bugünlerde Çeşme Belediyesinin yeni yapılan binaların bahçelerinde her bağımsız bölüme bir adet gelecek şekilde sakız ağacı dikimini zorunlu kılması, bana göre çok doğru bir karar olmanın ötesinde muhteşem bir olaydır. Hatta Belediyenin sakız ağacını ihtiyaç sahiplerine vererek temin etmesi halinde bu zorunluluğu birkaç ağaca çıkarması hiçten bile değildir ve bence de hemen bu uygulamaya başlamalıdır da… Sakız ağacı yetiştiriciliğinde Çiftlik Köyün bir merkez haline gelmesi hemen planlanmalı ve Belediyenin yetiştirme ve bila bedel temin etmesi şeklindeki öncülüğünde her bahçe sahibinin bağımsız bölüm başına 4 adet ağaca ulaştırılması gerekmektedir.

Çiftlik köy; bir zamanlar Nahiye Belediyesine sahip, söylendiğine ve yazıldığına göre 2 kilise, 1 havra ve 1 camisi ile yaklaşık 1.000 hanelik ve yaklaşık 4.000 nüfuslu bir yerleşim yeridir. Sokaklarındaki Arnavut kaldırım döşemesini 1970’li yılların başına kadar yaşatabilmiş, inanılmaz güzel Rum evlerinin varlığıyla diğer taraftan da sosyal yaşamı ile Ege’nin Paris’i olduğu anlatılırdı büyüklerimizce… Ege’nin Paris’i ve Çeşme’nin İskelesi konumuna ulaşmış bu güzel yerleşim yeri maalesef sonraları kaderine terk edilmiş, tarımı yok etmeyi o günlerden kafasına koymuş devleti yöneten siyasiler eliyle başta da tarımsal ürünlerinin dikiminin yasaklanması ya da sınırlanması ile başta tütün ve anason üretimi ve ticaretinden mahrum kalmıştır. Kaldı ki anasonunun ünü tüm dünyada bilinmesine rağmen…

Diğer taraftan köyün içinden geçen derenin çok eski tarihlerde bile taş duvarlar ile örülmüş olması, su bulunduğu dönemlerde su almak için kuruduğu zamanlarda ise karşıdan karşıya geçişler için kullanılmak üzere yapılmış merdivenlerin ne kadar harika olduğunu ben bile hatırlamaktayım. Sonraları başta mezkûr dere olmak üzere tüm dereler kaderine terk edildi, bir taraftan imar uygulamalarına kurban edilirken diğer taraftan da işletme bakımları yapılmadığından zaman içinde dere vasıflarını yitirmiş durumdaydılar. Allahtan çok eskiden yağan yağmurlar da yağmamaya başladı ve bu nedenle derelerin önemi hep göz ardı edildi, şimdilerde Çeşme Belediye Başkanı Faik Tütüncüoğlu’nun Çiftlik Köyüne verdiği öneme binaen Belediye Fen işlerinin yaptığı ihalelerle dere ıslahları bir felaket yaşanmadan gerçekleştirilmeye başladı, bu konuda doğanın acımasına bırakılmadan diğer dereleri de kapsayacak kapsamlı bir dere ıslah planı herhalde yapılmaktadır.

Diğer taraftan Çeşme Belediyesinin yaptığı yatırımlarla hızlı şekilde gelişmesini sürdüren Çiftlik Köyü yeniden, eskiden haklı olarak elde etmiş olduğunu düşündüğümüz Ege’nin Paris’i olma ününü yeniden kazanacaktır diye düşünmekteyiz. Konu ile ilgili; eksiklikler konusundaki eleştirilerini saklı tutmak kaydıyla, herkesin ve tek tek Çeşme Belediyesi Başkanından, Fen İşleri Yönetiminden, Belediye Çiftlik Köy temsilciliğine kadar emeği geçen herkese teşekkür borcu olduğunu düşünmekteyim.

Çeşmenin yeni yıldızı Çiftlik Köy (Mahallesi) Balık mezatları sayesinde de bir çekim alanı oluşturmaktadır, bana göre Çeşme’nin en iyi barbun balığının yakalandığı bu yerin mezatının mutlaka görülmesi gerekmektedir.

Cumartesi, Mayıs 19, 2018

ÖZÜR DİLEMEK ve AH ÇOŞKUN


Cem Küçük izlenir, gündüz saatlerinde bizim gazetede, “medya kritik” programında, gazetenin patronu “neden izliyorsun bunları, bunlar tetikçi” diye soranlara, sürekli “bunlar kimler tutuklanacak önceden hissederler”, ondan izliyorum diye cevap verir. Medya kritik programı askıya alınmış galiba, Patron artık AH Çoşkun’u da izleyebilir… Ne diyor AH Çoşkun “Sayın Muharrem İnce! Sayın Meral Akşener! Lütfen bu adama haddini bildiriniz!” Peki, neden böyle dedi ve kimi hedef aldı… Soma'da 301 madencinin hayatını kaybettiği katliam gibi kaza sonrası madenci Erdal Kocabıyık'ı tekmelerken çekilen fotoğrafı sebebiyle yıllar sonra kamuoyuna özür açıklaması yapan Başbakanlık eski Müşaviri Yusuf Yerkel, "Olaydan sonra bizzat Erdal Kocabıyık'ı arayıp kendisinden özür diledim ve helallik istedim. O da hakkını helal etti" iddiasında bulunmuştu. Hâlbuki bu konuda Erdal Kocabıyık, mezkûr zat ile görüşmediğini ve hakkını helal etmediği açıklaması yapmamıştı ya neyse. Oyuncu Barış Atay ise Twitter'dan Yerkel'e tepki göstererek "Hepiniz ağlayarak özür dileyeceksiniz. O gün geldiğinde; affedeni, acıyanı, yargılamaktan vazgeçeni de unutmayacağız! Yok, öyle “torunlarla emeklilik, hepimiz kardeşiz, kavga istemiyoruz” falan. Her şey yeni başlıyor. Bu ülkeye, insanına yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz" demişti. AH Çoşkun; hemen seslenince, oyuncu Barış Atay tutuklanıyor, yeniden, tıpkı diğer benzerleri gibi… Sonra çıkmış pişkin bir vaziyette “Benim çağrım polise, savcıya değil, Muharrem İnce’ye, Meral Akşener’e” diyerek aradan sıvışmanın yolunu arıyor… Eee bir de Savcıya ve Polise yapsaydın bari derler adama… Geç bunları, geç… Bu mesajın neresi seni üzdü, seni gerdi, neden böylesine celallendin AH Çoşkun, adamcağız ne diyor, “yok öyle usulca kenara çekilme, yaptığınız hukuksuzlukların cezasını çekeceksiniz, yargılanacaksınız!”… Sanki adam, öyle kenara çekilemezsiniz, kanınızı içeceğiz, asacağız, keseceğiz mi demiş, yok, ne demiş, “yargılanacaksınız”… “Yargılanacaksınız” lafından neden bu kadar, alındın… Üstüne üstlük Muharrem İnce, mezkûr danışmanı hedef tutarak; “bu tekmeci zat yargılanacak” demesine rağmen, inceden ve damardan sözde çaktırmadan Muharrem İnce düşmanlığı… Yok öyle ben duymamıştım, ben bilmiyordum ucuzluğu, sahteliği, ben vatandaş iken bilirken, sen kıymeti kendinden menkul ünlü anchorman olarak bilmiyordum deme sakın, komik olursun, zaten yeterince komiksin. Bırakın, müsaade edin onlarda, yargıya başvurup, suç duyurusu yapsınlar, yargı karar versin, yargılama olup olmayacağına… Sen kimsin de, sokak kabadayısı gibi, “kimin kime had bildirileceğine” karar vermek istiyorsun, al işte gözaltına aldılar ve hemen bıraktılar, senin bu kadar celallendiğin konuda Yargı bir suç unsuru görmemiş besbelli… Yahu madenciye tekme atıldığında da benzer bir tepki gösterse idin, büyük bedellerle milletle dalga geçerek program yaptığın kanalda “penguen belgeselleri” gösterildiğinde de benzer tepkiyi gösterse idin, anlaşılabilirdi kabul edilmese bile bu hadsizliğin…

Ama emin ol AH Çoşkun, senin zerre-i miskal kadar kusurun yok, zekâ yaşı “hepimiz kardeşiz” tatlı su kurnazlığının derin felsefesinden mülhem davranış erbabını alır baş tacı yaparsan olacağı budur işte… Hele bu konu özelinde, Yusuf Yerkel ile kendini kardeş ilan etmişsin, sür sefasını, sana ne daha ileri ahkâm kesmek, bırak bu “hepimiz kardeşiz” mavalını… Ama şunu bilmeni hassaten isterim ki; biz senin tercihinin “yapılanlar yapanın yanına kâr kalmalı” felsefesinin yegâne temsilcisi olduğunu ve tam da bu yüzden TV’lerde ve gazetelerde sözde aranan adam durumundasın… Ne diyelim, al paracıklarını, bak “güzel güzel karşı mahalleden de sevgililerin var”, gününü gün et, sana ne daha derin sulara dalma girişiminden… Bir özür de benden sana, hani biraz önce senin için tetikçi gibi bir ifade kullanıldığını söylemiştim ya, vallahi billahi sen tetikçi değilsin, olsan olsan tetik olursun bu görev dağılımı içinde, çünkü tetikçi gövdesinin üstünde baş taşır, sen öyle misin ya…

AH Çoşkun, senin “Ver mehteri ver” deme üstadı abiden farkın ne biliyor musun? Sen şanslısın, o değil, sen zengin evindesin, o da zengin ama nekes evinde… Evet, en önemli vasfın vasıfsızlığındır, desem bana kızmazsın umarım… Çapsızlık, omurgasızlık, bilgisizlik, adaletsizlik, sıradanlık, düşkünlük, altta kalanın canı çıksıncı tavrın, saygın ve aydın görünme çabalarının üstünde sakil durması nedeniyle pek sırıtmakta be… Bunlardan sıyrılman için günde kaç kez gusül abdestine ihtiyaç olur, ben bilemem ama din âlimleri bilebilir, en iyi tanıdığına başvur lütfen…

Bak sana Neyzen Tevfik’ten bir hikâyecik, Cumhuriyetin ilk yılları,  dönemin İstanbul vali ve belediye başkanı, atanmasının üstünden çok geçmeden yeğeninin önemli bir makama müdür olarak atanmasını sağlar. Bir karşılaştıklarında, Neyzen, “Maşallah, kardeşinizin oğlu tıpkı fasulyeye benziyor.” deyince adam, “Bu genç yasta müdür oldu, neden fasulyeye benzesin ki?” diye sorar. Neyzen de verir cevabı: “İşte ben de onun için benzetiyorum ya, fasulye de sırığa sarılarak büyür.”. İşte senin hayat hikâyen…

Finali yine Neyzen Tevfik ile yapalım…

Hayliden hayli kalınlaştı yobazlık yeniden,
Softalık zorlu anırtı ile aldı yürüdü.
Kara bir kinle taassup pusudan çıktı yine,
Yurdu şahane cehalet yeni baştan bürüdü.

Cuma, Mayıs 11, 2018

EŞEK METEFORUNA KATKILAR


“Zerduz palan ursan eşek yine eşektir” atalar kelamının makam-ı alilerinde taht-ı müzakeresi üstüne “eşek metaforuna” ben de katkı da bulunayım dedim. Bilindiği üzere, metafor Fransızca kökenli bir sözcük olup, mecaz anlamında kullanılmakta ve de bir şeyi başka şey ile benzetmeye, kıyaslamaya, anlatmaya yarayan mecazlardır.

Gayet güzel birkaç kısa hikâye vardır, eşek ve eşeklikle ilgili hemen onları alt alta yazıp, birkaç saptama ve birkaç atalar sözü ile katkımı şimdilik kaydı ile sonlandırayım diyorum.

Hikâye bu ya, 1950''li yıllarda, yol çalışmalarına katılan bir grup mühendis aletleri koymuşlar ölçü-biçi neticesi de kazıklar çakılarak güzergâh tespiti yapıyorlar. O sırada eşeğine binmiş yaşlı köylü geçiyor ve bu hummalı çalışma karşısında dikkat kesiliyor ve çalışanlara “kolay gele gençler, hayırdır ne yapıyorsunuz” diye sorunca “Sağol, yol çalışması yapılacak o nedenle güzergâh tespiti yapıyoruz” diye cevap verince “aaa öylemi bende Nafıa’dan emekliyim ve bizde yol işleri yapardık” demiş… Bunun üstüne yaşlı köylü merakla yeni kullanılan aletlere bakarak, ahhh çekince, genç çalışanlar, peki, siz nasıl tespit ederdiniz güzergâhı diye sorar ve “eskiden eşek özellikle yokuş ve inişlerde serbest bırakılır idi, biliyorsunuz eşekler eğim % 5 ten fazla ise çıkmaz ya da inmez, eğimi uygun güzergâhı takip ederler, biz de ayak izlerine kazık çakar, sağlı sollu yolu açardık” demiş. İlaveten “artık mühendisler var çok şükür” deyince, herkesi almış bir gülme…

Bir diğer hikâye ise; devir Atatürk devri, ünlü İstanbul Vali ve Belediye başkanı Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay, içkinin zararları konusunda konferans vermektedir. Sormuş dinleyicilere: “İki kovadan birine su, diğerine rakı doldursak ve eşeğin önüne koysak, eşek hangisini içer?” diye sorar, dinleyiciler hep bir ağızdan “suyu” diye karşılık vermişler. Aldığı cevaptan memnun olan Gökay, bu kez “Neden?” diye sorunca, rivayete göre cevap Neyzen Tevfik’ten gelmiş: “Eşekliğinden.”

Atatürk de bir akşam Neyzen Tevfik ile Çiftlik’te yemek yerken, civarda dolaşan bir köylü çocuğu yanına çağırıp sormuş: “Biz ne içiyoruz?” diye sorar, “Rakı” diye cevap verir çocuk, “Peki, bir kovaya rakı, diğerine su doldurup eşeğin önüne koysak, eşek hangisini içer?” Çocuk “Rakıyı” diye cevap verince, Neyzen Tevfik Atatürk’e döner: “Aman, neden diye sormayalım!”… Aman aman biz biz olalım da “eşekleri” hafife almayalım…

Eşek deyip geçmemek lazım develerin liderliğini hep yapmıştır, inanmayanlar, ya bana soracak ya da gidip deve kervanlarına bakacak. “deve büyüktür amma beşini bir eşek yeder” sözünün ilham kaynağını uygulamalı görecektir.

Bugün “eşek” deyip burun kıvıranların, “aslan” deyince çok keyif aldıkları bir vakadır ama “eşek” çok geniş yelpazede insanlara yön veren metaforlara konu olmaktadır. “eşek sudan gelene kadar dayak”, “acemi nalbant gâvur eşeğinde öğrenir”, “aksak eşekle yüksek dağa çıkılmaz”, “anasını eşek kovalasın!”, “Eşeği kulaklarından, aptalı konuşmalarından anlarım”, “Eğer üç kişi sizin eşek olduğunuzu söylüyorsa, bir semer kuşanın”, “Geçti Bor’un pazarı, sür eşeği Niğde’ye”  başta olmak üzere derin manalı daha onlarca atalar sözü bulunur. Eşek kadar adam oldun, sözünden hareketle şimdi atalarımız çocukların büyümesini kast ederek söyledikleri bu sözü eşek önemli olmasa örnek gösterecek kadar önemserler mi? Eşek önemli olmasa, tüm dünyaya mal olan ve tüm doğu toplumlarında hoca olarak bilinen Nasreddin Hoca eşeğe binmez ata binerdi, yoksa at sırtından atar diye mi korkmuştu, bilinmez olsa da… Peki, eşeklik bu abilerin dediği gibi kötü ise, âdemoğlu oğluna neden “eşek sıpası” der… Sahi, “Eşek cenneti” neresidir vs vs… Mesela çocuklar, hatta gençler “uzuneşek” oyununu neden tercih ederler acaba?

Eşek dikeni, eşek hıyarı, eşek baklası gibi bitki isimleri, eşek arısı, gibi hayvan isimleri de vardır, eşek’e öyküleniş olunca işte bu kabil sonuçları da oluyor vallahi…

Hele de en çok eşeğe edilen bu lafların kullanıcılarına, alkış tutucularına bakınca, ya sucuk imalatı meşguliyeti ya da erkekliklerinin ilk testini yapmak için tercih etmiş olmasını görmeden tam bir keçi edası ile gak guk ediyorlar ya, Allah layığınızı versin be, ne diyeyim…

Son olarak ta; “eşek sevmeyenlerin kurt sevgisi kaçınılmazdır” diye bir Tacik atasözünü hatırlatarak kapatayım… Bir de abuk subuk konuşmalara başlayanlara “eşek gibi anırma” derler, hatırlatalım… Say say bitmiyor ama ilaveten eşeğin üreme organının tarifi vardır, halk arasında kullanılan, “o” nu anlayan anladı… Öyle sizin hafife alacağınız kadar bir canlı değildir, sonra “Başçavuşun eşeği mi o.uruyor burada” derler adama maazallah… Bir söz de eşeklere olsun; “eşeksen binene kızmayacaksın, değilsen sırtında tutmayacaksın”, eyyy edebiyatımıza “eşek gözleri” ile giren karakaçan… Allahtan artık ülkemizde “eşek” azaldı, insan çoğaldı, çok şükür… “Oku da baban gibi eşek olma” mı desek acaba?

Cumartesi, Mayıs 05, 2018

AHMET SİNAN


Kent kimliği ve karakteri oluşumu ve de kentsel bellek yaratılması, tarihi, ekonomik ve toplumsal gelişmelerin, mezkûr mekân ve kişiler arasındaki karşılıklı üretilen ve yürütülen ilişkilerin diyalektik çözümlemesi, çevre algısı ve farkındalığı ile tüm kentin mekânsal, kişisel ve toplumsal gelişiminin birlikte harmanlamasındaki başarı ile doğru orantılıdır. Tüm bu detayların belleklerdeki şekli, yeri ve önemi ve de hatırlanmaya değer olma hali, bilgi ve doküman toplama, oluşturma ve sergileme isteği ve becerisi ile artar ya da eksilir. Bu anlamda bir taraftan doğru olmanın göreceliliğine rağmen aslolan neyin, nasıl olduğu, oluşuma etki eden toplumsal ve tarihsel köklerin nasıl anlaşıldığı, nasıl kavrandığı, belleklerde nasıl yer aldığı, bu yaklaşımların kent karakteri üzerindeki etkileri ve de geleceğe yönelik projeleri şekillendirmesi bakımından hayati öneme sahiptir. Bu yaklaşımla uzunca bir süredir, Çeşmenin kendimce, sıradışı ve diğerlerinden çok farklı olmalarından ötürü önemli bulduğum kişilerinin ve mekânların yâd edilmesi başta olmak üzere ileride oluşacak “Kent Müzesi” için, Çeşmede yaşayanların buraya yönelik, kişi, mekân ve olay bazında görüş geliştirmesi ve oluşturması ve nihayetinde de içleştirmesi ile daha harmonik bir kent kültürü oluşumuna katkı sunabilmek için yazmaya çalışıyorum. Eksik var mı, şüphesiz vardır, belki seçilen figürler yerine daha başkaları başkalarının önemine binaen öne geçmiş olabilir ve de olmalıdır, tam da bu yüzden başkaları tarafından, başka açılardan ele alınmalıdır vs vs… Konu ile ilgili daha önce de yazılar yazan, görüşler üretenlere katkı olsun anlamında ele alınmalı tüm bu çabalar, ilaveten daha başka anı tazelemesine de vesile olabilirse ne mutlu bana… Bu anlamdaki eksikler için baştan özür diliyorum…

Ahmet Sinan büyüğümüz, hatıralarımda yer almaya şu andaki restore edilerek kullanıma alınan Haralambos Kilisesinin (birilerinin uydurarak Çakabey Kültür Merkezi dediği) batı tarafına denk düşen hediyelik eşyaların satıldığı dükkânların önüne açılan kapıdan girilen ve diğer faaliyetlerden ayrılarak oluşturulan küçücük alandaki “üretici perakende hali”nde, yine rahmetle andığımız diğer büyüğümüz Manav İbrahim (İbrahim Gören) ile birlikte çalışmakta idiler.  Ayrıca Manav İbrahim (İbrahim Gören) de bir ayrı yazı konusu olacak kadar önemli bir kişidir Çeşme için ve yakında onu da yazma planım bulunmaktadır. Yerli üreticilerin mevsimine göre ürettikleri çok çeşitli sebze ve meyvelerin açık arttırma ile satıldığı bu işletmede tanışmış idim Ahmet Sinan ile. Ben de babamın küçük üretici olması nedeni ile bana düşen kasa veya sepet toplama işleri için gidip geliyordum çünkü bu anlamda yapılan tarım faaliyetleri ailenin tüm bireylerinin katılımı ile yapılıyor idi. Babam ile olan samimi ilişkileri ve kendisine her büyüğümüze yaptığımız üzere gösterdiğimiz titiz ve özenli saygı nedeni ile bizi hayli sever ve adam muamelesi yapardı.

Sonraları kendisi ile yollarımız yeniden; Çarşı içindeki (Old Bazaar) tarihi ve bir hayli ünlü ve sahipleri de çocukluk arkadaşımız olan “İmren Lokantasının” tam karşısında ve benim de yaz aylarında çalıştığım halı-deri-hediyelik eşya dükkânı “Bazaar 33” ün hemen yanındaki girişi çok dar, iç tarafı bir hayli geniş olan kendisinin ortakları Kaparo Kemal ve Arap Mehmet birlikte çalıştırdıkları balıkçı dükkânında kesişmiştir. Nasıl unutabilirim o balıkçı dükkânındaki muhteşem anılarımızı, o zaman dükkânın önünde balık sergilemek için yuvarlak kırmızı bir tezgâh bulunur ama nedense tezgâhta dönem itibari ile fazla da müşterisi olmayan ama bilenler tarafından da özellikle aranan Adabeyi (iskorpit) balıkları sergilenirdi. Ortakların bir şekilde içerde ve meşgul bulundukları bir sırada, sanki tezgâha kedi dadanmışçasına “pist pist, Mehmet abi koş kediler, balıkları kapıyor” diye erkete seslenişi ile balıklar yürütülerek hemen arkadaki mutfakta “kakavya” hazırlığı tamamlanır, fırında kara sırla kaplanmış toprak kap içinde (çükali) pişmesi sonrası mis gibi olan yemeğe, mezkûr ortakların davet edilmesi “yahu yine mi bizim balıkları yürüttünüz” fırçası ile birlikte yenilen öğlen yemekleri ve şimdilerde ise de yemekten ziyade her gün aynı mizansenin tekrarlanması ve üstüne kahkahaların atılması ile burnumda tütmekte… Evet, siz ne iyi insanlardınız, Ahmet Sinan, Kaporo Kemal ve Arap Mehmet büyüklerimiz, sizleri ve büyük hoşgörünüzü de büyük bir özlemle yâd ediyorum… Ahhh “Çarşının” dili olsa da Ahmet Sinan büyüğümüzün “Mavraki kefal” bağırışlarını dile getirse ya da tekrarlasa…

Bizim yaş kuşağımız hatırlar, yerel 12 Eylülcüler her şeyi katlettiği gibi, durup dururken “Atatürk heykelinin şeklini ve yerini” de değiştirerek, bir dönemin hayalini yok etti, gerçi durup dururken dediğime bakmayın gerekçesini %99,99 isabetle tahmin ediyorum da… Atatürk heykeli (aslında heykel de değil bir büst idi) şimdiki Ertan Otelin giriş kapısının tam önünde yaklaşık 20 mt uzağında, arkası Sakız Adasına bakar şekilde idi… Bu heykel ile ilgili büyük bir keyifle hatırladığım ve bizim kuşak ve daha büyüklerinin bildiği ve pek te sevimli karşıladığı, “Ahmet Sinan” büyüğümüzün mutat her akşam gelip “Atam kalkta gör memleketi ne hallere getirdiler” şikâyetname törenleridir. Bu konu ile ilgili detayları ve nedenleri ve de evinin hazin istimlaki konusundaki iddiaları bir başka yazımın konusu yapmayı planlamaktayım. Hayalimdeki Çeşme meydanında “Atatürk heykeli” aynı boyut ve şekliyle aynı yerde olmaya da devam edecektir. Elinde kovada getirdiği su ile Atatürk büstünü uzunca bir süre siler, temizler, aklar-paklar ve martılara ya da kargalara kızar, hatta küfreder… En sonunda da uzunca bir süre yalvarma ve yakarmalarına cevap alamayınca Atatürk’e de kızar, söylenerek oradan uzaklaşırdı. Peki, Ahmet Sinan büyüğümüz şimdi yaşasa idi neler söylerdi acaba? Aman da aman…

Elinde sepeti ile dolaşması, ne satın aldığını kendinden ve satandan başkasının, “alan var, alamayan var” gerekçesi ile asla bilmesini istemediği, şiir okumaları ile insanları kendisine hayran bırakması, geç evlenmesi gibi konular, Ahmet Sinan büyüğümüz anılmaya başladığında yaşıtları ya da kendisini yakından tanıyanların söz konusu ettiği yönleridir de aynı zamanda… Ruhu şad olsun…