Pazartesi, Şubat 23, 2015

TÜRKMENİSTANA BENZEMEK–5

Türkmenistan’da çalıştığımız yıllarda; bazı anılarımızı, bugünümüzü yarına bağlayacak gelişmelerin analizinde faydalı olacağı mülahazasıyla kısa kısa yazmanın, tam zamanıdır… Türkmenistan’ı bilenler için bir yazı olmayacağını söylemenin bir anlamı yoktur sanırım, zaten onlar orayı iyi bilirler ancak geniş kitlelerin oraya da gitmiş olma ihtimalinin olamayacağından bu yazı, bir taraftan bilenlere hatırlatma diğer taraftan da bilmeyenleri bilgilendirmeye yönelik olacaktır.

Bir dönem bizimle birlikte çalışan, eski İçişleri Bakanının kardeşi ki, bir dönem kendisi de önemli bir mevkide görev almış bir Türkmen arkadaşımızın anıları üstünden; şüphesiz ki daha başka gözlemlerimizle birlikte, sistemin analizi ve işleyişini gözler önüne sermeyi, müstakbel geleceğimiz açısından, tarihe not düşmek adına çok önemsiyorum. İçişleri Bakanı olarak, bir dönem bizimle birlikte çalışan iş arkadaşımızın kardeşi, haklı ya da haksız olma ihtimalinin hiç tartışmadan, görevden alınması ve akabinde kendisine reva görülen yaşam koşulları hiçbir insanın kabul edemeyeceği biçimde olup, hele hele bir dönem bakanlık yapmış olmasının vefasızlığının en yoğun uygulamasına engel olamamış olmasıdır. Ailesinin herhangi bir ferdinin kamuda çalışmasına artık izin verilmemesinin yanında, kendisinin sadece yaşadığı evin bahçesine çıkabilmesine izin verildiği, sülalesinin herhangi bir ferdinin herhangi bir nedenle bir başka ülkeye gitmesine bile izin verilmediği bir ortamı varın tahayyül edin gayri. Mezkûr ülkenin sistemi, tam da bugün gizli gizli canım yurdumun hedeflediği ya da önüne dayatılan sisteme bir dolu detaylar açısından çok benzemektedir. Şimdi bu sistemin; ilk Devlet Başkanının, gem vurulmaz halüsinasyonları ve kibrin aklı kör ettiği ruh haliyle yaptıkları, söyledikleri ve yazdıkları üstünden yan etkilerini, bir potpuri halinde sıralamaya başlıyorum.

Başşehrin en önemli binalarını, meydanlarını süsleyen “Halk,watan beyik Türkmenbaşı”, “Beyik Saparmurat Türkmenbaşı” gibi, tek adamlığın kutsanması, değerli “o” ve değersiz diğerleri dayatması, ayaktakımı diğerleri davranışını içeren sloganların sık görülmesi karşısında, bir resmi ziyareti sırasında Rusya Devlet Başkanı Putin’in eleştirisine hedef olunca, savunma hemen, “ben mi istiyorum, halk yazıyor, ben ne yapayım” biçimiyle olduğu rivayet edilir.

Şehir içi ulaşımda otobüs, troleybüs kullanımları, sosyalist dönemdeki kadar yoğun kullanılmasa bile, halkın büyük çoğunluğu hala ve büyük ihtimal ihtiyaç nedeniyle de hala sık olup, Devlet Başkan’ının geçiş saatlerinde, geçiş güzergâhına denk düşen seferleri behemehal iptal edilir, aynı güzergâhta otobüs duraklarında bekleyen insanlar behemehal duraklardan uzaklaştırılırlardı. Gerçi bunu şehir yöneticilerinin, “neden insanları duraklarda bekletiyorsunuz” diye Devlet Başkanından fırça yemeleri nedeniyle yaptıkları söylenirdi ama… Aslında, bu konu Devlet Başkanı’nın aynı geçiş güzergâhlarındaki evlerin pencerelerinin bile geçiş anlarında, güvenlik birimlerince kontrol edilip kapattırılıyor olması ile birlikte değerlendirildiğinde hiçte halk sevgisine dayalı olmadığı kolayca anlaşılır. Kendisine yapılan ve büyük ölçüde Türkiye’den gelen insanların karıştığı iddia edilen suikast girişiminin etkisi olduğu düşünülmektedir. Hatırlanacağı üzere; Devlet Başkanı’nın geçiş güzergâhında, kendisine kalabalık bir grubun ağır silahlarla ve roketatarlarla saldırdığı iddiasıyla, adeta cadı avı başlatılıyor ve büyük bir tutuklama operasyonu gerçekleştiriliyor. Ancak, bu çaplı büyük ve şehrin göbeğinde yapılan suikast girişimi halk tarafından pek duyulmuyor ama olaydan sonra hedef olmuş ve ciddi hasar görmüş araçlar rahatlıkla sergilenebiliyordu. Ne tuhaf değil mi, başka ülkelerde de bu kabil hikâyeler hem anlatılır hem de gerçekleşti diye hikâye edilir, işte tesadüf, ne diyelim…

Oralarda bulunan insanların büyük ihtimalle dinlemiş olduğu bir başka trajikomik bir hikâye çok rahatlıkla ama işitme engellilerin kullandığı dille anlatılır. Dönemin “Karayolları Bakanı” bir sabah işe geldiğinde, birden önü güvenlik ekibi tarafından kesilir ve artık bakan olmadığı ve kendisinin artık arazide çalışan bir işçi olduğu bildirilir… Artık eski bakan, arazide kürekle çalışmaya başlamıştır… Kalkar giderim, çalışmam, kaçarım ülkeden, onlar kimmiş de beni bu şekilde çalışmaya zorlarlar diye düşündüğünüzü kolayca tahmin edebiliyorum ama oranın gerçekleri hiçte öyle değildir, yedi sülalenizin tek tek analarından emdiklerini burunlarından fitil fitil getirirler, gerçeği çok çarpıcı ve yakıcı durmaktadır.

Bakanlar kurulu bazen naklen bazen de banttan tamamen yayınlanır, vatandaş ilgi ile izler, Devlet Başkanı’nın Bakanları başarısız olduklarını düşündüğü konularda, çocuk azarlama kabilinden azarlamasını büyük bir haz ile anlatırlar… Neden buğday yeterince yetişmedi, pamuk neden yeterince yetişmedi, filan firma neden inşaatı bitiremedi gibi, çok çeşitli şartlara ve parametrelere dayalı izah edilmesi gereken konuları bile, o andaki ruh haline bağlı olarak değerlendirip, Bakan’ı azlediyor, ruh halinin vahametine bağlı olarak ta Bakan kapıda kendisini bekleyen, kolluk güçlerince tutuklanabiliyor… Kolayca anlaşılacağı üzere; “Bakanlık” gibi siyasi sorumluluk ve makam yerine, bizdeki şu andaki duruma göre genel müdürlük bile olamayacak düzeyde bir teknisyen makam… Tamamen, “top man and others” batılı deyimiyle, devlet örgütlenmiş durumda, demokrasi bu değilmiş kimin umurunda, varsa yoksa “yaşuli”… Devlet Başkanı, gece rüyasında kaybettiği annesini görüyor, bir şiir okuma ihtiyacı ve ruh hali oluşuyor, hemen TV’de canlı yayına bağlanıyor, diğer yayın behemehal durduruluyor, muhterem hiç şiire uygun olmayan hali ile şiiri okuyor, arkasından vatandaşlara gerekli nasihatleri veriyor… Kafasına göre haftanın günlerinin ve yılın aylarının adını değiştiriyor, örneğin; Nisan ayı, muhteremin annesinin adı olan “Gurban Sultan” oluveriyor. Eylül ayını kendi yazdığı kitabın ayı “Ruhnama”, Cuma gününü “Annagün” olarak değiştirebiliyor.

Durum bu iken; çıkılıp, “ben bu ülkeyi ziyaret etmem, çünkü bir diktatör tarafından yönetiliyor” diyen eski Cumhurbaşkanını, bu durum zinhar diktatörlük değildir diye eleştir ve en sık gittiğin ülke haline getir.  Yaşasın başkanlık… Sevsinler bu düzeni…

 

Pazartesi, Şubat 16, 2015

TECAVÜZ MEŞRUİYETİNİN İKLİMİ

Kadından sorumlu bir bakan; “medya olayları abartıyor, kadına yönelik şiddet algıda seçiciliktir”
Yere göğe sığdırılamayan bir belediye başkanı; “anası tecavüze uğruyorsa, çocuk neden ölsün, anası ölsün”,
Çok önemsenen bir öğretim görevlisi; “kadın, yüzünü kapamalı”, “Parfümlüye cennet yasak”, “saç boyama dinen caiz değil”, “kadının evden çıkması caiz değil”, “dekolte giyene tecavüz edilmesi normaldir”,
Camilerde vaaz veren önemli bir hocaefendi; “Çalışan kadın fuhuşa hazırlık yapıyordur”,
TRT televizyonlarının müdavim tartışmacılarından; “hamile kadının sokakta dolaşması terbiyesizliktir”,
Yere göğe sığdırılmayan bir yorumcu; “6 yaşındaki kızlarla evlenilebilir”,
Aile danışmanı diye parlatılan bir hanım; “eşime bir hanım gösterdim”
Çok önemsendiği anlaşılan bir vakfın lideri; “annen de olsa dizinin üstü tahrik eder”,
TRT televizyonlarının müdavim uleması; “banyoda çıplak yıkanmak mekruhtur”,
İl genel meclis üyesi bir zat; “kızlar okuyunca, erkekler evlenecek kız bulamıyor”,
Ağlamaktan sorumlu bir bakan; “kadın herkesin içinde kahkaha atmayacak”,
Bir il başkanı; “kadınları hafifçe dövüp korkutabilirsiniz”,
Bir efsane başbakan; “kadına şiddet abartılıyor, ben zaten kadın erkek eşitliğine inanmıyorum”, polisin orantısız güç uygulaması karşısında tepki koyan bir hanımefendiyi hedef alıp, “bir tane kız mıdır, bir tane kadın mıdır”, ?
Kimlik aidiyeti başka bir ülkeye ait olduğu iddia edilen bir bakan; “kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek”,
Bir başka efsane bakan; “evdeki işler sana yetmiyor mu?”,
Bir başka bakan; “tecavüze uğrayan doğursun, gerekirse devlet bakar”,
İnsan hakları komisyon bir milletvekili; “tecavüzcü, kürtaj yaptıran tecavüz kurbanından daha masumdur”,
Üzerine titrenen sanatçı diye halka kakalanmaya çalışılan biri; “mini eteği giyiyorsan bas bas bağırmayacaksın”,
Göklere çıkarılan yargıçlar; “küçük kız çocuklarına tecavüz vakalarında rızası vardı kararı üreten”, “tecavüze uğrayan bağırmadığı için rıza göstermiştir”, “tecavüze yeltenip gerçekleştiremeyen hallerde yarım kaldı ceza indirimi uygulayan”, “tecavüzü kameraya alan sapık eski sevgilisi olduğu gerekçesi ile ceza indiriminden faydalanıyor”, “ruh sağlığı bozulmadı mütalaası ile ceza indirimi uygulayan”, “tecavüz neticesinde hamile bırakanı zaten bakire değildi diye ceza indirimi ile taltif eden”,
Konuşunca yeri göğü oynattığı söylenen, derin hoca diye sunulan üfürükçü başı; “öz kız çocuğumu kucağıma alıp sevemiyorum, çünkü tahrik oluyorum”

Şimdi bu beyanatların üstüne söylenecek bir şey var mı diye düşünebilir insanlar… Aslında gerçekten söylenecek bir şey yok, kelamın dama dediği noktadır burası… Sonuçta kolayca görüleceği üzere, ötekileştirmeyi ve şiddeti meşru kılan anlayış, sürekli biz ayaktakımlarının, kafasına nakşediliyor… Her tecavüz girişimine, şeytanın aklına bile gelmeyecek, numaralarla, hoşgörü, adalet tesettürü, sonra timsah gözyaşları… İşte şiddet ve tecavüzün iklimi böyle oluşuyor ve oluşturuluyor. Bu yazı; son günlerde büyük tepkiler yaratan, acımızı ve öfkemizi patlatan, hunharca işlenen ÖZGECAN ASLAN cinayeti üzerine kaleme alınmıştır. Bu katliam özelinde konu, bir kadın cinayeti, bir kadına tecavüz cinayeti olsa bile, aslında kendisini güçlü görenin güçsüze şiddet uygulama hakkı bulduğu, diğer güçlünün şiddet uygulayan güçlüye destek verdiği, ahlaksız bir düzenin lağımının patlamasıdır. Bir tarafı ile dini ve ideolojik olarak kadın-erkek eşitliği reddedilirken, erkek egemen kültür pekiştirilirken, diğer taraftan kadının güçsüz gösterilmesinden hareketle de, güçlünün güçsüz üzerindeki hâkimiyetinin kaçınılmaz olduğu kültürü yaratılmaktadır.

Canım yurdumun, yakın tarihinde “tecavüz” ve “şiddet” atbaşı sık sık başvurulan bir, yok etme, direnç kırma, tahkir ve kişiliksizleştirme aracı olarak bolca kullanılmıştır ve görüldüğü üzere halen de kullanılmaktadır. 12 Eylül işkencehanelerinin en önemli işkence aracı olarak tecavüz öne çıkmıştır, hem de erkek kadın ayrımı yapmaksızın, erkeklere jop ve şişe uygun görülürken, kadınlara ise resmen ve alenen tecavüz uygun görülmüştür. Peki, 12 Mart işkencecilerinden ve 12 Eylül sonrası siyasetçilerinden Turgut Sunalp ne demişti, jop ile tecavüz etme olayları için, “elimizdeki 20 yaşlarında taş gibi delikanlılar varken neden jop kullanalım”… İşte kafa bu, jop kullanmanın ayıp olduğu, yerine ise 20 lik delikanlıları kullanmanın dayanılmaz şehveti… Bu tür aşağılık yaklaşımlar ne yazık ki, bir yöntem olarak kullanıldı ve kullanılmaktadır. Daha çok yakın zamanda Pozantı cezaevinde çocuklara tecavüz edildiği ortaya çıkarıldığı zaman, tecavüzcülere herhangi bir yaptırım uygulama konusunda, iştahsız davranıp, araştırıyoruz, soruşturuyoruz, suç duyurusunda bulunduk, bulunuyoruz gibi gak-guk kabilinden konu savuşturulurken, konuyu araştıran kamuoyuna aktaran gazeteci “Devletin mahremiyetini ifşa etmekten” büyük bir iştah ile tutuklanırsa, millet te sorar, devletin mahremiyeti çocuk tecavüzcülüğümüdür diye… Ali İsmail Korkmaz’a sopalarla, bir sürü sapık ne idüğü belli olmayan güruh saldırıyor, dövüyor, dövüyor, dövüyor, döverek öldürüyor, sonrasında konu savsaklanırsa, sana söylenecek söz kalmıyor ama taraftarlarına söylenecek söz, “Allah müstahakkınızı versin” olabiliyor ancak…

Görüldüğü üzere, eteğin minisinden ziyade, aklın ve ahlakın minisinden korkmak gerekmektedir. Bütün bu rezil yaklaşımlara; “YETER BE” toplumu dumura uğrattınız, denmediği sürece, tüm bu olanlar zımnen onaylanmış olur… Kadın dövülebilir, kadın eve kapatılabilir, kadının kariyeri evi ve çocuklarıdır, kültürüne sahip çıkılırsa, şiddet ve tecavüzün sonunun gelme ihtimali sıfırdır…

Şimdi birde “idam edelim” gibi akıllara zarar bir şeyi kamuoyunun önüne atıp tartıştırıyorsun, bu iklimin oluşmasına engel olmazsanız, bunlara idam edersiniz yenilerini yaratırsınız… İklim vasatının ortadan kalkması önemlidir… Yolu da bellidir… Şimdilik şu kadarını söyleyelim, İran’da, Suudi Arabistan’da idam var, peki tecavüzler bitmiş mi, zinhar…

Ne yazık ki; şiddet hayatımızın merkezine oturmuş durumda, her şeyin şiddet uygulayarak çözülebileceği inancı zihinlere yerleşmiş durumda, behemehal şiddet ve tecavüzün iklim ve vasatını oluşturan bu anlayışın değiştirilmesinin yolu bulunmalıdır, aksi takdirde toplumun var olan tüm dengeleri bozulacaktır.

Pazar, Şubat 08, 2015

BİLGİSİZLİK GÜÇTÜR

Artık, günümüzü; ister işyerinde, ister kahvehanede, ister sokakta olsun, geometri ve matematik doldurmaktadır, Allah razı olsun, büyüklerimiz sayesinde, paralel di, değildi ile geometri, odalardaki, kutulardaki paralardan hareketle havuz problemleri ile de matematik, üstüne yapılan muhabbetler doldurmakta.

Bende bu kervana; çok bilinen ama az hatırlanan, bir formül ile dalıp, bilgisizliğin nasıl büyük bir güç olduğunu ispata çalışayım…

Bilindiği üzere, daha ilkokul ya da ortaokul sıralarında, öğrencilere; “Güç=İş / Zaman” diye bir fizik formülü öğretirler… Hani, gücü ya da işi zaman ile ilişkilendirip tarif etme, somuta indirgeme ve daha anlaşılır kılma adına… Burada, günlük hayatımızda çok kullanılan tarifler ile küçük değişiklikler yaparak, daha da kolay anlaşılır ve derdimizi ve meramımızı ifade edelim istedik… Kolayca bilindiği üzere insanlığın ittifakla kabul ettiği, birkaç önerme vardır, bilgi=güç, zaman=nakit gibi… Şimdi bunu, mezkûr formülde yerlerine koyarak, “Bilgi = İş / Nakit” haline dönüştürelim. Yine öğretilen içler dışlar çarpımı ile gerekli değişikleri yaparak (çekerek), “Nakit = İş / Bilgi” formülüne ulaşılır… Artık buradan ne anlaşılması gerektiğini uzun uzun anlatmaya gerek yoktur sanırım, bilgi ne kadar az ise, nakit o kadar çok olacaktır, yani bilginin fazla olması hiçbir işe yaramıyor, yani bilgisizlik daha önemlidir, açıkçası bu yaklaşıma göre bilgiye gerekte yoktur… Görüldüğü üzere ne kadar az bilgi o kadar fazla güç… Yaşasın “bilgisizliğin gücü”

Aslında; tam da şamata bir vaziyette, bize dayatılan biçimiyle, bilgiyi zaten batılılar üretiyor, neden biz de üretelim, hazırını ithal ederiz daha ucuz oluyor, fikriyatı ağır basıyor, bizim muktedirlerde. Gerçi lafı bu keskinlikte söyleyince de kimse kabul etmiyor ya da üstüne alınmıyor ama bütçe yapma kudretinde olanların kavli beladan beri bilim üretimine ayırdıkları bütçelere de bakınca, sırları dökülüveriyor hemencecik. Nedense bilim ve bilgi hep, hotzot ile iktidar sürdürmeye niyeti ve eğilimi olanlara uzak durmuştur ya da bu kabil muktedirler bilim ve bilgiyi kendilerinden hep uzaklaştırmışlardır. Onlar için varsa yoksa hurafe, menkibe, safsata vs. vs. Tam bir bekçi Murtaza, portresi ve şablonu…

Yahu Allah aşkına, yoksa bir ülkede, kitaplığına uygun ölçüde ansiklopedi arayan insanların bolluğu nasıl izah edilebilir, var olan hatta var olması da durumu değiştirmeyen kitaplıklarını misafirlerini ağırladıkları odalarda bulunduranlar nasıl anlatılabilir, her dönemde yasak kitap yasak yayın yasal düzenlemeleri yapılıyor olması nasıl açıklanabilir, bilim diye çağdışı öğretiler nasıl parlatılabilir, çağdaş sansür örneklerinden sayılan bir sürü abuk subuk, ama açıklamaya gelince de “asla sansür kuruluşu olmayan” kuruluşların olmasını nasıl izah edilebilir, vs. vs. Kim, nasıl izah edebilir, çok kitabı olanın çok okuduğunu hatta okuduğunu doğru anladığını, bakıyorum da toplum tam bir cilalı imaj dönemi yaşıyor, Allah selamet versin…

Peki, diğer taraftan, tek başına bilgi depolamak, çok bilgili olmak yeterlimidir, eğitimli bir kafaya sahip olmak için, zinhar…

İşte bunu çok güzel anlatan bir hikâye daha;  hani buda çok bilinen ama asla hatırlanmayan, hadi haksızlık etmeyelim, az hatırlanan diyelim…

Almanya’da bir lise müdürü, her öğretim dönemi başında, öğretmenlere şu mektubu gönderirmiş. “Bir toplama kampından kurtulanlardan biriyim. Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü. Bilgi ile donatılmış ve iyi yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, çok bilgili doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekleri, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar. Öğretimin çok iyi olmasından kuşku duyuyorum bu yüzden. Sizlerden istediğim ve beklediğim şudur. Öğrencilerinizin çok bilgili olmaları yanında, eğitimli ve vicdan sahibi iyi birer insan olarak yetiştirilmeleridir, bu yönde hiçbir çabayı esirgemeyin. Çabalarınız bu anlamda eksik olursa, öğrencilerinizin bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar haline dönüşmesi kaçınılmazdır. Matematik, tarih, kimya, din ve ahlak bilgisi, öğrencilerinizin daha iyi insan olmasına yardımcı olursa, önemlidir yoksa hiçbir önemi yoktur.”

Kıssadan hisse; iyi matematik, kimya, tarih, coğrafya, din bilgisi biliyor olmak, iyi insan olmak için yeterli değildir…

Bilginin ya da bilgili insan artışından beklenen, eğitilmiş kafa yaratmak, eğitimli kafanın, bilgi ile analitik düşünme kabiliyet ve marifetini arttırabilmektir. Yoksa yukarıdaki formül öngörüsü gerçekleşir, bilgi azaldıkça güç artar maazallah…


Pazar, Şubat 01, 2015

CİLALI ÖZELLEŞTİRME SONUÇLARINDAN TEDAŞ


Çeşme TEDAŞ; özelleştirmelerin genelde yarattığı güzelliklerin bahşettiği huş içerisinde, ceplerimize ortak olmaya devam etmekte, peki, sadece ortaklık etmekte kalıyor mu, hayır, ilaveten işkence kabilinden davranışlar da hiç eksik olmuyor ve ne derseniz deyin, ne yazık ki hiçte haksız çıkarılamıyor, hacıyatmaz gibi sürekli de haklı olmaya devam ediyor… Yeni uygulamaya başladıkları abuk ve de subuk faturalandırma ile de bıçak kemiğe dayanıyor…

Ocak 2015 faturaları geliyor; son okuma tarihi 31.01.2015, son ödeme tarihi 19.01.2015, fatura tahakkuk tarihi 08.01.2015…

Şimdi bu abuk ve de subuk faturalama tarihlerini fark ettin, ettin, etmediysen geçmiş olsun, uygulaması… Fark edenler açısından ne oluyor, hemen ilgili yerlere müracaat ediliyor, aaaa, bilgisayar sistemi hatası nedeniyle yanlışlık olmuş deniliyor, fatura düzeltiliyor… Nasıl düzeltiliyor peki, hemen bir dilekçe yazın deniliyor size, yahu madem hata sizin, biz neden dilekçe yazalım, demiş olsanız da, SS formülü ile dilekçe yazılıyor, ama Allahları var matbu dilekçeler hazırlamışlar, hemen yan odaya geçip talep ediyorsunuz, veriyorlar üstelik bir bedel de talep etmiyorlar… Bu dilekçeyi doldurmak ise KPSS sınavı gibi bir şey ama olsun, paralelseniz yardımcı da oluyorlar… Görünüşleri son derece asri, çünkü özel sektör kuralıdır, personel şık, alımlı ve güleryüzlü (bu kelimenin karşılığı olmasa bile) olacak ama kafaları boş (bu da yeni ülkemin yeni özel sektör kuralı) personel ile baş başa, Allah selamet versin gayri… Ancak, inanılmaz bir görevkeşlik içinde olsa gerek, vatandaşın da orada uzun süreler bekleyeceği öngörüsüyle, vatandaşa kitap okuması tavsiye edilir, aaaaa bak çantanızda bir kitabınız yoksa da dert etmeyin abiler ve ablalar sizi düşünmüş ve oraya biraz da kitap koymuşlar, maşallah bekleme sürenize de uygun ve de makul olabileceği düşüncesiyle her biri tuğla gibi kalın kalın kitaplar koymuşlar… Hadi iyisiniz, kitabı da beleşe getiriyorsunuz…

Bu arada, süslü mü süslü görüntüsü altında, tam bir “Mercedes görünümlü murat 124” alımı ve çalımı ile ortalıkta dolaşan, prezantabıl ama düşünme fonksiyon eksikliği içindeki genç kızımız, fatura üstündeki tüm bu tutarsız tarih belirtmelerini göstermenize rağmen, size “tutarlı olun” talimatı verme cüret ve yetkisine haiz olduğunu hissettiriyor. Azıcık iddialı bir durumda hatalarını anlatırsanız da hemen, bu süslü kızımızın yanındaki masalarda mesai eyleyen yandaşları da size “sessiz olun, çalışıyoruz uyarısında” bulunuyorlar, eğitilebildikleri seviyeye uygun bir lisan ile… İtirazınıza devam ederseniz de, “dilekçe ile bizi şikâyet edin” diyerek sırlarının döküldüğüne şahit oluyorsunuz… Hele birde “ben neden şikâyet edecekmişim, bekliyorum, siz beni şikâyet edin bakalım” dediğinizde de, artık cila falan da kalmıyor, ekşimiş suratları görüyorsunuz… Bu arada, muhtemelen şirketlerinin “nakit akışını” feraha kavuşturma gayreti içinde, gözleri paradan ve tahsilâttan başka bir şey görmeyen bu güruh, hiç tüketim olmadığı halde, mezkûr izahata binaen gerçekleştirdikleri faturalamayı iptal etseler bile, ödemede gecikme oldu diyerek “açma-kapama” bedeli altında bir geçirme de yapıyorlar… Özeleştirmelerin güzelleştirmelerini, göremeyenlere ithaf olunur gayri… Hele birde bu kadar yüksek bedel ödüyor olmamıza hiç önem vermeden size yardımcı oluyoruz, deme terbiyesizliği ve aymazlığı gösterilmiyor mu, kahrolmamak elde değil, adamın “sen bana yardımcı olma işini yap, sana dünyanın parasını ödüyorum lan” diye bağırası geliyor.

Değer mi bu olanlara be, “özelleştirme dostu olan vatandaşım” değer mi diyesim geliyor, hem daha çok para veriyorsun, hem daha kötü muamele görüyorsun, hem de haksızlığa itiraz edince de azarlanıyorsun, sizi kötü niyetlerine alet eden politikacıların “özelleşecek ve de güzelleşecek” yalanına (aslında başka bir şey ya, neyse) kanarak, sonuçta da sadece güzel bir mekânda hizmet almaya, hani bu mekânı da sizin için yapsalar da gam yemeyeceğim, cilalı binalar, cilalı personel ama eskisinden daha kötü hizmet… Aman ha aman, bu değerlendirme de zannedilmesin ki, malum parti ve hükümeti hedefe konuyor, hiç fark yok, “özelleştirmenin” adını ağzına alan herkes, her parti ve her siyasi görüş, hedefindedir bu iddianın… Hani, biz çalmadan özelleştireceğiz, biz daha iyi fiyata özelleştireceğiz, biz şeffaf özelleştireceğiz vs. vs. kabilinden iddialarda bulunanların da farklı bir şey yapmaları söz konusu dahi olamaz…

Özelleştirmenin son tahlilde artık serbestleştirilme olduğu da ortaya çıktı, hayırlı uğurlu olsun, kimsenin şikâyet hakkı da kalmadı…

Eskiden; devlet kurumu, köhnedir, personel ilgisizdir, maliyetler yüksektir gibi abuk subuk ve kesinlikle yanlış, hatta yalan yakıştırmalar neticesinde, üzerine yalandan methiyeler dizilen “özelleştirme”lerin artık gözümüze övendire sokması yetmiyor, şimdi de cebimize ellerini sokuyorlar ama maşallah hala durumu kavrayabilmiş değiliz… Yahu be adam deseler, özelleştirmeler öncesi, eğer tüketiminiz “0” (sıfır) ise fatura gelmezdi, şimdi öyle mi ya, “sayaç okuma bedeli”, “aydınlatma bedeli”, “TRT payı” gibi ödemeler sabit kalıp bir şekilde tahsil edilmektedir, bu söylenene kimse inanmaz değil mi, öyleyse devam… Yahu eskiden borcu olanın elektriği kesilince “açma-kapama” bedeli tahakkuku yapılırdı, şimdi öyle mi, son ödeme tarihini 1 gün geçse dahi, o bedel ödenmek zorunda… Hele bu özelleştirmeler neticesinde başarılı olup, dümene geçen firmalar açısından, kayıp-kaçak oranlarının yükseltilmesi, bağlantı bedeli, brüt kâr marjının yükseltilmesi, vs.vs. gibi ad ve nam altında, patronların ceplerini doldurmasının ve dolayısıyla kendi cebinin biraz daha boşaltılmasının acısını bile hissedemeyenlerin, “ne yapsınlar çok para verdiler ihaleyi aldılar, bunlar olacak” demesi var ya, süper valla…

“Her şey güzel olacak” başlıklı, herkesin bildiğini zannettiğim ama biraz müstehcen bir fıkra var, durumumuz aynen böyle, fıkrayı bilmeyenler bilenlerden öğrensin, olmadı, bana müracaat etsinler, anlatayım…

Sonuç olarak; Kamu malının, mülkünün; umumi olmaktan çıkarılarak özel ve güzel sektöre, hoppppppp kucağa edilmesinin adıdır, özelleştirme… Kapitalistleşmenin kaymaklı evresidir… Sürekli devlet memurlarını çalışmadan para alırlar diye suçlayanlar, özelleştirmeye yol açanların erketeliğini yapmaktan da utanmazlar, yahu bre zındıklar gâvur diye aşağıladığınız insanların devlet memuru olarak nasıl çalıştığını bir bilseydiniz…  Bre zındıklar kamu kurumlarının, direk-endirek personel dengesi ters yüz ederek, 1 e 5 iken, 5 e 1 e ben mi indirdim, ben mi bu verimsizliğin sorumlusuyum… Devlet don fanila üretmez hafife almasıyla başlayıp, bilahare kamu yatırımını itibarsızlaştırıp, finalde de yaratılan verimsizlik üstünden deyim yerindeyse belaltı vurarak, var olanı satmak ve sistemi yerleştirmek, buna halk arasında suyundan da koy derler ya…

Peki, TEDAŞ böyle de, Çeşme açısından İZSU farklı mı, zinhar… Bir başka yazıda da, o rezalete değineceğim…

Problemi özelleştirmeciler yaratmışlardır, problemin çözülmesi problemi yaratanlardan beklenmemelidir önermesi gereği davranıldığının bu topraklarda da bir gün görüleceğini umut etmekten başka çaremiz yoktur… Devlete özelleştirme, Özel sektöre güzelleştirme, Vatandaşa ise yerleştirme, hayırlı uğurlu olsun…