Salı, Haziran 24, 2008

BİZ SİZİN KİMLERİN DEVAMI OLDUĞUNUZU İYİ BİLİYORUZ

BİRİLERİNİN CEMAZIYEL- EVVELİ
DP - 1

22 Temmuz 2007 tarihinde iktidar partisi AKP, Recep Tayyip Erdoğan’ı 1950-1960 döneminin DP iktidarının başbakanı Adnan Menderes ile özdeşleştirerek, AKP nin de DP nin devamı olduğunu ima ederek seçimlere girmeyi önemli bir seçim kozu olarak tespit etmiş ve bunu yaygın olarakta kullanmıştır. Bu tespit ve tercihin temelinde, toplumun hafıza kısalığına, toplumsal belleğin kısıtlılığına yada sık sık silinerek yeniden güncellendiğine, yalanın büyüklüğünden kaynaklanan yoğun propaganda altında doğruları yitirdiğine ve değer ölçüleri altüst olmuş olmasına duyulan büyük ve sarsılmaz güven bulunmaktadır.

Aşağıda çokta imrenerek, ama maalesefte yalanın büyüklüğünün yarattığı etkinin sonucu olarak toplumun önemli bir kısmınıda buna inandırdıkları Demokrat Parti tarihinden kısa bir özet bulunmaktadır. O dönemi yaşamamış, yaşamışta hatırlamayan, yaşamışta hatırlamak istemeyen, yaşamamış ama okumayan, okuyupta kafası karışanlar için, kısa bir hatırlatma yapıp bugün karşı karşıya kalınan, Türkiye’nin ortaçağ karanlığına sürüklenme çabalarının tarihsel kökenlerinin nerelerde saklı olduğunu özetleyelim dedik.

29 Mayıs 1950: Başbakan Menderes “sadece millete malolmuş inkilâpları saklı tutacağız” diyerek 50 yıl sonra yobazizm adına olacakların temelini atmıştır
6 Haziran 1950: DP hükümeti; Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve diğer bazı generalleri görevlerinden alarak 50 yıl sonrada hedeflerinin neler olması gerektiğini haleflerine göstermekte tereddür etmemiştir.
25 Eylül 1950: 4500 kişilik bir tabur, tüm masraflar Türkiye’ye ait olmak üzere ve TBMM kararı olmaksızın Kore Savaşı’na gönderilerek, başta ABD olmak üzere Batı’nın gözünde makbul olabilmek için ve gerektiğinde onların desteğini alabilmek için, onlar için en geçerli ihraç malımız kabul edilen Mehmetçik’in uluslar arası düzeyde ilk pazarlanışıdır, sonrası 50 yıllık dönemde halefleri tarafından sürekli gündeme getirilmiştir.
3 Aralık 1950: Arap harfleriyle eğitim yapmak için gizli ya da aleni dershane açanlar hakkında 23 Eylül 1931 gün ve 12073 sayılı kararnamedeki yasaklama kaldırılarak sonradan sürekli tartışılan kuran kurslarına imama hatiplere yol açılarak sadece ve sadece bugünlerin temeli sayılacak adımlar atılmıştır.
12 Aralık 1950: Büyük bir öykünme ile sahip çıkılan DP Hükümeti herhangi bir yargı kararı olmaksızın CHP Genel Merkez Binası’na el koyarak Hazine’ye irat kaydederek haleflerine başta CHP olmak üzere Atatürk’ün mirasına nasıl saldırılması gerektiğinin ipuçlarını vermiştir.
13 Mart 1951: DP’nin İzmir Belediye Başkanı Rauf Onursal, CHP Genel Başkanı İsmet İnönü'nün Halife Abdülmecit gibi sınır dışı edilmesini talep ederek saldırıların ne kadar cüretkar olması gerektiğine dair müthiş ve unutulmaz örnekler vermiştir.
25 Mart 1951: Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri, solcu öğretmenlerin tasfiyesinin sürdüğünü açıklayarak, ABD ye nasıl sadakatle bağlı olduklarının kendi disiplini içerisinde ne kadar acımasız olunması gerektiğini günümüzün ilgili bakanına uygulamaları ile miras bırakmıştır. Allah için günümüzün bakanıda öncüllerinin bıraktığı bu bayrağı daha da yukarıya taşıyarak yobazizm takipçiliğinin ne kadar yılmaz bir savunucusu olduğunu göstermiştir.
22 Haziran 1950: İktidar olmanın köredici sarhoşluğu ile DP iktidarı; öncülü İtilaf partisinin mirası olan cumhuriyet düşmanlığını, cumhuriyetin yaşayan ardıllarından adı bir stadyuma verilen İsmet İnönü’nün adının zikredilmemesi için İstanbul İnönü Stadı'nın adı Mithatpaşa Stadı olarak değiştirilerek bir kez daha göstermiş ve bu düşmanlığının boyutunu ve hiç bitmeyeceğini bu konuda da insan hakları ve demokrasinin de engel olamayacağını bir kez daha ilan etmişlerdir.
1 Ağustos 1951: Yabancı Sermaye Yatırımlarını Teşvik Kanunu çıkararak bugünkü ardıllarına bu memleketin babalar gibi satılabileceğinin mirasını bırakmışlar ve ardılları da bu utanç abidesi uygulamaları bugünde artan en hafif deyimi ile aymazlıkla devam ettirmektedirler.
9 Ekim 1951: Yere göğe sığdırılmayan ve sürekli mevcut iktidar ve benzerleri tarafından öykülenilen DP iktidarı iktidara gelişlerinin üstünden henüz 1 yıl yeni geçmiş iken nerede ise 0(sıfır) olan Devlet iç borçlarını kısa bir sürede 2 milyar 565 milyon liraya yükselterek, bugünkü ardıllarına inanılmaz bir güç ve cesaret mirası bırakmışlardır.
4 Kasım 1951: İlkokulların ders programlarına din dersi konularak toplumun tamamen imamlardan oluşturulmasının yolu açılmış oldu.
21 Ocak 1952 :
Yere göre sığdıramadıkları ve ne yazık ki matah bir dönemmiş gibi de sürekli olarak; Dinci-Zorba partiler tarafından örnek gösterilen ve devamı olmakla övünülen bu DP hükümeti, ABD ye sadakat ve belki de müstevlileri ile tehvit olunan ikballerinin garantisi için, Türkiye’yi ne askeri ne de siyasi olarak hiçte ilgilendirmediği halde girilen Kore savaşında; 34 subay, 46 astsubay ve 1252 erin şehit olduğu Milli Savunma Bakanlığı tarafından açıklanmıştır. Ve maalesef bugünkü ardıllarda zırt-pırt şuraya yada buraya asker göndeririz fiyakası içinde ikbal garantileri açısından ABD ye sadakat gösterilerinde bulunmaktadırlar.
5 Haziran 1952: Fener Rum Patrikhanesi’nin başındaki kişinin Lozan Antlaşmasına göre Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olması gerekmektedir. Antlaşma hükmü böyle olmasına rağmen; yere göğe sığdırılamayan ve sürekli öykülenilen DP hükümeti ve başı Adnan Menderes ilk kez ABD’den özel bir uçakla gönderilen ve bugünkü sonuçlarına bakılınca da amacın ne olduğu orta karar zeka sahibi herkes tarafından anlaşılabilecek olan; Athenagoras’ın Türkiye’ye sokulması ve Başbakan Adnan Menderes tarafından ziyaret edilerek elinin öpülmesi ise tam anlamı ile müstevliler ile ikbal tevhididir; tek kelime ile herhalde ve bugün yapılan yasal düzenleme girişimleride ardıllarınında ikbal konusunda nasıl iştah sahibi olduklarının açık göstergesi olsa gerektir.
24 Aralık 1952: “Anayasayı Yaşayan Dile Çevirmek” şeklindeki gerekçesi ile yapılan yasa önerisi sayesinde 1945 yılında türkçeleştirilmiş olan anayasa metni, yürürlükten kaldırılarak, 24 Nisan 1924’te kabul edilmiş olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu yeniden uygulamaya konulmuş ve anayasadaki öztürkçe kelimeler tamamen ayıklanmış ve “bakanlıklar”, “vekalet” , Genelkurmay Başkanlığı” ise “Erkan-ı Harbiye-yi Umumi Reisliği” şeklinde değiştirilerek öncülleri İtilaf Partisinin beklentilerine ne kadar uygun çalıştıklarının ve devir aldıkları mirasın nasıl tavizsiz takip edildiğinin bir kanıtı olmuştur.
9 Nisan 1953: Yere göğe sığdırılamayan herkesin de öykündüğü DP hükümetinin Maliye Bakanı Hasan Polatkan, döviz açığının 553 milyon dolar olduğunu açıkladı. Bizde kendisini bugünkü ardılları nezdinde kutluyoruz, çünkü memleketi borç batağı içine sokmalarına rağmen bu mızrağı bu çuvala sokabildikleri için.
14 Aralık 1953: DP Hükümeti, hiçbir mahkeme kararı olmaksızın, CHP’nin menkul ve gayrı menkullerinin Hazineye devredilmesine yönelik yasayı çıkarır ve ardılları bu hareketide demokratik bulduklarından memleketi ortaçağ karanlığına sürekleme cesareti gösteren partilerinin kapanması davasına feveran ederler haklı olarak. Ama bu sefer ardılları inanılmaz şekilde yabancı destek alırlar sadece sadece bu destekçilerin ülke içindeki ikballaerine karşılık.
7 Mart 1954: Petrol işletmeciliğini yabancı sermayeye açan ve Max Ball adlı bir yabancının hazırladığı Petrol Yasası Meclis'te kabul edilerek bugün iktidarda bulunan ardıllarının da hazırladıkları yasaların meclisten önce ABD ve AB yetkililerine göstererek onay almalarının müthiş bir örneğini oluşturmaktadırlar.
8 Mart 1954: Basını sıkı kontrol altına alan ve özünde kendilerinden olmayan basını hedef alan basın suçlarına yönelik cezaları yükselten Basın Kanunu kabul edildi. Hakaret suçuyla yargılananlara iddialarını mahkemede ispat hakkı tanınması isteği reddedilerek bugünkü iktidardaki ardıllarının dayattığı üzere bunlar ne beyan ederlerse o kanun olur beklentisinin öncülü olmuşlardır.
14 Mart 1954: Kendilerinden olmayana kin o kadar büyüktür ki; DP’den istifa ederek CHP’ye geçen Adnan Menderes’in yeğeni Özdemir Evliyazade, Cumhurbaşkanı Calal Bayar'a hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklanarak bugünde basındaki aracıları ve muhbirleri aracılığı ile yaptıklarına güzel bir örnek oluşturmaktadır bu davranışlar; ama hafızaları sıfırlanan ve cesaretleri kırılan vatandaşlara bunun demokrasi olduğu yalanı büyük bir ustalıkla anlatılmaktadır.
2 Mayıs 1954: Genel seçimler yapılır ve oyların %57,6’sını alan DP 503 milletvekilini TBMM ye gönderirken, %35,4 oy alan CHP sadece 31 milletvekili çıkarabilmiştir.

Bugünkü Hükümetin büyük bir marifetmiş gibi göstermiş olduğu; DP Lideri Adnan Menderes döneminin örnek alındığı ve aslında ne kadar anti demokratik tercihlerin kullanıldığının sadece bir kısmı olan yukarıdaki özet, mezkur partinin iktidarda kaldığı 10 yıllık sürecin 1. bölümünü oluşturmaktadır.

Aslında bügün hükümet eden partinin 2. adamı Mehmet Mir Dangır Fırat “Devrimler nedeniyle travma yaşandı dedim. Yalan mı, yanlış mı? Ben kötü niyetle o sözleri kullanmadım. Devrimler kötü demedim ama bir gecede tekke ve zaviyeler kapanmadı mı? Şeyhülislamlık sona ermedi mi? diyerek AKP nin gerçek niyetinin Şeyhülislamlığı geriye getirmek, fiiliyatta uygulamada olan tekke ve zaviyeleri de yasal bir duruma kavuşturmak istediğinin açık kanıtı değilmidir.

İşte AKP nin kıymeti kendinden menkul yöneticileri siz ve cemazıyel- evveliniz budur. Ve bunula ister övünün ister yerinin taktir sizin.

Liyakatınızın temelini oluşturan, 31 mart kafası, itilaf Partisi kafası, Said-i Nursi kafası ve günümüzdeki takipçisi Fettullah Gülen kafası sizin cemazıyel-evvelinizi oluşturur ve ben de bunu yazmaya sonraki yazılarda da devam edeceğim.

Perşembe, Haziran 12, 2008

VAN GÖLÜ’nün incisi İNCİ KEFALI







Uzun zaman önce muhtemelen de; İZTV’de izlediğim bir belgesel de, dünyada bir başka örneği olmadığını öğrendiğim inci kefalı hakkında ve özellikle de üreme sürecini gerçekleştirdiği müthiş nehir sularına çıkma macerası hakkında geniş sayılabilecek bilgi sahibi olmuş ve işte tamda o günden beri aşağıda izlenimlerimi aktaracağım seyahati gerçekleştirme fırsatı arar hale gelmiştim.
Ve nihayet birkaç yıldır planladığım, bu büyüleyici serüveni canlı olarak izleme şansına sahip olabildim.
Van Gölü; deniz seviyesinden 1.646 metre yüksekte ve 3.700 km2 lik alanı kaplayan, en derin yeri 450 mt olan bir içdeniz sayılabilecek, lav seti gölü olup suyu sodalı ve tuzludur. Erek, Nemrut ve Süphan Dağı ile çevrelenen göl harika manzaralar oluşturmaktadır. Van Gölü'nün sodalı suyunda sadece bir doğa harikası olarak nitelenebilecek bol yumurtalı bir balık türü olan inci kefalı yaşayabilmekte ve bunun dışında da herhangi bir canlı yaşayamamakta, Van; inci kefalının ana vatanı olup ayrıca bölge ekonomisine de bir hayli katkı sunmaktadır. Çeşitli zamanlarda ve kaynaklarda özellikle de bazı nitelikli tartışma programlarından adını öğrendiğim Sn. Prof. Dr. Mustafa Sarı hoca’nın önderliğinde; bu nesli maalesef ölçüsüz ve sınırsız avlanma nedeni ile tükenme noktasına gelen inci kefalı, başta Doğa Gözcüleri Derneği olmak üzere ve bilahare de ilgili Jandarma Komutanlığı, Van Valiliği, Erciş Kaymakamlığı, Çelebibağı Belediye Başkanlıklarının destek ve katılımları ve uygulamaları ile bugün tekrar korunarak kullanılmaya hazır önemli bir ekonomik değer oluşturmaktadır. Bütün bu değerli bilgileri orada bulunduğum sürede Van İli Kültür Turizm Müdürlüğüne vekalet eden Sn. Salih Tatlı’dan alırken de; aslında türkçe dil uyumuna uygun olmasına rağmen tekrarla hatalı olarak söylediğim “inci kefali” biçiminden “inci kefalı” biçimine dönüştürmekte de zorlandım açıkçası. İnci kefalının
ekonomik ve besin değeri üzerine, anatomik yapısına yönelik bir sürü daha bilgi aktarmak mümkün ama bunlara hiç gerek olmadığı kanaatindeyim.
Bu ömrü en fazla 7 yıl olan, 3 yaşından da itibaren üreme faaliyetlerine başlayan inci kefalı; yılın büyük bölümünü Van Gölünün uygun bölgelerinde geçirmekte olup, göl suyunun sıcaklığının 13 C yi geçtiği zaman ki, bu yaklaşık olarak yılın nisan ayı ortalarından itibaren gerçekleşmektedir, görece soğuk ve kar sularının beslediği derelerin ağızlarına gelerek tatlı su ortamına alıştıktan sonra da yumurtlamanın gerçekleşmesi için derelerin memba taraflarına büyük, zor ve meşakkatli bir yolculuk başlatmaktadırlar. Derelerin su akımlarının görece yavaşladığı, hafif çakıllı ve kumlu bölgelerine; çakıllara veya kumlara sürtünerek, yumurtlarını bırakarak, artık görevini tamamlamanın rahatlığı içinde, buraya gelmek için harcadığı çabayı da bu sefer de tam tersi istikamette göstererek tekrar Van Gölünün uygun ortamına dönmektedirler.
Buraya kadar aktardığım bu bilgileri, herhangi bir şekilde yazılı ve görsel basında bulmak mümkündür ama konunun asıl tılsımlı, büyülü ve muhteşem tarafı ise bu sürecin önemli bir bölümünü oluşturan; tatlı suya alışmak için bekledikleri ve yeterince de bekledikten sonra harekete geçmeleri, karşılaştıkları doğal engelleri aşarken de kimi zaman sıçrayarak kimi zaman yer yer de 30 dereceye varan ve suyun nispeten çok az derin olduğu bölgelerdeki kayalara sürtünerek çıkmaları muhteşem ve izlemeye doyulamayan bir keyif vermektedir insana. Tam bir gün boyunca bu harika doğa olayını izlemek için, büyülenmişcesine ve nerede ise gözümü ayırmaksızın; beklemekte olan onbinlerce balığı ve yeterince bekleyip te harekete geçen diğer binlercesini Van İli Erciş İlçesi yakınlarındaki Balıkbendi bölgesinde; Erciş açık cezaevi infaz kurumu iş yurdu tarafından işletilen “endemik Van Gölü inci kefalı izleme noktasında”, geçirmenin inanılmaz mutluluğunu yaşamış bulunmaktayım. İnci kefalının; defalarca sıçrayıp başaramadığı ama asla vazgeçmediği hatta bu uğurda harcanan çabanın fazlalığı nedeni ile de ölümle sonuçlanmasını
yada kısa ama çok ve inanılmaz emek harcanarak katedilen bir mesafeden sonra bir kayanın duldasında dinlenmesini, ve tekrar yola koyulmasının dayanılmaz büyüsünü yazıya maalesef bu kadar aktarabiliyorum. Ve diyorum ki; bu doğa olayı birinin yazısından yada film ve videolarından takip edilerek yeterince keyif alınması mümkün olmayan bir olaydır; ve her doğa severin, hatta herkesin yaşamı boyunca en az bir kez izlemesi gereklidir. Bu nedenle tatil yada gezi planı yapan herkesin; genellikle Mayıs başı ve haziran sonu için bu harika ve müthiş olaya tanıklık etmeleri gereklidir.
Bu müthiş doğa olayına tanık olmanın mutluluğu yanında orada yaşadığım birkaç ironi dolu ama eğitimde durumumuzun ve bu kabil olaylar karşısında nasıl davrandığımızın tespiti sayılabilecek birkaç gözlemimden bahsetmem kaçınılmaz olmuştur..
Van insanının ve özellikle de yabancılara gösterdiği, cana yakın tutum örneklerinden olmak üzere; yanıma gelerek, gerek İnci kefalı ile ilgili bilgiler vermek gerekse de yöresel sıkıntılar merkezli yakınmalarda bulunan ve emekli bir devlet memuru olduğunu öğrendiğim vatandaşımız; yöre insanının asla kurallara uymadığı avlanmanın yasak olduğu sürede de inci kefalını avlamaya hatta bekledikleri yerden torbalarla toplamaya devam ettiklerinden dem vurarak piknik yapmakta oldukları yere beni davet edip çay ikramında bulundukları sırada ailenin en küçüğü olduğunu tahmin ettiğim 12 – 13 yaşlarında bir delikanlının gelerek beni çay içmeye davet edene; belli ki aile reisi, “ baba, baba, tam bir torba balık toplamıştım ki jandarma elimden aldı ve imha etti” demesi de tam bir komedi idi açıkçası.
Ayrıca; yine beni yabancı görmelerinden ve merak etmelerinden olsa gerek, yanıma gelen ve müthiş doğa olayını izlerken de yaklaşık 1,5 yada 2 saat konuştuğumuz vatandaşımız ise; inci kefalının bu üreme amaçlı serüvenini izlemeye, hatta kendi deyimi ile de “taaaa Ankara’dan” gelmiş olmamı pek inandırıcı bulmadığından olsa gerek yada “yahu bir balık izlemeye de oradan da gelinirmiymiş” yaklaşımı ile bu konuştuğumuz süre
içinde “abi sen gerçekten inci kefalini izlemeye mi geldin” sorusunu en az 10 defa tekrarlayıp durdu. Belli ki içinde bulunduğu ortam kendisi için olabildiğince sıradan ve kanıksanmış bir durumdur.
Diğer taraftan; inci kefalının bu müthiş serüveni süresince avlanma yasağı konusunda tedbir almak ve koruma yapma görevini üstlenen jandarma ise; belli ki üst kademelerin konunun ciddiyetini kavradığı kadar sahada görev yapanlara kavratamamış, çünkü izlediğim noktanın ve nehrin tam karşısında gencin birinin torba torba balık toplamasını jandarmaya göstermemim üzerine jandarma eri hemen koştu, bağırdı çağırdı ama nafile genc avlanmakdan vazgeçmedi ne yazık ki er onu durdurmaktan vazgeçti, bunun üzerine bende jandarma erine biraz sert tarzda konuşunca “işimiz gücümüz bitti balıkla uğraşıyoruz artık” gibi birşeyler dedi, bende buna mukabil “dua et ki, böyle yararlı bir faaliyette bulunuyorsun” deyince, sonradan Ankara’lı olduğunu öğrendiğim bu sempatik er yanıma geldi ve askerlikten ve özellikle inci kefalinden konuşunca, maalesef jandarma eri de “yahu bir balık izlemeye de oradan da gelinirmiymiş” yaklaşımını gösterdi ama konuşmamızın sonunda en azından nezaketen da olsa, bu müthiş doğa olayının çok önemli olduğunu kabul etti.