Cumartesi, Ocak 25, 2014

BİR OSMANLI İHRACAAT LİMANI ÇEŞME


“Uluslararası 1. Çeşme tarih ve kültürü sempozyumuna” sunulan ve Prof. Dr.          Feridun M. Emecen tarafından kaleme alınan “Çeşme İskelesi hakkında bazı bilgiler” adlı bildiride; “Bu durumu Evliya Çelebi’nin Karaburun yoluyla Çeşme’ye giderken Çarpan Boğazında karşı karşıya kaldığı bir eşkıyalık hadisesi de doğrulamaktadır. Burada Karaburun ormanlarının eşkıya yurdu olduğu vurgulanmaktadır. Çeşme sadece kara eşkıyası ve yerli-yabancı korsanların değil zaman zaman Osmanlı’larla savaş halinde bulunan Venediklilerin de saldırısına uğrama tehlikesiyle çeşitli defalar karşı karşıya kalmıştı. Bu sebeple buranın kalesine büyük önem verilmiş ve Çeşme, XVII. Yüzyıldan itibaren bir ticaret limanı oluşundan ziyade Osmanlı donanmasının bir askeri üssü olarak tanınmaya başlandı. Özellikle 1570 Kıbrıs ve ardından İnebahtı mücadelesi sırasında Batı Anadolu’nun sefere eşmekle görevli sipahileri Çeşme’den gemilere binmişlerdir.”

Yukarıdaki satırlar Evliya Çelebi’nin “Seyahatname” adlı eseri refere edilerek aktarılmaktadır ve kolayca da anlaşılacağı üzere, birkaç öneme haiz bir durum tespiti ile karşı karşıya olduğumuzu bize anlatmaktadır.

Eşkıya varsa, ciddi bir hedef yani konu özeline göre de soyulacak kervan var demektir, iddia ve diyalektiğinden hareketle kolayca anlaşılacağı üzere, büyük ormanlık alana yayılmış bu şekavet hareketini, üstelikte Osmanlı’nın çok büyük önem verdiği güvenlik oluşumuna rağmen, tatmin edecek, miktar ve büyüklüklerde kervan trafiğine sahip olunmuştur. Bu kabil büyüklük ve miktarlarda kervan hareketi mevzuubahis ise, varılacak yerinde çok önemli bir merkez olması gerekmektedir doğal olarak, ya nüfusu ve endüstrisi bu ihtiyacı doğurmuştur ya da bir toplama ve dağıtım merkezi olması hasebiyle… Yine mezkûr eserler ve bildirilerden anlaşıldığı üzere, Osmanlı salnamelerinde tespit edilen gerek nüfus, gerekse de gümrük vergilerinin büyüklükleri göz önüne alındığında Çeşme’nin çok önemli bir ihracat limanı olduğu çok açıktır. Yine mezkûr bildiride “Çeşme’ye ait gümrük gelirlerinin XVI. asır boyunca geçirdiği değişim, iskelenin ticari kapasitesi hakkında belirleyici bir unsurdur. Yapılan tespitlere göre gümrük gelirleri 1547’de 600.000 akçeyi geçmiştir” tespiti yapılarak ihracat büyüklüğüne de vurgu yapılmaktadır. Burada, sarp ve sıkıntılı bir yol izleyerek, üstelik daha kolay ulaşımı olan diğer İzmir civarı limanlar mevcut iken, Çeşme’nin öne çıkmış olmasının izahı yapılırken, Sakız Adasının fethedilmemiş olması ve ihracatının talepkarı yabancıların bu adada ikamet ediyor olması enteresandır. Diğer taraftan bir ihracat merkezi olan Çeşme Limanının bu önem ve ehemini teyit edecek 2 önemli unsur daha öne çıkmaktadır, Çeşme Kervansarayı ve Çeşme Kalesi; biri konaklamaların yoğunluk ve büyüklüğüne, diğeri güvenlik unsurunun önem ve büyüklüğüne delalet etmektedir. Ayrıca bu ticari büyüklüğün ve önemin uluslararası güçler tarafından dikkatten kaçırılmayacağı da aşikârdır, Osmanlı ile sürekli bir savaş hali içinde bulunan ve yer yer de deniz korsanlarının hamiliğine soyunan Venediklilerin de hedefi olmuştur sürekli olarak.

Tüm takip ve tedibe rağmen eşkıyaların saklandığı, barındığı ve üs olarak kullandığı alanların ciddi bir orman alanı olduğu vurgulanmaktadır ki, bugüne kadar çeşitli nedenler gösterilerek defalarca yakılmış olmasına ve bir vadedir de sanki başka yer kalmamışçasına ve yangından mal kaçırırcasına RES (rüzgâr enerji santrali) yapacağız adı altında kesile kesile yok edilmeye yüz tutmuş olsa bile bakiyesi bile ciddi bir öneme haiz çam ormanları mevcuttur.

Diğer taraftan; kayıt altına alınan ihracat ve ithalatın varlığı kadar kaçak ve gayri yasal ticaretinde geliştiğini anlıyoruz mezkûr bildiri ve benzer yayınlardan, zengin tacirlerin ve bu zenginliğe mütenasip kervanların varlığının yarattığı iştah, her daim olduğu ve olabileceği üzere kolay geçinme yolu arayan eşkıyanın hedefi olmuştur ve gasp edilen mal ve eşyaların kendi ihtiyaçlarını karşılamanın ötesinde bir durum oluşturduğu da aşikârdır ayrıca. Gasp edilen bu zenginliklerin ve emtianın gayri yasal ticaretini yapmak üzere depolandığı ve yabancı bandıralı gemiler ile sevk edildiğini tarih itibari ile merkezi otoritenin yerel kadılara yazdığı talimatlar ve araştırma ve takip taleplerinden anlaşılmaktadır. Nitekim mezkûr bildirinin 27 sayılı dipnotunu oluşturan paragrafta; “sekban, eşkıya ve firketecilerin faaliyetlerinden ve bunların yöredeki kasabalarda sakin yatakçılarından söz edilmektedir” denilerek dipnotta da;  Osmanlı devlet işlerine ait sadr olan hükümlerin ve fermanların tarih sırasına göre özetlenerek kayıt altına alındığı Mühime defteri LXXI sayı sahife 258 refere edilerek “Seferhisarlı Muslihitdin’in kara ve deniz eşkiyası ile işbirliği yaptığı, bunların çaldığı malları depolayıp sattığı ve eşkiyayı koruduğu belirtilmektedir. Aslında bu zatın eşkiyanın başı olduğu söylenebilir” bilgisi verilmektedir.

Çeşme Limanının; mezkûr sempozyumda ihracat limanı olarak öne çıkmasının yanında, başka kaynaklardan öğrendiğimiz kadarı ile sahip olunan, kaplıca ve ılıcalar nedeniyle de gerek tedavi gerekse de rehabilitasyon açısından önemli bir destinasyondur aynı zamanda. İzmir merkezli Gemi Acentelerinin Çeşme Ilıcaları hedefli turlar düzenlemelerinin yanında, Ege Adalarından da yoğun bir trafiğin olduğunu anlamaktayız kayıtlardan, yayınlardan… Bu amaçla yapılan ve işletilen, bugün hala izleri ve işleri olan otellerin varlığı da bu görüşleri teyit etmektedir.

Çeşme Limanı; İonia’nın önemli kenti Erythrai’inin limanı olduğu tarihlerden itibaren, bir taraftan Osmanlının Sakız Adası fethinin yarattığı atalet diğer taraftan da 17. yüzyıl ortalarında İzmir’in muhteşem yükselişine kadar önemini korumuş olup bilahare de askeri bir üs olarak hizmet vermeye devam etmiştir. Şimdilerde ise, Çeşmelilerin çok benimsememesine rağmen birkaç oldubitti, deyim yerinde ise, tam bir cinlik ile ihale ve özelleştirme numaralarının ihdas edilmesi sonucu, ULUSOY tarafından RORO iskele işletmeciliğinin önemli bir merkezi haline getirilmiştir. Şimdi bir kesim zevat ta çıkar der ki; bu sayede Çeşme otoyola kavuşmuş ve kolay ulaşılabilir bir yer olmuştur ve bu yüzden de turistik değeri artmıştır, bu da bir tercihtir ama katılmasam da katlanırım.

 

Cumartesi, Ocak 18, 2014

ÇEŞME KENT MÜZESİ


Bir vadedir, Çeşme’nin ihtiyaç projeleri arasında sayılan, Kent Müzesinin gerçekleşmesine kendimizi yakın hissetmemize neden olan sıcak gelişme ve konuşmalar yapıldığı herkesin malumudur. Bilindiği üzere, kentlinin kent hakkını gözetmeyen, oluşacak kent ve kentli belleğini hiçe sayan, tepeden bakan, nobran bir anlayışın yansıdığı bir alan değildir kesinlikle kent müzesi… Çünkü kent müzesi aslında ve esasen diğer müzelerden farklı olarak kentliyi ve kentli ruhunu birleştiren, farklı unsurları birbirine bağlayan bir volan kayışı işlevi görür, bize geçmişi anlatırken, bugünü belgeleyerek arşivler ve gelecek için nasıl bir kent olmalı hayalini kurmamıza olanak sağlar ve Kent insanına ve olma niyetinde olana kentin geleceğine dair senaryolar kurma şansı tanır.

Kent müzesi her şeyden önce ve esasen ve de öncelikle kentliye ait olmalı ve bağımsız bir yapısı, bilim insanlarından, bilge ve çelebi insanlardan oluşan bir yaşatma, danışma ve yönetim yapısına sahip olmalıdır. Aksi takdirde başka hesapları olan kimselere ve kurumlara, varolan ilişkisi ve alış verişi nedeniyle göbeğinden bağlı hale gelir ve maazallah bugünkü nobran anlayışın yarattığı rüzgârla da mezkûr kişi ve kurumların cüzü haline gelebilir. Bu kabil gerekçe ve çekincesi olmayan kent müzelerinin de kent müzesi olabilme imkân ve ihtimali yoktur. Bugün artık modern dünyanın geldiği nokta itibariyle kent müzelerin, genel olarak insanı ve özel olarak ta kentliyi ilgilendiren her konunun ve unsurun yer alabildiği bir çalışma alanı olduğu aşikâr olup, adeta kentli için birer toplumsal yaşam ve bellek alanı olarak ta, “bu alanımıza girer şu girmez” tefriki yapmaksızın ilgili her temayı içselleştirir ve forumuna dâhil eder ve etmelidir de… Geçmişin bugüne, bugünün geleceğe taşınarak geleceğin şekillendirmesine kentlinin tanıklığında, katılımcı, paylaşımcı ve demokratik, özgür bir yaklaşımdır kent müzesi, en önemli sunusu bizatihi kentin kendisi ve kendini kente ait hisseden insanlar olmalıdır mutlaka. Müzeler, sahip oldukları tarih, doğa, kültür içeriklerinin; genel manada çoluk-çocuk, yaşlı, genç için, en önemli buluşma, öğrenme, paylaşma, hatırlama ve bilgi mekânları olup, geçmişimizi geleceğimize taşıdığımız ve bu uğurda geleceğimize bıraktığımız yaşam renk ve ahenklerinin yansıtıldığı yegâne miras mekânlardır.

Kent müzeleri kentliyle birlikte kurulur, onları kucaklar, katılımcı olmayan bir mantığa teslim edilemeyecek kadar yaşamımızda etkin ve önemli mekânlardır, değilse de mutlaka olmalıdır. Kentliyi dinleyen daha da önemlisi kentin önemli bir parçası kabul eden, kentliyi şekillendirmeye yönelmeyen, tam tersine kentliyi kabul eden bir yaklaşım göstermelidir kent müzesi… Tabulara sığdırmaya çalışmayan, kentlinin değişkenliğini kabul eden bir öngörü ile hareket etmelidir yani… Bilgiyi işlemenin kaçınılmazlığını bilen, antropoloji ve sosyoloji bilimini göz ardı etmeyen, kentin bellek ve ruhunu yansıtan değerlerin korumacılığını asla ve kata göz ardı etmeyen bir yaklaşım olmalıdır bu yaklaşım… Hülasa halk, ama tamamı “şucu ve bucu” terfiki yapılmaksızın bu projede bulunması, projenin içinde olması, olmazsa olmazdır…

Peki; bu değerlendirme peşrevi neticesinde, “Kent Müzesi” nerede yani hangi mekânda bulunmalıdır sorusunun cevabına geldi sıra… Kent müzeleri genellikle bulundukları kentlerde simge olmuş, kentlinin hafızasında yer etmiş, hikâyesi çok bilinen ve kentliyi yok saymayan, üzmeyen ve bezmeyen, dışlamayan ve bölmeyen mekânlarda kurulması gerekirden hareketle, Çeşme’nin bu kabil binasının tayini yapılmalıdır.

Bu uğurda; Belediye yönetimine aday olan başta, Hakan Kerman, Mehmet Görgün, Reşat Akbaykal, Ekrem Oran gibi arkadaşlarımızla yaptığımız sohbetlerin bu boyutunda hem fikir olduğumu büyük bir sevinçle gördüm ve sizlerle de paylaşıyorum. Diğer adaylarında mezkûr konuda fikri ve projesi olabilir ama bir kısmı ile hiç ve bir kısmıyla da bu konuyu konuşma fırsatımız olmamıştır, eğer konu ile ilgili bir proje ya da fikirleri var ise buradan duyurmanın görevimiz olduğunu da biliyor olmaları gerekir. Fikri ve projesi olanlar arasında Ekrem Oran bir adım daha ileri hamle yaparak nereyi ve nasıl bir kent müzesi olarak hazırlayacağını söyleyerek konuyu ne kadar sahiplendiği hissettirmiştir.

Kent müzesi oluşumuna tartışmasız siyasi destek yapılmalı ancak, yönetimine “biz destek veriyoruz, biz her şeyine karışırız” demeden olmalı, siyasi ve ekonomik gücü elinde bulunduranın canının çektiği biçimde yönetebileceği değil tam tersine kentsel ve toplumsal bellek oluşturmak adına bilinen geçmişten bugüne her şeyi ama her şeyi içine alan kollektif bir sonuç oluşturmalıdır.  Çünkü bugüne kadar yaşanılan pratik, ister yerel ister genel olsun, tüm yönetimlerin bir türlü vazgeçemediği vesayetçi ve dayatmacı tavrın hiç eksik olmadığını göstermiştir, işte tam da bu nedenle, bari ve en azından oluşacak kent müzesinde karar alma süreçlerinin şeffaf tutulması ve katılımcı bir yönetim anlayışının temin edilmesi en büyük beklentidir ve hedef olmalıdır. Kent müzesinin ilgi alanına giren ve konusunu oluşturan her detayın, rakiplerle mücadele aracı olmadığı bilinciyle yapılmalıdır tüm planlar, tüm detay ve düzenlemelerin ideolojik yakınlık ve uzaklıklarla illiyeti kurulmaksızın özenli bir çalışma yürütülmelidir.

Peki, yönetime aday olanların bahse konu detaylarda kafa yorması yeterlimidir acaba, yanıt şüphesiz ki hayırdır ve kent müzesi kurulması ile yetinilmeden, behemehal “Kent Konseyi” adam gibi ve ahlaklı çalıştırılmalıdır. Kent müzesinin oluşturulmasının bir boyutuyla lokomotifi olacak bu konseyin çalıştırılma süreci, yönetime seçilmiş insanların kendilerini, seçilme gerekçelerini kendilerinin her haltı iyi bildiklerinden değil de, kendilerine ayak takımları tarafından süreli ve görev bölümü mucibince tevdi edilen bir ödev gözü ile bakmaları biçimi ile mütenasip olmalıdır. Aksi takdirde ve bugüne kadar ki pratik benzeri olacaksa tüm bu olacaklar, olmaması evla sayılabilir.

Pazar, Ocak 12, 2014

ÇİFTLİK - KATOPANAGİA


“Uluslararası 1. Çeşme tarih ve kültürü sempozyumuna”, Prof. Dr. Necmi Ülker tarafından sunulan “Aydın vilayet salnamelerine göre XIX. Yüzyılın sonlarında Çeşme Kazası” başlıklı bildiriden, Çeşme’nin 2 adet nahiyesi olduğunu öğreniyoruz; biri alaçatı diğeri de Çiftlik ki, “Aşağı Çiftlik” ya da “yeni nahiye” ya da “Çiftlik-i kebir” ya da  “Katopanagia” adıyla bilinmektedir. Tüm adlarda bir şekilde çiftlik geçmekte olup, bunun da Osmanlı İmparatorluğu döneminde başlamış ve son döneme kadar yörede bazı insanların tapularında “Melek Paşa vakfiyesi” şerhi de taşımasına neden olan, Melek Paşa’nın büyük arazilerinin olmasının neden olduğu bilinmektedir. Yine aynı bildirinin ilerleyen bölümünde, “Çeşme’nin güneyinde, Alaçatı’nın batısında, kuzeyi Adalar Denizi, batısı Sakız Boğazı ile sınırlanmıştır. Köyü yoktur. Belediyesinin geliri 15.000 guruştur. Nahiye merkezinde gece aydınlanması için 15 fener vardır. Diğer adı Çiftlik-i kebir olan nahiye araba ile Çeşme’ye 4 mil, denizden 6 mil uzaklıkta ve batı tarafındadır. Nüfusu 1.691’i erkek, 1.562’i kadın olmak üzere, 3.253’dür.” şeklinde verilen bilgilerden, Çiftlik’te “Belediye” teşkilatının olduğu da anlaşılmaktadır. İlerideki yazılarımda, Çiftlik’in nasıl bir belediyecilik ile yönelmiş olmasının izlerinin; gördüklerim, duyduklarım ve okuduklarımın eşliğinde, yazmayı planlamaktayım.

Çiftlik; dönem itibariyle ve bugüne aktarılan izlerinin sağlıklı, adam gibi ve ahlaklı takibi neticesinde görülür ki, Çeşme merkez limanının askeri amaçlar için kullanılması nedeniyle adalar denizine açılan çok önemli bir limandır ve tam da bu nedenle daha 40 yıl öncesine kadar izleri dimdik ayakta bulunan, şimdilerde ise ancak ve ne yazık ki her yere kalkınma adına balıkçı barınağı yapma sevdalısı yönetimler tarafından balıkçı barınağı dolgularının altında kalmasına neden olunan, muhteşem iskelesinin bir benzeri yakınlarda bulunmamaktadır. Yine kayıtlardan anlaşıldığı kadarıyla; “Gümrük Kompleksi” ki bugünlere arta kalan cüzü olan ve bugün artık kültürel ve eğitim faaliyetleri için kullanılan antrepo niteliğindeki binasıyla hayale değer bir durumdadır. Çeşme bölgesinin ticari bir limanı olması görüntüsü yanında mezkûr kayıtlardan anlayabildiğimiz kadarıyla da “Çiftlik” aynı zamanda yukarıda “Melek Paşa Çiftliği” olarak belirtildiği üzere sahip olduğu mikroklimatik özelliklerle de nicelik olarak olmasa bile nitelikli bir tarım bölgesi olup üzüm ve anason ön plana çıkmaktadır. Diğer taraftan belki de dikkatlerden kaçan bir başka ama önemli tarafı da, bazı evlerde halı dokumacılığının, iplikten bez, peşkir ve perde üretiminin de yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu ekonomik faaliyetlerin niteliğinin şehircilik ve imar faaliyetlerine birebir yansıdığına da tanıklık etmemizi sağlıyor bu kayıtlar, ağırlıklı taş olmakla birlikte Bağdadi denilen kompozit yapılarında bir hayli yüksek olması, Melek Paşanın buraya sadece bir Çiftlik gözüyle bakmadığının da bir göstergesi gibi durmaktadır sanki… Şimdilerde sokaklarda bir yürüyüş yapmanız halinde mezkur evlerin, cumbaları, balkonları, pencere ve kapılarının restorasyon bekleyen hallerinin imdat seslerine tanıklık etmenize vesile oluştururlar adeta…

Köyün merkezine su taşıyan ve Değirmen dağından döşenen ve pişmiş topraktan mamul künklerle döşenmiş su hattının ve mezkûr çeşmenin yerinde yeller esmektedir şimdilerde, çocukluğumuzda “yukarı çeşme” dediğimiz Çeşme ise Çeşme Belediyesi tarafından restore edilmiş olup meraklılarına nostalji yaratmaya devam etmektedir. Yine son yıllara kadar yolların güzelim “Arnavut kaldırımı” taş kaplaması ile kaplanan yüzlerinin beton sevdalılarınca tahrip edilmesi de gerçekten hayıflanacak bir durum oluşturmaktadır.

Gayrimüslim Osmanlı Tebaası tarafından ağırlıklı bir nüfus oluştuğu yine kayıtlardan anlaşılmakta olup nüfusa mütenasip şekilde de ibadethane dağılımı da söz konusudur. Pencere ve kapı sövelerinin mermer kesme taşlarla yapıldığı ve kaplamaların da ağırlıklı mermer olduğu yaşı 60’ın üstündeki herkes tarafından bilinen 2 adet kilisesinden bugün geriye ne yazık ki bir şey kalmamıştır. Geriye sadece “Maşatlık” olarak bilinen mezarlığın, kemik saklama odasının ve mahzeninin bir bölümü yıkık dökük olarak muktedirlerden restorasyonu adına merhamet beklemektedir ancak kültür bitkisi tütün ve kavun tarlalarını uzun vadede yatırımlarının ikbaline evrilmesi adına koruma altına almaktan fırsat bulunamayacağı da aşikâr görünmektedir.

İşte Nezir’in kulesini yıkan anlayış görev başındadır üstelikte “Ecdadımızı ve Osmanlı’yı günümüze taşıyan biziz, Osmanlıyı yaşatan ve yaşatacak biziz” diye diye her türlü geçmiş bağımızı koparmaktadırlar, peki bu konuda sadece onlar mı böyle düşünüyor, ne yazık ki hayır, bu örümcek kafaya uygun bir de seçimden seçime noter görevi yapan geniş kitleler yaratılmış durumdadır. Allah selamet versin, onlara ve şakşakçılarına…

Çiftlik, bugün artık üzüm, buğday, arpa, yulaf, anason ve tütün üretilmeyen, sadece meşhur “Çeşme kavunu” üretiminin yapıldığı buna mukabil geçimin yazlıkçı turizmi ve balıkçılık ile yürütüldüğü bir konumdadır. Ama Allah vergisi, denizi ve kumu da bu beklentileri fazlası ile karşılamaktadır.

Karşıda Yunanistan’a ait Sakız adasının yüksek dağları, keraat vakti dediğimiz güneşin kavuşmasına mızrak boyu kaldığında, inanılmaz bir şekilde mor renge bürünür, Çiftliğin akşamını yavaş yavaş erguvandan eflatun’a dönüştürür, Herodot’un Ege Denizi üstüne şarabın rengi Ege ve renklerin dansı tanımlamalarını adeta günümüze taşıyarak, denizin şarkılarını balık restoranların içine getirir… Mezkûr renkli akşamları denizin şarkıları ile yaşamanın ayrıcalığını tadanların bu anının tutkuya dönüştüğü yerdir işte burası… Günün ortasındaki deniz lacivertinin akşamüstü eflatuna dönüşmesinin keşfedilmesi insanoğlunun kendisine en büyük ikramı olacaktır ki bunun yegâne mekânı da Çiftlik’tir dersek fazla abartmış olmayız herhalde… Gün batımı rengi diye bir renk bilmiyenler açısından Çiftlik kaçınılmaz ve kaçırılmaz bir destinasyondur… Akşamüzeri keraat vaktinde denizi işgal eden “şarap renginin tanığı olun Çiftlik’te” demenin bir reklâm olduğunu bilmeme rağmen yazıyorum ve yazacağımda, çünkü çok şükür ki böyle… Bu yazdıklarımı sadece bir güzelleme diye nitelendirenler olacaktır şüphesiz ki, ancak, inanıyorum ve biliyorum ki bu güzelliklerden nasiplenenlerin, kesinlikle hem fikir olacağı bir yaklaşımdır tüm bu kelamlar. Canım Yurdumda, Barbun balığının en güzeli Çeşme’dedir, Çeşme’nin en güzel Barbun balığı da Çiftlik’tedir diye iddiaların olduğunu duymayan kalmamıştır kanımca, sizlerde duymuşsunuzdur, bunun test edilmesi herkesin elindedir, bu konuda çok iyi olmasam da bende aynı görüşteyim…

İster tüm yaz sezonu, isterse kısa süreli tatil sezonu olsun, sahiden insanın ömrüne ömür katabilecek bir yerdir Çeşme ve özellikle de Çiftlik, her şeyden önce zaman burada sanki diğer yerlere göre daha yavaş akıyor ve siz akışı gözlerinizle izliyorsunuz adeta bir güneş saatini izlercesine… Çeşme’de sürekli yaşamaya başladığım andan itibaren saatinde akışını takip etmiyorum artık, hatta saat ta takmıyorum, hatta saatin akmış olmasını da kafama takmıyorum.