“Uluslararası 1. Çeşme
tarih ve kültürü sempozyumuna”, Prof. Dr. Necmi Ülker tarafından sunulan “Aydın vilayet
salnamelerine göre XIX. Yüzyılın sonlarında Çeşme Kazası” başlıklı bildiriden, Çeşme’nin
2 adet nahiyesi olduğunu öğreniyoruz; biri alaçatı diğeri de Çiftlik ki, “Aşağı Çiftlik” ya da “yeni nahiye” ya da “Çiftlik-i kebir” ya da “Katopanagia”
adıyla bilinmektedir. Tüm adlarda bir şekilde çiftlik geçmekte olup, bunun da
Osmanlı İmparatorluğu döneminde başlamış ve son döneme kadar yörede bazı
insanların tapularında “Melek Paşa vakfiyesi” şerhi de taşımasına neden olan,
Melek Paşa’nın büyük arazilerinin olmasının neden olduğu bilinmektedir. Yine
aynı bildirinin ilerleyen bölümünde, “Çeşme’nin güneyinde, Alaçatı’nın batısında, kuzeyi
Adalar Denizi, batısı Sakız Boğazı ile sınırlanmıştır. Köyü yoktur.
Belediyesinin geliri 15.000 guruştur. Nahiye merkezinde gece aydınlanması için
15 fener vardır. Diğer adı Çiftlik-i kebir olan nahiye araba ile Çeşme’ye 4 mil , denizden 6 mil uzaklıkta ve batı
tarafındadır. Nüfusu 1.691’i erkek, 1.562’i kadın olmak üzere, 3.253’dür.” şeklinde verilen bilgilerden,
Çiftlik’te “Belediye” teşkilatının
olduğu da anlaşılmaktadır. İlerideki yazılarımda, Çiftlik’in nasıl bir
belediyecilik ile yönelmiş olmasının izlerinin; gördüklerim, duyduklarım ve
okuduklarımın eşliğinde, yazmayı planlamaktayım.
Çiftlik; dönem itibariyle ve bugüne aktarılan izlerinin
sağlıklı, adam gibi ve ahlaklı takibi neticesinde görülür ki, Çeşme merkez
limanının askeri amaçlar için kullanılması nedeniyle adalar denizine açılan çok
önemli bir limandır ve tam da bu nedenle daha 40 yıl öncesine kadar izleri
dimdik ayakta bulunan, şimdilerde ise ancak ve ne yazık ki her yere kalkınma
adına balıkçı barınağı yapma sevdalısı yönetimler tarafından balıkçı barınağı
dolgularının altında kalmasına neden olunan, muhteşem iskelesinin bir benzeri
yakınlarda bulunmamaktadır. Yine kayıtlardan anlaşıldığı kadarıyla; “Gümrük
Kompleksi” ki bugünlere arta kalan cüzü olan ve bugün artık kültürel ve eğitim
faaliyetleri için kullanılan antrepo niteliğindeki binasıyla hayale değer bir
durumdadır. Çeşme bölgesinin ticari bir limanı olması görüntüsü yanında mezkûr
kayıtlardan anlayabildiğimiz kadarıyla da “Çiftlik”
aynı zamanda yukarıda “Melek
Paşa Çiftliği” olarak belirtildiği üzere sahip olduğu mikroklimatik
özelliklerle de nicelik olarak olmasa bile nitelikli bir tarım bölgesi olup
üzüm ve anason ön plana çıkmaktadır. Diğer taraftan belki de dikkatlerden kaçan
bir başka ama önemli tarafı da, bazı evlerde halı dokumacılığının, iplikten
bez, peşkir ve perde üretiminin de yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu ekonomik
faaliyetlerin niteliğinin şehircilik ve imar faaliyetlerine birebir yansıdığına
da tanıklık etmemizi sağlıyor bu kayıtlar, ağırlıklı taş olmakla birlikte
Bağdadi denilen kompozit yapılarında bir hayli yüksek olması, Melek Paşanın
buraya sadece bir Çiftlik gözüyle bakmadığının da bir göstergesi gibi
durmaktadır sanki… Şimdilerde sokaklarda bir yürüyüş yapmanız halinde mezkur evlerin,
cumbaları, balkonları, pencere ve kapılarının restorasyon bekleyen hallerinin
imdat seslerine tanıklık etmenize vesile oluştururlar adeta…
Köyün merkezine su taşıyan ve Değirmen dağından döşenen ve
pişmiş topraktan mamul künklerle döşenmiş su hattının ve mezkûr çeşmenin
yerinde yeller esmektedir şimdilerde, çocukluğumuzda “yukarı çeşme” dediğimiz
Çeşme ise Çeşme Belediyesi tarafından restore edilmiş olup meraklılarına
nostalji yaratmaya devam etmektedir. Yine son yıllara kadar yolların güzelim “Arnavut kaldırımı” taş kaplaması ile
kaplanan yüzlerinin beton sevdalılarınca tahrip edilmesi de gerçekten
hayıflanacak bir durum oluşturmaktadır.
Gayrimüslim Osmanlı Tebaası tarafından ağırlıklı bir nüfus
oluştuğu yine kayıtlardan anlaşılmakta olup nüfusa mütenasip şekilde de
ibadethane dağılımı da söz konusudur. Pencere ve kapı sövelerinin mermer kesme
taşlarla yapıldığı ve kaplamaların da ağırlıklı mermer olduğu yaşı 60’ın
üstündeki herkes tarafından bilinen 2 adet kilisesinden bugün geriye ne yazık
ki bir şey kalmamıştır. Geriye sadece “Maşatlık” olarak bilinen mezarlığın,
kemik saklama odasının ve mahzeninin bir bölümü yıkık dökük olarak
muktedirlerden restorasyonu adına merhamet beklemektedir ancak kültür bitkisi
tütün ve kavun tarlalarını uzun vadede yatırımlarının ikbaline evrilmesi adına
koruma altına almaktan fırsat bulunamayacağı da aşikâr görünmektedir.
İşte Nezir’in kulesini yıkan anlayış görev başındadır
üstelikte “Ecdadımızı ve Osmanlı’yı
günümüze taşıyan biziz, Osmanlıyı yaşatan ve yaşatacak biziz” diye diye her
türlü geçmiş bağımızı koparmaktadırlar, peki bu konuda sadece onlar mı böyle
düşünüyor, ne yazık ki hayır, bu örümcek kafaya uygun bir de seçimden seçime
noter görevi yapan geniş kitleler yaratılmış durumdadır. Allah selamet versin,
onlara ve şakşakçılarına…
Çiftlik, bugün artık üzüm, buğday, arpa, yulaf, anason ve
tütün üretilmeyen, sadece meşhur “Çeşme
kavunu” üretiminin yapıldığı buna mukabil geçimin yazlıkçı turizmi ve
balıkçılık ile yürütüldüğü bir konumdadır. Ama Allah vergisi, denizi ve kumu da
bu beklentileri fazlası ile karşılamaktadır.
Karşıda Yunanistan’a ait Sakız adasının yüksek dağları,
keraat vakti dediğimiz güneşin kavuşmasına mızrak boyu kaldığında, inanılmaz
bir şekilde mor renge bürünür, Çiftliğin akşamını yavaş yavaş erguvandan eflatun’a
dönüştürür, Herodot’un Ege Denizi üstüne şarabın rengi Ege ve renklerin dansı
tanımlamalarını adeta günümüze taşıyarak, denizin şarkılarını balık
restoranların içine getirir… Mezkûr renkli akşamları denizin şarkıları ile
yaşamanın ayrıcalığını tadanların bu anının tutkuya dönüştüğü yerdir işte
burası… Günün ortasındaki deniz lacivertinin akşamüstü eflatuna dönüşmesinin
keşfedilmesi insanoğlunun kendisine en büyük ikramı olacaktır ki bunun yegâne mekânı
da Çiftlik’tir dersek fazla abartmış olmayız herhalde… Gün batımı rengi diye
bir renk bilmiyenler açısından Çiftlik kaçınılmaz ve kaçırılmaz bir
destinasyondur… Akşamüzeri keraat vaktinde denizi işgal eden “şarap renginin tanığı olun Çiftlik’te”
demenin bir reklâm olduğunu bilmeme rağmen yazıyorum ve yazacağımda, çünkü çok
şükür ki böyle… Bu yazdıklarımı sadece bir güzelleme diye nitelendirenler
olacaktır şüphesiz ki, ancak, inanıyorum ve biliyorum ki bu güzelliklerden
nasiplenenlerin, kesinlikle hem fikir olacağı bir yaklaşımdır tüm bu kelamlar. Canım
Yurdumda, Barbun balığının en güzeli Çeşme’dedir, Çeşme’nin en güzel Barbun
balığı da Çiftlik’tedir diye iddiaların olduğunu duymayan kalmamıştır kanımca,
sizlerde duymuşsunuzdur, bunun test edilmesi herkesin elindedir, bu konuda çok
iyi olmasam da bende aynı görüşteyim…
İster tüm yaz sezonu, isterse kısa süreli tatil sezonu olsun,
sahiden insanın ömrüne ömür katabilecek bir yerdir Çeşme ve özellikle de
Çiftlik, her şeyden önce zaman burada sanki diğer yerlere göre daha yavaş akıyor
ve siz akışı gözlerinizle izliyorsunuz adeta bir güneş saatini izlercesine… Çeşme’de
sürekli yaşamaya başladığım andan itibaren saatinde akışını takip etmiyorum artık,
hatta saat ta takmıyorum, hatta saatin akmış olmasını da kafama takmıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder