Pazar, Ocak 12, 2014

ÇİFTLİK - KATOPANAGİA


“Uluslararası 1. Çeşme tarih ve kültürü sempozyumuna”, Prof. Dr. Necmi Ülker tarafından sunulan “Aydın vilayet salnamelerine göre XIX. Yüzyılın sonlarında Çeşme Kazası” başlıklı bildiriden, Çeşme’nin 2 adet nahiyesi olduğunu öğreniyoruz; biri alaçatı diğeri de Çiftlik ki, “Aşağı Çiftlik” ya da “yeni nahiye” ya da “Çiftlik-i kebir” ya da  “Katopanagia” adıyla bilinmektedir. Tüm adlarda bir şekilde çiftlik geçmekte olup, bunun da Osmanlı İmparatorluğu döneminde başlamış ve son döneme kadar yörede bazı insanların tapularında “Melek Paşa vakfiyesi” şerhi de taşımasına neden olan, Melek Paşa’nın büyük arazilerinin olmasının neden olduğu bilinmektedir. Yine aynı bildirinin ilerleyen bölümünde, “Çeşme’nin güneyinde, Alaçatı’nın batısında, kuzeyi Adalar Denizi, batısı Sakız Boğazı ile sınırlanmıştır. Köyü yoktur. Belediyesinin geliri 15.000 guruştur. Nahiye merkezinde gece aydınlanması için 15 fener vardır. Diğer adı Çiftlik-i kebir olan nahiye araba ile Çeşme’ye 4 mil, denizden 6 mil uzaklıkta ve batı tarafındadır. Nüfusu 1.691’i erkek, 1.562’i kadın olmak üzere, 3.253’dür.” şeklinde verilen bilgilerden, Çiftlik’te “Belediye” teşkilatının olduğu da anlaşılmaktadır. İlerideki yazılarımda, Çiftlik’in nasıl bir belediyecilik ile yönelmiş olmasının izlerinin; gördüklerim, duyduklarım ve okuduklarımın eşliğinde, yazmayı planlamaktayım.

Çiftlik; dönem itibariyle ve bugüne aktarılan izlerinin sağlıklı, adam gibi ve ahlaklı takibi neticesinde görülür ki, Çeşme merkez limanının askeri amaçlar için kullanılması nedeniyle adalar denizine açılan çok önemli bir limandır ve tam da bu nedenle daha 40 yıl öncesine kadar izleri dimdik ayakta bulunan, şimdilerde ise ancak ve ne yazık ki her yere kalkınma adına balıkçı barınağı yapma sevdalısı yönetimler tarafından balıkçı barınağı dolgularının altında kalmasına neden olunan, muhteşem iskelesinin bir benzeri yakınlarda bulunmamaktadır. Yine kayıtlardan anlaşıldığı kadarıyla; “Gümrük Kompleksi” ki bugünlere arta kalan cüzü olan ve bugün artık kültürel ve eğitim faaliyetleri için kullanılan antrepo niteliğindeki binasıyla hayale değer bir durumdadır. Çeşme bölgesinin ticari bir limanı olması görüntüsü yanında mezkûr kayıtlardan anlayabildiğimiz kadarıyla da “Çiftlik” aynı zamanda yukarıda “Melek Paşa Çiftliği” olarak belirtildiği üzere sahip olduğu mikroklimatik özelliklerle de nicelik olarak olmasa bile nitelikli bir tarım bölgesi olup üzüm ve anason ön plana çıkmaktadır. Diğer taraftan belki de dikkatlerden kaçan bir başka ama önemli tarafı da, bazı evlerde halı dokumacılığının, iplikten bez, peşkir ve perde üretiminin de yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu ekonomik faaliyetlerin niteliğinin şehircilik ve imar faaliyetlerine birebir yansıdığına da tanıklık etmemizi sağlıyor bu kayıtlar, ağırlıklı taş olmakla birlikte Bağdadi denilen kompozit yapılarında bir hayli yüksek olması, Melek Paşanın buraya sadece bir Çiftlik gözüyle bakmadığının da bir göstergesi gibi durmaktadır sanki… Şimdilerde sokaklarda bir yürüyüş yapmanız halinde mezkur evlerin, cumbaları, balkonları, pencere ve kapılarının restorasyon bekleyen hallerinin imdat seslerine tanıklık etmenize vesile oluştururlar adeta…

Köyün merkezine su taşıyan ve Değirmen dağından döşenen ve pişmiş topraktan mamul künklerle döşenmiş su hattının ve mezkûr çeşmenin yerinde yeller esmektedir şimdilerde, çocukluğumuzda “yukarı çeşme” dediğimiz Çeşme ise Çeşme Belediyesi tarafından restore edilmiş olup meraklılarına nostalji yaratmaya devam etmektedir. Yine son yıllara kadar yolların güzelim “Arnavut kaldırımı” taş kaplaması ile kaplanan yüzlerinin beton sevdalılarınca tahrip edilmesi de gerçekten hayıflanacak bir durum oluşturmaktadır.

Gayrimüslim Osmanlı Tebaası tarafından ağırlıklı bir nüfus oluştuğu yine kayıtlardan anlaşılmakta olup nüfusa mütenasip şekilde de ibadethane dağılımı da söz konusudur. Pencere ve kapı sövelerinin mermer kesme taşlarla yapıldığı ve kaplamaların da ağırlıklı mermer olduğu yaşı 60’ın üstündeki herkes tarafından bilinen 2 adet kilisesinden bugün geriye ne yazık ki bir şey kalmamıştır. Geriye sadece “Maşatlık” olarak bilinen mezarlığın, kemik saklama odasının ve mahzeninin bir bölümü yıkık dökük olarak muktedirlerden restorasyonu adına merhamet beklemektedir ancak kültür bitkisi tütün ve kavun tarlalarını uzun vadede yatırımlarının ikbaline evrilmesi adına koruma altına almaktan fırsat bulunamayacağı da aşikâr görünmektedir.

İşte Nezir’in kulesini yıkan anlayış görev başındadır üstelikte “Ecdadımızı ve Osmanlı’yı günümüze taşıyan biziz, Osmanlıyı yaşatan ve yaşatacak biziz” diye diye her türlü geçmiş bağımızı koparmaktadırlar, peki bu konuda sadece onlar mı böyle düşünüyor, ne yazık ki hayır, bu örümcek kafaya uygun bir de seçimden seçime noter görevi yapan geniş kitleler yaratılmış durumdadır. Allah selamet versin, onlara ve şakşakçılarına…

Çiftlik, bugün artık üzüm, buğday, arpa, yulaf, anason ve tütün üretilmeyen, sadece meşhur “Çeşme kavunu” üretiminin yapıldığı buna mukabil geçimin yazlıkçı turizmi ve balıkçılık ile yürütüldüğü bir konumdadır. Ama Allah vergisi, denizi ve kumu da bu beklentileri fazlası ile karşılamaktadır.

Karşıda Yunanistan’a ait Sakız adasının yüksek dağları, keraat vakti dediğimiz güneşin kavuşmasına mızrak boyu kaldığında, inanılmaz bir şekilde mor renge bürünür, Çiftliğin akşamını yavaş yavaş erguvandan eflatun’a dönüştürür, Herodot’un Ege Denizi üstüne şarabın rengi Ege ve renklerin dansı tanımlamalarını adeta günümüze taşıyarak, denizin şarkılarını balık restoranların içine getirir… Mezkûr renkli akşamları denizin şarkıları ile yaşamanın ayrıcalığını tadanların bu anının tutkuya dönüştüğü yerdir işte burası… Günün ortasındaki deniz lacivertinin akşamüstü eflatuna dönüşmesinin keşfedilmesi insanoğlunun kendisine en büyük ikramı olacaktır ki bunun yegâne mekânı da Çiftlik’tir dersek fazla abartmış olmayız herhalde… Gün batımı rengi diye bir renk bilmiyenler açısından Çiftlik kaçınılmaz ve kaçırılmaz bir destinasyondur… Akşamüzeri keraat vaktinde denizi işgal eden “şarap renginin tanığı olun Çiftlik’te” demenin bir reklâm olduğunu bilmeme rağmen yazıyorum ve yazacağımda, çünkü çok şükür ki böyle… Bu yazdıklarımı sadece bir güzelleme diye nitelendirenler olacaktır şüphesiz ki, ancak, inanıyorum ve biliyorum ki bu güzelliklerden nasiplenenlerin, kesinlikle hem fikir olacağı bir yaklaşımdır tüm bu kelamlar. Canım Yurdumda, Barbun balığının en güzeli Çeşme’dedir, Çeşme’nin en güzel Barbun balığı da Çiftlik’tedir diye iddiaların olduğunu duymayan kalmamıştır kanımca, sizlerde duymuşsunuzdur, bunun test edilmesi herkesin elindedir, bu konuda çok iyi olmasam da bende aynı görüşteyim…

İster tüm yaz sezonu, isterse kısa süreli tatil sezonu olsun, sahiden insanın ömrüne ömür katabilecek bir yerdir Çeşme ve özellikle de Çiftlik, her şeyden önce zaman burada sanki diğer yerlere göre daha yavaş akıyor ve siz akışı gözlerinizle izliyorsunuz adeta bir güneş saatini izlercesine… Çeşme’de sürekli yaşamaya başladığım andan itibaren saatinde akışını takip etmiyorum artık, hatta saat ta takmıyorum, hatta saatin akmış olmasını da kafama takmıyorum.

Hiç yorum yok: