Cuma, Eylül 24, 2010

12 EYLÜLCÜLER YARGILANMALI

12 Eylül 1980 darbesini gerçekleştiren Kenan Evren ve çetesinin yargılanmalarının önünde en büyük engelin “1982 Anayasasının geçici 15. maddesi” iddiaları 12 Eylül 2010 tarihinde gerçekleştirilen referandum neticesinde İktidar sahipleri ve yandaş hukukçuları vasıtası ile kaldırıldığı beyan edilmektedir. 12 Eylülün beyni örümceklilerine, eli kanlılarına dava açmaya gücü yetecek yürekli ve namuslu bir savcı, bu yürekli savcının iddianamesini kabul edecek yürekli ve namuslu bir mahkeme heyeti ya da hâkim, onları hemen görevden almayacak yürekli ve namuslu hâkim ve savcılardan oluşan bir HSYK, bütün olması muhtemel bu gelişmeleri “yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı kesin ve mutlaktır” anlayışıyla karşılayacak bir siyasi otorite olursa eğer bu gerçekleşebilir. Gündemde olan ve bana göre yanıltıcı olmakla birlikte mezkûr yargılanma konusuna ayak direyenler ya da ayak sürenler bazen çok açıktan bazen de ince ince karşı çıkan grupları ise; bu eli kanlı çetenin cunta yönetiminden en fazla mağdur ve muzdarip olduğunu her fırsatta ağızları dolu dolu haykıran milliyetçiler, sürekli her türlü darbeye karşı olduğunu beyan eden ulusalcılar (neomilliyetçiler) ve maalesef pusulasını kaybetmiş bir kısım solcular, oluşturmaktadırlar. Bu dönemim faillerinin layıkı ile yargılanabileceğine asla ihtimal vermeyen biri olarak, yahu ileride yargılanmamaya ya da yargılayamamaya bahane oluşturmamak için bir sesinizi kesin ya da hadi yargılayın da görelim havasında cesaret verin, arka çıkın, bırakın o saatlerce anayasanın, yasanın filan maddesinin filan görünmeyen emrine göre ifadelerini de konu ile ilgili tarafınızı açıkça belirleyin, olmaz mı? Hatta bu yargılamanın mutlaka gerçekleşeceğini bütün referandum kampanyaları boyunca iddia eden Hükümet’in üzerine konuyla ilgili baskı oluşturmak için çalışın çırpının, yargılanmayacaklarsa da bu konuda görevinizi yapmış olmanın rahatlığını yaşarsınız ileride. Unutmayın ki çok sınırlı ve kısıtlı da olsa Şili ve Arjantin yargılamaları böylesine bir kampanya sonucunda geldi.

Ayrıca, yine unutmayalım ki; bu yargılama sadece ve sadece kendilerinin koydukları muafiyet yasalarına göre değil; gerek ulusal ve gerekse de uluslar arası kamuoyunun adalet ve hukuk talepleri doğrultusunda gerçekleştirilmelidir. Nazilerin yargılandıkları Nürnberg mahkemeleri de tam tamına böylesi bir havada yapılmıştır şekli hukuk açısından. (içerik açısından ABD emperyalizminin yeni paylaşımları dikte ettirmesinin zemini olarak da denilebilir vs vs). Bu Alman Faşistlerinin yargılanmaları döneminde var mı idi BM’nin “İnsan Hakları evrensel beyannamesi” yoktu peki ne etkili oldu da yargılandılar, tüm Avrupa’yı baştanbaşa kana bulayan bu Faşistlerin yargılanmasında ulusal ve uluslar arası kamuoyunun adalet ve hukuk talepleri tabii ki… BM “İnsan Hakları evrensel beyannamesi” ni 10-12-1948 de yayınlıyor yani bu tanımların yapılmasından önce suç sayılamayacağı varsayımıyla işlenen suçlar dahi geçmişi kapsamaktadır. Konunun özü nedir? “Toplumsal barışa karşı işlenen suç”, “İnsanlığa karşı işlenen suç” asla ve kata zaman aşımına uğramaz ve uğramamalıdır. Bu fasıldan olmak üzere “zamanaşımı tezini” öne sürenlere artık sus demekten başka bir yol yoktur ve behemehâl susmalıdırlar yoksa son tahlilde o suçların hamisi duruma düşerler ya da zımmi olarak suça ortaklık oluşur.

Hadi diyelim darbe sizin dediğiniz ya da savunduğunuz gibi zaman aşımı kapsamında yargılanamıyor, kabul edelim bir anlık…

Peki; 30 yılını doldurmamış bir suç için durum nedir; örneğin,
• 12 Eylül öncesi neden olaylara müdahale etmediniz diye sorulduğunda; Başdarbecinin “darbe şartlarının oluşmasını bekledik” açıklaması hangi kapsamdadır.
• Sola karşı inanılmaz bir saldırı içindesiniz diye sorulduğunda; Başdarbecinin “Bir sağdan bir soldan astık” açıklaması hangi kapsamdadır.
• Yaşı küçük olmasına rağmen uyduruk raporla yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren’in durumu hangi kapsamdadır. İdam tarihi 12-12-1980 dir acaba bu da zamanaşımına uğramıştır.
• Mamak, Metris, Adana ve Diyarbakır cezaevlerini birer vahşet evine çevirme olayları da mı zamanaşımı kapsamındadır.
• İzmir Emniyet Müdürlüğünü Mart 1981 de ziyaret eden dönemin İçişleri Bakanı, “buradan hiç kan çıkmadı daha” dediğinde aynı gece 8. ya da 9. kattan 3 kişinin atılarak öldürülmesi ve arkasından pencereden atladılar açıklaması yapılması da mı zamanaşımı kapsamındadır.
Bu kabil örnekleri yaşı 50’ler civarında olan ister sağdan ister soldan herhangi birine sorun aldığınız cevabı buraya yazarak bu listeyi uzatabilirsiniz, ama gerek yok zaten bu yazının konusu da değildir.

12 Eylülcülerin mezkûr yargılamaların gerçekleşememesinin 1001 türlü yolunu bulan, anlatan ve açıklayan ve maalesef içlerinde de bol miktarda saygın yasa bilen adam (hukuk değil) bulunan bu gruplardan hiç kimse de “yahu bu engellerin tamamı darbeciler tarafından yazılan yasalardan geliyor” dememektedir ve tam da bunu çok manidar bulmaktayım. Geçenler de bir TV kanalında katıldığı bir programda “12 Eylül 1980`de yapılan darbenin ardından 650 bin kişi gözaltına alındı. Yargılanan 230 bin kişiden 7 bini için idam istendi. Bunlardan 517`si idama mahkûm edildi, 50`si asıldı. 400 gazeteciye 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 30 bin kişi sakıncalı olduğu gerekçesiyle işten çıkarıldı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi. 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı…” iddialarını tekrarlayan ve bu nedenlerde Başdarbeci Kenan Evren hakkında hazırladığı iddianameden ötürü, meşhur HSYK tarafından apar topar görevinden atılan, hem de öyle bir atılma ki, avukatlık bile yapamayacak hale getirilerek atılan Sacit Kayasu (neyse ki 10 yıl hukuk mücadelesi sonunda avukatlık hakkını kazanmıştır ama maalesef Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde açtığı dava sonucu) şöyle demektedir. “Bunların hazırlamış olduğu yasalara göre yargılama yapılamayacağını söyleyenler unutmasınlar ki bunların hazırladığı yasalar kafaya silah dayanarak elde edilmiş usulsüz senede benzer ve dolayısıyla hukuken muteber kabul edilemezler ve tahsil ve ciro edilemezler”

12 Eylül darbecilerinin silah zoruyla Anayasa'ya kendi yargılanmalarını engelleyecek bir madde eklediler ve bu maddeyi yine silah zoruyla otuz yıl korudular ve şimdi bunun arkasına sığınarak yargılanmalarının imkânsız olduğu iddia etmek çok saçmadır ve saçma olduğu ölçüde iddia sahibini de ilgili tarafa eklemler.

Hatta 12 Eylülcüleri hukuken soykırımcı olarak bile yargılamak mümkündür. BM Soykırım sözleşmesinin 09-12-1948 onayladığı biçimiyle soykırım tanımı şöyledir “Soykırım, milli, etnik, ırksal dini veya inanca ve düşünceye dayalı bir grubu kısmen ve tamamen ortadan kaldırmak amacıyla aşağıdaki fiillerin gerçekleştirilmesidir.
1. Grubun üyelerini öldürmek
2. Grup üyelerine bedensel veya zihinsel zararlar vermek
…”

Yukarıda bahsedilen soykırım sözleşmesini Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti 23-03-1950 tarih ve 5630 sayılı yasa ile herhangi bir şerh koymaksızın onaylamıştır.

Bırakın adlarının yolsuzluklara karışmasını, bırakın zamanaşımını yukarıda da açıklandığı üzere soykırımdan bile yargılamak mümkündür, başdarbeci ve çetesini ve tüm icracılarını…

Yeter ki bu konuda darbecileri yargılayacağım diye bir derdiniz olsun… Yargılanamaz diye çırpınanlar da artık bu inatlarından vazgeçsinler ve izleyelim hep beraber bu iddia sahiplerini bakalım bu yargılamaları gerçekleştirebilecekler mi?

Cuma, Eylül 17, 2010

HANEFİ AVCI : ALİ UYGUR KİMDİR AÇIKLADA GÖRELİM

Hanefi Avcı; yürekliyse öncelikle Haliç’teki Simonları bırakıp kendi yaptıklarını açıkça anlatmalıdır? Kendi hukuksuzluklarını, kendi eline bulaşmış kanları gizleyerek bir yere varılamayacağını anlamalıdır. 12 Eylül’de ve öncesinde nasıl bir işkence uygulayıcısı olduğu bırakın içine girmeyi Mersin Emniyetinin önünden geçenlerce bile bilindiği sürecin unutulduğunu varsayıyor beyefendi. Hani kitabında da değindiği üzere; sık sık 12 Eylülün işkence yöneticilerinin daveti üzerine Ankara’ya gidip, işkence eşgüdüm merkezinde ülke çapında elde edinilen tecrübelerin paylaşıldığı, hangi işkencelerin nasıl ve hangi sürelerde sonuç verdiği konularında yaptığı ihtisasların detaylarına girmeden, insanlık varoldukça sanki ciltler dolusu biriktirilmiş bu işkence yöntemlerinin kendilerince öğrenildiğinin ve öğretildiğinin bilinmediğini düşünerek işkembeyi kübradan sallıyor.

Kitabında hiç değinmediği ama sorulursa mutlaka inkâr edeceği bir konuyu kendisine hatırlatalım bakalım.

Öğretmen Ali Uygur kimdir? Acaba 1 Temmuz 1980 de Pozantı’da gözaltına alınan ve Adana Emniyet Müdürlüğüne teslim edilen Öğretmen Ali Uygur’un Mersin Emniyetine teslim edilmesi kimin ya da kimlerin talebiyle olmuştur? Gözaltına alındığı Hacıkırı tren istasyonunda kolları jandarma tarafından kırılan (İsrailli askerlerin Filistinlilere yaptıklarının neredeyse 20 yıl öncesinde gerçekleşince örnek teşkil etmiştir herhalde) ve inanılmaz acılar içerisinde teslim aldığınız Öğretmen Ali Uygur’u neden tedavi ettirmeyip işkence yapmayı uygun gördünüz? Öğretmen Ali Uygur’a meşhur Ankara toplantılarında öğrenildiği tahmin edilen “çuval içine bir kedi ile birlikte eller ve ayaklar kelepçeli konulup dışından sopa ile vurularak” şeytanın bile aklına gelmeyecek işkenceleri, Ömer Güneş ve Yardımcısı Hanefi Avcı yönetiminde olan 1. Şube Müdürlüğünde kim yapmıştır acaba? Öğretmen Ali Uygur’un başına sopa ile vurulmak suretiyle ölümüne kim neden olmuştur? Öğretmen Ali Uygur’un annesi Hatice Uygur’un Mersin Emniyeti 1. Şubeye müracaatı sırasında öldürülmüş olmasına rağmen “Demirtaş mahallesinde bir operasyon sırasında kaçtı” diye kim cevap vermiştir acaba? Mersin 1. Şubeye getirilen her zanlıya "Bu ayakkabının sahibini tanıyor musun?" sorusunu sorar ve kendisi verir cevabı "Ali Uygur'un ayakkabısı bunlar, kendi öldü, ayakkabıları kaldı ayakkabılarının burada kalmasını istemiyorsan, Ali gibi olmak istemiyorsan konuşacaksın" diyen bir komiser vardır Mersin 1. Şubede bu görevli komiser kimdir acaba? Aynı tarihlerde Mersin 1. Şubede gözaltında bulunan Haşim Aslan Öğretmen Ali Uygur’un başına sopa ile vurularak öldürüldüğünü ve bu konuda tanıklık yapmak istediğini beyan ettiğinde Sinop Cezaevine sürgün edilmesinde kimin parmağı vardır acaba? Öldürüldüğü gece yarısı Mersin Devlet Hastanesi’ne genç bir erkek cesedi getirilir ancak resmi belge olmadığı için morg görevlileri tarafından ölü alınmaz. Ancak polisler devlet gücüyle cesedi morga koyar ve sabaha karşı apar topar geri alırlar, peki kimdir bu polisler acaba? Öğretmen Ali Uygur’un öldürülmesini takiben bir başka yerde ölü bulunan Ali Bütün’ün yerine, Ali Bütün’ün de Tahir Ungan yerine mezarlara polisler tarafından defnedildiğini mezarlık görevlileri beyan etmektedirler, peki kimdi bu defin işlemi yapan polisler? Dönemin Mersin Hükümet tabibi Mustafa Serpin fotoğrafından teşhis ettiği Öğretmen Ali Uygur`un polisler tarafından getirildiğini ve ölüm raporu düzenlenmesini istediklerini ifade etmektedir, peki kimdir bu polisler acaba?

Acaba; Önder Aytaç, "Avcı kitabında kendisiyle çelişkiye düşen birçok konuyu yazmış. Ben de 15 yıldır yakından tanıdığım Hanefi Avcı'nın kitabında kendisiyle ilgili yazmadıklarını ya da kamuoyunda kendisiyle ilgili bilinmeyenleri anlatırsam ne olur?" derken yukarıdaki konuyu da mı kastetti, ne dersiniz.

Peki, bir dönem; “Yaşam tarzları, birbirlerine karşı saygılı davranışları, sadelikleri hoşuma gidiyordu. Fettullah Gülen Hoca'yla karşılaştım. Arı sinemasında verdiği "Yaradılış ve Darwinizm" konulu konferansta çok ciddi din ve fen ilimleri bilgisine sahip olduğunu gördüm” diyerek methiyeler düzerek taraf olduğunuz tarikata neler oldu da şimdi yazdığın kitapta karşıymışsınız izlenimi vermeye çalışıyorsunuz.

Acaba; Fettullah Gülen hoca efendi Marmara Gemisi operasyonunu tam da “Anayasa Oylaması” arifesinde İHH'nın İsrail'den izin almamasını eleştirdi ve "İsrail'in onayı olmadan hareket etmek, otoriteye başkaldırıdır" demiş ve zatıâlilerinizce de gecikmeden yazdığınız kitapta “Ben cemaatin kendi mecrasında faaliyet yürütmesine karşı değilim, inanç ve manevi değerlere bağlı yeni bir nesil yetiştirmek adına eğitim faaliyetlerini çok değerli buluyorum... Ancak casus polislik, iftira, hukuka müdahale, hakimleri etkileme ve şantaj faaliyetlerine karışmanız kabul edilemez” karşı hamlesiyle hem tarafların arasının daha fazla açılmasını engellemek hem de yaklaşan referandumda CEMAATA “deniz feneri” olmak maksadı ile inceden tehdit ve aba altından sopa kabili çıkışınız kendi açınızdan çok şık olabilir ama, yenmiyor be, çok bayat numaralar bunlar… Sizin nasıl tescilli Tarikatçı olduğunuzu bizde, Hoca efendi de Hükümetin başı da iyi biliyor ve ayrıca Hükümetinin başının size bir şey yapmadan talebiniz üzerine merkeze alınmanızda yardımcı olunuyor, ( işin cabası…) Bütün bu herkesin bildiği; hem de yıllarca bildiği şeyleri, açıklıyorum havasında “Gizli faaliyetlerini bu bölümde açıklayacağım güçlerin ellerinde ne kadar büyük olanaklar olduğunu ve hangi yöntemleri kullandıklarını az çok bilenlerden birisiyim” diyerek, mücadele edilmesi gereken gücün büyüklüğü karşısında toplumda bir teslim olma ruhu yaratmak için çaba sarf ederken, diğer taraftan mezkur gücün siyasi ayağı tarafından korumaya alınmanız da çok manidardır açıkçası…

Tüm bu çabalarınız Komünizmle mücadele derneklerinde CIA ajanlarınca ağabeylerinize, onlardan da size miras bırakılan ve menşei Latin Amerika olan bu numaraları “belki hala sinmeyen vardır, biz de bu kalıntıları sindirelim” kabilinden yapıyorsanız artık çok geç.

Yoksa aklınızda Hükümetin başına koruma müdürü olmak mı aklınızdan geçiyor. Belki de gelecek seçimlerde bir partiden aday da olup dokunulmazlık hedefliyorsunuzdur çünkü dokunulmazlık zırhına ihtiyacınız olacak. Hani ne olsa tüm bu geçmişinize rağmen size destek ve koltuk çıkacak hem sağda hem de solda insan bulabilirsiniz. (Meşhur solcu !!! Kültür eski bakanlarından Fikri Sağlar’ın bir tarihlerde size sahip ve arka çıkması gibi?

Peki; bunlar bilinmiyor mu zannediyorsunuz Allahaşkına…

Pazartesi, Eylül 06, 2010

İSKİLİP’TEN İKİ PORTRE

İSMAİL BEŞİKÇİ ve MEHMET ATIF HOCA

Ne demiş Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ''Millet olarak Çorum'la, Çorum'un yiğitliğiyle, mertliğiyle, gözü pekliğiyle her zaman gurur duyduk, nasıl ki Çorum bu topraklardan yetişmiş Akşemsettin Hazretleriyle, Ebusuud Efendi'yle, Koyunbaba'yla, İskilipli Atıf Hoca'yla gurur duyuyorsa, bizler de Çorum'la gurur duyuyoruz. Biz sizlerle gurur duyuyoruz.''

Peki, kim bu İskilipli Mehmet Atıf hoca; bugünün iktidar sahiplerine göre bir kahraman, o günün iktidar sahiplerine göre bir vatan haini…

İskilipli Atıf Hoca kafası örümcek tutmuş yobaz bir din adamı aslında. Tarihte 31 Mart vakası olarak bilinen; özellikle başta İngiliz yönetimi için çalışan Kıbrıslı Nakşibendî tarikatına mensup Derviş Vahdeti’nin gazetesi Volkan ve gazetenin yazarlarından Said-i Nursî ile birlikte İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti olayında ön saflarda rol oynadı, askeri mahkemede yargılandı ve suçlu bulundu 5 yıl hapis cezası alan atıf, cezasını Sinop Cezaevi'nde tamamlayıp çıktı.

Milli mücadele döneminde bastırdığı broşürlerde yunan ordusu lehine, Kuvayı Milliye aleyhine ifadelerde bulundu ve gıyabında yargılanıp idam cezası aldı. Ancak; 3 Mart 1924 tarihli af yasasından yararlanıp kurtuldu. “Şapka kanunu” çıkarıldığında, debreşen dış bağımlılığı ve yobazlığı rahat durmasını engelliyor ve “frenk mukallitliği”, yani “gavur taklitçiliği” adlı bir broşür hazırlayıp “şapka gavur icadıdır, şapka giyeni vurun” görüşünü öne çıkararak cemaet ül müslimi ayaklanmaya çağırdı. Gerçekten de, bu çalışmaların etkisiyle şapka kanununun kabul edilmesiyle Türkiye’nin çeşitli yerlerinde küçük çaplı isyanlar çıktı. Rize, Malatya, Erzurum, Giresun vb. şehirlerde yobazlar hükümet konaklarını basıp görevlileri öldürdü, hükümet konaklarını yağmaladı ve dağıttılar. Bu kalkışmaların başını çeken insan olması hasebiyle Erzurum’da divan-ı harp kuruldu, aralarında İskilipli Atıf olmak üzere sekiz isyancı idam edildi. Bugün geriye dönüp bakıldığında hukuk gelişiminin geldiği nokta itibariyle idamların karşı çıkılması kaçınılmazdır çünkü muhtemel yargılama hatalarının telafi olanağı kalmamaktadır.

Bakmayın siz; gazetelerinin ya da TV’lerinin manşetlerinde her Allahın günü “Allah, Peygamber” diye yayın yapan şeriatçı basının çarşaf çarşaf yayınlanan yalanlarına, tüm bu iddiaların aksine aslında; İskilipli Atıf, sadece yazdığı “frenk mukallitliği“ ve “şapka risalesi” makaleleri nedeniyle yargılanmadığı, esasen kurtuluş savaşı sırasında Kuvayı Milliye karşıtı makaleler yayınladığı ve bu makalelerin Yunan uçakları tarafından Anadolu’ya atıldığı kendi ifadelerinden de anlaşılmaktadır, hatta daha da ileriye giderek bizzat Yunan makamları ile anlaştığını, bu anlaşmalar sonucunda da bir taraftan Yunan casusluğu yaparken diğer taraftan isyan ve ayaklanmalara taammüden önderlik faaliyetleri yürüttüğü için yargılanmıştır. Aynı yargılamalar içerisinde Tahir-ül Mevlevi de bulunmasına rağmen kendisi idam edilmemiş olup, bugünkü ardıl yobazlar tarafından bu bilerek ıska geçilmektedir. Ama amaç üzüm yemek olmayınca, durmak olmuyor tabii ki yola devam etmek gerekir. Öncülleri gibi sürekli padişahtan yana olmuş ardılları gibi Sünni İslam dışındakilerin yakılmasında bile beis görmemiş buna benzer çıkışları olumlamış bu yobaz taifesinden başka bir şey de beklenmez zaten.

Şimdi bu ahvalde Çorumlular İskilipli Atıf ile gurur duyuyorlarsa tabii ki onların bileceği iş, ama bu ülkenin Başbakan’ı da gurur duyuyorsa işte orada samimiyet ile ilgili çok ciddi sıkıntılar vardır, diğer İskilipli portre konusunda “gözleri var görmüyorlar, kulakları var duymuyorlar” iddiasında gibi üç maymunu oynuyorsa eğer bu samimiyeti sorgulamak da kaçınılmazdır.

İSMAİL BEŞİKÇİ
İskilipli İsmail Beşikçi Hoca; Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu ve Türkiye'de tek partili dönemine ait eserleriyle tanınan Türk toplumbilimci ve yazardır. İsmail Beşikçi hoca, sekiz kez cezaevine atılır ve yaşamının 17 yılını cezaevinde geçirir, 12 Eylül askeri darbesinden önce 1979'da cezaevine atılır ve 1987'de serbest bırakılır ama hakkında açılmış davalar bir türlü sonlanmaz ve bu davalardan verilen hükümlerle 1999'a kadar tutsaklığı devam etmiştir. 1999 yılında yapılan kısmi af sayılacak sınırlı yasal düzenleme neticesinde tahliye edildiğinde hakkında ne yazık ki toplam 100 yıl hapis ve 10 milyar lira para cezası verilmiştir. İsmail Beşikçi'nin yayımlanan 36 kitabından 32'si Türkiye'de yasaklanmış olup, Kürtlerin Türkler tarafından asimile edildiğini, Kürtlere karşı ırkçı, şovenist politikalar uygulandığını öne süren ve Kürt olmayan nadir aydınlardan biridir.

Uluslararası sosyoloji çevrelerince tanınan ve olabildiğince fazla değer verilen İsmail Beşikçi; siyasi görüşleri, analizleri ve saptamaları nedeniyle bilimsel başarıları sürekli yok sayılmış ama aynı zamanda varlığı bir güven abidesi olmuş, tavrından ve tutarlılığından zerre kadar ödün vermemiş ve Ülkemizde sosyolojiyi temsil eden ender kişilerdendir.

Aydın olmanın her türlü sonucuna katlanmış, aykırı düşünme ve yazma karşılığında “anasından emdiği burnundan getirilmiş” ama yılmadan üretmiş hocanın gurur duyulacak bir insan olması gerekmektedir ama aydınlamanın temsilcisi olması maalesef hep olduğu üzere buna engel olmuştur.

Hocam ne yapalım sizinle de gurur duymak bize düşüyor, lütfen kabul buyurun…

Çarşamba, Eylül 01, 2010

REFERANDUM SATHI MAHALİ

İlkeli insan olmanın, halktan yana olmanın, dürüstlüğün ve namusuyla çalışmanın maalesef ayağa düşürüldüğü bunların yerine gözlerini para, makam, mevki, istikbal ve köşe dönme hayallerinin ve hırsının bürüdüğü insanların yetiştirildiği son 60 yıla damgasını vuran sağ iktidarlar zaman zaman kendi yaptıklarından direk şikâyetçi olmaktan korktukları için, sürekli farklı isimler altında partileşerek bu ülkeyi yönettiler, anlayacağınız kendileri çaldı kendileri oynadılar ama gelin görün ki kendi yarattıkları ucubelerin karşısında ürkerek sürekli de karşılarındakileri suçlar oldular.
Emperyalizmin ihtiyaçları doğrultusunda 20 YY.da geliştirilen Yeni Sömürgecilik 21. YY daki yenilenmiş hali ile yeni ataklar yapmaya devam ederken para ve din belirleyici araç olmaya devam ediyor ne yazık ki. Aklın yerini biat, bağımsızlığın yerini bağımlılık, demokrasinin yerini teokrasi almaya başladı dünyada ve tarikat liderleri de bu yelkene rüzgâr taşıyan ana figürler olarak baş tacı edilmektedir.
AKP’nin genelde uluslararası güçlerin başta da ABD ve AB nin çıkarları, özelde de kendi çıkarları doğrultusunda iktidarını yıkılmaz hale getirmeye hazırlandığı ve bu uğurda da halkın noterliğine başvurarak dayattığı anayasa değişiklik paketi 12 Eylül‘de referandum ile oylanacak. Bu konuda; yasal bir dolu engeller nedeniyle çok tatmin edici çalışmalar yapamadığı açık olan, meslek örgütümüz TMMOB’nin tavrı üstünden sürdürülen ve politika yapıldığı suçlamasıyla “hayır” cılık mahkum edilmeye çalışılmaktadır.
Politika yapmak yanlış mıdır?
Asıl 12 Eylül’e karşı çıkmak istiyorsanız, “herkes kendi işine baksın, mühendis mühendislik, doktor doktorluk yapsın politikayı da politikacılar yapsın” anlayışına karşı çıkarsınız. Çünkü topluma bu deli gömleğini bu tavır giydirmiş ve tüm politika kanallarını kapatarak, memur, öğretmen, Üniversite öğretim görevlisini politikadan uzak tutarak politika yapmayı bugünkü hale düşürmüş ve politika irtifa yitirmiştir. Hayatın bizatihi kendisi olan politikadan soyutlanmış meslek hayatının sosyal olamayacağı da çok açık olup tam da bu yüzden politika herkesin içinde olması gereken bir faaliyettir, çünkü politika demek örgütlenme hakkı demektir, örgütlenme demek güçlü toplum demektir, güçlü topluma bir şeyleri kolay kabul ettirmek mümkün değildir, haliyle… Politik ve ideolojik tutum takınmak bu kadar tukaka hale gelmişse bizatihi 12 eylül mantığı ve dayatmasıdır.
Herkes politika yaparken TMMOB susmalı mı?
Peki; suyu özelleştirenler politika yaparken sesiniz çıkmıyor su konusunda uzman mühendisler politika yapınca yaygara, tarımı özelleştirenler politika yapıyor da tarımın mühendisleri politika yapınca yaygara, imar alanlarını politikacı belirliyor ve yapıyor sesiniz çıkmıyor ama tarım alanlarının imara açılmasına karşı çıkan TMMOB politika yapınca yaygara, çevreyi kirletmede en fazla rol alan bir Belediyeyi TMMOB açıklasa, eğer Belediye AKP’li ise politika yapılıyor yaygara koparılır, AKP’li değilse de gereği yapılır, ama politika yapılmasına karşı çıkan bugünün “evetçi” meslektaşlarımın kılı kıpırdamaz, tipik mart kedisi tavrı (biliyorum biraz ağır kaçtı ama durumu izaha en muktedir laf budur maalesef)
Peki, bu zihniyetin zirve yaptığı şahıs Melih Gökçek Ankara’nın içini otobana çevirirken dolmuş şoförleri ile dayanışma içinde mecburen her minibüsün arkasına “Mühendisler siz işinize bakın köprülü kavşak bizim işimizdir” yazan afişleri asmak suretiyle bizim mesleğin onurunu ayaklar altına alırken sesi çıkmayan meslektaşlarımızın, TMMOB’nin tavır açıklamasına bu kadar celalleşmesini tabii ki anlıyoruz, ama onların tavır belirleme konusunda Pensilvanya dolaylarından gelen talimatlar doğrultusunda feryat-figan, feveran etmeleri en hafifinden mesleki etik açısından da çok manidardır açıkçası, şimdilik bu kadarla yetinelim…
Demokrat hukukçular lehte konuşsun normal YARSAV konuşsun ihsası rey sevsinler sizi ve demokratlığınızı …
TMMOB meslek örgütüdür üyelerinin çıkarlarını koruyamıyor yaygarası nedir?
TMMOB’u insan aklına inat edercesine çıkardıkları yasalarla elini kolunu bağlayarak üyelerinin hakkına sahip çıkamaz hale kim getirmiştir diye baktığınızda ne yazık ki; bugünkü “evetçi” meslektaşlarımın politikalarına destek verdikleri ve yer yer bindirilmiş kıtaları durumunda ki yakın zaman itibariyle sırasıyla ANAVATAN, DOĞRUYOL ve SAADET ve light devamı AKP hükümetleri olduğu görülecektir. Tüm bu zihniyete sahip iktidarların belediyeleri tarafından projelerde meslek odası onayı ya da denetimi gereği yoktur kararı alınmıştır ne yazık ki, bilmeyen ve merak edenler üyesi oldukları odaya müracaat ederek detaylı bilgileri alabilirler. Buradan anlaşılacağı üzere “TMMOB” üyelerinin hakkını koruyamıyor iddiaları laf-ı güzaftır ve külliyen yalandır.
Peki, TMMOB’nin politika yapmasından kim ya da kimler rahatsız oluyor?
Kendileri yargılarken cici, yargılanırken kaka diyen tüm güruh ve muhalefette iken cici hükümet olunca kaka diyen taife tüm bu hayırcıların çalışmalarından rahatsız ve ellerinden gelse onları bir kaşık suda boğacaklar… Nazlı Ilıcak ağzıyla konuşanlar sevsinler sizi, vallahi…
Evet diyen kuruluş ve kurumlar politika yapmıyor ama hayır diyen kuruluş ve kurumlar politika yapıyor bravo vallahi, buna manken tavrı denir sokak ağzıyla; hergün bir erkekle yakalanır ve sadece biz arkadaşız derler ya, işte öyle bir şey…
İnşaat Platformunda politik tercih açıklanamaz mı?
Meslektaşlarımızın, ama tamamının evetçi ve hayırcı ayrımı yapılmaksızın bir dolu alanda sorunu, bilgiyi ve çözümü paylaştığı inşaat platformunda politik tercihlerini açıklanması ve paylaşması sakıncalı ve kınanacak bir durum mudur ki cemaat biat kültürü takipçileri bundan rahatsız olurlar. Sn. M. Cem Kafadar bu konuda mahalle baskısına aldırmadan genelde hayatın bizatihi kendisi olan politikayı ve özelde de geleceğimizi karatmayı hedefleyen bu anayasa değişikliği dayatmasını, herhangi bir komplekse kapılmaksızın ve taraf olmadan, özellikle de herhangi bir kısıtlamaya yer vermeksizin yayınladığınız için ayrıca bir demokrasi örneği vermenizden ötürü de teşekkürü haketmektesiniz. Bu konuda olduğu üzere bundan sonra da hayatımızı etkileyecek her konuda yayınların görüş paylaşımlarının da yayınlanmasında çevresine ve ülkesine ilgisi olan bizleri memnun edecektir. Varsın çevresine ilgisizler bundan rahatsız olsun.
Anayasa referandumu bir güven oylamasına dönüşür mü?
Evet, dönüşür hatta mutlaka dönüşmelidir de, neredeyse tam anlamıyla AKP Hükümetinin denetiminde görünen Anayasa Mahkemesi ne karar aldı peki? Haşim Kılıç’a rağmen, Osman Can’a rağmen “Gericiliğin ve laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmuştur” kararı alınmadı mı AKP için? Peki, neden dönüşmelidir güven oylamasına;
• Ali Dibo projelerinin mimarları Bakan olsa bile hesabını vermesi için,
• YÖK ele geçirildikten sonra AKP nin YÖK sorunu kalmadığı için,
• Trilyonluk davadan dokunulmazlık sayesinde Cumhurbaşkanlığına gidiş olmaması için,
• Çocuklar burslu okurken büyük servetler yönetir hale gelmişse bunun ne kadar helal olduğunun sorgulanabilmesi için,
• İnternet erişimini yasaklanmasının önüne geçmek için,
• Tüm Türkiye’nin dinlenir hale getirilmesinin önüne geçilmesi için,
• Irakta ölen yaklaşık 1.500.000 insana ses çıkarmayan aksine Büyük Ortadoğu Projesi eş başkanı olmakla övünmekte olanların bunun gerekçelerinin açıklaması için,
• Allanoi, Hasankeyf vs. vs. katliamlarının devamını engellemek için,
• Tükürürüm böyle sanatın içine (bugün de devam ediyor çevre orman bakanı vasıtasıyla) denmesinin önüne geçilmesi için,
• 13.000.000 ( 13 milyon) işsize nasıl gelindiğinin izah edilmesi için,
• 12 Eylül faşist anayasasının mirası %10 barajının neden kaldırılmak istenmediğinin açıklanabilmesi için,
• Tezkereye hayır diyenler yarın Memur maaşlarının nasıl ödeneceğini hesap etsin kıskacına yakalanmamak için,
Vs. vs. daha kocaman bir liste yapabilirim ama gerek yok, herkes biliyor aslında sorunların kocamanlığını…
Bu değerlendirmeler sonucunda referandumda tercih ne olmalıdır?
Sürekli olarak Hükümetin “PKK eylemlerinin artışını referandumdan hayır çıkmasını isteyenler destekliyor” savını öne sürenlere acaba birileri de çıkıp “belki siz haklı olduğunuzu göstermek için bu durumu kaşıyorsunuz” dese ne yapacaksınız?
Cemaat kültürüne, biat kültürüne dâhilseniz ya da yandaşsanız yani demokrasi yerine doğmadan yanaysanız hülasa fikri hür ve vicdanı hür değilseniz ki asla ve kata olamazsınız bu yüzden bir mahfilden gelen talimatı uygularsınız ancak, evet dediğiniz zaman bu anayasa ucubesine…
Bunların bu anayasa düzenlemesi için en geniş katılım dediği ile İbrahim Tatlıses’in “kardeşim artık 40 adet keman ile sahneye çıkıyorum bu da mı çok sesli müzik değil” demesi kadar abestir.
Halkı çok düşünüyorsanız bizi kandırmak için bizim paramızla bize propaganda yapmak anlamı taşıyan partilere hazineden yardımı kaldırın da samimiyetinizi görelim.
12 Eylül 1980 de alayınız darbeye alkış çalacaksınız hatta darbecilerle birlikte olacaksınız (yok diyenler buna itiraz edenler, Aydınlar ocağı, MTTB gibi kuruluşların 12 Eylül öncesi tavrını hatırlamalıdır) sonra yani şimdi istismar süper vallahi, buldunuz köpeksiz köyü gezin değneksiz… Arzu edenler 12 Eylül’de gözaltına alınan Abdullah Gül’ün kimler tarafından ne şekilde ilişki kurularak dışarı çıkartıldığını araştırabilirler…
Hele o şantiye şefi ve proje müdürlüğü yapıp ta patronların her istediğine imza attık diyen kardeşime istifa gibi bir onurlu davranışın hiç aklına gelmemiş olması tuhaftır, manidardır demek istiyorum, hem yapacaksın hem de sonradan şikâyet edeceksin, tam her dönemim adamı misali, ohh ne ala, ne diyeyim Allah akıl ve fikir ihsan eylesin.
Sizin; Anayasa Mahkemesi başkanlığı görevini yürüten kişinin İBDA-C üyesi olduğu iddiası ile görev yaparken, yasa ve hukuk tanımazlığınızın en bariz ve hakiki misali Anayasa mahkemesi yedek üyeliğine atanan Alparslan Altan’dır. Bunlar hepsi normal bu muhteremler için, güldürmeyin bizi lütfen…
Şimdi yine biri çıkar bizi densizlikle suçlayabilir ama bilin ki bunlar asla ve kata kendi akıllarına saygısı olmayan ve bunun yerine kendisi için düşünen tarikat postnişinini kıble edinenlerdir, bunlara gülün geçin ve büyük usta Neyzen Tevfik’in “siz ite kuduz deyin geçin bir öldüren bulunur” dediğini de unutmayın.
Tüm bu kısaca özetlediğim gerekçelerle bu Anayasa düzenlemesi dayatmasına “HAYIR” demek gerekmektedir. Ayrıca; “Hayır” demek CHP ve MHP ye “evet” demek değildir.
“Tarafsızlık ta taraflılıktır” önermesinden hareketle tarafsız kalarak boykot edenlere de bir şeyler demek gerek ama ne diyeyim bilemiyorum ilk aklıma geleni söylesem kesin suç olur, kesin…

Asla unutulmamalıdır ki;
Kanun denetlenmezse ferman olur,
Başbakan denetlenmezse sadrazam olur,
Cumhurbaşkanı denetlenmezse padişah olur,
Hakim denetlenmezse kadı olur,
Polis denetlenmezse mafia olur,
Ordu denetlenmezse gladio, jitem olur,
İktidar denetlenmezse despotizm, diktatörlük olur,
Vs. vs.

“Allahtan başka kimseye hesap vermem” diyen zihniyet iktidarına devam ediyor uyuşturucu olarak kullandığı kömür ile… Durmak yok yola devam…
Özellikle “evetçi” meslektaşlarıma genelde de herkese Texas Üniversitesi, inşaat Mühendisliği Bölümü hocalarından Profesör Phil M. FERGUSON’un hayatını bir ibret örneği olarak okumalarını hassaten tavsiye ederim.

SON SÖZ:
Ne demiş propagandanın üstadı Faşist Göebbels “Yalan ne kadar büyükse inanan o kadar çok olur”