Cuma, Mart 25, 2022

BU KADAR CEHALET ANCAK TAHSİLLE MÜMKÜNDÜR

 

10.03.2022 Tarihinde TELE 1 TV’de Fatih Ertürk’ün bir programını izliyorum, Ankara Çankaya Belediye Başkanını konuk etmiş. Biliyorsunuz Belediye Başkanı, çok eski yıllarda yine Çankaya’da Belediye Başkanlığı yapmış Doğan Taşdelen’in oğlu Alper Taşdelen. Muhterem Doğan Taşdelen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olarak aday gösterilmeyince partisine küsmüş kızmış ve DSP’den aday olmuş ve CHP’ye Belediye Başkanlığı seçimini kaybettirmiştir ve maalesef yıllarca sürecek Melih Gökçek yönetimine yol vermiştir… Şüphesiz Melih Bey’in uzun süreli yönetimine tek neden bu değildi, seçim kanunu, seçim çevreleri değişiklikleri vs de etkilidir. Neyse, konumuz mezkûr muhteremin oğlu şimdiki Çankaya Belediye Başkanı Alper Taşdelen’in TELE 1TV’de yaptığı yorumlar.

Muhterem Belediye Başkanı gündemin yakıcı sorunu Ukrayna savaşı üstüne buyuruyor ki; “bu Rusya 300 yıldır hiç değişmeyen bir dış politika izliyor, Çarlık dönemi, Komünizm dönemi ve şimdiki liberal-kapitalist dönem fark etmiyor. Hep aynı ve değişmeyen dış politika…”  Şimdi bu lafın neresinden başlayıp neresini düzeltelim, şaşırdım kaldım… Kafanın ardında eğer AMERİKANPERVERLİK varsa, düzelt düzeltebildiğin kadar, bir şey değişmez… Yahu be arkadaş, azıcık niyet etmiş olsan, duan ve namazın kabul olacak lakin niyet yok zaten abdest de el hâk…  

Şimdi bilenler bilir, Kurtuluş savaşı öncesi, Rus Çarlığı gelmiş Canım Yurdumun, Kars, Ardahan ve Erzurum İllerini külliyen işgal etmiş, uzun yıllar yönetmiş… Yönetmekle kalmış mı peki, zinhar, gezenler ve görenler bilir, yapılan alt ve üst yapı yatırımlarından, adamlar kalıcı gelmiş… Bu toprakların bağımsızlık mücadelesinde Canım Yurdumun kaybettiği canlar hiç unutulmuyor, meşhur Erzurum Tabyaları direnişleri, Nene Hatun önderliğindeki direnişler, Enver Paşa harekatı yaşanmış, Enver Paşa talimatı ile 100.000 kişilik bir ordu kar kış ve soğuktan kaybedilmiş… Dünya alem bu yaşananları biliyor… Ama mezkur muhterem bundan bihaber… Sonra Rusya’da devrim oluyor, Lenin önderliğindeki yeni Sovyet Yönetimi kendilerinden önce Çarlık Rusya tarafından dahil olunan meşhur “dünya savaşından”, çekiliyor ve devamında da Canım Yurdumun işgal ettikleri bölgelerini boşaltıp, arada yaşanan badireler neticesinde de yapılan antlaşma ile mezkur şehirler Canım Yurduma kalıcı olarak katılıyorlar. Peki bu kadar mıdır konunun detayı. Zinhar… Lenin önderliğindeki Sovyetler Birliği yönetimi, Canım Yurdumdaki emperyalist batı işgaline son verecek kurtuluş savaşının Pakistan ve Afganistan yanında en ve tek önemli ve yegâne destekçisidir. Öyle destekçisidir ki, bu büyüklükte tek yardım edicidir adeta… Silah, uzman, para ve altın konusunda yapılan yardımlarının miktarı konusunda küçücük bir internet araştırması yapması Alper kardeşimizin kafasını pırıl pırıl aydınlatacaktır. Bu vesile ile, gerek Lenin gerekse de Stalin döneminde başta Almanya istihbaratının ve İngiltere istihbaratının “toprak istiyorlar” kara propaganda bombardımanına kurban gitmiş bu ve benzeri tüm muhteremlere de Allah şifa versin demekten başka da çare kalmamıştır. Gerçi mezkûr zevata, iğne ilaç kâr etmez biliyorum lakin yine de dilemekten kendimi alamıyorum… Şefaat ya resul Allah… Ya vallahi yeter…

İlaveten mezkûr muhterem ne buyuruyor, “ben emperyalizmin her türlüsüne karşıyım”, breh breh… Muhterem emperyalizmi ne zannediyorsa gayri… Belki süt markası, belki sakız markası, belki de sabun markası… Yahu Allah aşkına, zatı alilerinize sorulan her soruya cevap vermek zorunda mısınız? Bazen size sorulan sorulara, “uzmanlık alanıma girmiyor” diyerek, politik bir yaklaşım gösteremez misiniz? Yahu, her şeyi bilmek zorunda mısınız? Sanki oraya seçilmiş olmak ile eşdeğerdir, her şeyi biliyor olma dürtüsü… Emin olun ki; ya “bu konuda ben görüş bildirmeyeyim” deseniz kahir ekseriyet takdir edecektir sizi, aaaa 3 tane zırcahil, bak bunu da bilmiyormuş derse de, ciddiye alınacak bir oy miktarı değildir onlar… Her daim göz ardı edilebilecek bir miktardırlar…

Merak ettim, Alper Taşdelen’in öğretim hayatına şöyle bir göz attım. Çok güzel ve parlak geçtiği görülen bir öğretim hayatı söz konusu, İlkokul Çankaya İlkokulu, orta öğretim TED Ankara Kolejinde, Yüksek Tahsil ise Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde… Herkese nasip olamayacak kadar parlak… Sen bu güzel öğretim altyapısını aldığını düşün, çıkan sonuca bak, hay Allah… Uluslararası İlişkiler… Galiba tüm bu ahenk ve güzellik, ABD’de Columbia Üniversitesinde yapılan yüksek lisans ile yer ile yeksan oluyor… Belediyeciliği için sözüm olamaz, çünkü tedrisata bakılınca, hani “New York eski Belediye Başkanı David Dinkins’tan “Çağdaş Belediyecilik ve Kent Yönetimi” dersi almış ol, dersin tezi ise “Kent Kalkınmasında Çağdaş Belediyeciliğin Rolü” konusu olsun, sonra da benim eleştirime muhatap ol… Ayrıca, konuya çok da vakıf sayılmam, bu nedenle geçiyorum bu değerlendirmeleri… Ama konu “Türkiye İstiklal Harbi” olunca bu tür abukluklara dayanamıyorum… “Keşke Yunan kazansaydı” diye ortaya çıkan sefil tablo ve sahiplerine nasıl katlanamıyorsam…

Muhtemelen mezkûr muhterem kendisine konu ile ilgili gelen eleştirileri cevaplarken “ya ben öyle demedim, böyle dedim” deyip duracaktır. Bu konunun bu tarafını nasıl söylersen söyle bir tek anlaşılır biçimi olur arkadaş… Ben katılmasam bile saygı duyarım tüm yaklaşımlarına lakin “Türkiye İstiklal Harbine” neredeyse sınırsız katkı sunmuş, işgal ettiği topraklarımızdan karşılıksız ve savaşsız çekilmiş ve de zinhar çarlık ve şimdiki Rusya ile kıyaslanamayacak durumdaki SSCB yönetimini ketenpereye getir… Haaa böyle düşünüyor olabilirsin ama eleştiri konusu olur ve sonsuza dek yakana yapışır… Bilgisizlik desem vallahi bu kadar bilgisizlik olacağını zannetmiyorum muhteremin öğretim kariyerine bakınca, mümkün demek kaçınılmaz lakin öğretim ile bu kadar eğitiliyor demek ki kafa…

Bakın “bu kafanın” kesinlikle söylenebilir ki; sokak röportajlarında “zamların sebebi CHP’dir” diye bilgiç bilgiç, kasım kasım kasılarak konuşan, diz boyu cehaletin içinde boğulmak üzere olan vatandaştan bir farkı yoktur. Aman dikkat sizler ki canım Yurdumun gelecekte muhtemel yöneticilerisiniz, lütfen… Bugünkü yöneticilere benzemeyin sakın…

Cuma, Mart 18, 2022

NATO MU? DALGA MI GEÇİYORSUNUZ?

CHP lideri Sn. Kılıçdaroğlu, “Biz NATO’yu sadece bir savunma aracı, kurumu olarak da görmüyoruz. NATO artık bugün 21. yüzyılda aynı zamanda demokrasinin de bir güvencesi” demiş.

Vallahi inanamıyorum desem, yalan olur, tam da beyefendiye yakışır bir yaklaşım… Vay canım yurdum vay… Kimlere kaldık… Anlardım, “içinde bulunduğumuz ittifakın savunma örgütüdür ve önemlidir” de… Neymiş, NATO bir savunma örgütü imiş lakin beyefendi onu sadece savunma örgütü olarak görmüyormuş… Allah Allah… Nerden çıktı bu “demokrasi güvencesi” tespit ve tayini… Hani bunu ailen ile akşam yemeğindeki samimi muhabbetinde söyleyin anlayalım… Ama siz kocaman bir kitle partisinin genel başkanı olarak, ki o parti, bağımsızlık, bağlantısızlık, özgürlük vs vs savunucusu iddiası ile milyonları peşinden sürüklesin, hele de içinden geçilmekte olunan nazik bir dönemin tam merkezinde olunan zamanda, bu kelamı edin… Akıllara zarar…

Ayrıca; maksat “Savunma Örgütü” derken acaba gerçek manada “Saldırı Örgütü” olduğunun gizlenmesine yönelik bir algı mı oluşturmak? Nedir, Allahaşkına nedir? Bu fikri bulanıklık bilgisizlik ise bu sefer de başka soru öne çıkıyor bu kadar bilgisizler nasıl oluyor da koca koca kurumların başına geçiyor? Yok bu ilgisizlik ise durum daha da vahim… Hele hele de bilgi yerleştirilmesi ya da yönlendirmesi, algı oluşturulması ise tam tamına bir felaket… Artık arzu eden ettiği biçimi ile pozisyon alır, ne diyelim…

Sn. Kılıçdaroğlu’nun tabii ki böyle bir söylem tutturmaya hakkı var, saygı duyarım lakin Canım Yurdumda, 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün, hele hele de 1 Mayıs 77’nin yegâne sorumlusunun NATO olduğu gerçeği bu kadar yakıcı iken, üstelik de yakıcılığın bu boyutunda oluşan gözyaşlarımız ile beraber ıslandığını tekraren beyan ettiğin bu yolda, bir tarafı ile Deniz’lere ve Mahir’lere ağıt yakacaksın, diğer tarafı ile NATO’ya “demokrasi teminatıdır” diyeceksin. Bak işte bu kadarı da fazla derler adama… Benim anlamadığım şey ise, Sn. Kılıçdaroğlu’nun bu açıklaması üzerine CHP içinde sağ (sol) duyusuna inandığım hem de Genel Başkan Yardımcılığı düzeyinde bulunan muhteremlerin; “aman Sn. Genel Başkanım siz ne diyorsunuz” dememiş olmaları… Demişlerse de buyurun ilan edin kamuoyuna… Öyle kuru kuruya karşı mahalle eleştirisi prim yapmıyor, beyler… Yapsa da kalıcı olmuyor… Ben bunları Sn. Kılıçdaroğlu’nun bilmediğini düşünmüyorum, çünkü defalarca kendisi ile karşılaştığım Ankara-İstanbul seyahatlerinde nasıl da harıl harıl kitap okuduğuna tanıklık etmiş birisi olarak açıktan söyleyebilirim… Geriye ne mi kalıyor, onu da siz bulun gayri….

Ben şimdi böyle konuşan abilere minicik bir NATO sosyolojisi yapayım da kafaları pırıl pırıl olsun… Kurtulun bu kafa bulanıklığından sevgili bizim mahalle komşularımız…

Esasen, NATO ile ABD arasında nasıl fark vardır diye soracak olursak kendimize, şaka ile karışık biri 3 harfle diğeri 4 harfle formüle edilmektedir, yegâne fark budur, gerisi tekmili birden aynen ve birlikte. Ayrıca ve ilaveten, İngilizce NATO ve Fransızca OTAN şeklinde görünüşte çok farklı yazılmış olmasına rağmen kapsam aynıdır, yani ister sağdan sola okuyun ister soldan sağa okuyun, sonuç aynıdır… Öyle de olsa böyle de olsa NATO bir askeri yapılanmadır… Hem de öyle bir askeri yapılanmadır ki, adeta NATO ABD’nin gladio’sudur.  Ben mi diyorum, onlar diyor… NATO, ABD’nin askeri saldırı gücüdür. Peki, ekonomik saldırı gücü hangisidir diyecek olursanız da, IMF ve Dünya Bankasına ve bunların çalışma prensipleri ve sonuçlarına bakın, yeter de artar… Nasıl ki, BM, ABD’nin bir siyasal ve sosyal kuruluşu ise… Aynen zıvaynen…

Şimdi gelelim ABD ve NATO ilişkisine… Benim emin olduğum tek şey, NATO, ABD’nin her dediğinin, her istediğinin, diğer ülkelerce bir şekilde iç kamuoyunu mış gibi yaparak kandırmak ya da oyalamak adına, mırın kırın da edilse, katıksız uygulandığı bir askeri pakt'tır. Ayrıca ve ilaveten BM’de sonuç ve özü itibari ile bir ABD kuruluşudur… Bakın, bu 3’lünün sadece bir konudaki davranışını örnek vereceğim, meramım ve muradım daha da net anlaşılsın diye… ABD şaibeli “el kaide” saldırısını bahane ederek, Afganistan’a saldırır hem de ne saldırmak günlerce havadan bombalanarak yerle yeksan etmek kaydı ile… Hemen “istim arkadan gelir” umdesi uyarınca BM devreye girer, hem bu ölçüsüz, sınırsız, ahlaksız bombalamayı legalize edecek biçimi ile uluslararası toplantı düzenliyorum sahteciliği ile Almanya’da “Bonn mutabakatı” çerçevesinde ABD kontrollü ISAF diye bir askeri güç oluşturuluyor. BM, Afganistan’ı istikrar ve demokrasiye kavuşturmak adına Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) liderliğindeki bir güce yetki verdi. NATO, Afganistan'daki uluslararası güvenlik güçlerinin (ISAF) kontrolünü üstlenerek NATO/ISAF'ın rolünü ülke çapında genişletti de genişletti. Peki sonuç, ABD=NATO=BM=ISAF değil mi? Peki, şu anda, Afganistan ne durumda? Demokrasi geldi mi? Bırakın demokrasiyi de “istikrar” geldi mi? Bu sadece tek örnek değil ki… Bakın, Endonezya’ya, Şili’ye, Arjantin’e, Brezilya’ya, Vietnam’a, Kore’ye, Irak’a, Sudan’a, Libya’ya, Suriye’ye, Panama’ya, Honduras’a, Kosova’ya, El Salvador’a, vs vs… ABD ve siyasi komisyonu BM ve askeri komisyonu NATO, ekonomik komisyonu IMF’nin ya da Dünya Bankasının müdahil olduğu herhangi bir yerde güven, istikrar, huzur, sükunet, hele de demokrasi olabilir mi? vallahi benim bir şey dememe gerek yok… Bakın yakın tarihe, bakın dünyaya, her şey aynıyla pırıl pırıl… Yani NATO öyle bazılarının dediği gibi bir savunma örgütü felan değildir, öyle olsa Afganistan’da ne iş var, Libya’da ne işi var... 

“NATO’nun gizli orduları” adı ile Daniele Ganser isimli İsviçre’li bir bilim adamının doktora tezi kitap olarak yayınlanmıştır. Avrupa’da “gladio operasyonları ve terör” ilişkileri ele alınırken NATO’nun oluşturduğu yerel teşkilatların akla hayale ziyan faaliyetlerini sıralamaktadır. Merak edenlere ısrarla öneririm. İnanmak ya da inanmamak okuyucuya kalmıştır. Aaaa birileri de kalkar bunlar uydurmadır der, saygım var, lakin anlatılan her olayın, her ülkede bizim gözlerimizle görebileceğimiz kadar somut karşılıkları ayan beyan gözümüze batmaktadır. ABD’nin sözde istihbarat örgütü CIA ve İngiliz MI6 önderliğinde, İtalya’da, “gladio”, Yunanistan’da “koyun postu”, Danimarka’da “absalon”, İsviçre’de “P26”, Norveç’te “ROC”, Belçika’da “SDRAS”, Fransa’da “rüzgâr gülü”, Almanya’da “kurtadam”, Türkiye’de “kontrgerilla”, Hollanda’da “NATO command”, İspanya’da “GAL” gibi adlarla örgütlenmiş paramiliter yapıların ne haltlar işlediği herkesin malumudur…

Ya ayıptır, günahtır… Bu kadar ahlaksızlık yapılabilir mi? Nükleer silah kullanacak diye tüm hasımlarını suçla dur. Lakin tarihte sınırlı da olsa “tek nükleer bomba kullanmış devlet” olarak kayıt altına alınmış ol… Esasen “mart kedileri” bile bu kadar alenen iş tutmazlar… Aaaaa, kabul etmesem de ABD’yi anlayabiliyorum, kendi çarkları kendi sistem tercihleri doğrultusunda, bu kadar yalan, dolan, desise ve hile ile tesis edilmiş ve hayatiyete kavuşmuştur. Lakin benim anlamadığım, bunları göre göre adeta “parmağım kör gözüne misali” görmemezlikten gelen zevat… İşte sağda solda “kötü niyetli” arayanlar varsa, buraya bakacaklar…


Bu NATO’nun, dolayısıyla ABD’nin, dolayısıyla CIA’nın ve yerli ortaklarının Kahramanmaraş, Çorum ve Sivas olayları ile 1977 1 Mayıs’ına müdahale etmiş olması için artık dış mihrak bağlantısı vardır tezini de bir kenara bırakın o zaman… Çünkü mezkûr kuruluşlar “demokrasinin teminatıdır” …

Cuma, Mart 11, 2022

BİR YATIRIM ARACI TAHSİL

Üniversite giriş sınav harçlarının da zamlanması üzerine bir haber vardı ve öğrencilerin yakınmaları ise “90 TL idi şimdi 115 TL oldu, sınavlara giremeyeceğim şimdi” şeklinde idi. Bunun neresinden tutup alkışlasak ya da yuhalasak bilemiyorum. Benim gözümde 90 TL’yi veren 115 TL’yi de verebilir, sıkıntı burada değil… Sıkıntı, neden bunların bedeli mukabili olduğudur… Neden insanlar üniversite sınavına girmek için bedel ödesinler, benim düşündüğüm çağdaş ve uygar dünyada, devletler öğrencilere para ödemeliler sınava girsinler diye… Öğretim bir ömür boyu dahi sürse bedelsiz olmalı hatta ilgili kurumlar marifeti ile öğrenciye ve öğreniciye bedel ödenerek teşvik dahi edilmelidir.

Eğitim ve öğretimin de pahalı olduğu iddiası ile katkı payı olmalıdır zihniyeti maalesef ve kimse kusura bakmasın ama köhne ve hoppa bir yaklaşımdır. Bunu savunanlarda çok muhtemel ki, cahilin ferasetinden umarı olanlardır. Bu kabil düşünce ve düşünenlerden ısrarla uzak durmak gerekir… Tesadüf müdür Allah aşkına, cahilin ferasetini sevenlerle keşke Yunan kazansaydı diyenlerin birlikteliği… Efendim, okul binası, öğretmen, eğitim ve öğretim idari ve yardımcı personeli, bina ve çevre donatısı ve araç gereçleri, mobilyası ve ilgili donatısı, temizliği, ısıtılması ve aydınlatılması vs vs gibi ihtiyaçları da var, kolay mı bunlar diyenleri duyuyor gibiyim, evet doğrudur bunlar kolay değildir, temin, tedarik ve tedrisat ciddi yatırımlar gerektiriyor. Ya kardeşim siz bu öğrencilerin anasından babasından tam bu amaca matuf ve bir hayli de kolayca aldığınız vergilerle bu çocukları eğitip ve öğreteceksiniz ne ıkınıp duruyorsunuz diye de soran kimse yok galiba… Hem çocuklarını okut diyeceksin, sonra “ben cahilin ferasetini severim” diyen adama ses çıkarılmadığını bizim hatırlamamızı tercih etmeyeceksin, olur mu böylesine bir yaklaşım… Sonra çıkıp her okuyana devlet iş bulacak diye bir beklenti doğru olmaz diyeceksin, Allah muhafaza “kardeşim yönetim bir planlama işidir, biz küçücük evimizi bile bir plan dahilinde yönetiyoruz” diyene ne diyeceksin…

Burada mesele, anlaşılan odur ki, vatandaşı bedel ödemeksizin herhangi bir hizmet alınamayacağı fikrine alıştırmak ve bunu uzun yıllardır da yavaş yavaş gerçekleştirdi devletler ve özellikle de Sovyetler Birliğinin yıkılmasından sonra da vites arttırarak “köpeksiz köyde değneksiz gezme” kabilinden her şey paralı ve pahalı hale geldi, en azından katkı payı ödemek kaydı ile gerçekleştirilmeye başladı… İlaveten ve belki de en önemlisi, hukuken devleti yönetenlere karşı yönetilenlerin eşitliğinin giderek yönetenler lehine bozulması ve halen de artarak devam etmesidir… Örneğin bir abuk subuk rektör çıkıp bir öğrenciyi bir protestodan ötürü “seni okuldan atarım” deme cesareti gösterir noktaya bile getirmiştir. Kimse de çıkıp; “dur bakalım rektör efendi sen kim oluyorsun da, o öğrenciyi okuldan atıyorsun, sen mi aldın, burası babanın malı mı da” demiyor. Maksat kafalara “otorite ne derse o olur” fikriyatını nakşetmek. Benim üniversite öğrenciliğim döneminde öğrencinin bir sınav sonuç notu itirazı için bile Danıştay’a başvurma hakkı var idi, şimdi öyle mi, nerde, öğrencinin nerdeyse, ders çalışıp deyim yerinde ise iyi bir “inek” olma hakkı dışında bir hakkı yok… Öğrencinin akademik, demokratik ve ekonomik özgürlük ve hakkı uzak ara iyi idi, üstüne çemkirilen dönemde… İşte, kapitalist dünya, organizasyonunu “top man and others” noktasına taşıyarak, “itiraz etme, itaat et, rahat et” konforu yaratarak bu günlere geldi…

“Şu Mektepler olmasa Maarifi ne güzel idare ederdim” sözünü sarf edenlerden, geldik bugüne… Osmanlı Maarif Nazırı Emrullah Efendiden, bugüne… Herkes ve her kesim bu mazhariyetin muhasebesini kendine göre yapabilir, şüphesiz… Neler değişti, neler… Oysa konu çok başka… Biraz da “Arife tarif gerekmez” diyelim lakin tarif ne idi, arif nerde sorusu da bir türlü cevap bulamıyor… Bilindiği üzere Cumhuriyet döneminde mezkûr bakanlık; “Maarif Vekaleti”, “Kültür Bakanlığı”, “Maarif Vekilliği”, “Millî Eğitim Bakanlığı”, “Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı” gibi değişik adlar altında görev üstlenmiştir. Görüldüğü üzere daha bakanlığın adı üstünde bile mutabakatı yoktur muktedirlerin, ama tabii ki mezkûr zevat için zarf çok önemli verilmesi gereken mesaj adına, mazruf ise hiç önemli değildir…

Görev üstlenen çok değişik liyakate, fikriyata ve tatbikata uygun Bakanlar görülmüştür, her birisi nevi şahsına münasip olsa dahi dönemin ulusal ve uluslararası hâkim rüzgârları, telkinatı ve suflelerine göz ve kulak kapatmış olmuşlukları vaki değildir. Bakanların-Vekillerin her biri için ayrı ayrı çok uzun uzun yazmak mümkün ama bu beni ziyadesiyle aşar, uzmanlarına bırakarak devam edeyim…

Eğitim nedir? öğretim nedir? Maarif nedir? diye şöyle kısaca bir tefekkür etsek… Bilindiği üzere “eğitim” kısaca, resmi ve gayri resmi süreci ifade eder iken, “öğretim” ise kısaca resmi süreci ifade etmektedir. “Maarif” ise Arapça “arif” kökünden türemiş, bilim, bilgi, bilmek, mahir olmak manalarında kullanılagelmektedir. Esasen, eğitim genel manada süreklilik, öğretim ise süre, eğitim her türlü bilgi edinilmesi öğretim ise bir plan dahilinde belli bilgilerin edinilmesi, eğitim bir ömür boyu iken öğretim belli bir evreyi kapsar, eğitim zaman, mekân ve teknik terakki kısıtlamasına tabi değil iken öğretim mezkûr kısıtlamalara haizdir, eğitimin belli bir plan ve program dahilinde yürütülmesi gerekmez iken öğretimin durumu tam tersinedir, vs vs…

Biz “eğitim yatırımı” tercihi yerine “yatırım öğretimi” yapmayı ne zaman terk edersek düze o zaman çıkmaya başlayacağız, bunun çok net bilinmesi gerekmektedir. Tabii ki eğitim ve öğretim işine ileride iyi bir işin olur iyi bir maaşın olur diye bakılan bir yerde daha fazlasının beklenmesi de abesle iştigalden başka bir şey değildir.

Pink Floyd’un ince ironi barındıran lakin kalın kalın tespit yaptığı “another brick in the Wall” adlı müzik parçasından bir bölüm ile bitireyim.

We don't need no education

We don't need no thought control

No dark sarcasm in the classroom

Teacher, leave them kids alone

Hey, teacher, leave them kids alone

 

Cumartesi, Mart 05, 2022

ÇEŞME KALE ÖNÜ POLEMİĞİNE KATKI

Çeşme Belediye Reisi; M. Ekrem Oran; çevrecilerin ve bazı Çeşmeperver vatandaşların Çeşme Kale önü düzenlemesindeki bazı detaylara sert eleştiriler yöneltmesi üzerine; “Bu büfeler Anıtlar Kurulu tarafından onaylandı ve Belediye şirketimiz ÇEŞTUR tarafından işletilecek bu büfelerden Çeşmeli vatandaşlarımız 2.5 TL’ye çay, 6 TL’ye kahve içebilecek. Bu projeyi eleştirenlerin iyi niyetli olduklarını düşünmüyorum. Gerçek Çeşmeli vatandaşlarımız beğenmezse o zaman gereğini yaparız” demiş.

Yeni Çeşme Gazetesi yazarlarından köşedaşım Selma Artar ise; mezkûr proje için “önceki dönem Belediye Başkanı Muhittin Dalgıç tarafından hazırlanan projede Tarihi Çeşme Kalesinin önü tamamen açık olup, büfe adı altında dört ucube yoktu. Aynı zamanda 2020 yılında UNESCO’nun Dünya Mirası Geçici Listesine alınan, 514 yıllık Tarihi Çeşme Kalesinin önüne, normal vatandaş çivi bile çakamazken nasıl olur da Anıtlar Kurulu böyle bir yapıya izin verir anlaşılır gibi değil! Bana çok gerçekçi gelmiyor…” diye haftalık yazısında bir tespit ve değerlendirme yapmıştır. 

Diğer yandan; sağ cenahın propaganda cihazı olma özelliğini taşıyan Ege Bölge gazetesi Yeni Asır ise bir dönemin esas oğlan rollerine bir türlü layık görül(e)memesi üzerine “oğlanaltı” roller ile zengin babanın haylaz oğlu, iyi olmaya çalışan kötü karakterleri canlandırmakla ünlü jönü, Salih Güney’i, bu haberde başrol oynatarak adeta Yeşilçam’dan geçmişin intikamını alıyor. Yıllar sonra gelen başrol nedeniyle biraz da vites arttırıp üslup sertleştirerek konuşuyor ya da Yeni Asır gazetesi esaslı muarız tavrını kullanarak söylenenleri böyle aktarıyor, bilemem… Lakin böyle bir hakkı var mı? Şüphesiz var… Efendim “sen esas Çeşmeli misin ki” ucuzluğu ile burun kıvrılabilecek bir tavır olmamalı bunun karşılığı… Kanunen böyle bir hakkı var mı? var… Kanun diyor mu ki, eleştiri hakkı sadece “esas …lerindir”, demiyor… Kanunun kendisine verdiği hakkı da bir kenara koyalım, ahlaken ve vicdanen böyle bir hakkı var mı? var… Bitti… İlaveten üslup tartışmasını sadece aktör beyin gözetmesi gerekmiyor, karşı mevzideki muhteremlerin de aynı özeni göstermeleri gerekmez mi? 

Gazetemizin sahibi de katılıyor polemiklere; “Yeni Asır aynı bombardımanı ertesi gün de sürdürdü ve aktör gençliğimizin idolü Salih Güney’di. Bilgi noksanlığı gerek gazeteciler de, gerekse Artizimiz de olması normaldir de, üslup meselesi tartışılabilir. Başkan Ekrem Oran’ın kültür seviyesini tartışmak Salih Güney’e kalmamalı. Bir yarışmaya girseler Ekrem Oran’ın açık fark atacağına iddiaya bile girebilirim.” diye bir giriş yaparak katılıyor. Konu nasıl buralara gelmiş, enteresan… Maalesef, Salih Güney, Reis’in kültür seviyesinin düşük olduğu gibi konu ile hiç ilgisi olmayan bir belaltı vuruş gerçekleştirmiş, bu tartışılmaz, hem de kendisinin hiçbir biçimde tartamayacağı bir konuya girmiş, bence. Bizim gazete patronunun, Kültür yarışması yapılsa Reis’in Aktör’e fark atacağı tespiti ise tam tamına bir komedi, nereden biliyorsun derler adama… Aktör’ü de hafife almayın, Devlet Konservatuvarı mezunu olup az da olsa düzeyli tiyatro oyununda görev almıştır. Arkeoloji ve de özellikle de su altı arkeolojisi konusu ile turizm konusunda uluslararası alanda faaliyetler de yürütmüştür.

Eski Belediye Başkanı Faik Tütüncüoğlu’da katılıyor bu polemiklere… Ne diyor; “Kalemizin çevresinin bugüne kadar geçirmiş olduğu düzenlemeler; 1. Etapta kaleyle içiçe girmiş yapılar vardı. Önce bunlar temizlendi… İkinci etap veya düzenlemede; kaleyle deniz arasında dört adet bina vardı. (PTT, Liman Başkanlığı vs ile bir de mermer çeşme) Bu yapılar kaldırılarak kalenin denizle buluşması sağlandı.”

Evet; görüldüğü üzere, herkesin bir güzel tarifi, herkesin bir doğru tarifi var, örneğin Faik Tütüncüoğlu’nun düzenleme diye bahsettiği ve sahildeki 4 adet eski kamu binası ile Tarihi Mermer Çeşmenin yıkılması bana göre fahiş bir kent tahribatıdır… Bilindiği üzere, tek katlı 4 adet ayrık ve taş bina vardı sahilde. PTT, Sahil Sıhhiye, Gümrük Binası, Sağlık Ocağı olarak kullanılmış idi, ayrıca Mermer Tarihi Çeşme, ilaveten de “Güneş Saati”, Çeşme Kalesinin mütemmim cüzü kabilindendir… Tarihin akışı içinde değişen kent aktiviteleri ile fonksiyonları açısından bakıldığında ilaveten her bir ünitenin de yapım tarihi ve kronolojik biçimde ele alınırsa, mütemmim cüz konusu daha kolay anlaşılır hale gelir.

Gelelim Reis’in tespitlerine; neresinden başlasak, ucuz çay vaadi ile vatandaştan istinat teşkili, esas Çeşmeli ifadesi ile muarız ve muhalif bertarafı, istenmiyorsa gereğini yaparız beyanıyla da, tam tamına “Bad'el Harab-ül Basra” … Diğer taraftan, Allahın lütfu, Reisimizin elinde bir “iyiniyetometre” gelene gidene ölçüm yapıyor… Diyelim ki, bu eleştiriler kötü niyetli, gül geç, değil mi? Yok illa cevap verecek… Biz gerçi bu tavrı her gün izliyoruz bir yerlerde ama… Ne diyelim, şimdi Reis o… Mühür onda… Gerçi koskocaman düzenleme içerisinde 4 adet küçük büfe muhabbeti de, “İsa’nın yaptıkları yanında 2 yumurtanın lafı mı olur” faslındandır, ama… Hallarımız bu maalesef…

Yahu kardeşim nerden çıkarıyorsunuz bu gerçek Çeşmeli önermesini… Hangi tarihte buraya gelenler gerçek Çeşmeli… Bu tespit ve tarife hangi tarihi baz alacağız… Sonra, kim söyleyecek? kim belirleyecek? “Esas Çeşmeliyi” böyle bir hak kime tanınmış… Peki sormazlar mı insana; yahu kardeşim “al ikametgahını da gel” kampanyası çerçevesinde gelenler nasıl değerlendirilecek. Bunlar “gerçek Çeşmeli” sayılacaklar mı? Ya da ikametgahını alıp gelenlerin sadece Reis ve Reis’in yaptıkları ile muvafık olanlar mı “gerçek Çeşmeli” kabul edilecekler? Yaaaa, bu konular üstüne bu kadar gidilir ise işin suyu çıkacak, söylemedi demeyin sonra… Ben bu polemiklerden hiçbir şekilde zararlı çıkmam diye düşünen bir taraf varsa, ahaaa da şuraya yazıyorum, kesinlikle zarar görecektir.

Ama yine de Belediye Reisimiz, diğer olaylarda olduğu üzere, sinirlerine hâkim olamayarak kötü kelamlar sarf etmesine rağmen bu kez; “Bu projeyi eleştirenlerin iyi niyetli olduklarını düşünmüyorum” demiş. Ciddi bir gelişme olmasının yanında sakinliğin de doruk noktasıdır bence diplomasi açısından, ya Allah muhafaza “bu projeyi eleştirenlerin kötü niyetli olduklarını düşünüyorum” deseydi. Maazallah…

Bir de tam tamına “kırk katır mı, kırk satır mı” kabilinden bir başka polemik yürütülüyor… Efendim onlar onaylamış mı? onaylamamış mı?... Böylesi bir ikilem içine neden sokuyorsunuz konuyu? Sonra “Anıtlar Kurulunun” doğru kararlar ürettiğini size kim söylüyor, şimdi sıralamaya başlasam Çeşme üstüne en az 5 adet isabetsiz ve geçersiz hatta sonu hüsran ile sonuçlanan kararlarını söyleyebilirim. Aaaaa, yetki manasında deniliyorsa o başka… Şüphesiz onlar konu özelinde tek yetkili makam… Mühür onlarda… Lakin unutulmasın ki, “Anıtlar Kurulu” oluşumunda, tayininde, görev tarifinde kim tasarruf kullanıyorsa, onun lehinde karar alınıyor olması günümüzde vukuatı adiyedendir.

Son söz, Reis Bey, Göster kardeşim, onaylı proje ve planları ile “Anıtlar Kurulu izin yazısını” konunun içinden çık kenara, çevreciler ve Çeşmeperver vatandaşlar Anıtlar Kurulunu eleştirsinler, değil mi. En kolay yol bu değil mi? Diğer taraftan, Anıtlar Kurulu ya da öncesindeki tasarruf sahipleri ile şimdiki eleştiri sahipleri, sahildeki 4 binanın, Güneş Saatinin ve Tarihi Mermer Çeşmenin yıkılmasına ses çıkarma gel şimdi 4 adet kümes büyüklüğündeki büfeye laf et… Üstelik diğerlerinin telafisi olmamasına rağmen, sükûnet, 4 büfenin telafisi olmasına rağmen, tenkit…Sizi de anlamak zor… Yine de “Hep bir halli Turhallıyız biz bize benzeriz, Yüz bin kere tövbe eder gene şarap içeriz” terennümüne devam…