Cumartesi, Mart 29, 2014

STAY BEHIND


Stay-behind, ki bu terimin İngilizce kelime anlamı “geride duranlar-gölgede kalanlar” olarak tercüme edilebilir, Amerikan emperyalizminin vurucu ve askeri görünüşlü siyasi gücü NATO bünyesinde ve hemen yakınlarındaki ülkelerde devrimci örgütlenmelere ve emperyalizm karşıtı halk iktidarı taleplerine karşı kurulan ve bu saikler çerçevesinde her türlü operasyon kabiliyetine haiz donatılan halka karşı olması nedeniyle de yasadışı ilan edilmesi gereken silahlı-külahlı kuvvetlerin genel ve gayri hukuki adıdır. Emperyalistlerin Soğuk Savaş diye adlandırdıkları 2. paylaşım savaşından sonra, sosyalist blok temsiliyetini üstlenen Sovyetler Birliğinin işgal ihtimali öne sürülerek; aslında bağımsızlıkçı ve Devrimci halk hareketlerine karşı oluşturulan, NATO çalışması imiş gibi gösterilerek sanki üye ülkelerin iradelerinin yansımasıymış görüntüsü ile ama aslında, ABD Emperyalizminin esaret ve zulmünün devamının temin garantisi ABD’nin dış kirli operasyonlarını yöneten CIA ve İngiltere’nin dışarıdaki kirli faaliyetlerini yürüten SIS ve Mİ 6 tarafından sıkı şekilde kontrol ve idare edilen, faaliyet yürütülen ülkelerde, siyasi ve ekonomik hayatı şekillendirmek için insanoğlunun aklına gelme ihtimali çok düşük ama sadece şeytanın aklına gelen her türlü karanlık ve gayri ahlaki işler çevirmişlerdir. Peki; nedir “stay-behind” konsepti ve onu yaratan koşullar emperyalistler açısından, NATO kapsamındaki bir ülkenin, kendi tanımlamalarına göre kötülüklerin kaynağı “Sovyetler Birliği” ya da müttefikleri tarafından işgale uğraması halinde kendi topraklarını işgale karşı direnerek savunmak ve daha ileri giderek işgalcileri püskürtmek gibi sunulan ve ülke insanının itiraz etmesini engelleme noktasında gizli örgütlenmeler toplamıdır. Bu toplam, tek tek ülkeler bazında planlandığı gibi blok ülkeler bazında da planlanarak, daha geniş kapsama erişmiş ve günün moda deyimi ile “paralel ordular-paralel silahlı kuvvetler” oluşturulmuştur. Bu “paralel orduların” olası bir Sovyetler Birliği işgali durumunda aktif olacağı savına rağmen mezkûr ülkedeki Devrimci, Sosyalist ya da bağımsızlıkçı hareketlerin demokratik seçimlerle bile olsa iktidarlarına katlamayan bir yapıda olduğunu yaşanan pratik göstermiş olup, gizli orduların işgallere karşı kullanması için saklanmış gizli silah depoları kullanılarak da iç siyasette aktif tutum alınmış ve ülkenin yarı-işgal ya da gizli işgal altında olduğu öne sürülerek itham edilenlere karşı ciddi katliamlar yapılmıştır. Mezkur “paralel orduların” Yunanistan ve Türkiye’deki örneklerinde olduğu üzere askeri darbeler düzenleyip faşizmin açık icrası cihetine yönelerek hazırlıklarının ve cesaretlerinin boyutlarını topluma gösterme fırsatlarını hep değerlendirmişlerdir.

Bulanık suda balık olarak her türlü ahlaksız ve akla hayale gelmeyecek manipülasyon, korku ve terör bazlı fırıldaklar çeviren bu takım, Avrupa ülkelerinde çökertildi iddialarına rağmen gerçek anlamda hiç dokunulamamış durumda kalmaya devam etmiş ve sadece kişisel çekişmelerin yarattığı kayıkçı kavgası misali birkaç kişinin açığa çıkması ile sınırlı kalmış, anlaşıldığı kadarıyla… Hala dokunulamamış olması iddiasının doğru olma ihtimalinin artan bir ivme ile devam ediyor olmasının en çarpıcı ve ciddi örneğini, ABD’de gerçekleştirilen 11 Eylül saldırıları teşkil etmekte olup konsept uyarınca önce bir türlü açıklanamayan ve açığa çıkarılamayan terör saldırısı ve ona karşı girişilen savaş ile yaratılan korku ve sindirme sarmalıdır ve açıkça görüleceği üzere içine Afganistan’ı alarak Ön Asya’ya, Ortadoğu’ya ve Kuzey Afrika’ya sıçramış durumdadır.

Auxiliary Units (İngiltere), Gladio (İtalya ve diğer bir çok ülke),  Seferberlik Tetkik kurulu sonradan da Özel Harp Dairesi (Türkiye),  GAL (İspanya), I&O (Hollanda), Lochos Oreinon Katadromon, LOK ya da Koyun postu (Yunanistan), OWSGV (Avusturya), Plan Bleu, La Rose des Vents, Arc-en-ciel (Fransa), ROC (Norveç), SDRA8, STC/Mob (Belçika), Bund Deutscher Jugend - Technischer Dienst, TD BJD (Almanya), Nihtilä-Haahti plan (Finlandiya), Projekt-26, P-26 (İsviçre) ve Werwolf (Nazi Almanyası) gibi isimler altında mezkur ülkelerde organize olmuşlar ve yaptıkları her operasyondan sonra buhar olduklarını anlıyoruz, Daniel Ganser’in “NATO'nun gizli orduları - Batı Vvrupa'da gladio operasyonları ve terör” adlı kitabından. Daniel Ganser isinli İsviçreli araştırmacı akademisyen; mezkûr yapılanmaların ülke ülke şemasını çıkararak, bizzat resmi evraklarına, ilgili kurumlarla yazışmalarına, mahkeme kayıtlarına ve de çeşitli tanıklıklara dayanılarak yazdığı konunun çok önemli yayınlarından biri sayılabilecek kitabını yazıyor ve konu biraz daha şekilleniyor toplum gözünde ve hafızasında…

Stay-behind; canım yurdumda ise, organize edenlerin bizatihi tanımlamalarına göre, “maskelenmiş ismi”, STK (seferberlik tetkik kurulu” ve bilahare de “Özel Harp Dairesi” olmuş ve yer yer, tam kendilerini tanımlamasa bile, Kontrgerilla, Gladio, Ergenekon gibi isimlerle de maruftur. Kısa tarihi açısından, NATO'nun Özel Harp talimnamelerine göre, üye ülkelerde kurulan NATO birimleri Türkiye'de, hemen Kore savaşı sonrası belki de canım yurdumun rüşt ispatını müteakip oluşturuldukları kesin olup, 6-7 Eylül olayları, Kanlı Pazar, 12 Mart Faşist askeri darbesi, 12 Eylül faşist askeri darbesi, Kızıldere katliamı, Kanlı 1 Mayıs 1977, 16 Mart İTÜ Katliamı, Bahçelievler Katliamı, Kahramanmaraş katliamı, Savcı Doğan Öz cinayeti, Bedrettin Cömert cinayeti, Abdi İpekçi suikastı, Kemal Türkler suikastı gibi ilk elde sayılabilecek ses getiren eylemler gerçekleştirilmiş ve eylem sonrası da eylemciler de buhar olmuş olmalarının vebali ile ta günümüze kadar mevcudiyetlerini sürdürdükleri izlenimi uyandırmaya devam etmişlerdir. 12 Eylül faşist askeri darbesinin lideri konumundaki Kenan Evren’in bilinen en önemli “Stay-behind” komutanlarından biri olduğu iddiası hiçbir zaman reddedilmemiş olup sanki gizli gizli de bu ünvanın keyfi çıkarılmıştır her zaman… Diğer taraftan Stay-behind örgütlenmesinin lideri konumundaki neredeyse herkesin yasal görevlerde bulunması vukuatı adiyeden bir durum oluşturmuştur adeta…

Bu karanlık yapılanmaların görevi sona ermiştir iddialarının aksine, güncellenen ve yenilenen NATO konseptine uygun olarak; küreselleşme, piyasa ekonomisi ve özelleştirmenin yaygınlaşma seviyesine paralel yeni savaş yöntemlerine terfi edilmiş ve olaylara ya da gelişmelere dayalı bilgiyi, haberi “asimetrik psikolojik savaş” kuralları mucibince kirleterek, saptırarak, önemsizleştirerek devam edilmekte olup emperyalizmin ezilen dünyadaki hâkimiyetine toplumların katlanmalarının veya rıza göstermelerinin temini cihetine gidilmiş hatta oluşturulan “yeni soğuk savaş” konsepti kapsamıyla da temin ve garanti altına alınmıştır.

 

Pazar, Mart 16, 2014

YEREL (GENEL) SEÇİMLER


Şimdilerde bakıyorum da yeni moda çıkarmış bir grup “malum” siyasi parti taraftarları “Çeşmeli olmayan birinin başkan olmasını ister misin?” sorusu çerçevesinde, mezkûr zevattan iyi tanıdığım birisi de, bir vakit yolda merhabalaştığımız anda benzer soruyu bana da yöneltti, hem de kendisini, böyle bir soruya muhatap olmanın beni rahatsız ettiğini defalarca uyarmama rağmen, samimiyetimiz çerçevesinde ne söylersem söyleyeyim ikna edemedim. Geçen haftaki yazımda uzun uzun bahsettiğim “karar kolay değişmez” önerme çerçevesinde mezkûr zatı halis bir örnek olarak tanıtmanın bir görev olduğunu bilmeme rağmen milyonlarca benzerinin çevremizde dolaşıyor olması hasebiyle de, kendisini tanıtma yerine kendisine anlattıklarımla iktifa edeceğim. Olur da, bu kadarı olmaz dedirtecek propagandanın anlamı mezkur soruya muhatap olan herkes tarafından çok açık olup, murat ve kast “Alaçatı’lı Muhittin Dalgıç’a oy verilir mi?”dir. Kadim ve anlamsız sorunun sahiplerine, Çeşme merkezde oturan birini bulup getirseniz hemen soru “filan mahalleden birine nasıl oy vereceksin”e evrilecektir emin olun, murat ve kast bizim adaya oy verin ve sorudan muaf tutuluna kadar gider, kafa bu olunca… Allah selamet versin…

Peki; bana “sen Çeşmeli olmayan bir başkan ister misin?” diye sorup aslında, bizi hafife alan, herkesin nabzına göre şerbet vermeye alışmış, kendini çok şey biliyormuş diye satmaya kalkan kardeş; sen adam olmadığın sürece Çeşme’li olsan ne yazar, Çeşme’li olmasan ne yazar, diye kendisine sorsak, gak guk deyip, patinaja devam edecek ya… Gel de söyleme “ben cahilleri çok seviyorum çünkü onlar her şeyi iyi biliyorlar” lafını bir kez daha… Peki, bu lafı dillendiren kardeş; “Büyükşehir Belediyesinde oy vermeyi bize zımmen teklif ettiğin bu davetin karşısında biz de sana soralım; oy vermeye hazırlandığın, bizi de davet ettiğin Binali Yıldırım İzmir’li mi de sen ona oy vereceksin… Peki; Alaçatı’lılar Çeşme’li Mustafa Cenger’e oy vermeyecek mi? MHP nin adayına Dalyan dışında kimse oy vermeyecek mi? Bırakın bu komedileri, kim nereli olursa olsun, önce temsil ettiği fikir sonra da başka değerler oylanacaktır, siz isteseniz de istemeseniz de…

Söylenen öyle bir ifade ediliyor ki, zannedersiniz; “efendi Amerikalı”nın yerine göz dikmiş “köle zenci” var orta yerde, kaldı ki onlar bile bunu anlamsız bularak, çok sonradan da olsa, bu kabil çatışmaları geride bırakmış hatta artık kendilerine benzetmiş olsalar bile bir zenciyi Devlet Başkanı seçmişler… Yahu bu muhteremlere göre sanki biz taş devrinde yaşıyorduk ta bunlar sayesinde memleket gün yüzü gördü, fesuphanallah… Hasbinallah…

Diğer taraftan artık; “Alaçatı” Çeşme’nin bir mahallesi ise eğer, herhangi bir Alaçatı’lı da Çeşme’lidir, nasıl ki Dalyan Çeşme’nin bir mahallesi ise ve tam da bu yüzden herhangi bir Dalyanlı Çeşme’li ise, herhangi bir Çeşme’li de Alaçatı’lıdır. “Muhittin Dalgıç Alaçatı’lıdır, bir Alaçatı’lıya oy verme, Çeşme’li Mustafa Cenger’e oy ver” diyen bu kardeşime sormak gerek acaba; Çeşme’li AKP adayı Mustafa Cenger’e Alaçatı’lılardan oy isterken ne diyorsunuz?

Mesela, Bülent Tercan’a oy verecekler, onun Çeşmeli olup olmadığına bakmayacak ve de bakmamalı, eğer temsil ettiği siyasi fikir ve parti, eğer yapacakları ve taahhüt ettiği proje önerileri insanları tatmin ediyorsa herkes oy verecektir, vermelidir de… Şimdi mezkûr şahıslar vatandaşın önüne çıkıp, ben mensubu bulunduğum partinin fikrini yerel iktidara taşıyacağım, şu şu projelerin gerçekleştirilmesi için partimin belediye başkan adayı ile birlikte elimden gelen her şeyi yapacağım diyorsa, vatandaş da temsil edilen siyasi fikrin, parti anlayışının ve önerilen projelerin kendisini tatmin ettiğini ya da edeceğini düşünüyorsa oyunu verecektir, bu kadar, daha azı ya da daha fazlası yoktur… Tıpkı;  Esnaf odası seçimlerinde Alaçatı’lı olan Osman Köfüncü’ye Çeşme’li esnafın oy vermesi doğallığında olmalıdır bu, oy vermedi mi, verdi hem de 2 rakibinin oy toplamının 2 katından fazlasını verdi, verecekte bundan daha normal ne olabilir?

Kimse unutmasın ki; bu memleketin her santimetre karesine hepimiz müteselsilen ortakız… Tam da bu yüzden hepimiz heryerliyiz, hepimiz buralıyız, hepimiz oralıyız…

Ayrıca “yerel seçim” diye yapılan bu seçimde partiler ve genel politikalar oylanmayacaksa, genel politik tercihler oylanmayacaksa neden adaylar bir partiden aday olurlar, soruları karşısında anlaşılmaz bir duruma düşülür aksi takdirde… Adaylar bir siyasi parti adının altında seçime girerler çünkü kendi bakış ve davranışları bakımından eklemlendikleri fikrin uygunluk arz ettiklerine inandıkları ve takip ettikleri siyasi benzerlerinin fikirlerine şahsi fikirlerini blok ve tehvit ederler ve uygun partileri seçerler kendilerine… Demek ki burada nereli olduğunudan ziyade siyasi ve ahlaki meşrebi ve disiplini nedir, iş kabiliyeti nedir, yaptıklarının nasıl sonuçlar verdiği bilinen insanlara ve dolayısıyla da artık son dönemde yaşananların bir “güvenoyu” niteliği taşıdığından şüphe duyulmayan bu seçim de başta temsil ettiği siyaset ve parti ile yerel yapılabilecekler oylanacaktır.

Nihayetinde, bu seçimler ne anlamına mı geliyor; bunun cevabını tamamıyla katıldığım biçimiyle Başbakan Tayip Erdoğan’ın ağzından söyleyeyim; “bu seçimler güvenoyu olacaktır”… Aynen katılıyorum bu seçimlerde genel politikayı onaylıyorsanız ya da onaylamıyorsanız buna göre pozisyon alacaksınız… Bir yanda Hür aklın, hür fikrin, Hür vicdanın, diğer yanda sevginin, merhametin, lehinde ya da aleyhinde bir referandumdur bu… Berkin’in öldürülmesi bile, onun ekmek almaya giden çocuk mu, yoksa elinde sapan, polise çelik bilye atan terörist mi oylaması biçiminde algılanacaktır, bakın göreceksiniz… AVM yapacağım diye tutturmanın, Gezidekiler teröristtir, Camiye ayakkabı ile girdiler, başörtülü kızımıza saldırdılar demenin bu seçimde oylanmayıp vareste tutulması beklenebilir mi? Aleyhte ya da başka bir anlamda istenildiği gibi davrandığı konusunda şüphelenilen savcıların yerlerinin değiştirilmesi, neredeyse basından anladığımız kadarıyla yaklaşık 8.000 polisin yerinin değiştirilmesi, fezlekelerin bir türlü meclise gelememiş olması, devletin paralelinin varlığının, varlığı halinde halen kimsenin bu nedenle yargılanmamış olması, para kasalarının, para sayma makinelerinin, ayakkabı kutularının vs gibi konulardaki vatandaşın tavrının bu seçimde değil de hangi seçimde ölçüleceği sorusu havada kalır aksi takdirde… Peki, nasıl diyeceğiz vatandaşa, yaşanan problemlerin yaratıcısından çözüm beklenir mi diye, yerel de dolayısıyla genelde…

Aklın, önyargının önüne geçeceği ve hâkim olacağı günleri görmek arzumuz hiç bitmedi bitmeyecekte, umarım bir gün olacak rüyalar gerçek…

Belki de; mezkur zevat tarafından çok sevilen ve sık sık atıfta bulunulan Mecelle kuralı; “Def'i Mefasid Celb-i Menafiden Evladır”ın hayatiyet bulması en güzel tarafı olacaktır bu seçimlerin…

 

Cumartesi, Mart 08, 2014

KARAR KOLAY DEĞİŞMEZ

Mesleğe başladığımız yıllarda; çalışmaktan büyük onur duyduğum, mesleki ve sosyal yaşamıma büyük katkıları olması nedeniyle müteşekkir olduğum ve her zaman olacağım, mesleğimizin adeta yegâne okulu sayılan STFA bünyesinde çalışanların teknik ve idari gelişimleri için yoğun yürütülen eğitim çalışmaları kapsamında “Beşeri ilişkiler semineri”ne katılmış ve seminer çerçevesinde bir dolu konu başlığı içinde karar oluşumu üstüne bir çalışmadan bahsetmek istiyorum bu yazımda…

İnsan karar oluşturma sürecinde, ilk verdiği kararı tekzip etmeye yönelik ilave olarak kaç veri değişirse değişsin, asla değiştirmediğine tanık olunan bir konuda; semineri veren kişinin “bir şirkette bir bölüm şefinin iş akdinin feshi” üzerine, iş akdinin feshini gerçekleştiren yetkilinin kararını açıklayan ve

Bölüm şefi, tüm uyarılara rağmen iş disiplinini bir türlü tesis edememiş olup birlikte çalıştığı kişilere liderlik yapamadığı, yapılan çalışmaların değerlendirmeleri sonucunda kendisinden beklenen performansı bir türlü gösteremediği tespit edildiğinden iş akdi feshedilmiştir” biçimiyle özeti verilebilecek uzun bir gerekçe yazısı okur.

Bilahare; saha mühendislerinden Genel Müdür Yardımcılarına kadar değişik yetkililerden oluşan 21 kişilik katılımcı grubundan, “a-karar doğru, b-karar yanlış ve c-çekimser” cevap şıklarından uygun görülen birini oylamalarını ister, cevaplar “a–17, b–1 ve c–3” şeklinde oluşur.

Çalışmanın ilerleyen bölümünde de; semineri veren kişi iş akdi fesh edilen bölüm şefinin birlikte çalıştığı personelden birkaç kişinin konuyla ilgili görüşünü aktaran;
Bölüm Şefimiz, son derece başarılı idi, mesai başlama saatinden önce mutlaka işinin başında olur, bir gün önceden yapılan günlük planın detaylarını bizler gelmeden bir kez daha gözden geçirir, bizler işe başlayınca güncellenmiş plan bilgisi, bizleri müşfik ve pozitif enerji dağıtan görünüşü ile işe dört elle sarılma konusunda teşvik ederdi. Bir önceki döneme göre bölümün üretimi artmış olmasına rağmen iş akdinin fesh edilmiş olmasını kesinlikle anlayamadık” biçiminde kaleme alınmış yazılı metinler okur ve yeniden aynı şıklar kapsamında bir oylama yapılır.
“a–17, b–3 ve c–1”

Semineri veren kişi; Şirketin ölçme, değerlendirme bölümünden gelen ve iş akdi fesh edilen kişinin bölümünü değerlendiren; “mezkûr bölüm bir önceki döneme göre üretim performansını master planda %20 lik bir artış planlanmasına rağmen %35 lik bir artışla tamamlamıştır. Ayrıca bölümler arası ilişkilerde ve bilgi akışında bir önceki döneme göre ciddi bir hız ve kalite temin edilmiştir.” mealinde bir raporu okuyarak, aslında iş feshi kararını veren kişiyi tekzip eden bir tespit gerçekleştirir. Yine bir ara oylama; sonuç;
“a–17, b–3 ve c–1”

Semineri veren kişi; iş akdi fesh edilen bölüm şefinin işe alınmasında aracılık yapan insan kaynakları şirketinin mezkûr kişi ile ilgili işe alınması aşamasında hazırladığı sunumu da; “münhal kadro için yapılan başvuruların değerlendirilmesi sırasında tarafınızca verilen tüm kriterler açısından bakıldığında en uygun başvurunun bu olduğu kanaatindeyiz. Geçmiş çalışmalarının performans değerlendirmeleri ile başarılı plan uygulamalarının ve iş disiplininin gereklerine göre sıralamada en önde değerlendirilmesi gerekmektedir” gibi bir özeti içermektedir. Yine bir ara oylama; sonuç;
“a–17, b–3 ve c–1”

Görüldüğü üzere; seminere katılanların çok önemli bir bölümü değerlendirme ve karar için kendilerinin önüne konulan ilk veri ile yetinmişler, artık ilk verinin tam tersi olarak gelen diğer bilgileri göz önünde tutmaksızın ve ilave hiçbir değerlendirme yapmaksızın karar sahibidirler ve karar değişikliğini asla düşünmemişlerdir. Tek bilgi ile karar vermekte beis görmeyen bir toplum olduğumuzun şahane görüntüsü olabilecek bu yaşanmışlıktan hareketle, insanların ve toplumların yaptıkları seçimleri, aldıkları kararları cansiperane savunduklarını ve kolay kolay değiştirmedikleri bilim çevrelerinin de tespit ve teslim ettiği bir gerçektir bilineceği üzere… Kararında ısrar edenlerin durumunu izah ederken, durumu “kalp gözleri kapalı”, “akıları sağır” gibi tılsımlı ve uhrevi tanımlamalarla açıklamaya çalışan yaklaşımlar konuyu hafife almaktan başka bir şey olmamakla birlikte muktedirlerin değirmenine su taşımaktır aynı zamanda da… Kafamızda, bebeklikten çocukluğa, çocukluktan büyüklüğe evrilirken, ebeveynlerimizin, öğretmenlerimizin, siyasi partilerin, devlet büyüklerinin ya da takip ettiğimiz gazetelerin ya da yayınların sürekli aynı şeyleri tekrarlayarak ve tekrarlatarak, ezberleterek; oluşturduğu algılama düzeneği ya da filtresi, hülasa neyi nasıl algılamamıza, neyi kendimize daha yakın hissetmemize, benimsememize ya da reddetmemize yol açan “bakış açısı”dır bu. Bu bakış açısına “paradigma” da denilmekte ve insanın, bir olayı ve durumu ya da kavramı, anlaması ve yorumlaması esnasında kendine özgü olan akli ve ahlaki değerler dizisidir… Ahlak, özgürlük, eşitlik ve sevgi üstüne oluşturduğumuz tüm yaklaşımlar sahip olduğumuz bu akli filtrelerin eseri olup tüm hayatımız buna uygun bir biçimde sürmektedir…

Gerçeğin ne olduğu ve ne olmadığı ile nelerin nasıl olması ya da olmaması gerektiği konusunda sahip olduğumuz algılama filtrelerimiz yani paradigmalarımız; neyin iyi, neyin kötü, neyin önemli, neyin önemsiz olduğunu tayin etmemizi temin eden süreçte öne çıkar günlük hayatımızı şekillendirir ve genel tutum ve davranışlarımız ile beşeri ilişkilerimizin temelini oluşturur. Çevremizi, olayları ve dünyamızı olduğu gibi değil “ayaklarımızın dibi dünyanın merkezidir” yorumuyla-algılamasıyla, kendi bakış açımızla ve görebildiğimiz kadarıyla anlayabilir, anlayabildiğimiz kadarıyla yorumlar ve anlatır ve aktarırız. Bir bakıma da; “medeniyetler beşiği Anadolunun” yarattığı ve durumu anlatmak üzere kullandığı “at gözlüğü takma” sözü durumun tercümanıdır. Tüm bu bilimsel yaklaşımlar ve hayatın içinden imbiklenen atasözlerinin bize verdiği yegâne ders ise; insan hep nakıstır ve çaba göstermediği sürece bunun katmerleşeceğidir. Cehaletin katmerleşmesinin yaratacağı sonucun ne olduğu konusu ise herkesin malumudur.

Dünya gerçeğinin; bizim algılama düzeneğimizdeki defolar neticesinde, tam tersine varacak bir biçimde algılanıyor olmasının en canlı, en güncel ve en muhteşem örneği ise; “Abi çalıyor ama Allah var çalışıyor”, yaklaşımıdır, Allah selamet versin… Şu günlerde en çok ihtiyaç duyulan şeyin, özgür kafa, özgür vicdan ile merhamet ve sevgi duyguları olduğunu zinhar unutmadan, herkeste bulunan bu duyguların üstüne çöreklenen sevgisizliğin, merhametsizliğin, akıl ve vicdan esaretinin son bulması dileğiyle, bugünlerde bir dostumdan öğrendiğim güzel bir sözle yazımı sonlandırıyorum: “cahilleri çok seviyorum çünkü onlar her şeyi biliyorlar”…

Bilmem tam anlatabildin mi; yoksa kararlar kolay değişmez…

Pazar, Mart 02, 2014

NE VAR NE YOK


Rüşvet yok…
Komisyon yok…
Hırsızlık yok…
Çalmak yok…
İhale yolsuzluğu yok…
Nüfus ticareti yok…
Soygun yok…
Sahtekârlık yok…
Gerçek yok…
Yolsuzluk yok…
Ayakkabı kutusu yok…
Ayakkabı kutusunda para yok…
Evde para kasası yok…
Evde para sayma makinesi yok…
Hizmet hareketi yok…
Ses kaydı yok…
Euro (avro) yok…
Dolar yok…
Zam yok…
Demokrasi yok…
Yalan yok…
Hile yok…
Desise yok…
Çevre yok…
Çevreci yok…
Biber gazı yok…
Portakal gazı yok…
Tazyikli su yok…
Suda kimyasal yok…
Polis dayağı yok…
TIR da kaçak yok…
Cemaat yok…
Sansür yok…
Alo fatih yok…
Yasama yok…
Yargı yok…
Yoksulluk yok…
Döverek öldürme yok…
Şike yok…
Fişleme yok…
Dinleme yok…
Makamı kötüye kullanmak yok…
Dadı yok…
Havuz yok…
İn yok…
Gemi yok…
Ada yok…
Baba yok…
Masraf yok…
Haram yok…
Haramzade yok…
Kul hakkı yok…
Tahsis yok…
Âlim yok…

 

Faiz lobisi var…
Vaiz lobisi var…
Kaset lobisi var…
Seks lobisi var…
Dinleme lobisi var…
Yahudi lobisi var…
Yol lobisi var…
Yalan lobisi var…
Fitne lobisi var…
Pensilvanya var…
Dedikodu var…
Yol var…
Paralel devlet var…
Ajanlar var…
Dublaj var…
Piyes var…
TlR var…
İHL parası var…
Komplo var…
Fiyat ayarlaması var…
İleri demokrasi var…
Anarşist var…
Terörist var…
Vandal var…
Ateist var…
TIR’da devlet sırrı var…
Özgürlük var…
Hür irade var…
Alo Bilal var…
Yargı var…
Yürütme var…
Bolluk var…
Öldürerek dövme var…
Operasyon var…
İHH var…
Kadı var…
Havuz problemi var…
İnletme var…
Gemicik var…
Adacık var…
Babacım var…
Masraftan kaçma var…
Montaj var…
Helal var…
İhale var…
Âlim müsveddesi var…
Kahraman polis var…

Şimdi birileri kızacak ama ben mi diyorum, onlar diyor… Siz de kendinize uygun söylemleri tutturun be kardeşim… İstediğin gibi davranabilirsin, kim karışabilir ki, bugün “o” var de, yarın “o” yok de… İstersen “var”lar ile “yok”ların yerini değiştir, değiştir dur söylemi, değiştiremedikten sonra durumu… 3 gün önceyi anımsayamadıktan sonra denilenin ne anlamı var ki…

Vallahi hani övünüyorlar ya; Fatihlerin torunuyuz diye, bende soruyorum herkes Fatihlerin torunu ise, Deli İbrahim’in torunları nerede?