Cumartesi, Mart 29, 2008

MALUMUN İLANI BİR PORTRE: SİNAN ÇETİN

“MUTLU OL BU BİR EMİRDİR” 02.kasım.1934 tarihinde Anadolu’da bir köy de geçtiğini kurguladığı ve Nebil Özgentürk'ün hazırladığı, 85 yıllık cumhuriyetin dönüm noktalarının insan öyküleriyle aktarıldığı "Türkiye'nin Hatıra Defteri" belgesel için çektiği kısa film, Batılılaştırma dayatmasını ve ardından gelen alaturka müzik dinleme yasağı konu alan bir yalan, uydurma ve hatta iftira itirafnamesi.

Sinan Çetin'in,
Film, bir köy evinde söylenen 'gesi bağları' türküsü ile başlıyor. Ailenin eğlencesi "susun lan" şeklinde soğuk bir emirle kesilir. Bir anda yüzlerine doğrultulmuş tüfeklerin namlularıyla burun buruna gelen aile fertleri neye uğradıklarını şaşırırlar. Eve gelen askerler aile fertlerine bundan böyle türkü çalıp söylemekten vazgeçmelerini, Batılı bestecilerin eserlerini seslendirmeleri gerektiğini anlatmaya çalışırlar. Ne var ki eve girip "Batılı olacaksınız" diye dayatan askerler de Batı müziğinden hayli uzaktır.

İşadamlığına sanat türbanını geçirmiş adam; Sinan Çetin, moda dünyasında muhafazakar eşcinsel olduğunu açıklayan ancak en fazla koruması gerekeni koruyamayan Cemil İpekçi’ye özenerek; sinema tarafında da sinemanın Cemil İpekçi’si olmaya niyetlidir anlayabildiğim kadarı ile.

SATIRBAŞLARI İLE SİNAN ÇETİN
1975 yılında Zeki Ökten ve sonraları Şerif Gören ve Atıf Yılmaz yanında rahleyi tedris ederken başka (yeraltı maden-iş ten de maalesef sıkı nemalanmıştır), yükselen değer yobazlık olunca başka sesler çıkaran abuk subuk biri;
En önce bir hiçken, devyolu, sonraları baktı olmuyor ortayolu, en sonudada hakyolu tutan gizli şeriatçı; (ne yapalım zaman zaman bu tür yaratıklara aramızda görev düşüyor);
Antalya film festivallerinde kendi filmi ödül alınca, destek; kendi sevmediği yada kendi desteklemediği filmlere ödül verilence ortalığı yıkan bir tatminsiz;
Gerektiğinde herşeyi yapabilecek hatta bir zamanlarda erkekçe dergisi için çektiği çıplak kadın poposu fotoğraflarının birer sanat şahaseri olabileceğini söyleyebilen bir deli bozması;
"düzen budur kardeşim bükemediğin bileği öpeceksin hatta daha güçlü bir bilek olacaksın kardeşim"i hayata geçiren insan. kapitalizmi eleştirip sonra nimetlerinden faydalanmak isteyen kişi olmayı tercih eden müstevliperver kemirgen;
"madem burada yaşamak ve çalışmak zorundayım" kararını verdikten sonra sürünün gideceği yolu değiştirmeye uğraşmak gibi zor bir işe soyunacağına; sürü ile birlikte gitmek hatta mümkünse en önüne geçebilme taktiğini çok iyi uygulamış ve hatta duruma bir de pragmatist yaftası asarak çok ta afili bir hale getirmiş bir dönek;
İki adet ifade özgürlüğü projesi için AB’den kendisine 450 bin Euro tahsis edilen kayıtsız şartsız AB teslimiyetçisi ve Atatürk düşmanı gerici-yobaz olan Atilla Yayla’nın çok değerli dostu;
“AKP’nin tanıtım ve medyadan sorumlu genel başkan yardımcısı Prof. Dr. Edibe Sözen ile önümüzdeki günlerde bir toplantı yapacağız. öncelikle fikir alışverişinde bulunacağız." deyip sonra da işi garantiye almak içinde, “AKP’nin yaptığı icraatları beğeniyorum. ülkemize huzur ve istikrar getirdi. ben geçtiğimiz seçimlerde istikrar için AKP’yi destekledim ve oyumu bu partiye verdim. bu seçimlerde de AKP’ye oy vereceğim. bence AKP devrimci bir parti. AKP’nin ekonomiye ve özgürlüğe bakışıyla devrimci bir parti olduğunu düşünüyorum" gibi sözler eden bir menfaatperver;
Bahçeşehir ve Bilgi üniversitelerinde kendine benzer goygoyları ile birlikte ve maalesef sinema üzerine dersler veren ama ne sevindiricidir ki kendisine hak veren bir öğrencisi bile olamayan, kariyeri kim tarafından şişirildiği çok iyi bilinen tam bir balon şovmen;
“Film Gibi” adı ile TV proğramı yapımcısı olarak ülkenin kültürel kalite anlamında irtifa kaybetmesine katkı sunan bir zoktirik lümpen;
10 ar çift siyah tshirt ve pantolonu bulunan ama ısrarla hergün ayrı ve temiz birisini giydiğini belirtmek zorunda olan bir megaloman ve aşağılık kompleksi bulunan aşağılarda birisi;
Sinema eleştirmenleri tarafından hiçte başarılı bulunmayan (özellikle de hazırkart reklamlarında ayyuka çıkan fahiş yönetmen hatası yüzünden), ama son dönemlerde sığındığı limandan aldığı destek ile Allahın Yürü ya kulum dediği zat;
Kariyerinde hiçte önemsenmeyecek bir dönüm noktası olarak, mobilya reklamı (istikbal mobilya-şeriat holding) çeken ve doğru yerde doğru zamanda bulunulması gerektiğinin ispatı andavül bir insan;
Aslında yakın çevresinin de sık sık söylediği üzere bütün ettiği lafları, karısı Rebekka Haas’tan öğrenip tekrarlayan bir papağan ve doğru eş seçmenin ne kadar önemli olduğunu ispat eden reklam filmleri ağası;
Kirli sakallı entellektüel görüntü altında iş yapmak-para kazanmak dürtüsünün yarattığı hezeyanların tutsağı, işsizlere düşman, sosyal devlete düşman ve de her fırsatta alaya alan bir kin ve nefrete sahip, özgürlük diye düşündüğü şeylerin sadece kendi veya kendisi gibilerin rahatlığından öte olmayan bir makyevelist;
Yüksek entellektüel bilgisi sayesinde kendisine yer bulduğu TV8 deki “yaşamdan dakikalar” adlı geyik proğramında; Nazım Hikmet yanında İsmet Özel ve Teoman'ı sevdiği şairler arasına katarak her konuda ne kadar bilgili olduğunu (!!!) yada Nazım Hikmet’in kendince ne kadar önemsiz olduğunu tebarüz ettiren ve maalesef diğer geyikseverlerden de (Nebil Özgentürk ve Hıncal Uluç gibi) tepki almayan zır ve hınzır cahil;
Ağabeyi Sabahattin Çetin'in tanımlaması ile: "medya maymunu, ruhunu satan, tanrısı para olan, küfürbaz ve aynı soyadını taşımaktan rahatsız olunan" şeytan;
20 Şubat 2008 Habertürk’te Yavuz Semerci’nin sunduğu “Bilgi Odası’” programının konuğu olan Sinan Çetin, daha önce oy verdiğini ve desteklediğini ifade ettiği AKP’nin özgürlükler konusunda sadece kendi tabanını memnun etme tavrından rahatsız olduğunu ve “AKP’nin yanında durmaktan vazgeçeceğim veya vazgeçmek üzereyim” gibi laflar ederek kafasının ne kadar karışık ve cüzdanının ne kadar dolu olduğunu ima edip, necip Türk milletinin direksiyon hakimiyeti en güçlü fertlerinden biri olduğunu ispatlayan goygoycu;
Biridir SİNAN ÇETİN.

Bu abuk subuk herifle ilgili daha fazla uzatmadan kendisini en iyi ve en uzun süre tanıyan birinin görüşleri ile konunun bu boyutunu nihayetlendirelim.
KAFASI ASLINDA HEP KARIŞIKTI
Eski SHP Yöneticilerinden olan, Belge Film'in sahibi Sabahattin Çetin; yıllardır görüşmediği kardeşiyle ilgili olarak kendisine sorulan bir soruya; "Bu vereceğim cevap; aynı zamanda başkaları için de bir anlama geleceği için de söylüyorum. Ben bu konuda o arkadaş ile bir tartışma zemininde yanyana görünmek istemiyorum. Bu bir ağabey, bir kardeş olmaktan öte; bu konuda içim çok acıyor ve cevap vermekten sıkıntı duyuyorum. Bir insanın dünya görüşü yoksa, dünyaya temelli bir bakış açısıyla bakmıyorsa, sağdan sola, soldan sağa yalpalanır, yanlıştan yanlışa gider. Bu zaten bilimsel birşey, herkesin de bildiği birşey. Onun zaten bu konuda kafası hep karışıktı. Yine de karışık, yarın bugün başka bir yanlışın peşine düşebilir. "

YASAKLAR YASAKLANSIN DİYEN SİNAN ÇETİN

6 Nisan, 2006 Marmaris'in Armutalan Beldesi Belediye Meclisi, turistik tesislere yakın inşaatlarda çalışan işçilere türkü yasağı getirdi. Alınan karara göre, çalışır durumdaki turistik konaklama tesislerine 200 metreden yakın olan inşaatlar için, inşaat yasakları 15 Nisan-31 Ekim, diğer bölgelerde ise 30 Nisan-31 Ekim tarihleri arasında uygulanacak. Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, İnşaat İşçilerine Türkü Yasağı Kararına Destek verirken, işçilerin türkü söylemesinin yasaklanmasını olumlu bulduğunu söylerken;
SİNAN ÇETİN nerededir; AKP nin kanatları altında olduğu için bunları görememektedir şüphesiz. Oysa ki reklam filmleri ağalığına uygun düşecek çok daha makul ve sorumlu bir film de çıkabilirdi bu yasaktan...
Ayrıca kanatları altına sığındığı AKP nin ince ve kalın her türlü taktik ve planlarla hedeflediği şeriat ile yönetilen ülke olma yolundaki çalışmalarında örnek alınan ülkelerde; bırakın yerel halk müziklerini bırakın batı müziklerini, dini ilahiler dışındaki CD ve kaset kayıtlarının yapılamadığını konu alan alan bir film hazırlayabilirmiydi acaba? Acaba; acımasızca ve alçakça eleştirdiği o dönemde bile kadın-erkek ve çoluk-çocuk aynı yerde eğlenmekte iken, şeriat ilanını takiben böyle bir şeyin olamayacağını düşünememesinden mi?
Evet Sinan Efendi; bu ülkede bazı türküler ve türkücüler zaman zaman yasaklandı ve hatta hala yasak olanlar var, ancak bunlar hiç te öyle belirtiğin ve uydurduğun gibisinden olmadı, tam tersine ayakları üstünde durabilmeyi öğrendiğin ama elinin cebini doldurduğu ilk fırsatta da küfrettiğin devrimci tarafın türkücülerine; yine şu anda kutsadığın ve hayranlığını beyan ettiğin taraflarca uygulanmıştır.
Büyük ruhsal çöküntü ve savrulmalarının yarattığı hezeyanlarının; mevcut iktidar sahiplerinin parası mukabili tahrik edilerek dışa vurumu şeklinde kurguladığı bu film tamamen uyduruk, düzmece ve küfrün ta kendisidir. Sanat müziğine verdiği önemi; akşam sofralarında konu müzik olunca mutlaka ve mutlaka birkaç ses sanatçısının bulunması ve diğer taraftan her fırsatta ve uygun ortamda sevdiği türküleri bizzat seslandiren ve hatta halk oyunu olarakta zeybek oynayan bir kişi; ATATÜRK kalkacak bunları yasaklayacak, olacak şey değil ama, yaşanan bu kin ve nefret kusma trendinin bir vagonu da neden SİNAN ÇETİN tarafından işgal edilmesin.
Yasakların yasaklanmasını istiyorsan eğer; SANAT ADINA ve de yüreğin de yetiyorsa eğer;
Başbakanını karikatürünü çizmenin, velhasıl komple mizahın yasak edilmeye çalışılmasını eleştirde görelim yiğitliğini. Kolay tabii; uluslararası destek ve teşvikçilerinin istemesi ile ve daha da acısı artık kendisi koruyacak söz sahibi kimsenin kalmaması nedeni ile de genç cumhuriyete saldırmak ...

Aydın demek namus demektir;
Aydın demek dünya nimetleri için fikir üretmeye karşı olmaktır;
Aydın demek biat etmemektir;

SON SÖZ
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.

Çarşamba, Mart 19, 2008

EŞEKLİĞİN TARİHİ ÜZERİNE GÜZELLEMELER


Geçenlerde fikirlerine, öngörülerine, aykırılıklarına ve en önemlisi her konu üzerinde mizahi yaklaşımı yaratabilen parlak zekasına önem verdiğim bir arkadaşımla bu ülkenin standart vatandaşlarının her yerde ve koşulda ama derhal elense çekmeden daldıkları “ne olacak bu memleketin hali” meselesine biz biraz da elense ve peşrev çekerek girdik.
Girdik girmesine de; kısa bir süre sonra da, neden ve nereden aklımıza geldiğini şimdi de çok net hatırlamadığım, bir şekilde “acaba eşeklik kalıtım yolu ile mi geçer” ve “toplumsal gelişememelerde eşekliğin etkisi ne kadardır” gibi biraz da Cem Yılmaz türü önermeler üreterek tam bir geyikleme ile rahatladığımız bir ortam içerisinde; daha önceden nerede okuduğumu şimdi hatırlamadığım ama konuyu çok düşündürücü ve ciddi bir noktaya getirecek şekilde, Osman BÖLÜKBAŞI ile ilgili bir anı aklıma geliverdi ve böylece bende “tahsil cehaleti alır eşeklik baki kalır” lafını ilk kez nereden okuduğumu yeniden hatırladım.
Çünkü; “Eşeklik baki kalır” sözünü ilk defa TBMM çatısı altında, bu lafını pek esirgemeyen ve genellikle de konuşmalarını bu kabil ve halkımız tarafından günlük yaşamda çok sık biçimde kullanılan, derin anlamlar taşıyan sözlerle süslemesini bilen bu laf ebesi politikacı, “senatör seçilebilmek için üniversite diploması almış olmak şartına” istinaden adı “okumuşlar meclisi”ne çıkan Senatörlerin davranışlarına kızdığı bir gün kendisine sorulan soruyu da bahane ederek; “tahsil cehaleti alır ama eşeklik baki kalır” demiştir.
Arkadaşımla bu minvalde konuşurken; bu ve buna benzer sözler nelerdir diye kısa bir araştırmadan sonra bakın neler buldum;
kimin tarafından bu şekilde söylendiğini bulamadım ama sözün aslı bu şekilde imiş,
''mey biter saki kalır
her renk solar haki kalır
diploma insanın cehlini alsa da
mayasında varsa eşşeklik baki kalır''

Diğer taraftan; tahsilin tek başına bir anlam ifade edemeyeceğini müthiş güzel bir şekilde ifade eden Yunus Emre ise;
“girdim ilim meclisine
eyledim ilmi talep
ilm ta gerilerde kaldı
ille edep ille edep”

konuya bir beyitle de Ziya Pasa da katılarak konuyu zirveye taşımıştır.
“bed asla necabet mi verir hiç üniforma
zer - duz palan vursan eşek yine eşektir”

Aidiyetin ve heyecanın, aklın ve mantığın, bu kadar aptalca önüne geçtiği bu günlerde; konunun büyük ustalarının muhteşem sunuşları ile işaret ettikleri durumun kanıtlarının bu ölçüde artmış olması beni ve arkadaşımı yeniden “vay be bu tespitler bu kadar uzun yıllar önce sarf edildiğine ve bugün hala geçerli olduğuna göre” acaba eşeklikte de bir kalıtım olma olasılığı konusunda ciddi ciddi kuşkulandırmıştır.

Bu arada konu ile hiç ilgisi olmamasına rağmen Deniz Akkaya’nında 2 üniversite bitirmiş olduğunu büyük bir sevinçle öğrenmiş bulunmaktayım. Tabii sözü geçen kişi sadece bir örnektir, etrafımızda bol miktarda benzerleri bulunmaktadır.

Ayrıca internet ortamında “Tahsil cehaleti alır, eşeklik baki kalır” sözü sizce doğru mudur?” diye sorularak yapılan bir anketteki son durumun da;
Evet % 88.55
Hayır % 4.82
Fikrim yok % 6.63
Şeklinde olduğunu da görünce; görüşümüzün üzelerek te olsa toplumun önemli bir kesimince de kabul gördğünü anlamaktayız. Hadi bakalım çıkın işin içinden...

SON SÖZ: BU KADAR CEHALET ANCAK TAHSİLLE MÜMKÜNDÜR

Pazartesi, Mart 17, 2008

AKP Kapatılmalı mı?

Tekrar siyasal gündemimize oturan parti kapatmaların, kapatılan parti lehine sonuç verdiği gibi bir uydurma ve safsata hatta yer yer de tehdit amaçlı ve zavallı hale getirilen halkın baskı altına alınmasına ve kuşatılmasına yönelik olarak kullanılan bu söylem aslında hiç de doğru olmayan bir yaklaşımdır. Öyle olmuş olması halinde bu ülkede toplam kapatılan partilerin yaklaşık yarısı; gericilik, laiklik karşıtlığı nedeni ile kapatılmış olmasına rağmen diğer yarısıda sosyalist yada komünist düzen hedeflemeleri nedeni ile kapatılmışlardır. Eğer bu toplum mühendisi geçinenlerin iddia ettiği gibi olsa idi; bu zavallı hale düşürülmüş halkın böyle yüksek adalet duygusu olmuş olsa idi bugün halkın önemli bir kısmınında sosyalist ve komünist olması gerekirdi. Diyebilirsiniz ki bunlar kısmen dinsizliği öne çıkarıyorlar yada düzeni değiştirmek istedikleri için çok radikal geldi bu zavallı halka, peki o zaman 1980 de kapatılan CHP nin bu halini nasıl izah etmek mümkün olur acaba?
Bütün sahte demokratların, 2. cumhuriyetçilerin, tatlı su sosyalistlerinin ve sürekli ve kim iktidar olursa olsun onlardan nemalanan gazetecilerin bu doğrultudaki önermeleri yalandır, yanlıştır ve çok da önemli bir amaca uygun düzenlenmiş bir proragandanın parçasıdır.
İddia ediyorum ki; partileri kapatıldıktan sonra yada darbelerden sonra; demokratların, yurtseverlerin, sosyalistlerin ve komünistlerin başına gelenler bunlarında başına gelse; ki, asla böyle bir şey yaşamalarını istemem, o zaman bunlar eminimki caminin yolunu bile şaşırırlardı.
Ama bütün bu mağdur gösterilme ve görülme çalışmalarında; bu toplum mühendisi bozuntularının, gördüğü ama asla telaffuz etmedikleri birşey var, her kapanmadan sonra özel teşvik ve güçlendirme çalışmaları ile yeni oluşumlara zorlanmıştır bu eğilimdeki insanlar; hatta o kadar teşvik ve cesaret verilmiştir ki kendilerine, örneğin Milli Nizam Partisini kapatan zihniyet, dönüp kuvvet komutanı düzeyinde başkanlığı olan bir heyet teşkil ederek, korkudan hızını alamayıp İsviçre’ye kadar kaçıp orada bile korkusunun esiri olarak inzivaya çekilen liderini davet etmezdi tekrar siyaset yapmaya. Bakılınca ve istenince bunun; Demokrat Parti devamı olan Adalet Partisine, Adalet Partisinin devamı olan ANAP a oradan AKP ye işleyen süreçte de aynısı olduğu görülecektir.
Bütün bunlardan anlaşılacak ve anlaşılması gereken sonuç şu; Fazilet Partisini kapatacaksınız ama bugün Devletin tepesinde bulunan o zamanki genel başkan yardımcısını “kayıp trilyon” davasından yargılamayacaksınız, sonra da hatta ödül kabilinden alıp devletin en tepesine koyacaksınız sonra halkın teveccühü ve yüksek adalet duygusunun ve mağdur edilmişten yana eğilimin, durumu izah etmek için en önemli araç olduğunu söyleyeceksiniz.
Şimdi; AKP nin bütün eski ve yeni yöneticilerinin, siyasi olarak değil ama; hukuk tekniği açısından ve tamamen; yapılan yolsuzluklardan, ihalelere fesat karıştırmalardan, özelleştirmelerden alınan komisyonlardan, ve de belki de konunun en masum tarafı olan şeriatçılıktan yargılayamazsanız ve sonuçta da adaleti; Gaziantep’te ki tamamen yemek için tatlı çalan çocuklara ve TBMM de eğitimin parasız olmasını talep etmek için pankart açan çocuklara karşı davranıldığı kadar, hukuk’un tekniğini kullanarak ve siyasi hislerimizden uzak durarak ve hukuk soğukkanlılığı ile ileişletemezseniz, bu partiyi kapatsanız yada kapatmasanız da birşey değişmeyecektir.
Recep beyin; Devlet örgütlenmesini tarikat örgütlenmesi ile karıştırmaktan kaynaklanan “ Genelkurmay başkanı bana bağlı” saplantısı, 10 kasımın hayvanları koruma günü ilan edilmesini masum bir durummuş gibi değerlendirmesinde bulunması, bazı belediyelerin personel alımında “imam-hatip” mezunu olma mecburiyeti getirmesine sessiz kalması, Malezya gezisi sırasında ‘‘Modern bir İslam devleti olarak Türkiye, medeniyetlerin uyumuna örnek olabilir’’ demesi, Sendikaların dernek, tarikatların vakıf ilan edilmesi, ben İstanbulun imamıyım demesi, Elhamdüllah şeriatçıyım demesi, imamlarda nikah kıysın demesi, türban için “Velev ki (türbanı) bir siyasi simge olarak taktığını düşünün” demesi, İstanbul’daki başı açık kadınların yarısı vesikalı orospu diyen öğretim görevlisini makul karşılaması, Amerikaya biattan ötürü ölen 1.000.000 müslümana bile sahip çıkamaması da eğer bir siyasi suç değilse tarihe bırakılsın yargılaması ama allahaşkına Türkiye’nin bütün değerlerinin satılmasına rağmen, 5 yılda 200 milyar dolardan 400 milyar dolara ulaşan borca rağmen, istihdam açısından bir ilerleme yoksa bu para nereye gitti denilip, Türkiye’nin gördüğü bu en hızlı iş bitirici partisinin ekonomik talan ve vurgundaki kusurundan yargılanması ve peşinen ilan edeyim ki şuçlu bulunması kaçınılmazdır.
Abdullah Cumhur Bey’in “Ben şu anda siyaset üstü bir insanım. Türkiye'nin birliğini, bütünlüğünü temsil ediyorum ve Türkiye'nin kısa, orta, uzun vadeli çıkarlarını düşünürüm. Bu açıdan bakarım ve değerlendirmelerimi hep bu açıdan yaparım” değerlendirmesi “Dindar cumhurbaşkanı olarak seçilmek istediğini ve seçildiğini unutmadan nasıl söylenebilir acaba? AİHM’nin türban kararını din alimlerinden görüş almadan vermesini eleştirdiği Recep Beyin açıklamasının hatırlatılması üzerine “AİHM kararından önce din bilginlerine danışması gerekir mi?” sorusuna da canı yürekten evet cevabı ile katılması, 3-4 sene önce neredeyse başörtülü insanlara Kızılay'ı bile yasak edeceklerdi açıklaması yapmasını da siyasal suç hadi saymayalım, peki geçmişte partilere yapılan devlet yardımının cebe indirilmesini de mi, özel harcamaları devlet kesesinden yapmak ve bu konuda mahkeme kararı ile mahkum olmak da mı yeterli değil.
Bütün bu olanlar Necip türk milletinin mağdurdan yana olması ile açıklanacaktır. İşte anlaşılması ve anlatılması çok zor olan durum da budur. Bütün bu sayılanların karşısında hala birileri çıkıyor ve özgür iradesi ile “bu devirde partimi kapatılır” diyorsa bu özgür irade de özgür cüzdanın baskısında kalmıştır başka türlü izah edilemez.
Gelelim konunun başındaki önermeme; eğer bu parti kapatılır ve özellikle de yöneticileri; yasalarda belirtilen gerekli cezaları alırlarsa, uluslararası oyunlarda ve de özellikle ABD ve AB ortadoğu politikalarına kurban olmadan, sonra da siyasete ve ekonomiye hakim birileri yine yukarıda belirtiğim şekilde desteklemez ise bunları; bu zevat da yine devlet derinliklerindeki kulaklarca ve gözlerce bilinen ve uluslararası para bağlantıları olan; Yurtdışından ve de özellikle Almanya’dan toplanan paraların desteğinin kesilmesi, İslamcı holdinglerin yardımlarının önünün kesilmesi ve batanlarının ise siyasilerle ilişkilerinin tespitinin yapılarak bundan sonrasının önünün kesilmesi, Dünya islam birliğinden gelen paraların kamuoyu yaratmak için kullanılmasının önüne geçilmesi, Rabıtat ül islam dan gelen paraların siyaset yapma amacı ile kullanılmasının önüne geçilmesi, Suudi iş adamlarından gelen ve tamamen kamuoyu oluşturmak ve siyaset yapmak için kullanılmasının engellenmesi halinde bu partilerin devamı kesinlikle olamayacaktır. Çünkü bu tür davranışların tüm olumsuzlukları ve suçları devletin derinliklerindeki kulak ve gözlerce izlenmesine, bilinmesine rağmen yine devletin hoşgörüsü altında palazlanmaktadırlar. Aksi taktirde tarihin çöğlüğe gitmeleri kaçınılmazdır.
SON SÖZ: BİR YALAN NE KADAR BÜYÜKSE İNANANLARIN SAYISI O KADAR ÇOKTUR.

Cuma, Mart 14, 2008

ÖRTÜNME ÜZERİNE TEZLER - 1

Dinler derinlemesine bakıldığında; yeterince aydınlatılmamış yada karanlıklarda konuşlanarak, aydınlık ortamlardan bilgilenerek yine bu aydınlatılmamış ortamlara çoğunlukla da uyduruk yorumlarla göndermeler yaparak konuşlandığı karanlıklardan beslenir. Dinler; en önemli ve vazgeçilmez araçlar olarakta yarattıkları korkuları ve tehditleri inanılmaz bir baskı kaynağı olarak kullanmaktadırlar. Dünyayı yönetenler ve dünyaya yön verenler; toplumlar bilgi ve akli yöntemlerini kullanmaktan da uzaklaştıkça, dinler tarafından yaratılmış olan bu korku ve tehditler ile toplumları etkileme ve de giderek kontrol etme ve katıksız yönetimleri altına almak ve hatta kendilerine biat etmeleri için, her türlü yolu ve yöntemi mübah sayarlar. Oluşturulan bu katıksız biat kompartmanları sayesinde de zaten gücün egemenliğine tapan kitlelerin sömürülmesi ve ezilmesi daha bir katmerleşmekte iken, sömürülenlerin ve ezilenlerin ayrıca kendi içlerinde özellikle ve konumuz gereği de erkeklerin kadınlar üzerinde; sanki kendi ezilmişliklerin intikamını alırcasına ve sanki mağduriyetlerin nedeni kadınlarmışcasına ve tüm kötülüklerin ve günahların kaynağımışcasına, sonuç olarakta kendi cinsel bakışlarının metası haline getirilmişlikten ötürü, şiddet ve baskı uygulamaktadır. Erkek beyninin yarattığı cinsel metayı da sadece ve sadece kendi beyinlerindeki kodlama ve tanımlamadan ötürü, yine kendi kötü bakışlarından gizlemek için ve de temelde toplumun yaklaşık yarısını yok saymak adına, uygulamanın tamda mağduru olmasına rağmen; kadını, suçlu ve günahkar muamelesi çekerek yapılan sayısız haksızlıklardan biri olarak da, türbanın altına hapsetmeyi uygun görmektedirler.
Kadını türbanın içine hapseden bu çağdışı zihniyet ve kafa; kadının toplumsal fonksiyonlarını yok ederek, hemde tüm bunları tanrı adına yaparak, toplumun yaklaşık yarısının yok sayılmasının önünü açarak, toplumun olası itirazlarını yarıya indirerek kolay yönetilmesinin yolunu bulan erkekler, “türban bir özgürlük sorunudur” aldatmacası ve uydurmacası ile de kadınları bu dayatmanın, “tanrının koyduğu yasağı insanlar uygulamak zorundadır ve kaldıramaz” kılıfı ile de özgürleştiklerine inandırmaktadırlar.
Diğer taraftan da bu erkeklerin başı muhterem başerkek daha da ileri giderek; "Varsayalım ki türban bir siyasal sembol olarak takılıyor, suç mu?" diye sorarak, hukuku yok sayma pahasına suç işlemekte olup bunu da; “nüfusunun yüzde 99'u Müslüman olan ülkemde insanlar dininin gereğini yerine getiremiyor, biz bunu engelleyenlerin ardındaki zihniyeti biliyoruz" teraneleri ile de sokak kabadayısı ağzı ile, kendisine biat etmeyenleri tehdit ediyor.
Bütün bu yaşanan sürecinin sonunda, 22 temmuz seçim sonuçları ile “tüy dikme ritüelini” demokrasinin zaferi sayan; başta II. Cumhuriyetçiler, sahte Atatürkçüler ve demokrasinin maalesef ne olduğunu anlayamayan yada bedeli mukabili demokratmış gibisine konuşan ve yazan sahte demokratlar ile İran’dan ders alamamış solcuların ve kadının türban takmasını gerçekten özgürlük diye içselleştiren sosyalistlerin; aynı başerkek’in neden önceki 5 yıllık süreçte bu konuyu yasallaştırmak adına cihat eylemediğini; iyi yönetilemeyeceğinin bütün işaretleri bulunan ve davul çalarak gelen ekonomik krize giydirilen türban olduğunu görünce ne diyeceklerini çok merak etmekteyim; açıkçası...