Komünizm korkusu gereği özellikle de 2. Paylaşım savaşı (dünya savaşı) sonrası kapitalizmin uydurduğu bir uygulamadır, sosyal konut. Kapitalizm, bu kelamın ardına sığınarak, yoksulluğun ve yoksunluğun pençesindeki “en alttakilere” kafaları karışıp, çelinip de Allah muhafaza “komünist” eğilimlere tevessül etmesinler diye, her ülkede, ülkedeki kapitalistleşme seviyesine bağlı farklı farklı görünüm ve içeriklerde uygulamalar başlatmış ve hala da devam etmektedir. Lakin tüm bunlar birer “göz boyamaca” olmanın ötesine geçememektedir. Peki, geçebilir mi, zinhar geçemez. Kapitalizmin doğasına aykırıdır.
Tüm
aykırı anlatımlara rağmen, özellikle de II. Dünya (paylaşım) savaşından büyük
bir özgüven, prestij ve başarı ile çıkan SSCB artık kapitalizmin her dönem
gladiosu pozundaki Almanya sınırına dayanmıştır. Esasen Almanya içinde de, ta
başından itibaren karşılık bulmuştur sosyalizm lakin bulunan beynelmilel yöntem,
yerli ve milli imkânlar muvacehesinde bir tarafı ile provokasyonlar diğer tarafı
ile de direk operasyonlar marifeti ile tasfiye ya da kontrol hep kolay olmuş
iken şimdi artık içsel bir olgu olmanın yanında dışsal bir olgu haline de gelmiştir.
Dolayısı ile behemehâl tedbir alınmalıdır. Özellikle de “barınma krizine”
yönelik olarak. En alttakilere çok ucuz hatta bedava konut tahsisi gündemin
merkezine oturmuştur. Mesela 60’lı yılların başlarında Canım Yurdumdan Almanya’ya
yoğun işçi akımı nedeni ile bizler tarafından da duyulmaya başlamıştır, “Haym” adında işçi ya da bekâr için çok
ucuz konut türü ile mezkûr tahsisat işleri. Gerçi biliyoruz, özellikle Kuzey ve bazı Orta Avrupa
Ülkelerinde “işçi konutları” yoğun
olarak yapılmaktadır gönül ve akıl kayışını kesmek adına. Gerçi bunların önemli
bir kısmının mülkiyeti işçilere ya da kooperatiflerin hükmi şahsiyetlerine
teksif edilmiştir lakin mülkiyet devri maalesef yerel şartlara tabidir. Bilenler
bilir lakin yine de yazayım; bu kabil konutların adları başta Fransa’da “HLM”,
Almanya’da “gemeinbau”, İsveç’te “Million programme”, İngiltere’de “Council
House”, olmak üzere tüm diğer ülkelerde “devlet konutları” ya da “sosyal
konutlar” olarak bilinmekte olup mülkiyeti ise neredeyse tamamı genel ya da
yerel yönetimlere ait olup garibe, gurebaya ve ne yazık ki yine de onların
tahsiste öncelik listelerine istinaden yapılmaktadır. Olması gereken “sosyal
konut” anlayışına yine en fazla yaklaşabilenler bunlardır. Sosyal konut mefhumunun
ilhamını oluşturan sosyalizmin ilk uygulandığı ülkede ise maalesef, Nikita Kruşcev’e
(yerelde Nikita Hroşçov) ithafen “Hruçşovka” adı altında ve 1960’lı yıllar
sonrasına kalmıştır. Gerçi öncesinde Stalin döneminde yapılan “Stalinka” adı
verilen devasa binalardan oluşan apartman yapıları da vardır… Nazım Hikmet’in
bir Avusturya seyahatinde gezdiği Avusturya işçi konutları için SSCB’dekiler
ile kıyaslayarak söyledikleri de dönemin SSCB yöneticilerini ziyadesiyle üzmüş
ya da kızdırmıştır da…
Şimdi
bakıyorum dünyanın her yerinde görünümü farklı içeriği ve bedeli fazlaca değişkenlik
göstermeyen konut imalatları ve satışları var ve her birine de ne yazık ki
yerel tatlara münasip “sosyal konut” deniliyor. Esasen bunların tamamı
yönetimlerin takdir ve tarifine uygun lakin asla ve kat’a doğru olmayan
uygulamalardır. İster kooperatif ister direk kamu marifeti ile imal edilip kafalarına
göre oluşturulan ihtiyaç sahipleri listelerine istinaden bedeli mukabili mülkiyet
devri yapılsın, tarif “ucuz konut” ya
da görece “ucuz konut” olmanın ötesine geçemiyor. Necmettin Erbakan’ın “pansuman
tedbirler” sözü bu abuk subuk işler içinde çok münasip bir tariftir bana göre… Statü
ve isim, konutun imal ve temin şekli üzerinden olmaz lakin tahsis ve kullanım
şeklinden oluşur.
Günümüzde
artık yaşanabilir ve yeterli esasen de sınırsız ve sorumsuz süreli olarak her
aileye ya da aile kurmak isteyenlere ya da yalnız yaşamak isteyenlere bila
bedel ya da sembolik ücretli konut tahsis edemiyorsanız, konuya ilişkin kelam
edilmesinin bile ayıp sayılması hatta mümkünse de üzerine konuşulmaması kanuni
mecburiyete tabi olması gereken bir durumdur, bence… Yoksa gerisi “çene suyuna pilav” tadındadır.
Gelin size bakın konu nasıl çözülürmüş anlatayım da kafalar hem sosyolojik hem metodolojik hem de ideolojik olarak pırıl pırıl olsun. Son derece basit, kolay anlaşılır ve de lafı dolandırmadan… Basacaksın parayı Devlet adına tespit edilen ihtiyaç miktarı kadar farklı kategorilerde ev sahibi olacaksın ve ihtiyaç sahiplerine bila bedel tahsis edeceksin. Hem de, öyle gak guk etmeden, başta büyük şehirler olmak üzere sırası ile ilçeler, kasabalar hatta köyler nüfus hesabı yapılarak meydana çıkacak münasip pursantaj üzerinden tespit edilen miktar kadar konut behemehâl üretilmeli. Yapılabilir mi, kim yapabilir gibi sorular ilk akla gelenlerdir, evet yapılabilir evet bütçe zor değil, evet sadece niyet ve azim gereklidir. Lakin kamu kurum lojmanlarını babalar gibi satma zihniyetinin bunu yapma niyeti yoktur esasen de olmaz ve de olamaz bu da kendi naturasına aykırıdır. Ne zaman “devlet size iş vermeye mecbur mu?” sorusuna gönül bolluğunca akıl derinliğince ve de kocaman “evet” cevabı veren insanlar olacağız, işte o zaman barınma krizi diye bir derdi olmayacaktır dünyanın…
Öyle TOKİ’ye konut yaptırıp ucuza satıyorum işini de kimler makul, anlaşılır ve kabul edilebilir görür bu manada bilemem. Aaa TOKİ marifeti ile konut üretip vatandaşa satılması da caiz midir derseniz, hiçbir itirazım olmaz ama bunlar zinhar sosyal konut olmaz. Hele kooperatiflere de arsa tahsis edip üyelerin kendi paraları ile inşaat yapmalarına bazı kalemlerde KDV ve vergi muafiyetleri yapılıyor olması da caizdir ama bu da zinhar sosyal konut değildir. Bu yolla da devlet asla ve kat’a sosyal devlet olmaz…
Öyle hem kapitalizmin babası gibi davranıp hem de ev sahipleri üzerinden sosyal devlet görünümü vermek olsa olsa Mercedes görünümlü Murat 124 gibi bir şey olur. Öyle başkasının kesesinden somun pehlivanlığı günü kurtarma adına sevimli görünebilir ama kazın ayağı öyle değildir. Esasen de ayağı öyle kaz da dünyaya gelmemiştir. Gelenler de binicileri ile birlikte suyun karşı tarafına geçmiştir. Bu durum devekuşu durumudur, popülizm adına kuş olurken, temsil edilen sistem adına deve olunur, sosyalizmden alacaksın parlak kelamı içini kapitalizmin melanetleri ile doldurup piyasaya süreceksin, de git lan derler adama…
Esasen
bu yaşananlar da konut krizi felan da değildir, bal gibi barınma krizidir. Aaa
bu sadece Canım Yurdumun yüz yüze geldiği bir durum mudur? Zinhar, 1991 de SSCB’nin
dağılması ile birlikte o güne kadar hiç bu konularla en azından bu kadar
sıkışmamış olsa da şimdilerde ciddi ciddi barınma krizi baş göstermiştir, başta
Almanya, Danimarka, İsveç, Fransa, Hollanda gibi ülkeler olmak üzere tüm
kapitalist dünyada da… Bakılmasın o mağrur ve nobran ABD tavrına, unutulmasın
ki dünyanın en fazla evsizini ve yoksulunu barındırmaktadır kendileri. Sorun
kapitalizmin yapısal olarak sosyalleşemeyecek olmasıdır ve kapitalizmin
babalarının böyle niyetlerinin olmamasıdır. Esasen de kapitalizm budur. Geniş
yoksul ve yoksun kitleler ve mutlu azınlık… Ara sıra somun pehlivanlığı
kabilinden eldeki sınırsız ve kontrolsüz güç ile de zapt-u rapt…