Çarşamba, Aralık 19, 2018

GOLF YATIRIMI


Şimdilerde bakıyorum, tekrardan bir “Golf Sahaları” yapalım gibi vaatler ön plana geçmeye başladı, umarım bu konudaki yatırım planları ya da vaatleri sadece sözde kalır ve bizde bir vade sonra unuturuz zaten, konu da kendiliğinden kapanır. Yoksa sonu maazallah… Golf bırakın Çeşme’yi, Türkiye’nin değil, hatta Dünyanın bundan böyle tercih etmesi gereken bir spor dalı değildir, o da spor ise eğer, ilaveten uygun bir yatırım da değildir, bir sürü nedenle. Bildiğimiz konuları paylaşacağım aşağıda, aaa biliyorum bu yazıyı kim okur, kim umursar, kim doğru bulur, söylenenler doğru mudur diye kim araştırmaya girer, Emin olun; kimsenin umurunda değil, söyleyeceğim bu kelamlar… Aynen, abuk subuk açık deniz balıkçı barınağında, RES’lerde, JES’lerde, ne oldu ise bunda da aynısı olur. Bizimkisi “Güncel Politika” değil, ilaveten karar vericiler ile birlikte politika da yapmadığımıza göre, yazıldığı ile kalır eminim. Kaygımız sadece ve sadece memleket, sevdamız memleket, hedefimiz doğayı korumak. Zinhar başka bir derdimiz yok. Aaa biliyorum, deniz kenarında dalganın kıyıya vurduğu deniz yıldızını denize tekrar göndermenin de faydası yok ama, ne yapayım elimden başka bir şey gelmiyor. Yine de yazalım, yazalım ki, hani Firavun’a sormuşlar “nasıl firavun oldun” diye o da cevaben “kimse itiraz etmedi de ondan” denmesin, en azından tarihe not düşelim…

Golf’ün çevreye ve doğaya vermiş olduğu zararlar, artık tüm dünyada görülmüş, öğrenilmiş ve anlaşılmıştır, tam da bu nedenle başta golf’ün çok yaygın olduğu ABD, Kanada ve Japonya’da, başını çevrecilerin çektiği golf karşıtı büyük lobiler oluşmuş ve mezkûr spora karşı inanılmaz büyük çaplı tepkiler organize edilmiştir. Bakmayın siz, bu kabil çevre ve doğa tahribatına gözünü kapamış medyanın bu konuları gündeme taşımıyor olmasına, bu para babalarının sahibi olduğu medya kuruluşları yazmıyor, söylemiyor ya da haber etmiyor diye, herkes sağır, kör ve dilsiz değil… Ciddi protestoların olduğu kesin olup sadece yansıtılmıyor, o kadar…

Bir de Golf prestij yatırımı ve sporu imiş gibi kelam ediyor olanları da çok ciddiye almamak gerektir herhalde ya bilmiyorlardır ya da bilmiyorlardır (!!!), tekrarladığıma bakmayın, oraya yazacağım kelimenin hukuki sonuçları olabilir diye düşünüyorum. Ayrıca bu “prestij” kelimesi, “itibar” kelimesi ile başlayan ve savunulan bir dolu yatırım bize yabancı değil ilaveten de doğru da değil. Allah muhafaza, sizin için golf itibar projesi olur, başkası için kasr itibar projesi olur ve de etrafımızda itibar projesinden geçilmez. Terminoloji seçiminde de dikkatli olunması mutedil politika yürütmenin önemli bir aracıdır, çok gergin gündemimize de katkısı olmaz.

Şimdi gelelim; Golf yatırımının nasıl bir çevre ve doğa katliamına neden olduğunu dilimiz döndüğünce anlatmaya. Bilindiği üzere Golf sporu çok kaliteli bir çim saha gereksinimi gösterir, bu nedenle yatırım maliyetinin yanında işletme maliyeti de önemlidir. Evvelemirde sporun doğası gereği çimin bir hayli kısa kesilmesi gerekmektedir, bunun teknik anlamda manası ise, kısa kesilen çimin kendisi için gerekli “fotosentezi” layığı ile yapamamasına neden olur, binaenaleyh normal çimin besin ihtiyacına göre daha fazla beslenmeye ihtiyaç göstereceği aşikardır, bunun da anlamı gereğinden nerede ise 5 ya da 6 kat fazla gübre kullanılma ihtiyacı doğar. Tabii ki gübre ihtiyacı da doğal gübre ile karşılanamamakta olup kimyasal gübreye müracaat edilmektedir. Kimyasal gübrenin bu dozda yani aşırı miktarda fazla kullanılmasının ise yeraltı sularına verdiği zarar gayet açıktır, zaten sınırlı ve sıkıntılı olan yeraltı su rezervimiz bu manada risk altındadır ve bu riskin oluşması halinde de telafisi mümkün değildir. Haydi mümkün değildir demeyelim ama oldukça güç ve pahalı sonuçlar doğurur. Uzmanların yaptığı araştırma ve yazdıkları raporlara bakılma lütfu gösterilirse eğer, görülecek ki, ilaç kullanımı da bir o kadar tehlikeli sonuçlara gebedir, normal tarım ve çime göre 6 kat daha fazla ilaçlama yapılması kaçınılmazdır. Diğer taraftan; yine yaklaşık 1.000 dönümlük bir golf sahasının su ihtiyacı da yaklaşık yıllık 1.000.000 m3 (metreküp) olup neredeyse 15.000 kişilik bir kentin 1 yıllık su ihtiyacına tekabül etmektedir. Saydığım bu 3 adet gerekçenin yanında sosyal tarafları da şüphesiz vardır ve birazdan onlara da değineceğim. Ancak; bu teknik izahlara rağmen hala “golf yatırımını” bir turistik ve ticari yatırım olarak görür ve ısrar edersek eğer doğal kaynaklarımızın sürdürebilir olmasına yönelik ettiğimiz kelamların ya manasını bilmediğimiz anlaşılır ya da takiye’ye devam durumudur. Bugün dünyada yaklaşık 60.000.000 (altmış milyon) golf oyuncusu olduğu ve bunun yaklaşık 40.000.000’nunun (kırk milyon) da ABD de olduğu düşünülür ise gerek ülkemize gerekse de ilçemize gelen ABD’li turist sayısını söylemeye bile gerek yoktur herhalde. Yani dünyada dünya nüfusunun %1’inin Golf ile ilgili olduğu bunun da %66’sının ABD’de olmasının, mesafe ve tercihler açısından nasıl turistik katkı sunacağı da takdire şayandır. Ayrıca ülkemize gelen ABD’li turistlerin bir istatistik değer olarak sunulmasının bize faydası olamayacağını da nerede ise tamamının “Kruvaziyer turisti” olmasından bilmekteyiz. Geriye kalan ise zaten bizi az tercih eden kuzey Avrupa ülkeleri turistleridir. Ayrıca; diğerleri de Çeşme’ye golf oynamaya neden gelmeliler acaba?

Golf; Dünyadaki kabulü ile mutlu azınlığın sporudur, aaa tercihiniz mutlu azınlık spor yapsın ise eğer, golf doğru yatırımdır ama yaygın kitleler hatta geliri çok düşük olanlar bile yapsın diyorsanız zinhar yanlış ve hatta bu manada bile zararlı bir yatırımdır… Bırakın bu bireysel sporların altyapılarını hazırlamayı, bırakın bireysel spor yatırımlarını, ülkemizin ihtiyacı “sosyal” olmanın gereği olarak kitle sporlarıdır, destekleyin kitle sporlarını lütfen… Valla illaki yapacağız diye bir inada da sahipseniz bari doğal çim yerine sentetik ya da suni çim yapın…

Haa bir de istihdam yaratılacak gibi kelamlar edilirse de bu işi hiç bilmeyenlerin konuştuğu söyleyebilirim, çünkü personel istihdamı açısından bir hayli cimri bir organizasyondur, golf yatırımı… 1600 – 1700 dönüm araziye yaklaşık 600-700 dönüm çim bölge gerekir, böyle bir tesiste de maksimum 25 bilemediniz 30 personel çalışır. Gerisi laf-ı güzaf… Ben görevimi yaptım, kendimce bildiğim doğruları yazdım. Söz, yetki ve karar sahiplerinindir. O zaman da benim ki laf ola beri gele…

Pazar, Aralık 16, 2018

SİNYALİZASYON


Ankara-Konya seferini yapan YHT’nin (Yüksek Hızlı Tren) kılavuz lokomotifle çarpışması sonucu 3’ü makinist 9 kişi hayatını kaybetti, 47 kişi de yaralandı. Haber böyle geçti. Haber geçti ama bizim yüreğimizi deldi geçti, bazıları için bu ölümler bir istatistik olabilir ama bizler için değil, tüm ülke kahroldu… Bunun üstüne Sn. Bakan çıktı dedi ki; “demiryolu işletmeciliğinde sinyalizasyon olmazsa olmaz değildir” … Bizdeki bilgiler böyle olmamakla birlikte, köprünün altından çok sular geçmiştir diyelim ve tabii ki kendisi Bakandır ve en son bilgiler kendisindedir ve her şeyi biliyordur ki böyle konuşuyor diyelim.

Yıl 1990 Eskişehir-Ankara arası sinyalizasyon projesinin gerçekleştirilmesi ihalesi, çalıştığım STFA firmasının da içinde olduğu bir konsorsiyumunca üstlenilmiş, şimdi adını hatırlayamadığım bir Japonya firması ve Almanya firmaları da sırası ile proje ve malzeme tedarikçisi idi. İnşaat işleri tamamen bizim firmanın sorumluluğunda yürütülüyor ve Şantiye Şefi olarak sahadaki tüm uygulamalardan sorumlu idim. Bu projenin gerçekleştirilmesi aşamasında, sinyalizasyon üstüne bazı basit kural ve tespitleri öğrenmiş olmam itibari ve proje bilgisi çerçevesinde bunlarla birlikte birkaç anımı paylaşmak istiyorum…

Sinyal ile kontrol edilen hatlarda, kazaların ancak “makinist, sinyalizasyon, dispatcher” (merkezdeki hareket memuru) üçlüsünün aynı anda aynı hataları yapması netcesinde olabileceğini öğrenmiştik evvel emirde, yani aynı anda aynı hatalar gerçekleşecektir ki kaza olsun, yoksa kaza olma ihtimalinin nerede ise sıfır olduğu bilgisi aktarılmış idi yetkililer tarafından… Üstüne üstlük bizim gerçekleştirdiğimiz projenin en önemli kısmı ise, Dispatcher tarafının tamamen compütürize (CTC) edilmesi esasına dayalı olduğundan, sistem ve sistemi oluşturan üçlü daha güvenli yönde tahkim edilmiş bulunuyordu. Yani; diğer teknik altyapı problemlerinin tamamen giderilmesi ve çözülmesi ile altyapının hızlı ulaşıma cevaz verecek hale getirilmesi, esasen tren trafiğini daha da arttıracaktır bilindiği üzere, tam da bu nedenle güvenli seyrüsefer önceliği önem kazanacaktır. Demiryolu (tren yolu) sürat ve fren mesafesi korelasyonu mucibince “blok” adı verilen esasen de sinyal düzenlemesi yapılacak mesafelerde bölümlere ayrılmaktadır. Yolların bloklara bölündüğü ve her bloğun ayrı ayrı sinyal kontrolü yapıldığı bu alanlar, basit elektrik prensiplerine (hatta ortaokul fizik bilgisi) göre düzenlenir, blok ray giriş ve çıkışları izolatör contaları (düzenekleri) ile bölünür, bir yandan karşılıklı 2 ray da birbirinden izole edilerek ayrılır iken diğer taraftan da bloklar birbirlerinden bağımsız çalışmaya başlarlar. Blok içindeki tek taraflı raylar elektrik iletimi için birbirleri ile ortak çalışacak düzeyde olmak kaydı ile iletime uygun tellerle birbirleri ile irtibatlandırılır. Blok bir taraftan bir batarya ile seri akım direnci ile beslenir, bloğun diğer ucundaki raylarda bir röleye bağlanır, yol (blok) boş olduğunda rölede enerji bulunmaktadır. Eğer blok içine giren bir tren olur ise, bloktaki karşılıklı 2 ray arası devre kurulur ve kısa devre oluşumu nedeni ile röledeki enerji kesilir, sinyal sistemi kontrole başlayacaktır. Blokların bu meşguliyeti trenlerin birbirleri ile karşılaşmasının önüne geçmektedir en basit anlatım ile. Yol üzerinde çalışan personelin ya da geçen yayaların ya da hayvanların güvenliği ve raylar arasındaki kaçak dirençte harcanacak enerjinin düşük seviyede tutulabilmesi için ray devresini beslemekte düşük gerilimler kullanılmaktadır. Ray kırılmalarında bile bu sistem erken uyarı görevini yapmaktadır vs vs. Nokta… Hatta 3 nokta… Bilmeyenler ortaokul fizik dersinde öğrendiklerini hatırlamaya çalışsınlar…

Diğer taraftan, “Yolcu” (farklı bir ismi de olabilir) diye bir eleman olur onların bir menzili vardır, o menzili yaz, kış, kar, soğuk ve rüzgâr deneden her gün yürürler, neden çünkü hattın emniyeti önemlidir. Basit vida sıkma işlerini yapar, daha önemlilerini anında merkez bakıma bildirir, bu amaçla direk merkez irtibatlı belli mesafelerde telefonlar bulunmaktadır, şimdi personel tasarrufu diye bunların işine son verirseniz, ya da bu kabil zor şartlarda yürütülen işlere son verir, personele kolay iş verirseniz, maazallah…

Bir de komik bir hikâye, çalıştığımız hattın “Beylikköprü” bölümünden, zamanın beherinde bir Demiryolu İşçisi evinin uzağındaki bir istasyona sürülür, gittiği çalışma yeri ile evinin bulunduğu arasında tek ulaşım yolu demiryoludur, topoğrafya bir başka ulaşıma el vermemektedir. Adamcağız sabah işine gitmek üzere istasyona geliyor, tren ile işe gidiyor ancak akşam dönüşlerinde istasyona gelip oradan evine gitmesi halinde de haddinden fazla zaman kaybı oluyor. Arıyor, tarıyor bir çözüm üretemiyor. Yetkililerden tekrar eski çalışma yerine atamasının yapılmasını yalvar yakar istiyor ama mevzuat ve müdüriyet bir türlü insafa gelmiyor, aile durumdan çok muzdarip… Hemen devreye ailenin ortaokula giden çocuğu devreye girer, babası ile irtibatlı ve destekli fizik bilgilerini konuştururlar, her akşam babasının geldiği treni evlerinin önündeki bloğu karşılıklı rayları irtibatlayıp kısa devre oluşturmak sureti ile blok meşgule düşürülünce, tren mezkur 3lü tarafından otomatik durdurulur ve baba trenden çaktırmadan iner, artık zamandan tasarruf devrine geçilmiştir. Ancak bir süre sonra hep aynı trenin hep aynı blokta otomatik durması dikkat çeker, yapılan gözlem ve araştırmalarda bu cingözlük anlaşılır, gerekli cezalar verilir vs… Çocuğun fizik bilgisi ile babanın demiryolu işletmeciliği bilgisi ceza almalarına engel olmaya yeterli olamamıştır…

Sinyalizasyonun çok önemli olduğu söylenirdi o zamanlar, gerçi tarih 1990 gibi idi üzerinden yaklaşık 30 yıl geçmiş, tabii ki teknolojik gerekler ve gerçekler de değişmiş olabilir. Bir başka anı ve hissesi ile sonlandıralım; bir akşam şantiye personelden biri dönmeyince arazide arama çalışması yaptırmış idim, ne görelim bizim sürveyan arkadaşımız arazide köpeklerin saldırısına uğramış, korkudan “sinyal” direğinin üstüne tırmanmış ve orada oturmaktadır, anlayacağınız sinyal direkleri o tarihte de sinyal dışında da hizmet sunmakta idi, uygulamalı bunu da görmüş idik. Yani bu anlamda bile olsa sinyalizasyon gereklidir diyelim… İyi haftalar.

Cumartesi, Aralık 08, 2018

ÇEŞME SİLUET PROJESİ

Zamanın behrinde, Çeşme’nin denizden yaklaşımda siluetini oluşturan yapıların gerek gabari gerekse cephe özellikleri açısından bir bütünlük ortaya koymadıkları iddiası üzerine, aralarında Çeşme Kaymakamlığı, Çeşme Belediyesi, İzmir Ticaret Odası, Mimarlar Odası İzmir Şubesi, İzmir Ekonomi Üniversitesinin bulunduğu kurumlar vasıtası ile “ÇEŞME MERKEZ SAHİLİ KAMUSAL MEKANLARIN VE CEPHELERİN DÜZENLENMESİ” Projesi kapsamında gabari olarak silueti bozan yüksek yapıların mevcut imar planında belirlenmiş olan koşullara uygun olarak yenilenmesi, cephe kaplamalarının yenilenmesi ve cephelerde yapının doğal uzantısı ve parçası olmayan ünitelerden temizlenmesi ve bu uğurda da ahşap merkezli malzeme kullanılması hedeflenmiştir kapaca… Detayda ise; Proje bağlamında temel olarak 2 yapı önerilmekte olup birincisi, “Otogar Marina aksında Marina Meydanında yeşil çatılı zemin altında kapalı otopark planlanırken, zemin üzerinde meydanla bütünleşecek ticari kullanım amaçlı”, ikincisi de; “kent meydanında kente dışarıdan gelecek olan ziyaretçiler için bir bilgilendirme ve hizmet yapısı olarak kurgulanmış Info-Exchange binasıdır”. Ancak İnfo-Exchange binası bir tarafı ile Kale diğer tarafı ile de Atatürk anıtının algılanmasına engel olmaması için geriye çekilmesi planlanmaktadır. Siluet Projesinin en can alıcı öngörüsü ise; siluetin uzun mesafeli ve fazla binayı kapsıyor olması nedeni ile, bina düzenlemeleri, ekonomik olması düşünülerek binaların fasadına ikinci bir cidar planlanacak ve eklemlenecek ve hatta malzeme metal taşıyıcı konstrüksiyon doğal ahşap olacak… Bahçe duvarları bile kaldırılacak, antenler, klimalar görüntü kirliliği yaratılmaması adına kaldırılacak, doğal doku ile uyumsuz PVC malzemelerden doğramalar kaldırılacak, Kamu binalarında krem, özel binalarda bej ve beyaz renkler kullanılacaktır, vs vs…
Bakılınca maşallah dedirten yaklaşımlar, bakmayın size benim özetlediğime, daha ne detaylar var ne detaylar… Yahu bunlar bir gerçekleşmiş olsa Çeşme harika bir siluet verecek Çeşme Körfeze denizden gireceklere… Hay Allah…
Projeyi duyunca dönemin şehremenisi beyefendi ile konuşuyoruz, daha doğrusu soruyoruz, muhterem cevaplıyor;
-        Sahili merkez alan bir proje çalışması başlamış “siluet düzenlemesi” adı altında, hayırlara vesile olsun, ne diyorsunuz?
-        Sahil düzenlenecek, “Yerel yönetim, Meslek Odaları ve Üniversite iş birliğinde geleceğe bir iz bırakmak amacıyla ortak akıl ile hayata geçirilecek” bir projedir. Harika işler yapacağız.
-        Peki bu düzenlemede “gabari” konusunu delen binaların fazla katları kamulaştırılıp yıkılacak mı?
-        Onun kolay olduğumu zannediyorsunuz?
-        Hayır, ama bu olmayacaksa bu projeden ve uygulamalarından bir sonuç elde edemezsiniz, beyhude bir çalışma olur ayrıca proje ortaklarınızın bir kısmı çok ta uygun ortak gibi görünmüyor.
-        Saçmalamayın, bildiğiniz bir şey yok, sadece konuşuyorsunuz.
-        Peki başkan hep birlikte görürüz sonuçlarını, umarım bizi yanıltırsınız.
-        Haydi hoşçakalın…
-        Güle güle başarılar.
Derken; ne görelim, hiç düşünmediğimiz, İzmir Ticaret Odası Başkanı ile İzmir Ekonomi Üniversitesinin Mütevelli Heyetinin Başkanının aynı kişi olması ve Tekke Plajının arkasında ağaç kesimleri ve inşaat çalışmaları başlamış…
Yolda rast geldiğimiz Meclis Üyesi bir başka muhtereme soruyoruz
-        Sn Vekil’im Tekke Plajında ağaçlar kesiliyor, galiba emsali de bir hayli yüksek inşaatlar da başlayacakmış.
-        Ya evet, adam, Bakanlık’tan işi çözmüş, tüm izinlerini Ankara’dan halletmiş.
-        Emin misin, Ankara’dan çözüldüğüne.
-        Evet.
Bu diyaloğun sonrasında; Şehremeni ile karşılaştığımızda, Siluet Projesinin nasıl ilk sonuçlar verdiğini soralım dedik;
-        Başkanım, sizin Proje galiba takdiminde hiç olmayan bir sonuç verdi, Tekke Plajı elden gidiyor.
-        Adamın hakkı, kullanmak istedi, biz de verdik. Senin de yerin varsa gel sana da verelim.
-        Hayırlısı olsun, ama yapılanlar bir tarih, kültürel değer ve doğa katliamı ve asla unutulmayacak ve asla telafisi olmayacak.
-        Bildiğiniz bir şey yok, sadece konuşuyorsunuz.
Konuşma Şehremeninin dama yapması ile nihayetlendi. Dama Tekke Plajı ve tepesi verilerek alınmış galiba. Ama Şehremeni herkesi, “bir şey bilmiyorsunuz” diye suçluyor, zannedersiniz ki, kendisi her bir şeyi biliyor. Aslında zaten tüm iktidarı boyunca yaptıklarına bakınca kendisinin de bildiği yanıldığına yetmemiş, her şey ayan beyan ortada…Allahtan bu muhteremin gudubet “Fener Burnu Açık Deniz Balıkçı Barınağı” destekçisi olması da Merkezi İktidarın hamlesi ile sonuçsuz kaldı da bizleri aptal olmakla itham edişi de askıda kaldı…  Tekke katliamının sonuçları ile ilgili diğer söylentiler de bu yazının konusu olamaz, şüphesiz… Duyanlar, duyduklarını araştırabilirler… Ona karışamam tabii ki…
Zamanın behri dedik ama 2012 yılının ilk ayları idi zaman…  Sonuçta; elde kalan 2 somut şey, bir Karakori Dağına açılan abuk subuk yolun beton istinat duvarının yeşile boyanmış ve iki Tekke Plajının üstünün binaya boğulmuş gark olmuş hali ve de Çeşme Merkez Sahili Kamusal Mekanların ve Cephelerin Düzenlenmesi Ulusal Fikir Projesi Yarışması sonuçları… Tepe tepe övünebilir kendisi, yaratılmasındaki başat rolü ile… Sonra biliyorum diye övün, hay Allah…
 
Efendim adamın hakkı imiş savunmaları da tam bir gudubet durum oluşturuyor, nerede Orman, nerede 100 mt kıyı kenar çizgisi uygulaması kimin umuruna… Kamulaştırılarak korumak kimin umurunda… Kentin karakter mekanları yok olmuş kimin umuruna…