Cuma, Eylül 23, 2016

GENOCIDE OF THE SINTI and ROMA

Almanya ve faşizm üstüne nutuk ve fetva verenlerin büyük ekseriyeti, soykırım  mevzuunu, Adolf Hitler ile başlatır ve onunla nihayetlendirirler, sanki öncesi ve sonrası sütten çıkmış ak kaşıkmışçasına, ama kazın ayağı hiçte öyle değildir... Hitler'in-faşistlerin iktidarı ele geçirmelerinden bir hayli önce, 1926 yılında önce bir eyalette ve bilahare de tüm ülkede geçerli olmak üzere çıkarılan, "Çingene yasası" ile, başta Sintiler (Manuşlar) ve Romanlar olmak üzere, "Valştikarlar", "Gaynikanlar"" "Piomestesi", "Kalderaşlar" vb. gibi tüm Çingene etnik alt grupları, hayat onlara zehir edilecek şekilde düzenlemeler yapılarak, "tembel, çalışmaz, asosyal, hırsız, sadece eğlence peşindedirler" gibi yalanlar ile ötekileştirilip, devlet katındaki zaten ciddi yok olan itibarları toplum nezdinde de yok edilmeye çalışılmıştır. Nazi öncesi durum bu olunca, faşistlerin iktidara gelmelerini müteakip tam anlamı ile bir felaket haline dönüşmüş ve "ari ırk" dışı nitelemesi ile "katli vacip" duruma düşürülmüşlerdir. Biraz daha ansiklopedik bilgi, ana grup "Sintiler" Orta Avrupa Çingeneleri, bunlara "Manuşlar" da denir, ki "Manuş" Sanskritçe "insan" demektir, aslen Hindistan'ın "İndus Nehri" kıyılarından ve Pakistan'ın Sind Eyaletinden geldikleri iddia edilen bu kavimler ne yazık ki, milliyetçiler tarafından hep hedef gösterilmişlerdir ya da hedef olmuşlardır.

Türkçe Etimoloji sözlüğü "Nişanyan Sözlüğüne" göre de; Çingene sözcüğü, eski Türkçede, "fakir, yoksul, miskin" anlamında kullanılmış, ancak yazılı olarak ta ilk kez 1378 tarihinde Yunancada kullanıldığı görülmüş ve Türkçeye de Yunancadan geçtiği tahmin edilmektedir. Eski Türkçede de ilk defa, 1465 tarihinde kullanılmış olduğunu da buradan anlamaktayız. Diğer taraftan, Türkiye'de halen Muğla civarında Cingen, Adana civarında Cono, İzmir civarında Roman, Edirne ve Kırklareli civarında Şopar, Kırşehir civarında Cingan, Diyarbakır civarında Mıtrap, Hatay ve Maraş civarında Abdal diye adlandırıldıkları bilinmektedir.

Almanya'da iktidarı ele geçiren faşistler (nasyonel sosyalistler-naziler), derhal 1926 tarihli yasayı geliştirerek, Roman ve Sintileri de, tıpkı Yahudiler gibi, çoluk çocuk demeden, ari olmayan aşağı ırktan oldukları gerekçesiyle Macaristan, Polonya ve Çekoslovakya’daki, başta Auschwitz olmak üzere Dachau’da, Flossenbürg’da ve diğer yerlerdeki toplama (konsantrasyon-Nazi) kamplarında, Sintiler ve Romanlar tarafından "porjmos" (parçalanmak) diye adlandırılan büyük bir soykırıma tabi tuttular.  Nazilerin, iktidara gelince "Irksal Temizlik ve Araştırma Merkezi" adı altında bir devlet kurumu oluşturularak, soykırıma hazırlandıkları dönemde, Sinti ve Romanlar kitlesel olarak kayıt altına alınarak, ırksal bilirkişi raporları gereğince, bazı kaynaklarda 800.000'e kadar vardırılan, ancak Berlin'de, hemen Bundestag (Almanya Federal Meclisi) yakınında "Memorial to the Sinti and Roma murdered under National Socialism" adlı alanda düzenlenen anıttaki 500.000 Sinti ve Roman, gerek tıbbi araştırmalar adı altında canlı canlı katledilmiş gerekse de topluca katledilmişlerdir. Faşizm; her dönemde, her zeminde ve her şart altında gerçek yüzünü bir kez daha göstermiştir.

Yahudiler gibi büyük bir soykırımdan geçirilmelerine rağmen, Çingeneler, yeterince  politikacıları, sanatçıları ve yazarları olmadığı için kendilerini dünyaya anlatabilecek lobileri olamamış ve soykırıma uğradıklarını bile kimseye doğru dürüst anlatamamışlar, dolayısı ile tüm dünya bu soykırımdan yeterince haberdar olamamıştır. Tüm dünya Yahudi soykırımına haklı olarak sahip çıkıp, üstüne; lobiler, filmler, belgeseller, kitaplar, sivil ve askeri kurumlar oluşturularak, soykırım nedeniyle, Almanya'nın bile Yahudilerden özür dilemesi gibi sonuçlar alınmasına rağmen, benzer soykırıma uğrayan Çingeneleri ağızlarına bile almadılar. İşte tarih yazıcılar da böyle insanlardan oluşmaktadır ya da oluşturulmaktadır, istenilene dürbün tutarak konu büyütülür, istenilmeyene de yine dürbün, ama bu sefer tersten tutularak istenildiği kadar küçültülerek konu anlatılır.
 
Peki; konu Almanya açısından sadece Nazilerin sırtına yüklenerek kapatılabilir mi, zinhar, asla ve kat'a, yukarıda da değindiğim üzere, soykırım fikri 1926 yılında Nazi öncesi dönemde planlamaya başlanır, taa 1970'li yıllara kadar devam edecek, tıpkı 1926 tarihli "Çingene Yasası" gibi, 1953 yılında içerik daha da sofistike hale getirilerek "Göçerler" yasası mucibince benzer davranışlar gösterilmiştir.

Geçenlerde, bir seyahat esnasında; akşam arkadaşlarımızla Yunanistan'ın Kavala kentinde bir meyhanede "uzo" içerken yanımıza 12 yaş civarında esmer, son derece bakımlı bir çocuk gelerek, sattığı güllerden satın almamızı, hem de çok düzgün bir Türkçe ile söyleyince, Türkçeyi bu kadar düzgün nereden öğrendiğini sorunca, "ben Çingeneyim" dedi, benim ise "ben de Çingeneyim ama Yunanca bilmiyorum" demem, oturduğum arkadaşlarım dışında kimse tarafından duyulmadı anladığım kadarı ile...

Böyle gelişen gecede, Kavala gecesinde, yukarıda bahsettiğim konu üstüne arkadaşlarla koyu bir sohbete daldık. Arkadaşlarımın konu hakkında ne kadar da bilgili olduklarını bu vesile ile öğrenmiş oldum... Tuhaf olan şu ki; "gamalı haç"ı Hindistan'dan alıp, kendine sembol yapan faşistler, yine iddiaya göre Hindistan kökenli "Sinti"leri gözlerini kırpmadan soykırıma tabi tutmuşlar.

Pazartesi, Eylül 19, 2016

PARAGUAY'IN KARA BELASI ALFREDO STROESSNER

Dünyanın başına genel kara bela Amerika Birleşik Devletleri (ABD), kendisiyle bihakkın emir-komuta zinciri içinde çalışan CIA, NATO, BM (Birleşmiş Milletler), Dünya Bankası, IMF (Uluslararası Para Fonu) vs. vs. gibi kuruluşlar vasıtasıyla, kontrol dışı kalabilmiş birkaç sosyalist ya da bağımsız ülke dışındaki tüm ülkelere şu ya da bu seviyede ayar vermeye dün olduğu gibi bugünde devam etmektedir. Meşum ve gudubet davranışların dünya çapında 1 numarası olan bu ülke, mezkur kuruluşlar vasıtasıyla, ekonomik ya da siyasi olarak dünyaya nizam vermeye dört koldan devam eder, kendi genel kara belası olma durumunu sürekli olarak etkisi altındaki mezkur ülkeler içinde tayin eder. Hattı zatında, ABD'nin Latin Amerika halklarına karşı yürüttüğü kirli savaş, ABD'nin 1823 yılında ilan ettiği "Monreo doktrini" çerçevesinde olmuş olup, saldırılar geometrik artış gösterirken, kıtada yaşanan yüzlerce faşist askeri darbenin, ABD'ye kazandırdığı milyarlarca dolar yanında, kıtanın milyonlarca onurlu insanının diktatörlükler pençesince hayatların kaybetmesine neden olmuştur.
Hani birileri çıkar da, Latin Amerika tam anlamıyla bir İspanyol ve Portekiz kolonisi iken, nasıl olur da şimdilerde tam bir ABD arka bahçesi haline geldi, diye soracak olursa; erken dönemde kolonileşen Latin Amerika, İspanyol ve Portekiz orta çağ ve kapalı, korumacı, tutucu, bağnaz, hoşgörüsüz, dogmatik ve hiyerarşik emperyal kuruluşlar tarafından şekillendirilmiş olması hasebiyle, sonradan açık ya da gizli her işgalciye davetkar tutum göstermiştir. Peki kolay olmuş mudur bu davetkar tavrın tesisi, zinhar, hayır, ancak ABD Emperyalizmi başlangıç itibari ile İspanyol ve Portekiz kolonistleri tarafından mıntıka temizliğine tabi tutularak mümbit hale getirilmiş, ta ki devir teslime kadar, ama asıl çaba ondan sonra gösterilmiş,  büyük uğraşlar ve yatırımlar yapılarak ABD tarafından ehven hale dönüştürülmüştür. Nasıl mı olurmuş, yatırımdan (paradan) haber ver, her ülkeden sınırsız destek (satılık) üretmek mümkün olabiliyor, yaygın bir şekilde muhatap ülkeden eğit(il)mek üzere, Pentagon, West Point gib ABD içinde ve başta Panama olmak üzere sayısız "üs ülkede" kurulan ajan yetiştirme okullarında, hedef ülkelerden asker davet edersiniz, yine yaygın olarak üniversitelerde eğit(il)mek üzere burslar (fulbright, Rockfeler bursu vs. vs) vasıtası ile akademisyen, gazeteci, avukat, mühendis ve müteşebbis gibi her türlü meslek grubundan insanı davet edersiniz, bal gibi olur... Gerçi şimdi bu okullardaki kafa yıkama-ütüleme yöntemleri yerel okullara taşınarak, tepki oluşturmasının önüne geçmiştir, hülasa artık ABD yabancı askerleri kendi topraklarına getirerek tepki almaktan ise, ABD sistemini, yetiştireceği memleketin çocuklarının ayağına getirip tepkilere türban geçir(il)miştir.
Bu kadar uzun bir girişin ardından, ABD'nin Latin Amerika ülkelerinde yarattığı, halkına düşman, gaflet ve dalalet ve hıyanet içindeki bu heyulalardan, bu iktidar sahiplerinden, şahsi menfaatlerini, müstevlilerin ekonomik ve siyasi emellerine tevhit etmiş güruhtan bir kısmını, birkaç yazıda hatırlatmak istiyorum.  
Alfredo Stroessner Matiuda (1912-2006); Paraguay'ın eli kanlı diktatörü, hile, hurda, desise ve korku ile Latin Amerika'nın en uzun süren yönetimini oluşturmuştur. Eğitim ve öğretiminin anlatılmasının herhangi bir öneme haiz olmaması nedeniyle, değinmeye değmez buluyorum. Bu kabil peynir kafaya sahip her askerin başına gelenler bu muhteremin de başına gelir ve 1951 yılında başına geçtiği Paraguay silahlı kuvvetlerini, gizliden ve çaktırmadan (aslında çaktırarak) yapacağı darbenin şartlarını hazırlaması için kullanmış, nihayetinde de "şartlar oluşunca" darbe gerçekleşmiş ve bilahare yapılan göstermelik bir seçimle "tek aday" olarak girdiği seçimlerden devlet başkanı (diktatör) olarak çıkmıştır. Oluşturulan vasat nedeni ile; para politikaları istikrar bulmuş, dış destek artmış, uzun vadeli krediler gelmiş ama insan hakları yerlerde sürünmüş, demokrasi kapıdan giremez olmuş, hukuk zinhar yok hale gelmiş... Ehhh ABD desteği de; Latin Amerika'daki "bağımsızlık ve sosyalizm" mücadelesini de eziyor ya, CIA, NATO, BM (Birleşmiş Milletler), Dünya Bankası, MF (Uluslararası Para Fonu) gibi uluslararası kuruluşlar vasıtası ile canıma minnet açıklaması şeklinde oluyor... Bir taraftan sömürüye devam diğer taraftan komşu ülkelere uygulamalı örnek, daha ne olacak, ABD'nin canına minnet... Evet, mezkur diktatör döneminde, para istikrar buldu, enflasyon düştü, yeni okullar, yeni yollar, yeni sanayi yatırımları yapıldı ama milli gelirin yarısı muhterem diktatörün iktidarını koruması için, kah türbanlı (örtülü) ödenek, kah açıktan bütçeden aktarılan büyük paralarla, sivil (aslında daha yoğun askeri) ve askeri örgütlenme kotarıldı... Göstermelik meclis tam anlamıyla, muhteremin işaret parmağının hareketine uygun adım marş düzenleniyor, yargı, ta ki sıradan mahkemelerdeki mübaşirlere kadar (abartmasız) dizayn ediliyor, yüksek yargı asla ve kat'a hiç bir yasa değişikliğine bile ses çıkarmıyor, öyle ki muhterem tam anlamı ile 2 kez kökten anayasa değiştiriyor... Öyle zırt pırt yasa ya da yönetmelik değiştiriliyor diye bağıranlara ithafen... Konuşması gerekenler yiyince tüm dutları, bülbüller dutsuz kalıyor, işte... Nihayetinde geldiği yöntemin benzeri ve bizatihi kendisi tarafından legalize edildiği biçimi ile, geldiği gibi gidiyor...
Sığındığı Brezilya da, sürgünde yaşadığı 17 yıl sonunda 93 yaşında öldüğünde, mirasçılarına gerçek manada ne miras bıraktığını bizlerin bilmesine imkan ve ihtimal bulunmadığı aşikar olup, insanlık tarihine bıraktığı en önemli miras ise, kan, gözyaşı ve kendisini nefret ve lanet ile yad eden milyonlar olmuştur.

Çok şükür ki; bizden çok uzak coğrafyada ve askerler tarafından yapılan kötülükler, oysa siviller bu kabil densizlikleri yapmazlar, değil mi? 

Pazar, Eylül 11, 2016

MÜŞTEBİH-İ HÜDAVEND

Memleketin birinde, kafayı iç düşmanlarla yemiş bir cengaver Hüdavendigar varmış, tam layığı ile maraz-ı vesvese olan bu muhterem, önüne her gelene ve kendisine yaren gördüğü zevata mutlaka, iç düşmanları sorar, iç düşmanlarından korkularını anlatır, derci derd ile derman soruştururmuş. Sürekli bir kuşku, korku ve tedirginlik ile varsa yoksa "iç düşman, iç düşman" der sayıklarmış. Artık rüyalarına bile girip kendisini teslim alan bu iç düşman tehlikesinden nihayetinde "cesaret ya resulallah" deyip kurtulma kararı verir...

Derhal "heyet-i vükela-i akıldane" toparlanır, sual-i istifham ve vesvese üzerine istişareler yapılır, kendilerine tevdi edilen vazife-i mühim üstüne ayrı ayrı kafa yormaya başlayan zevat, meşreplerine çokta denk gelen bir biçimde zat-ı şahanelerine tek tek müracaat eder, karar-ı münasiplerini arz ederler.

En sadık-ı akıldane karar-ı münasibini; "devlet-i ahali, aç kalsa, susuz kalsa, her daim, şükr müessesesine sıkı sıkıya bağlı olup, kuzu misali sessiz gibidir maaşallah" deyip başlar, anlatmaya... "Kuzudur şüphesiz ama lakin içlerinde redd-i biat nam-ı diğer "aktaşlılar" diye bir grup vardır, bunlar herhangi bir fırsata haiz durumda behemehal ahalinin önüne düşer, ahaliyi cesaretlendirir, ahalinin de asi davranışlar göstermesine sebep olur, bunlar ki, Allah Muhafaza, müesses nizama düşmanlık bellerler ve belletirler, o kadar ki, saraylara bile hücum edecek cesareti bulurlar kendilerinde mazallah, bu sebeple görüşüm odur ki, hudud-u memalik dahilinde, her nerede bulunurlarsa bulunsunlar, tez elden derdest edilip, huzur-u muhakamede usulü derecesinde aktaşsız edilmeleri dinen ve aklen vaciptir. Memelik-i hüdavendinize "aktaşlı" adam ihtiyacı yoktur, bilakis, tak diye emrolunca şak diye fiil-i arz eyleyecek ferikler luzum-u ihtiyaçtır."

Hüdavend hazretleri; fikr-i mutabakat içinde, derhal, "icraat ya resulallah" deyüp, hudud-u memalik dahilinde her köşeye dellallar çıkartılıp, her kim ki, "aktaşlı" teslim ola, olmaz ise, her kim ki "aktaşlı" tanıya ihbar eyleye, kim ki ihbar eyleye 3 kese altın ile yetmezse 5 kese altın ile ihyaya..." vs. vs.
Ahali içinde, ihbar müessesi gayet güçlü, muhbir olmaya hevesli o kadar çok muhterem vardır ki, gelen ihbarların gereğini yerine getirmekte zorlanılır ve şükür ki nihayetinde sağda-solda-kıyıda-köşede ne kadar babayiğit "aktaşlı" varsa derdest edilir. Huzur-u ahalide sıra sıra mengeneler kurulur, "aktaşlı" babayiğitler mengenelere sıra sıra dizilirler, canhıraş bağırtılar, inlemeler arasında günler boyunca amel-i hadımat icra edilir... Tüm kötülüklerin, olumsuzlukların müsebbibi tayin olunan "aktaşlı" zevat, artık yoktur... Artık işlerin kötü gitmesinin müsebbipleri ortadan kaldırılmış olup, memalik'in önü aydınlıktır, parlaktır, memalik uçuşa hazır ve nazırdır gayri... Daha önceleri işler kötü gidince sadr-ı azam ya da nazır kellesi alan hüdavendler, vakta ki müşkülatların çözümünün bu olduğu konusunda inanırlıklarını kaybettiler, derhal bir ileri hamle daha gerçekleştirip, "aktaşlı" diye bilinen bu musibetleri, "aktaşsız etmeyelim de besleyelim mi" deyü tamamen yaşı küçük, büyük demeyip derdest etmişlerdir.

Gerçi, tak diye emrolunca şak diye fiil-i arz eyleyecek ferikler, asla ve kat'a, biz beceremedik, batırdık tüm memalik'i dememiş ama olsun yine de biz değil onlar suçludur, edasından zinhar vazgeçmemişler ve tüm bu babayiğit "aktaşlılar" aktaşsız edilmelidir fikrinden ricat etmemişlerdir.


Aradan geçen seneler seneleri kovalar, asıl düşmanın dışarıda olduğunu bilmesine rağmen, müstevlileri ile siyasi emel tevhidinde bulunma gayretkeşliği içindeki muktedirler, harici bedhahların iştahını iyice kabartırlar ve artık memalik, başta tüm kaleleri olmak üzere, tersanelerinden tutun da imalathanelerine kadar bir fiili işgal altındadır, tüm şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere de, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içindekiler şahsi menfaatlerini, harici bedhahların siyasi emellerine turkuaz halı sermişlerdir. Fakr-u zaruret içinde kıvranan halkı gördükçe, memalik-i perver birkaç ferik fiili işgale karşı çıkmak arzusuyla, yanıp tutuşur ama "aktaşlı" babayiğitlere ihtiyaç vardır, ve ne yazık ki artık "aktaşlı" babayiğitler yoktur, onların yerini, bırakınız gelsinler, bırakınız yapsınlar, gerekirse nar-u necaset ile bir ömür geçiririz, bize biz yeteriz, diyen aklı kıt, duygusu ve biatı sonsuz, memalik oğlanları vardır... Artık, memalik boydan boya hiç direniş göstermeden, hatta alkışlar eşliğinde, küffara teslim edilmiş, küffarın mümessilleri bankerler, papazlar, patrikler, işgörenler, dahili müttefiklerinin "ehl-i islam, diyanet-i vatan, akide-i milliye" nidaları ile hoş gelmişlerdir. Riyaset-i ticariye, riyaset-i siyasiye, harici bedhahların nihayetsiz iştahası karşısında eklemlenmiş vaziyettedir artık... Allah selamet versin...

Pazartesi, Eylül 05, 2016

KATI-UT TARİK

Muhteremin biri bugünlerde; "Güney Amerika’da faaliyette bulunan bir eşkıya benim liseli gencimin yakasında, göğsünde olamaz" sözü ile iyice geride ve silik kalan siluetini projektör ışıklarının altına tutarak tekrar öne "fırlamak" istemiş ve başarmıştır. Muhtemelen mezkur muhterem konu ile bilgi sahibi değil, bilgi sahibi olmaya niyeti de yok... Konuşuyor işte damara şırınga misali işkembe-i kübradan...

Muhteremin; işkembe-i kübradan atışlarında yer alan sıfat üstüne neredeyse tüm sözlükleri tarayarak yaptığım dökümü aşağıda bulacaksınız... Bakın bakalım o sıfat ile tariflenen insan Che olabilir mi?

Muhteremin haksız, mesnetsiz ve ne yazık ki basiretsiz üstüne üstlük isabetsiz bir açıklama ile hedef yapmak istediği zat ise; başta Küba olmak üzere, ayrıkotları sayılan amerikanperverler hariç, tüm dünyanın takdirini toplamış siyasi ve askeri bir dehadır... Sen beğensen ne, beğenmesen ne... Seninki hamamda türkü çığırmanın arapçasıdır, burdan öte köy olmaz... O birliğinin başında giderken, sen birliğe bile gitmeyenlerden olduğundan bunları anlayamazsın, tabii ki...

eşka: En şaki, haydut, eşkiya, katı-üt tarik.
güruh-i eşkiya: Eşkiya takımı, haydut güruhu.
hayadid: (Tekili: Haydud) Haydutlar, eşkiyalar.
haydud: (Haydut) Yol kesici. Dağ hırsızı. Eşkiya.
haydud: Eşkiya, haydut, yolkesen.
hayta: Serseri, serkeş kimse.
hirabe: 1. Şehir dışındaki yerlerde yapılan eşkiyalıklara katılma. 2. Dağlarda yapılan haydutluklarda bulunma.
ızbandut: 1.Eskiden Rum korsanlarına verilen addır. 2. Haydut, yolkesen, şaki, eşkiya. 3. İri vücutlu, korkunç.
katı-ut tarik: Yol kesen, eşkiya.
komita: (Slavca) Maksadına ulaşmak için ekseri silah kullanan, siyasî, gizli ihtilaki cemiyet. Eşkiya.
korsan: (itl.) 1. Deniz haydutu. Deniz eşkiyası. 2. Başkaların haklarını zor kullanarak yiyen kimse. 3. Bir hakkı izinsiz olarak kullanan.
kutta-i tarik: Yol kesenler, eşkiyalar, haydutlar.
mindel: 1. Hırslı, doymaz ve açgözlü insan. Yırtıcı kimse. 2. Zorba, eşkiya.
rehzen: Yol kesen, haydut, eşkiya.
şâki: 1. Haydut, yol kesici, eşkiya. 2. Allah'ın rızasına ve âhiret mutluluğundan yoksun olan kimse, bahtsız.
şekavet: 1. Her çeşit kötülük içinde olmak. Belâ ve zillete düşmek. 2. Sıkıntıda kalmak. 3. Haydutluk, eşkiyalık.
şeng: 1. Neşeli, kıvrak. 2. Haydut, şaki, eşkiya.


Diğer taraftan zaten "Che"yi göğsünde taşıyanlar neden senin gençliğin olsun ki; senin gençliğinin ne olduğunu biz çok iyi biliyoruz, Che kahramanca ülkesi tanımı yaptığı bir yerde bağımsızlık mücadelesi lideri iken, senin gençliğinde ABD askerleri gelecek diye umumhane duvarları boyanırken, sen 6. Filo'yu kıble tutarak namaz kılanların lideri idin... Aranızda daha çok fark var da, söylemenin sıkıntı yaratacağı malum-u alilerinizdir... Siz anladınız...

Eeeee muhtereme kızılır mı? zinhar, zaten kendisi, kendisini pek bir güzel şekilde; "bütlal-ı Batista" olduğunu zımnen beyan etmiştir. Eee tamam, sizde sizin gençliğe, Diktatör Batista'nın fotoğrafları yapıştırılmış tshitler bastırın ve dağıtın giysinler, hatta bence dünyanın tüm ABD uşağı diktatörlerinin fotoğraflarının olduğu fotoğrafları da bastırıp dağıtın... Malumun ilamı olsun bari, resmen...

Muhtereme söylenecek çok güzel laflar vardır da; demeyelim... Ömer Hayyam'a ait olduğunu zannettiğim baba bir söz ile konuyu kapatalım;
"Kör cehalet çirkefleştirir insanları.
Suskunluğum asaletimdendir.
Her lafa verecek bir cevabım var elbet
Lakin bir lâfa bakarım laf mı diye,
Bir de söyleyene bakarım adam mı diye"