Çarşamba, Kasım 21, 2012

AK SAÇ, AK BIYIK, AK SİYASET


Muhteşem Süleyman dışında bu adam kadar çok konuşup bir o kadar da boş konuşabilme yetenegini yaradan kimseye bahşetmemiş olup bir başıboş konuşma uzmanıdır. “Güce tapan insan modeli” nasıl olunabileceğini yazılarında öylesine güçlü , muhteşem ve asla yıkılamaz bir ABD (Amerikan muhipleri bu sözü sevmezler) ya da hükümet tarifi yaparak öyle bir güzel anlatırki 100 yalaka bir araya gelse bunun eline su dökemez, hele hele de ABD nin Irak’a özgürlük ve demokrasi getiririyor analizi tam evlere şenlik olup canım Yurdumun tüm kargalarına yıllarca sürecek bir gülmece olmuştur.

Amerikan misyonerleri tarafından kurulan okullarda rahle-i tedrisat eylemiş olup, Ortaokul öğretimini Kayseri Talas Amerikan Okulu’nda, lise öğretimini Tarsus Amerikan Koleji’nde layıkıyla alan, Osmanlı Paşası torunu olan, şimdilerde katıksız ve hazımsız ABD yağcısı ve yalakası, 68 kuşağının ayrık otlarından biri, bir çok Aydınlıkçı benzeri gibi, öğretiminin yarattığı akli ve fikri altyapı sayesinde aslına çok açıktan rücu etmiş, 1980 sonrasi dönemin Başbakanı Turgut Özal'in gölge dışişleri bakanı olarak görev yaptığı bilinmekte olup, NATO ve Pentagon nezdinde önemli akreditasyona haiz olmasıyla övündüğü bilinen, fikir değiştirme ordinaryüsü bir muhterem olup hikayemizin başrolündedir. Hatta o kadar Amerikanmuhibidir ki, söylentiler doğru ise, benzeri bir fosil gazeteci ile Kuzey Irak’taki Süleymaniye havaalanını işletme şerefine bile nail olmuştur, gücü elinde buluunduran muktedirlerin masasında oturabilmek, uçaklarında gezilere katılabilmek, NATO nun gizli mahfillerinde ağırlanabilmek adına yazdığı yazıları halk için değil, destek ve nemalandığı mezkur mahfillerin kendisine sufle ettiklerini yazmakta ve bu haliyle de hepimizi kör ve sersem zanneden, beyin ve akıl ölümü gerçekleşmiş birisidir.

Bir kısım insanın saygı duyduğu ama temelde nemalandığı mahfillerin bile kendisinden korktuğu, sanki rüzgar gülünü icat edenlere inat olsun, nasıl dönülür, fikir nasıl değiştirilir, fikirlere takla nasıl attırılır, fikri çark nasıl başarılır konularında son derece istikrar gösteren zat, önemli bir kısım insan tarafından kötü anılan birisidir. Kısa Cumhuriyet tarihimizin bu çok degerli siyasi dansozü, kesafeti hayli yüksek komprador, her devrin adamı olmayı hep becermiş olup, bugünlerde medyada bol miktarda benzerine rastlanmaktadır ve artık kümeler halinde yaşamaya başlamışlardır.

Bazı; senden medet umanların seni sahneye sürerken, kulağına üfledikleri “unutma sen, Filistin, Lübnan, İran ve Sovyetler Birligi, hülasa tüm komşu coğrafyalar üzerine derin bilgilere sahip ve konunun uzmanısın” laflarına pek aldırma ben ahir ömründe senin, ister Cumhuriyet  gazetesi, ister Hürriyet, Sabah, Güneş, Vatan, Yeni Şafak, Bugün, Referans gibi gazetelerde olsun sığ, derinliği ancak seni anladığını söyleyenlerin akli derinliği kadar, ayakları asla yere basmayan, iddialı ama tutarsız binlerce analizinden birinin hayat tarafından doğrulandığını görmedim ama zat-ı alilerinizin nema ve mama düzeyinin arttığını hep gördim, Amerikanmuhip’i olmanın neticesidir tüm bu yaşananlar, dış politika bilginin derya deniz olduğu izlenimi vermeye çalışırsın ama tüm bilgisinin Wolfowitz'in Kissinger'in Fuller’in  kulağına sufle ettikleri ile sınırlı olduğu bir türlü gizlenememektedir. Sonuç olarak dışişleri bakan düzeyindeki bilgine sadece liberal ve dini siyasetin merkezine yerleştirenlerden başkası inanmamaktadır, ABD icadı liberal ve ılımlı islam fikriyatının vitamin hapları ve hormonları ile beslenmiş, çene suyu pilav bir adamsın. Türkiye'yi bir ABD eyaleti gibi gören, hep bu doğrultuda konuşan ama sürekli yanılan, yenilen güreşçi güreşe doymazmış misali asla pilavdan kaşığını da döndürmeyen, pes de etmeyen yazar, tam bir mandacı görüntüsü vermekte olup, Kurtuluş Savaşı dönemdeki mandacıların ruhuna fatiha dedirtmekte ve tamtamına bir ABD teknisyeni edasıyla, ekmek parasının kaynağının ne olduğunun ciddi tebarüzü cihetinde icraatlarına devam etmektedir, bağlılığının koruma ve güvencesi altında...

Para kokusunun en meşhur takipçilerinden olup, işine gelen konuların üstüne büyüteç istemediği konuların üstüne dürbünü tersten tutan, bir gazeteci olmanın ötesinde biri olduğunu sürekli hissettiren, benzeri H. C. (bu da bir Osmanlı paşa torunudur) ile yazdıklarının NATO (Brüksel) ve Pentagon (Washington) merkezlerindeki Türkiye masaları tarafından sürekli beğenilen ve takdir edilen hatta bu masaların Türkiye şubesi gibi çalıştıklarıda seslendirilmektedir. 90 ların başında Körfez savaşında Turgut Özal, 1 koyup 5 alacağız dediğinde ona yazılarıyla büyük bir vaveyla kopararak destek vererek savaş çığırtkanlığı yapmış ve 5 koyup 1 alamadığımız vaki olmuş olmasına rağmen muhteremin 3 ün birşeyini almışlığın gevrek pişkinliği ile yoluna devam etmiştir. "köşe" yazarıdır diyene insanın ne köşesi be bal gibi yuvarlak yazarıdır diyesi gelir insanın bu kara cahil desem değil ama anlaşıldığı ve iddia edildiği üzere 70 li yıllarda Lübnan’da MOSSAD ajanlarına rehberlik edip kampdaşlarını ele verdiği günden itibaren, nabza göre şerbet veren bu sonradan görme gazetecinin demokrasiden tek anladığının kendileri ne yaparlarsa yapsınlar, ister gammaz, ister ajanlık ve isterse de yalan yazma olsun bunların hepsi makul karşılanmalıdır, ama bilmelidir ki kendi gazetesini ihbar edip baskın ve arama yapılmasını istemiş olması onu tarihe bu ilk ile de yazdırmıştır.

Günümüzde canım yurdumda “Atatürk'ü putlaştırmayın” sloganının mucitlerinden olan bu zat, bu kelamı canı yürekten ederken, ısrarla ve inatla, her tarafımızı saran despotlardan, Ayetullahlardan, diktatörlerden ve şeyhlerden rahatsızlık beyan etmemiş, tam aksine memnuniyetini mezkûr akımların sivil toplum hareketi ve liderlerinin de kanaat önderi olduğunu beyan ederek cümle âleme göstermiştir. Neresinden bakarsanız bakın ne kadar süslerseniz süsleyin, neo-osmanlı akımının bilinçlerde kayma yaratmasını temine yönelik ve asla benzerlerinin söylemekten bıkmadıkları bu aptallık doktorası sayılacak tezin jeostaretejik analiz yutturması da, bizim adımıza ayrı bir aptallık ispatıdır. Mezkur zatın bu aptallık seviyesindeki analizleri onu, “Adriyatik'ten Çin seddine kadar Türk dünyası” derken Türkmenistandan parası ile gaz bile alamayanların, “bir daha Davos’a gelmem” çıkışıyla da İsrail ile yapılan ve uzun vadede mezkur politikaların kafalarda yerleşmesini temin edecek yaklaşımlara götürmekte iken, Irak’ta destekledikleri Amerikan emperyalizminin katlettiği milyonlarca Müslüman için sus-pus noktasına getirmektedir, ne gam ne keder… Olsun, maksat kafalar karışsın ve beylerin yelkenlerine rüzgar dolsun… Turgut Özal’ın danışmanlığını yaptığı ve hatta kendisine gizli dışişleri bakanı payesinin verildiği dönemde de “büyük oynamalıyız” yaklaşımı ile canım yurdumun Irak ile savaş eşiğine getirilmesindeki rolünü kim unutursa unutsun bizler, yani % 60 lar asla unutmayacağız.

Beyefendinin; son 30 yılın başbakanlarına derin, içten ve samimi muhabbetle bağlılığını büyük bir heyecanla izlemekte ve kendisini benzerleri ile bir yarış içinde görmekteyim, sanki bu yarışın çok ciddi bir ödüle müstenit olduğu kanısı kendisini izleyen her insanda oluşmakta olup, yeter be dostum övgünün de sövgü gibi bir sınırı olmalı, bunun da bir ahlakı ve etiği vardır diye düşünmektedir ademoğlu… Tüm bunların sonucunda bu muhterem “bana neden dönek diyorlar” diye kızarak etrafına dert yanmaktaymış, hiç anlamıyorum neden alınıyor, neden kızıyor, yanlış ise yanlış olduğunu göster, sadece yanlış diyerek bu yaftadan kurtulmak mümkün değildir ki....

Çarşamba, Kasım 14, 2012

FENERBURNU BALIKÇI BARINAĞI VE RIHTIM PROJESİ

(TELGRAFHANE BALIKÇI BARINAĞI)
“Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından yapılan Çeşme’deki Fenerburnu Balıkçı Barınağı ve Rıhtım Projesi’ne ait imar planları Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından onaylandı. Plan askıya çıkarken 12 milyon TL bedeli bulunan projede 200’e yakın balıkçının barınması amaçlanıyor.” diye veriyor haberi gazete, hâlihazırda bitmiş Çeşme limanına son yolculuk duası yapılıyor sanki bu haberle.

Hadi biz duymuyoruz ayaktakımı olarak, bu ilçede siyaset yapanların duymaması diye bir şeyin olma ihtimali yok, ihtimalin olmaması yanında 24.06.2010 tarihinde saat 11:00 de, İzmir Çevre ve Orman İl Müdürlüğü gözetiminde, kurum ve kuruluşların temsilcileri ile Çeşme Belediye Toplantı Salonunda gerçekleşen ÇED sürecindeki “halkı bilgilendirme” toplantısı sanki kimseyle paylaşılmıyor, ne zamana kadar 11.11.2012 tarihine kadar, sonra birden Çeşme siyasetçilerinin muhalefet kanadı böyle bir konunun gündemde olduğunu hatırlıyor ve Yerel iktidardan destek alamadığı iddiasıyla dar kapsamlı ama benim de katıldığım halka açık bir toplantı düzenleniyor. Bu toplantıda anlıyoruz ki; konu zaten siyasetin yerel oligarşisi tarafından, halka da güvenilmediği için kimseye söylenmeden kendi içlerindeki dengeler ya da pazarlıklar çerçevesinde çözülmeye çalışılmış, ama anlıyoruz ki tam bir sukut-u hayal yaşanmış. İl yönetimindeki arkadaşımız Bakan Beyin, projenin tahribatının boyutunu anladığı için 6 ya da 7 ay önce proje iptali için talimat verdiğini söylüyor, İlçe yönetiminin konuyu ve vahametini hazırladıkları bir dosya ile bakanlık ve ilgili müdürlüklere aktardıklarını, anlattıklarını samimi bir şekilde anlatıyorlar ama sonuç ortada, tabii ki burada ben yereldeki arkadaşlarımızın samimiyetine inanıyor ve çabalarını destekliyorum, ancak tüm siyasetçilerin ve yetkililerin haklısınız demesine rağmen projenin yürütülüyor olmasını da necip milletimizin siyasetteki temsilcilerinin geneldeki siyaset yapma mahareti ve anlayışıyla çok uyumlu buluyorum, tavşana kaç tazıya tut, tam bir oyalama ve hafıza kısalığımıza sığınma… Aslına bakarsanız her şey kurallara ve yasalar ile yönetmeliklerin öngörülerine uygun bir vaziyette yürütülmüş, ulusal ve yerel yayın yapan ama çok sınırlı sayıda insanın okuduğu (hatta okumadığı dersek daha doğru olur) 2 adet gazetede duyuru yapılmış, def-i bela kabilinden konu kitabına uydurulmuş ve balıkçılığın tekeli “trol ve gırgırcılar” son savaşı kazanmış görünmektedir, bundan sonra ne mi olur, hiç mi hiç umudum yok bence hepimiz günah benden gitsin edasıyla ahlar ve vahlar içinde “…mış gibi yaparak” “ben dediydim” edasıyla eski yaptıklarımıza ve söylediklerimize devam ederiz, konuda bir vade sonra unutulur gider, “onlar erer muradına biz çıkarız kerevetimize...”
Şimdi gazete haberine dönersek, gelinen son nokta itibariyle konunun asli tarafları olarak “Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı”, “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı” ile “Çevre ve Orman Bakanlığı” tali taraf ise Çeşme Belediyesi görünmekte olup; farklı siyasetçiler tarafından yürütülüyor olmasına rağmen sanki tarafların tamamının muradı aynıymış gibi durmakta ve sonuç itibari ile yandı gülüm keten helva durumu işte… Ama uzun yıllardır eleştirdiğimiz günlük siyasete yön verenlerin karşıtlıkları ve dostlukları üstünden ya da dost kuvvetlerin kazançları, düşman kuvvetlerin kayıpları üstünden siyaset yapmalarının bir sonucudur tüm bu başımıza gelenler, geleceklerden maada… Hani nerde Kültür ve Turizm Bakanlığı, behemehâl bir karar alın ve bölgeyi tıpkı Ayasaranda da yaptığınız üzere koruyun da görelim, ama galiba Ayasaranda başkaydı değil mi??? Hani birde bakanlığa ve müdürlüklere alternatif sunduk demiyorlar mı, bela bizden gitsin de nereye giderse gitsin tam sinir oluyorum, demezler mi adama yahu kardeş şiddetle karşı çıktığınız konuda dediğinize uygun karar almayanların, alternatif sunmanıza neden sıcak baksınlar ki, geç bunları anam babam geç bunları bir kalem…
Balıkçılar kooperatifinden bazıları, oradaki sosyal tesislerin kendilerine verileceği umuduyla, salt bu fırsat doğdu diye de ve kendilerine önerilen bu çıkar uğruna projeyi zımnen destekledikleri de çok net anlaşılmakta, ama aynı sıkıntıları marina inşaatı öncesinde de yaşadıklarını unutarak, iddia ediyorum tüm bu koparılan vaveyla unutulacaktır ama çocuklarımız ve torunlarımız asla unutmayacaktır, dün kötü yapanları bugün biz nasıl anıyorsak onlarda bizi böyle anacaktır. Destek verenler Çeşmeli balıkçılar yerine yabancı trollere yönelik olduğunu ya görmüyorlar ya da bizi aptal yerine koyuyorlar ya da başka bir şey var yazamıyorum, anlaşılmıştır gayri…
Çeşme’nin içinde yaşayanların yüzmek için gidebilecekleri 3 adet plajdan bir tanesinin; Ayasaranda, öyküsü herkesin bildiği bir şekilde yitirildiği, bununla birlikte de Fener plajının yitirileceği ve kala kala tek plajın; Tekke (teke) plajının kalacağı kimin umurunda, iddia ediyorum ki buranın da canına okuyacak bir bahtı kara grubu bulup çıkaracaktır bu necip Türk milleti…
Mevcut taş ocağının bu dolgular için çalıştırılması durumunda da oranın önemli ölçüde açılacağı ve gelecekte de bir otel yapımına hatta kot alımının emin ve ehven eller tarafından yapılması halinde de yaklaşık 10 katlı bir otel yapılacağının da önü açılır memleket bir tesis daha kazanır diye ellerini ovuşturanların olduğunu düşünüyorum açıkçası…
Bu konuda hassasiyet gösterilmesi bir çevrecilik bilinç gelişmesi midir diye bakıyorum, ne yazık ki evet diyemiyorum çünkü rüzgâr enerji türbinlerinin Karadağ’a yerleştirilmelerine ses seda yok, ama yiğitliğe necaset sürdürmeme adına da yarım ağızla da ona da karşıyız deniliyor ya, yanıyor gülüm keten helva yanıyor…
Meşhur darb-ı mesel’deki sarı öküzün verildiği yer ve zaman 80 li yılların ortaları ve yol yapıyoruz uydurmacısıyla Çeşme limanına ilk yapılan dolgu dönemidir, o zaman da söylenmişti, bakın bu yol körfezin bitirilmesine kadar sürer gider, yol açmayın, yol olmayın, ama siyasetin yerel oligarşisi böylesini uygun görmüştü, ne diyelim, o dönem de aynıydı tek kriter düşman kuvvetlerin kaybı, dost kuvvetlerin kazancı…
Bu yatırımın engellenmesi için ne yazık ki birkaç kişi dışında kimse samimi görünmüyor, kimisi kendi projesi uygulanmıyor ya da projesinin tanıtımına izin verilmiyor diye vaveyla koparıyor, kimisi bizim partinin projesi değil diye kenara çekiliyor, kimisi biz istemiyoruz Bakan Bey ile ben konuştum kendisinden duydum iptal talimatı verdi diye söylüyor ama yahu kardeşim, bu projeyi bize yani Çeşmelilere rağmen gerçekleştirecekseniz, ben ilçe başkanlığından, biz belediye meclisindeki parti grubundan, ben il yönetim kurulundan istifa edeceğim, ben partiden istifa edeceğim diyerek net tavır koymuyor, diğerleri ise bu zaten iktidar partisinin işi ya da bundan zarar görecek kendi partilerinden diye kenara çekiliyor, olan Çeşme'ye oluyor demiyor kimse (birkaç samimi insanı vareste tutuyorum). Vah ki vahhh…
Varsayalım ki bu proje AKP’nin ya da başka partinin, ne önemi var ki bu yaklaşımın sonuç itibariyle Çeşme’nin bir bölgesinin katline karar verilen bir proje, hiç düşünmeksizin karşı çıkılmalıdır, hani devşirme olacak ama “Mevzuu bahis Çeşme ise gerisi teferruattır” olmalı şiar…

Salı, Kasım 06, 2012

SKANDAL YARGILAMALAR – 3 REICHTAG YANGINI


Reichstag (Rayştag); Almanya Parlamentosunun toplandığı bina, 1892 yılında yeni bir parlamento yapımı için mimari bir yarışma düzenlenir ve Alman mimar olan Paul Wallot yarışmayı kazanır, 1884 yılında başlanan inşaat 1894 yılında tamamlanır ve 27 Şubat 1933 tarihindeki yangına kadar hizmet verir.

Canım Yurdumda da örnekleri olduğu üzere, “bu kış komünizm gelecek” diye aslında bir tür kara propaganda ürünü olan “yaratılan korku” çerçevesinde Komünistlerin genel greve gidecekleri ve ekonomiye büyük sekte vuracakları gerekçesiyle, aslında öngörüsüyle Cumhurbaşkanı Paul Von Hindenburg; seçimlerde, konjonktüründe uygun düşmesi nedeniyle seçilen 1. parti durumunda ve başında Faşist- Führer Adolf Hitler’in bulunduğu parti ile Katolik Merkez Partinin bir koalisyon kurarak istikrarlı bir durum oluşturacağı bir hükümet kurmasını isteyerek Hitler’i başbakan (şansölye) olarak atamış ve muhtemelen de ne kadar kanlı bir tarih yazılacağını hissederek yeni bir döneme kapı açmıştır. İlerde tarihe kanlı diktatör olarak geçecek, tüm dünyayı kana bulayacak ve 5 yıl sürecek ve yaklaşık 50 milyon insanın ölümüne, yüzmilyonlarca insanın yaralanması ve sakat kalmasına neden olacaktır bu faşist-Führer Adolf Hitler.

Almanyada 1933 yılında Faşist – Führer Adolf Hitler iktidardadır artık, son seçimlerde de komünist parti 6 milyon oy almasına rağmen bu sonucu engelleyememiştir, engellemek ne kelime artık komünist partisi Nazizm-Faşizmin baş hedefi haline gelmiştir tam da bu yüzden, artık Hitler’in ifadesine göre de “Bir tanrı işareti beklenmektedir, bir işaret olsa komünizm ezilecektir”. Artık Faşizm bir işaret bekleyecektir ya da bir işaret yaratacaktır, tüm yoğunluk bu noktadadır. Faşizmin önderleri hummalı bir çalışma neticesinde, yaratılacak işaretin ne olduğunu bulmuşlardır, “Reichtag” yakılacak ve üstüne de yaratılan besleme ve yalaka basın sayesinde de vaveyla kopartılacaktır, artık kara propagandaya dur durak yoktur, Komünistlere yönelik saldırıya büyük fırsat yaratılacaktır.

Hitler’in sağ kolu Hermann Göring’in evinden Reichtag’a açılan bir altgeçit vardır ve SA adı verilen faşist kıtaların lideri olan Karl Ernst kendisine bağlı hücum taburlarından çok güvendiği birkaç faşisti bol miktarda yanıcı ve kimyasal maddelerle bu geçitten geçirir ve onlarda aldıkları talimat gereği Reichtag’ı kundaklar ve yakarlar. Faşistler için Tanrı işareti gelmiştir, komünizm ezilecektir fırsat doğmuştur, yalaka ve yandaş basın ve yayın organları da devreye girer sahne alırlar ve hasıl olan maksada uygun olarak kara propagandaya zemin olurlar ve halkta büyük bir korku, sindirme, gözdağı verecek ve panik yaratacak yayınlar başlamıştır. Kamuoyu nezdinde “suçlu budur” algılaması oluşturmak ve faşistlere “bakın hedef aldığımız komünistlerin hepsi kötüdür ve suçludur” deme ve propaganda yapma hakkı doğurmak için ellerinden geleni artlarına koymazlar, tutmak ne mümkündür bu satılmışları artık…

Reichtag yangını sonrası Adolf Hitler, Cumhurbaşkanı Hindenburg’a, anayasadaki kişi hak ve özgürlükleriyle ilgili maddelerin rafa kaldırılması yönünde bir kararname imzalatarak, seçim çalışmaları sırasında Nazi Partisi ve milliyetçiler dışındaki tüm partilerin seçim çalışmalarının durdurulmasına ve komünist partisinin parlamentodaki tüm milletvekilleri ve parti ileri gelenleri tutuklanmasına zemin hazırlanmıştır.

Yangının hemen ardından, halkı aydınlatma ve propaganda bakanı olan Joseph Göebbells, kendisine gelen bizim çocuklar başardı haberi üstüne, Adolf Hitler ile birlikte yangın yerine giderler ve cayır cayır yanan Reichtag’a bakarak, ağzından salyalar çıkarcasına kızgın olan Hitler Gestapo şefi Rudolf Diels'e bağırarak “işte komünist kalkışma başladı, zaman geçirmeksizin, her komünist bulunduğu yerde gebertilecek” diye talimat verir.  Artık kendilerini iktidara getirenler tarafından verilen görevlerin yerine getirebilmesi adına Faşistlerin yapamayacakları, göze alamayacakları herhangi bir şeyin kalmadığı aşikârdır, tamda alınan seçim kararı arifesinde artık gözlerinin ne kadar kara olduğunu herkese ispat etme fırsatıdır bu provokasyon yangını… Yangın faşistler tarafından kundaklama sonucu gerçekleştiği çok açıktır ama soruşturmayı yürüten polis malum nedenlerle kısa sürede, psikolojik sorunları olan Marinus Van Der Lubbe adında eski bir komünisti tutuklar, yoğun baskı ve işkencelere dayanamaması neticesinde Lubbe, kurtuluşun suçu kabul etmekte olduğuna karar verir ve kundaklamayı yaptığını itiraf eder, derhal mahkemeye çıkarılır ve yargılanır suç sabit görülür, idam cezası alır, yangından mal kaçırırcasına derhal idam edilir.

Yargılanan sanıklar arasında birisi daha vardır, Bulgaristan Devrimi’nin önderi Georgi Dimitrof’tur onun adı, eğitimini yarıda bırakarak başladığı matbaa işçiliği sırasında grevlerle tanışır, bu süreçte sosyalist kimliği gelişir ve pekişir, 1. Paylaşım Savaşı’nda, savaşması gereken askerleri savaşa karşı örgütlediği gerekçesiyle tutuklanır, bilahare Bulgaristan Komünist Partisi yönetimine seçilen Dimitrof, sonra gelişen olaylar neticesinde ülkeyi terk ederek, Yugoslavya, Viyana ve Berlin’de yaşayan Dimitrof, mezkûr Leipzig Duruşmaları ile de faşizmi yargılayan komünist olarak dünya tarihine geçer, 1949 yılında vefat eden “faşizme karşı birleşik cephe” adlı kitabı ile devrimci mücadeleye büyük katkı vermesinden ötürü de kendisini saygıyla analım, yeri gelmişken.

Sonuçları itibariyle; mahkeme sürecinde Reichtag kundaklamasının şüpheye yer vermeyecek şekilde Faşistler tarafından, siyasi amaçlarının gerçekleştirilmesi doğrultusunda gerçekleştiği ortaya çıkar, Dimitrov cezaevindeyken, sosyalistler, demokratlar Hitler faşizminin bu provokasyonunu teşhir ederek, yalanı ortaya çıkarırlar, konu ile ilgili ciddi yayınlar yapılmıştır. 3 ay süren duruşmaların ardından, uyduruk mahkeme heyeti bile kendi yalanlarına dayanamayarak, Dimitrof ve arkadaşlarını aklarlar.

Leipzig duruşmasının derinlemesine incelenmesi halinde, mezkur provokasyonun konu ile ilgili ve bilgili her birimiz için bir “de javu” olduğu kanısına kapılacak şekilde tanıdık geleceği aşikardır, provokasyon konusunda bir hayli başarılı çalışmaların yapıldığı Canım Yurdumda…