Salı, Aralık 20, 2016

ONBİNLERİN DÖNÜŞÜ ANABASİS-2


Babasının ölümünden sonra Ahameniş İmparatorluğu hanedanlık tacına sahip çıkan II. Artakserkses karşısında,  Kuros tahtın gerçek sahibinin kendisi olduğu iddiası ile toplandığı ordusu ile, Bağdat yakınlarında bulunan Kunaksa da karşı karşıya gelirler. Kuros'un ordusu, II. Artakserkses'in ordusunun sayısal üstünlüğüne karşın bir hayli başarılı bir savaş yürütürken, Kuros'un ani ölümü üstüne, ricat başlar. Sokrates'in öğrencisi Helen filozof, yazar, tarihçi ve komutan-asker, Ksenefon tarafından kaleme alınan "Onbinlerin dönüşü, Anabasis" kitabı, M.Ö.401 yılında gerçekleşen bu savaşı merkezine alan, ancak detayda da yaklaşık 14 aylık bir büyük yürüyüşün, hemen hemen sorunsuz geçen savaş öncesi bölümünde, Manisa’nın Salihli ilçesinin batısındaki antik Sard şehrinden doğuya doğru yola çıkıp, Konya üstünden Anadolu platosunu aşmasını, Gülek Boğazından Kilikya’ya inip, Kuzey Suriye üzerinden Mezopotamya’ya; bugün ki Bağdat yakınlarındaki Babil’in birkaç km. yakınındaki Kunaksa' ya varışı, savaş anları ve kaybedilen savaşın ardından, gelmiş oldukları güzergahın güvensiz olacağı düşüncesiyle, kuzeye, sırasıyla, Karduklar ve Armenia ülkelerinden geçerek, Karadeniz'e, Trabzon, Giresun, Ordu ve Sinop, oradan da batıya İstanbul'a kadar olan yolculuğun güncesidir.

Kitap konusu üstüne başka bir yazı yazmak kaydıyla, şimdilik, büyük yürüyüşün güzergahını oluşturan, yerlerin o tarihlerdeki ve bugünlerdeki isimlerini aşağıda bulacaksınız.

Kastolos ovası: Burçak ovası
Abydos: Boğazkilise, Çanakkale
Kherrhonesos: Gelibolu
Hellespontos: Çanakkale Boğazı
Hkolassai: Honaz, Denizli
Kelainai: Dinar, Afyon
Marsyan: Çine
Peltai: Çivril, Denizli
Keramos Agora: Uşak Banaz Ahurhisar-Çalça bölgesi
Kaystrou Pedion: Afyon Bolvadin höyükler Köyü
Thymbrios: Konya Akşehir Ulupınar Köyü
Tyriaion: Ilgın Konya
İkpnion: Konya
Tyana: Bor
Dana: Kemerhisar, Niğde
Tarsos: Tarsus
kydnos: Tarsus Çayı
Soloi: Viranşehir, Mersin
Euphrates: Fırat Nehri
Psros Nehri: Seyhan Nehri
Pyramos Nehri: Ceyhan Nehri
Karsos Nehri: İskenderun Nehrine karışan bir akarsu
Myriandos: İskenderun Fenike şehri
Khalos Nehri: Antep yakınında Halep Nehri kurumuştur.
Dardas Nehri: Fıratın kolu Far nehri
Arakses Nehri: Habur Çayı
Kyros: Sisam Adası
Tigres Nehri: Dicle
Zapatas Nehri: Büyük Zap Nehri
Perinthos: Marmara Ereğlisi
Larisa: Nemrut Dağı yakınındaki Ninova şehri
Mespila: Musul
Kendrites Nehri: Botan Çayı
Teleboas: Karasu
Phasis Nehri: Aras Nehri kolu Pasinsu
Harpasos Nehri: Aras Nehri kolu Arpaçay
Trapezous: Trabzon
Sinope: Sinop
Kerasous: Giresun
Kotyora: Ordu
Thermedon: Terme çayı
İris: Yeşilırmak
Halys: Kızılırmak
Parthenios Nehri: Bartın Irmağı
Herakleia: Karadeniz Ereğlisi
Kherrhonesos: Gelibolu Yarımadası
Magnasia: Manisa
İason Burnu: Yason Burnu
Lykos Nehri: Gülüç Nehri
Byzantion: İstanbul
Kalpe: Kerpe Beldesi
Khrysopolis: Üsküdar
Khalkedon: Kadıköy
Selymbria: Silivri
Bisanthe: Tekirdağ
Ganos: Tekirdağ yakınlarında Şarköy yakınında Gaziköy
Salmydessos: Kıyıköy
Lampsakos: Lapseki
İda Dağı: Kaz Dağları
Thebe Ovası: Edremit Ovası
Adramytteion: Edremit
Kaikos Ovası: Bakırçay
Pergamon: Bergama

Perşembe, Aralık 15, 2016

YETMEZ AMA EVETÇİLER; ALLAH SİZİ AFFETSİN-1


Geçen hafta kaldığımız yerden devam... "ikna oldum" diyerek durumu kurtarmaya çalışan Yüksek profilli gazetemizin patronu Aydın Korkmaz, "al sana bir kandırılma hikayesi daha..." Bak aşağıda, Gün Zileli'nin "yarılma" adlı kitabından bir pasaj, oku, oku, oku... sonra nasıl olsa üfleme faslına geçiyor insan, kolayca...Konu nasıl mı sonuçlandı, takdir edersin ki, Doğu Perinçek'in karşısında olan insanlar da ikna olmaya açık insanlar idi, ancak finali ben sana sözlü anlatırım gayri...

"FKF'nin, TİP yönetimindeki çizgisindeki muhalefeti, Doğu Perinçek yönetiminin devirmek için yeni bir atılım yapmaya hazırlanıyordu. GYK toplantısının normal olarak Temmuz ayının ortasında yapılması gerekiyordu. Ne var ki, TİP'in baskısıyla GYK'da yönetime destek vermiş bazı GYK üyelerinin TİP yanlısı muhalefetin saflarına geçtiğini, bu GYK toplantısında yönetimimizin kesin olarak devrilebileceğini biliyorduk. Doğu bu yüzden, GYK toplantısını ertelemenin, böylece zaman kazanmanın yollarını arıyordu. FKF tüzüğünde, ertelemeye ilişkin bir madde bulunmuyordu. Doğu, böyle durumlarda devreye giren Meclis iç tüzüğünün tartışmalı bir maddesine dayanarak, FKF başkanı sıfatıyla, GYK toplantısını, ikinci bir çağrıya kadar ertelediğini ilan etti. Ne var ki, muhalefetin sabrı iyiden iyiye tükenmişti. Çoğunluğu elde ettiği bir sırada verilen bu erteleme kararına uymaya hiç niyetli görünmüyordu. Ancak, GYK toplantısını en az bir MYK üyesinin açması tüzüğün gereğiydi. Bizim yönetim ise taş gibiydi, o ana kadar tek fire vermemişti.

Bunun üzerine TİP yönetimi, işe bizzat el koydu. Behice Boran, aynı zamanda parti üyesi de olan FKF Genel Sekreteri Ömer Özerturgut'u partiye çağırarak, GYK toplantısını açmasını "emretti". Ömer Özerturgut, ideolojik olarak MDD'ci olmasına rağmen, bu baskıya dayanamadı, "Parti disiplini" ne uyarak, İstanbul'a gidip, İstanbul delegelerinin hazır bulunduğu, şaibeli "GYK Toplantısını" açtı. Bu toplantının şaibeli olduğunun, İstanbul delegeleri de farkındaydılar. Bu yüzden, toplantı, çalışmalarını Ankara'da devam etme kararı aldı. Böylece, İstanbul'da toplantının kazasız belasız açılması sağlanmış, Ankara'da devam kararıyla da, toplantının meşruluğu garanti altına alınmış oluyordu."

Doğu Perinçek, çocukluğundan kalma çocuk felci rahatsızlığının nüksetmesi ve rahatsızlığın artması nedeni ile zor yürüyor ve ayağı da sargılı vaziyettedir. İstanbul'da olanın bitenin farkına varan grup, Ankara'da kongreye müdahale edip, yönetimin devrilmesinin önüne geçecek çalışmaları yapma niyeti ile kongreye katılım konusunda gayretlidirler, hatta Doğu Perinçek kongreye koltuklarına girilmiş ve yer yer de kucakta taşınarak getirilmiştir. İstanbul delegeleri ve onlara uyarak kongreye katılan Ankara delegeleri ile kongre devam ettirilecektir, gayri. Divan Başkanlığını'da kontrol dışı birisi yapacak idi artık...

"FKF salonunda tuhaf bir görüntü ortaya çıktı. Salonun bir bölümünde GYK toplantısı yapılıyor, öbür bölümünde ise GYK toplantısını tanımayan bizler, güya MDD üzerine bir seminer veriyorduk.  Cengiz Çandar, Ben, Doğu Perinçek vb. GYK toplantısını proveke edecek etmek içim yüksek sesli konuşmalar yapıyorduk. GYK ise, her ne şart altında olursa olsun, toplantısını yapıp bitirmekte kararlı görünüyordu. Alelacele eller kalkıp iniyor, birşeylere karar verilip hızla başka bir gündem maddesine geçiliyordu. Doğu baktı, bu seminer numarasıyla GYK'nin çalışmalarını önlemek mümkün değil, yeni bir taktiğe başvurdu. "Bir dakika" dedi, "ben halen FKF'nin başkanıyım, madem ki, GYK toplanmış bulunuyor, o halde toplantıyı ben yöneteceğim." Delegeler önce inanmazlıkla baktılar Doğu'ya. Acaba doru mu söylüyordu, gerçekten yola gelmiş, GYK toplantısının meşruluğunu tanımaya karar vermiş miydi? Eğer böyleyse bu işlerine gelirdi, çünkü böylece hem toplantının üzerindeki şaibeyi ortadan kaldırmış, hem de oy çoğunluğuna dayanarak böyle meşru bir toplantıda yönetimi devirmiş olacaklardı. Biraz tereddüt ettikten sonra, Doğu'nun önerisini kabul ettiler. Zülküf Şahin başkan sandalyesinden kalktı, "gel bakalım" dediler, Doğu'ya. Doğu, sağlam bacağının üzerinde sıçraya sıçraya, GYK Başkanlık sandalyesine geçip kuruldu ve sandalyeye oturur oturmaz, ilk sözü şu oldu: "GYK toplantısı ertelenmiştir, bu toplantının GYK toplantısıyla ilgisi yoktur." İstanbul delegeleri öfkeyle ayağa kalktılar. Doğu'nun oyununa gelmişlerdi. Ona inandıkları için pişmandılar. Evet ama, bu, sakat bacağını bir sandalyeye dayamış adamı, GYK Başkanlık sandalyesinden nasıl uzaklaştıracaklardı. Tekçare kalıyordu, onu yaptılar. Doğu'yu orada kendi kaderiyle başbaşa bırakıp sandalyelerini tam ters yöne, salonun öbür yanına çevirdiler. Zülküf Şahin de bir sandalye alarak yeniden karşılarına oturdu. GYK, toplantısına böylece devam etmeye çalıştılar.

Doğu, toplantıyı proveke edebilmek için şansını bir kere daha denemekte kararlıydı. Oturduğu yerden GYK toplantısını sürdürenlere seslendi. "Tamam arkadaşlar" dedi, "ikna oldum. Bu sefer size söz veriyorum, gerçekten yöneteceğim toplantıyı"." Ben, içimden, artık bu sefer inanmazlar diyordum, ne var ki, delegeler, Doğu'ya bir kere daha inanma gafletini gösterdiler. Doğu, deminki gibi, kalkıp, sıçraya sıçraya Zülküf Şahin'in sandalyesine geçti. Oturur oturmaz da aynı sözler çıktı ağzından: "toplantı filan yok. GYK toplantısı tarafımdan ertelenmiş bulunuyor." Artık delegeler öfkelenmeye bile gerek duymadılar. Alışmışlardı zahir! Otomatik hareketlerle, sandalyelerini bir kere daha salonun öbür tarafına çevirdiler ve Zülküf Şahin bir kere daha geçip karşılarına oturdu. Artık bu kadarı komediydi!"

Cuma, Aralık 09, 2016

YETMEZ AMA EVETÇİLER; ALLAH SİZİ AFFETSİN

2010 referandumunda; "yetmez ama evet" hareketi, "yeni anayasa değişikliklerini" desteklediğini açıklayan, aslında da illizyon yaratmak için "içimize sinmiyor" ile başlayan  ve de necip milletimizin sürekli tavrı olan, kötünün iyisi tercihi ile sırlanan davranışına mazhar olmayı hedefleyen ama aslında tam tamına en güçlü zehiri en tatlı şey ile sıvayıp hap haline getirmenin bir versiyonudur. Aslında o tarihte de beyan ettiğimizi bugün bir kez daha söylemekte yarar var, o sloganın ya da reklam repliğinin şekli şöyle olsaydı, "yanlış ama yine de destekliyorum", bugünkü nedametin hatta "mayın eşeği" olduklarının ikrarı daha samimi kabul edilebilirdi.
Bilindiği üzere; bugünümüzün temelinin atıldığı o günlerde, anayasa değişikliğinin halk oyuna sunulduğu biçimine, düşünmeksizin evet diyen bölümün dışında kalan, muhalif, aykırı, ikircikli ya da kararsızın oyunu da illüzyon yardımı ile aynı mecraya akıtmanın 2 yolu vardı, bunlardan birincisi, aslında onlardan ama sanki bunlardanmış gibi görünen zevatın öncülüğünde, 12 Eylülcülerin yargılanacağına inanan ya da inanmış gibi görünen reklam içerikleri ile oluşturdukları cephe; "yetmez ama evet" idi diğeri ise malum "boykot"... Aslında her ikisinin de son tahlilde birbirinden bir farkı yoktu ama, hedef kitlelerin farklılığı bariz olunca sözde bariz farklı 2 başlık açılması gerekiyordu... Konunun her türlü detayını daha dün imiş gibi herkesin hatırladığını düşünerek konunun bu tarafını kapatıp, gazetemizin patronu Aydın Korkmaz'ın, uzunca süredir kendisine, "bizi de kandırdılar, Allah bizi affetsin" demesi gerektiği konusundaki baskımdan usandığı ve aslında kandırılmadığını ama ikna olduğunu beyan eder bir cevabi yazısı üstüne bende cevap hakkımı kullanıyorum. Gerçi "kandırılmadım" yerine "ikna oldum" sözünü koyarak durumu kurtaramadığını anlattıkça daha da direngen bir hale geçen ve savundukça abuklaşan durumu üstüne söylenecek çok şey var şüphesiz, ama başlangıcın da çocukça bir savunma olduğunu söylemekle başlayayım. ee değil kaka...
"Yetmez ama evet"çilerin 2 önemli (aslında önemsiz) temsilcisi durumundaki Sezen Aksu ve Oral Çalışlar'a bakalım ne demişler o gün itibariyle... SEZEN AKSU; "Tabii ki evet diyeceğim. Dört dörtlük, çok daha kapsamlı ve özgürlükçü nihai şeklini alana kadar da evet demeye devam edeceğim", ORAL ÇALIŞLAR; "Statüko’nun rüzgarına kapılmayın" diye söyleyerek gururla "Yetmez ama evet'çi olduğunu açıklamıştır.... Nasıl iddialı ve gurur dolu bir duruş, emin olun konuyu bilmesek yutturacaklar ama, peki, yutanlar olmadı mı, evet oldu hem de çok fazla miktarda... O zamanlar diyorduk, Kozanlı ve Kadirli'lilerin yılan ile çuvala konulma hikayesini, gülüyordu bu zevat, deee haydi şimdi de gülün... Şimdi dörtdörtlük özgürlükçü ve aynı zamanda statükodan kurtulmuş bir anayasa sahibiyiz, sayenizde... Peki bu zevatın söyledikleri ile, Gazetemizin patronu Aydın Korkmaz'ın söylediklerinde öz olarak ne fark var, kocaman bir hiç...
Yetmez ama evetçilerin bilahare "akil adamlığa" evrilmesini müteakip, bu ekibin en şanlılarından biri, Baskın Oran, geçenlerde verdiği mülakatlarda durumu en yalın, en anlamlı ve herkesin çok kolay anlayabileceği biçimde ortaya koyar, "Mayın eşeği gibi kullanıldık"... Bu kelam üstüne kelam olmaz gayri... Buradan kelli genel manada söylenecek çok şey yok...Bunların siz bakmayın öyle anlı şanlı analizler yapıyor görünmesine, ülkenin uzun vadede çıkarlarının tespitini iyi yaptıkları iddiasına, bunlar 6 yıl sonrayı bile göremezler ve de göremediler, hatta daha iddialı söyleyeyim bunların 6 ay sonrasını görebilme kapasiteleri bile tartışmalı... Çakralar kapalı olunca, akıl ne yapsın... Allah kimseyi "bilimsel engelli" yapmasın, ne diyelim ilaveten...
Kandırıldım demekten neden bu kadar ürküyorsun ki Aydın Korkmaz; kandırılanlar kötü niyetlerinden kanmazlar, tam tersine iyi niyetlerinden kanarlar ve kandırılırlar, asıl kandıranlar kötü niyetlidir... Ayrıca tarihimiz bu kulvarda kananlarla doludur, bak birkaç tane örnek yazayım da içini serin sular ferahlatsın... Bu manada ilk kandırılanlar; Medine'deki Yahudiler olmuştur, sonra TKP'nin öncüleri kandırıldı, sonra sizin öncülleriniz DP (demokrat parti) tarafından kandırıldı, sonra İran'lı TUDEH'çiler, Mücahitler, daha sonra vs. vs... 
Nişanyan Etimolojik sözlük bak ne diyor; "kandırılmak" için; ETü: (Uygurca Maniheist metinler, ö.900), "közünürteki küsüşleri kandı (bu dünyadaki arzuları tatmin oldu)", ETü: (Kaşgarî, Divan-i Lugati't-Türk, 1073), "ol sūwdın kandı (suya doydu), ol meŋi suwka kanturdı (beni suya doyurdu)",  ETü kan- doymak, tatmin olmak, inanmak, Not: Karş. Moğ kanu- "doymak, tatmin olmak, inanmak".
Bu sonuç ile senin anlattıklarını karşılaştırınca anlıyorum ki, siz doymuşsunuz, olmadı tatmin olmuşsunuz ya da senin ifaden ile ikna olmuşsunuz... Allah başka keder vermesin size demekten başka çare bırakmadın bana... Bunları düşündükçe de aklıma nedense hep "Fadime" gelir aklıma, güzel yeşil gözleri yaşlarla dolu dolu vaziyette, "Allah yolunda olduğunu söyleyip, beni kandırdı" diyerek TV lerde endam gösterip, meşhur Kalkancı ve Gündüz hocaefendileri hedef tutardı... Vay ki vay... Hay Allah Aydın Korkmaz, sen savundukça aklıma neler geliyor neler, bak gördün mü... Hem Fadime, hem de siz korkarım ki, hem ağlayıp hem giden geline benziyorsunuz, biliyorum biraz ağır oldu ama vallahi daha hafifini bulamadım, özür dilerim, senden değil gelinlerden ama...
Yazımı Neyzen Tevfik'ten bir beyit ile tamamlayıp, yazının devamı haftaya diyeyim.

Türkü yine o türkü,
sazlarda tel değişti,
Yumruk yine o yumruk,
bir varsa el değişti!

Pazar, Aralık 04, 2016

ONBİNLERİN DÖNÜŞÜ ANABASİS-1

Ksenefon, Anabasis Onbinlerin dönüşü adlı, seyahatname ve askeri günce sayılabilecek kitabında, Manisa’nın Salihli ilçesinin batısındaki antik Sard şehrinden doğuya doğru yola çıkıp, Konya üstünden Anadolu platosunu aşmasını, Gülek Boğazından Kilikya’ya inip, Kuzey Suriye üzerinden Mezopotamya’ya; bugün ki Bağdat yakınlarındaki Babil’in birkaç km. yakınındaki Kunaksa' ya varışını, savaş anları ve kaybedilen savaşın ardından, dönüş için gelmiş oldukları güzergahın güvensiz olacağı düşüncesiyle, kuzeye, sırasıyla, Karduklar ve Armenia ülkelerinden geçerek, Karadeniz'e, Trabzon, Giresun, Ordu ve Sinop, oradan da batıya İstanbul'a kadar olan yolculuğu anlatmaktadır.

Mezkur kitaba, Karduklar (Kürtler), Armenia (Ermeni) ülkesi ile Trabzon'un ve birçok Karadeniz şehrinin kuruluşunun Helenler tarafından gerçekleştirilmiş olması konu olmuş diye, Milliyetçi-Mukaddesatçı cenahta kıyametler kopmakta olduğu da bir gerçektir. Neymiş efendim, "bu ülkenin sahipleri Müslümanları, kendi ülkelerinde "kiracı"; Anadolu ile hiçbir ilgisi bulunmayan Helenleri, Kürtleri hatta Ermenileri, "ev sahibi" gösteriyor diye vaveyla koparıyorlar. Bu aklı evvellere göre, demek ki, MÖ 400 yıllarında Ksenefon diye bir kefere soyu çıkıyor, bu topraklara yaklaşık 1400 yıl sonra Türkler akın akın gelecek, 1000 yıl sonra da Müslümanlar buralarda olurlar, "en iyisi ben tedbiren şimdiden yazayım" diyerek kaleme alır tüm bu yazılanları... Neyse şükür yine de, ya Ksenefon'u da komünistlere bağlasalar idi, ne yapardık... Kaldı ki; benzer gözlem ve tespitleri tarihin babası olarak bilinen Herodot'ta yapmıştır, ama bu aklı evvellere, ne gam, ne keder... Eeee tabii ki meseleyi Dağ Türklerinin karda yürürken "kart, kurt, kürt" diye ses çıkarırlardı gibisinden açıklamaya çalışanların başka bir şey üretmeleri de mümkün değildir... Allah selamet versin...

Mezkur konu ile ilgili kitabın ilgili bölümünde şöyle yazılmaktadır, Karduk ülkesi ve Karduklar için...

"Batıya giden yolun Tigres'i geçtikten sonra Lydia ve İonia'ya yöneldiğini, dağların arasından kuzeye doğru uzanan yolun ise Kardukhların ülkesine girdiğini söylediler. Esirlerin söylediğine göre bunlar krala itaat etmeyen, dağlarda yaşayan savaşçı bir halktır. Bir zamanlar bu halkı boyun eğdirmek için yüz yirmi bin kişilik bir kraliyet ordusu gönderilmiş, arazi elverişsiz olduğundan bu ordudan tek bir asker bile geri dönmemişti. Kardukhlar sadece ovaya hakim olan satrapla anlaşma imzaladıkları dönemlerde Perslerle ilişkiye geçerlermiş.
Generaller bunları dinledikten sonra farklı güzergahları anlatan esirleri gönderdiler ve ne tarafa gideceklerine ilişkin hiçbir ipucu vermediler. Ancak Kardukhların ülkesinden geçmek zorunda olduklarını düşünüyorlardı. Esirlerin söylediğine göre buradan geçerek Orontas'ın yönetimi altındaki büyük ve müreffeh bir ülke olan Armenia'ya varacaklardı. Oradan da istedikleri yöne gitmek artık çok kolay olurdu. Düşmanlar erken davranarak dağ geçitlerini ele geçirir korkusuyla, hareket etmek için en uygun zamanı öğrenmek üzere tanrılara kurbanlar sundular.
O gün de ova üzerinde Kendrites Nehri yakınlarındaki köylerde kaldılar. İki plethron (26.9 mt ye denk gelen uzunluk ölçüsü) genişliğindeki nehir Kardukh ülkesini Armenia'dan ayırıyordu. Hellenler ovayı görür görmez rahatladılar. Nehir Kardukh Dağlarının altı yedi stadion kadar uzağındaydı. Burada hem erzak boldu, hem de yaşadıkları güçlüklerin muhasebesini sakin kafayla yapabileceklerdi. Kardukh ülkesinden yedi gün süren geçişleri sırasında sürekli savaşmış, kral ve Tissaphernes'ten görmedikleri kadar zarar görmüşlerdir."

Anabasis veya Onbinlerin Dönüşü  adlı eser, Helen filozof, yazar, tarihçi, seyyah, komutan-asker, Ksenophon’un ünlü bir eseri olup, ilkçağ gezi yazıları içinde uzmanlar tarafından en önemli gezi ve tarih yazılarından sayılmaktadır, hatta o kadar ki, mezkur eser, Amasyalı Starabon’'un seyahatnamesi ile Heredot tarihinin seyahat yazıları bölümünü oluşturan eserler ile birlikte  anılmaktadır adı. Ksenophon bu eserde yazdığı tüm olayları bizzat yaşayarak ve gözlemleyerek  MÖ 400 yıllarında yazmış olup, kitap sadece günümüz için değil  kendi döneminde de çok önemsenmiş o kadar ki bazı kaynaklar, kitabın Büyük İskender'in Büyük Doğu Seferinde pusula gibi kullandığını yazmaktadır.
Kitap; İlkçağda yazılmış en önemli gezi gözlem ve anıları ve askeri günce olarak bilinmekte olup, eserin adını aldığı "anabasis" kelimesinin ise, Yunanca'da; "yukarıya doğru tırmanma, yükselme" anlamına gelmekle birlikte, bazı kaynaklarda kelimenin kökeninin Arapça olduğu ve "kılavuzsuz yolculuk" anlamına da geldiği yazılmaktadır. Kitabın gezi, savaş güncesi olmasının yanı sıra, liderlik, gönüllülük, stress altında yöneticilik, o şartlarda bile istişareye dayalı karar, hatta tüm askerlerinin bile karar için görüş ve bilgi paylaşımı, ortak karar verme, belirsizlikler, şaşkınlıklar, yılgınlıklar, umutsuzluklar, ürküntüler arasında ve de en önemlisi sürekli iaşe ve ibate konusundaki alarm ve sürekli savaş içerisinde inanç ve umut kaybının zirvesindeki insanlara önderlik, liderlik yapacaksınız hem de son derece başarılı bir şekilde, işte bunların tamamı bulunmaktadır.

Ama bana göre de, kitabın en önemli tarafı, dönüş yolunda yaklaşık 1 hafta yolculuk yaptıkları Kardukh (Kürt) ülkesinde, yiyecek teminindeki engeller ve zorluklar bir yana yoğun Kardukhlu saldırıları altında ölüm kalım savaşı vermektedirler, Helenleri ve başta da liderleri Ksenefon'u öldürmek için inanılmaz saldırılar düzenleyen Kardukh'ların bugün Ksenefon'un yazdıkları ile mezkur coğrafyada kendi varlıklarını ispatlıyorlar ya, atalarının o zaman öldüremediğine bugünkülerin şükür etmesi gerekir herhalde ve kaderin cilvesi de bu olsa gerektir...