Pazar, Mayıs 24, 2015

BUNLARIN CEMAZİYE’L EVVELİ -2 TAHKİKAT KOMİSYONU


“Tek Parti” döneminin zulüm dönemi olduğunu söyleye söyleye iktidara gelip, yepyeni bir tek parti dönemi yaratmanın yolunu bulan Demokrat Parti Yönetimi, Amerikalı akıldanelerinin kulaklarına sufle ederek kendilerini cesaretlendirdikleri “Mc Carthy” uygulamalarının benzeri, önceleri muhalif her unsuru bilahare de kendilerine destek vermeyen herkesi ve her kesimi susturmayı ve yok etmeyi hedefleyen “Tahkikat Komisyonu”nu, tereddüt dahi etmeksizin kendi saltanatlarının sürmesi adına uygulamaya koymuşlardır. Türkiye siyasi hayatı açısından çok önemli bir süreç olarak tarihe geçen “Demokrat Parti” dönemi, hamamda türkü çığıranları bile kıskandırır biçimde, kendi kendilerine ve Göebbels bile imrendirecek şekilde “beyaz ihtilal” yapıyoruz, algısı yaratılarak, 3 dönem üstüste seçim kazanmanında üzerlerinde yarattığı zafer sarhoşluğu ile kendilerine biat etmeyen her kesimi yok etmenin her türlü numarasını çevirilen, her yola başvurulan bir dönemdir. Dönemin ilk yıllarında Demokrat Parti, genelde Amerikanın Sovyetler Birliği ile girdiği her alandaki yarışmasının, özelde de ülkenin emperyalizmin bu çılgın hamlesine teslimiyet bayrağı çeken bedhahların kara propagandası ile yaşanan ve teslimiyetin bedelinin defaten tahsili neticesinde ekonomideki dinamizm, özellikle 2. Savaşın kara günlerinde haddinden fazla sıkıştırılmış vatandaşın gözünü boyayarak, sonraları çokça lanetledikleri halde üzerlerinde defosu bulanacak şekilde kalan, dönemin aydınlarının önemli bir kısmını bile yandaş haline getirmişttir. Dönemin muktedirlerinin tercihlerinin emperyalizme teslim olmak olması hasebiyle aldıkları uluslararası sınırsız ve orantısız destek sayesinde yoğun şekilde özgürlükçü, yenilikçi ve demokrat propagandaları kısa vadede işe yaramış, gözler kamaşmış olsa bile, “sırları dökülmüş ayna” misali aslına rücu eden fikriyat, despotik ruhu kaçınılmaz olarak dışavurmuştur. Dışavuran despotizm artık muhalefet edilmesine tahammül edemez hale gelmiş, başlarda gözleri kamaşan unsurlar tekrar ayakların yere basması neticesinde yaşadıkları cilalı  kısa süreli rüyadan adeta övendire kullanılarak uyandırılmış, önceleri CHP hedefmiş gibi gösterilen saldırılar, meclisi, üniversiteleri, basını, yargıyı, orduyu ve her türlü muhalefeti de hedefleyince, kış uykusundaki dimahlar uyanmaya başlamıştır. Demokrat Parti ilk başlarda, CHP yi hedef alıp, devletin her türlü imkanını kullanarak muhalefeti susturduğu ve bastırdığı iddiaları ile hayli taraftar bulmuş iken, sırlar dökülmeye başlayınca basında aleyhte yazılar ve haberler yapılmaya başlamış ve uyanan dimahlarında etkili muhalefet yapmaya başlaması neticesinde, köşeye sıkıştıkça karşı yeni hamleler, sonu neye mal olursa olsun ruh haliyle ardı ardına alınmaya başlamıştır. Yasalardaki anti-demokratik unsurları derhal ayıklayıp kaldıracağım vaatleri çabuk unutulmuş, eskisini de mumla aratacak şekilde ceza yasalarını daha ağırlaştırararak daha fazla baskı uygulayabilme cihetine gidilmiştir, tıpkı tüm ardılları gibi, tıpkı tüm benzerleri gibi... Arda arda gelen baskıcı uygulamalar, memurların siyasi haklarının sınırlanması ile başlayıp, yargıçların ve profesörlerin erken emekli edilmelerine kadar hatta sorgusuz sualsiz memur işten çıkarılmasına kadar varan abuk subuk ve devlet ciddiyeti ile bağdaşmayan noktalara vardırılmıştır... Artık akli muvazene yitirilerek gözler kendi çıkarlarından başka şeyi görmez hale gelince, yargının kendileri için “el freni” olduğu gerekçesiyle, aralarında Yargıtay Başkanı, Yargıtay Üyeleri ve Cumhuriyet Baş Savcısı emekliye sevk edilince, muhalefet ve basının önemli bir bölümü konuyu sürekli işlemeye başlar, hatta bazı katıksız Demokrat Parti destekçisi gazeteler bile taraf değiştirince, ve hatta Demokrat Parti kurucularından Fuat Köprülü istifa edip muhalefete başlayınca, artık kaçınılmaz olarak “tam susturacağız” moduna geçilmiştir.

Mecliste “Tahkikat Komisyonu” gibi masumane bir ad altında ve tüm üyeleri Demokrat Partili olan bir komisyon kurularak; tüm siyasi faaliyetler hakkında önleyici karar almak; mitingleri, toplantıları yasaklamak, muhalefet ve basın aleyhinde ortaya atılan tüm iddiaları soruşturmak, her türlü yayını yasaklamak, yayın organlarının basım ve dağıtımını durdurmak ve kendilerince gerekli görülen her belgeye el koymak gibi başta olmak üzere her türlü kararı almak mezkur komisyonunun görevlerinin başındaydı ve komisyonun öngöreceği önlem ve kararlar kesin olup, bu önlem ve kararlara zinhar itiraz edilemeyecekti. Mezkur komisyonun evvel emirdeki kararlarından bazıları, partilerin kongre ve miting düzenlemelerini yasaklamak, komisyon kararlarının basın yoluyla eleştirilmesi ile Mecliste bile aleyhte soru önergesi verilmesinin önüne kararnameler yayınlayarak geçilmesidir. Bazıları tüm bu söylenenleri, despotik uygulamaların odağı olduğu iddia edilen CHP’yi hedeflediğini söylese de, ne yazık ki benzer programları ve hedefleri olmasına rağmen, önce MP (Millet Partisi) bilahare devamı CMP (Cumhuriyetçi Millet Partisi) biat etmiyor olmalarından ötürü hedef olmaktan kurtulamamışlardır. O kadar kurtulamamışlardır ki, CMP ye 5 milletvekiliğinin tamamını veren “Kırşehir ili”, özel bir kanunla ilçe haline getirilmiştir, varın siz öfke ve kinin büyüklüğünü düşünün. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Serbest Cumhuriyet Fırkası gibi parti kurulma girişimlerinin, dönemin muktedirleri tarafından ilgasını içine bir türlü sindiremeyen gruplar, günümüze kadar hiç durmaksızın girişimde bulunmuş ve Cumhuriyetin kurucularından ve kurucu felsefesinden rövanşı alma çabasını sürdürmüşler ve sürdürmektedirler. Mezkur girişimlerin ezcümle bu kabilden olduğu bilinerek geleceğe bakmak gerekmektedir. Tarihten ders almayanlar için tarihin tekerrürden ibaret olması mukadder görüşünden hareketle, demokrasi şehidi diye anılanların icraatlarını bir kez daha hatırlayarak, tüm çağdaş anayasaların öngördüğü kuvvetler ayrılığı ilkesini yok sayarak tüm kuvvet ve yetkileri tek elde toplayanların, muhaliflerine tahammül edemeyenlerin, meclis çoğunluğu bendedir istediğimi istediğim gibi yaparım diyenlerin, asla ve kata unutulmaması gerekmektedir.

 

Pazar, Mayıs 17, 2015

HALK NEZDİNDE KENAN PAŞA (!!!!)


İçimizdeki Amerikalıların 1 numaralısı, NATO gizli ordusu “STAY BEHIND” komutanlarından olduğu iddiası büyük ölçüde kesinleşen, canım yurdumun canına okuyan 12 Eylül faşist darbesinin mimarı; Kenan Evren, ne yazık ki doğru dürüst yargılanamadan, arkasındaki güçleri açıklamasına fırsat bulamadan, yaşlarını büyültüp insanları “asmayalım da besleyelim mi” diyerek elleri titremeden idam sehpasına göndermesinin hesabını vermeden, yaptıkları takipçilerinin koruması ve kayırması sayesinde yanına kar kalarak, ölmüş, dünyadan göç etmiştir. Hatırlanacağı üzere, Amerikalılar, içimizdeki temsilcileri olduklarını “our boys” diyerek tarihe geçirdikleri 12 Eylül cuntasının 5 li çetesinden, Ahmet Kenan Evren, ''Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısmını değiştirmeye veya ortadan kaldırmaya ve Anayasa İle teşekkül etmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasına engel olmaya cebren teşebbüs ttmek'' suçlarından, sulandırılmış bir biçimde de olsa yargılanmış, kurduğu tüm kurumların dimdik ayakta bulunmasına ve onu korumasına rağmen, toplumsal baskı ve vicdanların rahatsızlığının yarattığı atmosfer karşısında mahkum olmaktan kurtulamamıştır. Aslında, az daha yaşayabilseydi de, tüm rütbelerinin sökülmüş haliyle defnedilseydi, muhtemelen de sadece ailesi ve akrabaları tarafından, sıradan bir mezarlıkta olacaktı tüm bu işlemler... Gerçi ölüm, ölenden ziyade arkada bıraktığı aile efradı ve akrabaları tarafından büyük bir acıdır, bilineceği üzere... Diktatörün kızı büyük bir öfke içerisinde, darbeye ve darbecilere ve halk düşmanlarına, sokakta, kahvehanede, meyhanede, okulda, fabrikada, evlerde vs. vs. lanetler yağdırılmasına karşı hamle kabilinden; CNN Türk’te Mirgün Cabas’a “70 milyonun 60 milyonu Evren Paşa diye takdirle anıyor” diyerek, içindeki fırtınayı bastırmaya çalışmakta olduğu görüntüsü vermiştir, Allah selamet versin, ya sayı saymasını bilmiyor ya da dayak yememiş diye bir söz vardır ya, tamda öyle. “Böyle bir babaya sahip olduğumuz için çok mutluyuz. Çok babacan, dürüst, hiç kin tutmayan, herkese iyilik yapmayı seven, şimdiki televizyonlardaki söylenenleri hak etmeyen bir insandı” diyerek devam eden, “yoğurdum ekşi” demeyen esnaf duruma düşmüş, ama kendisi açısından ne gam ne keder, canım Yurdum artık ve tamamen uluslararası ajanların cirit attığı ve yön verdiği, bağımlılığın geriye dönülmez noktaya geldiği bir ülke olmuş... Ama zor tabii ki, gittiği her şehirde, kasabada kendisine verilen “şehrin altın anahtarlarından”, ziyarete gittiği üniversitelerden aldığı “fahri doktor ve fahri profesörlük” ünvanlarından, her gittiği yerde “paşam bu ülke seninle gurur duyuyor” diye uluyanlardan, “astığı astık, kestiği kestik” tiranlığı karşısında taktir görmesinden, şatafatlı yaşamdan sonra, kimse yüzüne bakmasın noktasına gel, eee vallahi, kolay değil tabii ki bunu sindirmek... Ne kadar tepki gösterilse yeridir... Haklısınız, nerede şimdi o, yargılanırken bile, hani şimdilerde bizde işkence mağduruyuz diyen, yargılananların “fikirlerimiz iktidarda ama bizler yargılanıyoruz” diyerek methiyelere mazhar olan, Amerikanın içimizdeki çocuğu, nerde şimdi cenazesine bile sadece Mehmet Ağar ve İsmet Sezgin dışında siyasetçinin katılmaya cesaret edemediği ortam... Ne deseniz haklısınız... Devr-i iktidarlarında, kudretinin tartışılamadığı, parmağı ile yanlışlıkla bile gösterdiği yerlerin yakılıp yıkıldığı, % 8 lik onurlu bir azınlığın dışında, herkesin el pançe divan durduğu, elleri patlayıncaya kadar alkışlayanlar, avurtları patlayıncaya kadar canhıraş bağıranlar, bir baktınız ki darbe ve darbeci lanetleyicileri olmuşlar, işte bu terk edilmişlik ve lanetlenmiş duygusu sizi kahrediyor... Haklısınız, hem de ailecek... Nerde ahd-e vefa, ne yazık ki yok, işte necip Türk milleti sizi terk etti... Siz hala zannediyordunuz ki, %92 oranında bir katılım olacak cenazeye, vay zavallı ve mahsun kalış vay... Aslında sizler bunları görebilecek kadar, malum mahfillerden sufleye haizdiniz, sizler ailecek gizli faaliyetler ve operasyonlar yürüten bir grup olarak bu vefasızlığı öngörebilecek kadar bilgiye sahiptiniz ama güç ve yarattığı sarhoşluk böyle bir şey işte, başta gözler kamaşır, sonra akıl nasırlaşır, sonra vicdan sıfırlanır, sıkarlar suyunuzu atarlar posanızı... Güle güle kullanın son ve kadim halinizi, güle güle... Ama siz yine de ve herşeye rağmen şanslısınız, arkadan yolcu edilecek Ali Tahsin Şahinkaya’nın durumu daha vahim olabilir, çünkü Genelkurmay başkanlığı formaliteler gereği babanızın cenazesine sahip çıktı, onunkine sahipte çıkamayabilirler... Yine de bu duruma şükretmelisiniz...

Ayrıca; yine mezkur programda; “o çocukları babam mı astırdı” diye bir ifadeniz oldu, evet babanız astırdı...hemde elleri titremeden kalemlerini kırarak astırdı, yetmedi nefreti o kadar büyüktüki hatta yaş büyültülmesi için talimat ta verdi... Babanıza haksızlık yapıldığını, tarihin bunları bir gün yazacağını söylemişsiniz, hayır sayın Gürvit hayır, bakın tarih babanızı nasıl yazacak biliyormusunuz... Eli kanlı bir diktatördü, komutanlarından olduğu NATO gizli ordusundan gelen talimatlara göre, onlarca kanlı katliamların düzenlenmesine ön ayak oldu, insanları suçlu suçsuz yargılanmadan idam ettirdi, isimlerinin sayılmasına gerek olmayan birkaç bini geçmeyen bir sayıdaki işkenceciyi yetkilendirerek, binlerce insanın sakat kalmasına neden oldu, yüzlerce insanın işkencelerde ölmesine neden oldu, nerdeyse her emniyet müdürlüğü binasından en üst katlardan insanların öldürülmek üzere atılması moda olmuştu sayesinde, siyasal hayata ve topluma deli gömleği giydirdi... Ama asıl olarakta, bize bir şey olursa, hengi örgütten gelirse, bunun cevabı, tüm cezaevlerinde bu örgütten yargılan insanların öldürülmesi şeklinde olacaktır, kararı aldığını açıklaması bile lanetlenmesi için yeterlidir... Daha çok şey yazabiliriz ama yer ve yen dar gayri...

İşte bu ahval şeriatta, seninki gibi değil benimki gibi bir babası olması gururlandırmalı insanları... Size tavsiyem bu acılar ile çekilin bir kenara ve susun...

Pazar, Mayıs 10, 2015

BUNLARIN CEMAZİYE’L EVVELİ -1 6-7 EYLÜL OLAYLARI


Sene 1955, aylardan Eylül ve Eylülün 6’sı; İstanbul’da yayınlanan “İstanbul Ekspress” diye bir gazete var, gazetenin yönetiminde ilgili herkesin iyi tanıdığı Gökşin Sipahioğlu diye biri bulunmakta, ama arka planda siyasi iktidarın bulunduğu tüm saklamalara ve reddetmelere karşın açık seçik bir biçimde görülmekte ve bilinmektedir. Yine aynı dönemde, ne yazık ki büyük acılar içinde, emperyalistlerin oyuncağı konumundaki yönetimler aracılığıyla adeta bir cenderede tutulan Kıbrıs’ın iki halkı, görüntüde birbirini boğazlamakta ise de, aslında tarafların bir iç savaş provası yönettiği, katliamlar yaptığı da çok açıktır. Bu politikaların sonuçlarından olmak üzere, canım yurdumda ise yaratılan hassasiyetler üstünden toplumu gererek, tıpkı tüm muktedirlerin her sıkıştıklarında benzer davranışa baş vurması gibi; sığınılacak tek yol, toplumda her türlü gerilimi arttıracak, hatta birbirlerine düşürecek provakasyonları hazırlamaktır.

Gerek uluslaraarası alanda kaypak politika izlenmesinin, gerekse de ulusal düzeyde, yaratılan ekonomik değerlerin çarçur edilerek, memleketi baştan başa yollarla donatıyoruz propagandasıyla, yolsuzlaşan canım yurdumunda, gerek genelde emperyalizmin içine sürüklendiği bunalımın, gerekse de canım yurdumdaki emperyalizmin yerel uzantılarının krizden etkilenerek aralarında birbirlerini tasfiye savaşları neticesinde ortaya çıkan olumsuz ekonomik tablonun neticesinde gözü kararan Demokrat Parti iktidarının artık yapamayacağı bir şey kalmamıştır... Artık iç savaş dahil herşeyi patlatmaya hazırdır... Allahtan “Kıbrıs Türktür Derneği” diye Demokrat Parti yöneticilerin yerleştirildiği bir dernek vardır... Ehven ortam ve makul şartlar oluşmuştur...

Hemen; her dönemde, her ülkede olduğu üzere, muktedirin emrine girmiş, yandaş basın devreye girer ve sonuçları itibariyle asla ve kata telafi edilemeyecek bir provakasyon hazırlanır... Dönemin Başvekili ve Demokrat Parti genel başkanı, şimdikilerin de cemaziye’l evveli konumundaki, Adnan Menderes devreye girer ve 5 Eylülde İstanbul’a gelir, provakasyonun merkezindeki güç olan Kıbrıs Türktür Derneği kıdemli ve önemli yönetim kurulu üyesi Hikmet Bil ile görüşür... Tabii ki bu görüşmede neler konuşuldu, ne kararlar alındı bilinmez ama sonuçlardan yola çıkılnca da neler konuşulmuş olacağını tahmin etmekte zor olmasa gerektir... Diğer taraftan, yandaş basın İstanbul Ekspres kendisine düşen rolü, tartışmasız oynayacaktır... İstanbul Ekspres gazetesi, düzenli olan tirajı 20 ler civarında iken, dönem itibariyle gazete kağıdının sadece ve sadece tahsis yoluyla temin edilmesi gerçeği olmasına rağmen, mezkur gazetenin gazete kağıt stoğu yapması gözlerden kaçmaz, ancak anlamlandırılımaz... İstanbul Ekspres gazetesinin, 6 Eylül 1955 te 2. baskısını 290.000 adet tiraj ve “Atamızın evi bombalandı” başlığı ile yapması, artık stoğun da gerekçesini ortaya çıkarır, diğer taraftan “Kıbrıs Türktür Derneği” üyelerince bütün İstanbul'da satılma ve dağıtılmaya başlar, zaten Kıbrıs’ta yaşanan olayların canım yurdumu germeye yetmiş durumundan da, halkın galeyana getirilmesi çok kolaydır. Milliyetçi ve mukaddesatçı cenahın, bir tarafıyla Kıbrıs politikasına destek olmasını temin etmek, diğer tarafıyla da toplumun, günün yakıcı sorunları dışında “cambazın kuşa bak” deyişi misali dikkatini başka taraflara çekme ihtiyacının karşılanması çerçevesinde, başta İstanbul’un yoksul kesimlerinden toparlanan ve kamyonlarla İzmit ve Adapazarı hatta Sivas, Erzincan ve Trabzondan taşınılan bindirilmiş kıtalarla, İstanbul’un başta Rum olmak üzere tüm azınlıkların yaşadığı semtler 2 gün boyunca yağmalanmış adeta talan edilmiştir. Kolluk kuvvetlerinin olaylara 2 gün boyunca seyirci kalmasının gözlerden kaçacağı savıyla, alavere dalavare Kürt Mehmet nöbete dümeniyle de, 4.250 ev, 1.000 işyeri, 75 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu yaklaşık 5.350 mekânın saldırıya uğraması ve yağma edilmesinin suçu “komünistlere” atılarak, minarenin kılıfına uydurulması hedeflenmiştir. “Türk milleti galeyana geldi, olayları gerçekleştirdi” diye defalarca savunulması nedeniyle sonuçta suç, her zaman olduğu üzere bir avuç çapulcunun sırtına yüklenerek, kapatılma cihetine gidildi. İlaveten Merkezi Otoriteye karşın yaşanan gelişmeler sonucu, Kıbrıs Türktür Cemiyeti yönetim kurulu üyesi Hikmet Bil ve dernek üyeleri başta olmak üzere tutuklunan kişiler de “Ya bizi serbest bırakırsınız ya da biz bazı şeyleri ifşa ederiz” karşı hamlesi ile behemehal serbest bırakılırlar, iddiası da hiç nihayetlenmeyecektir... Artık ortada gerçek suçluları ortaya çıkaracak bir davada kalmaz. Ancak ve ne yazık, 27 Mayıs yargılamalarından da anlaşılan o ki, mezkur ve rezil yağma düzeninin tüm sorumluluğu birkaç siyasiye atılarak kapatılmak istenmiş olup, çok sonraları Özel Harp Dairesi Başkanlığı da yapmış Sabri Yirmibeşoğlunun anılarında da “6-7 Eylül de bir Özel Harp işiydi. Amacına da ulaştı. Sorarım size, muhteşem bir örgütlenme değil miydi?” biçimiyle geçeceği üzere açıktan bir üstlenme tahammüden ıskalanmıştır. Gerek Özel Harp Dairesi, gerekse de MAH’ın, çok sonraları Nevşehir valiliğine kadar getirilmiş, dönem itibariyle Yunanistanda öğrenci olarak bulunan muhterem vasıtasıyla işin içinde olduğu çok söylenmiş olmasıuna rağmen konunun şifreleri halen deşifre edilmemiştir.

Canım Yurdumun siyasi tarihinin kara harflerle kayda aldığı bu vahşet düzeni saldırı, siyasi otoritenin, kendi siyasi zorluklarını aşmak adına, başta Rumlara olmak üzere, bilahare de Ermeni, Yahudi ve Levanten gibi tüm gayrimüslim azınlıkları hedefe koyması, bir tarafı ile etnik arınmanın bir başka iğrenç safhası, diğer tarafı ile de ırkçı, çapulcu ve tecavüzcüler eliyle de sermaye devşirilmesinin bir yolu gibi görünmektedir, bugünden bakılınca... Şüpheli ve karanlık metotlarla, halk hareketlerini ve muhalefetini susturma çabaları açısından bakıldığında sicili hiçte iyi sayılamayacak canım yurdumun; artık, bu konularda cemaziye’l evvelinin söylemde değil ama eylemde düzgün olanlarca yönetilme beklentisi ve özlemi hiç bitmeyecektir.

Pazartesi, Mayıs 04, 2015

TÜRKMENİSTAN’A BENZEMEK–7


Ülkedeki televizyon kanallarının; istisnasız ve kesintisiz, kendisinden söz ettiği ya da açılışlarından yapılan haberleri ya da necip Türkmen milletine hitaplarının yayınlandığı, abartmasız neredeyse TV yayınlarının tamamını oluşturan nadide bir özelliğe sahip bulunan, Yeni Türkmenistan’ın kurucu lideri, Saparmurad Niyazov ya da kendisine hitap edildiği biçimiyle “Türkmenlerin lideri olarak onları aydınlık ve esenliğe çıkaracak yegane Türkmenbaşı’sın” gazı ile “ömür boyu lider” olarak payelendirilen, konuşma üslubuyla, tam da örnek alınacak(!!!) bir liderlik oluşturmuştur. Madem kendileri nadide bir örnektir, alınmalıdır netekim... Ve de örnek alınmaktadır, netekim... Hele yazdığı ve dillere destan “RUHNAMA” isimli kitabıyla, günümüze ne kattığı ya da katabileceği konusunda ne dediği asla anlaşılamayan ve anlaşılamayacak, mezkur kitap ile derç olunan irade-i seniyenin hikmeti anlaşılamazsa ya da mazallah ezbere bilinmezse, sürücü belgesi bile alamayacağınız, bir kutsiyet oluşturmaktadır, Muhterem Beyefendi... Tüm okullara başlangıçta, bazı ülkelerdeki hazırlık sınıfları gibi, mezkur ülkenin de, “RUHNAMA” merkezli hazırlık sınıfları bulunmaktadır, muhteremin devr-i hükümranlığında, neyseki şimdiki liderin, muhtemelen yazım aşamasında olunduğu rivayet edilmesine rağmen ve mevcut ahvale binaen, kitapsızlığına sığınılarak pabucu dama atılmıştır. Mezkur lider, öylesine yüce bir konuma getirilmiştir ki, herhangi bir yüksek bina olsun ve üzerinde “Halk, Watan, Beyik Türkmenbaşı” yazılmasın, zinhar olamaz... Tahtının tam da sallantıda olduğunu iddia edilen, hatta ha gitti, ha gidiyor, beklentisine girilen bir dönemde, dünyanın birçok diğer ülkesinde de örneklerine rastlanılır biçimiyle, zorluk derecesi bir hayli yüksek, kurmacası pek bir basit olduğu iddia edilen ya da anlaşılan, başını da uslanmaz ve iflah olmaz muhteris muhaliflerin çektiği, havan toplu ve roketatarlı, çok şükür ki başarısız, bir suikast girişimi mucibince bir hükümet darbesi zuhur ediverir, suikast arkasında ne kadar muhalif varsa derdest edilir, neredeyse tutuklanan tüm muhalifler ağız birliği etmişcesine ve Allahın yarattığı nedametle de, “Türkmenbaşı Allah’ın bize bir lütfudur” açıklamalarıyla, durumu kotarırlar... Köroğlu’nun, rüyasına girerek, kendisinin ne ulu bir Türkmen büyüğü olduğunu anlattığını, anlata anlata bitiremeyen, bir ulu Türkmen büyüğü olarak ta kendisinin Türmenleri esenliğe nasıl çıkaracağını, çağ atlatacağını yazıp çizen bu “Yaşulu” muhteremin; ululuğunun bir karşılığı olarak lideri olduğu Türkmen halkının, boş buldukları her yere adını yazıyor olması karşısında, Rusya lideri Putin’in bir ziyaretinde “resmini her yere astırma, kendini öven yazıları her yere yazdırma” benzeri bir söz söylemesi karşısında kendisinin de “ben mi yazdırıyorum, Türkmenler yazıyor” dediği bile rivayet edilmektedir... “Çöle buzdan saray yaptıracağım” gibi çılgın projeleri de olduğu iddia edilen Merhum Türkmen Lider, Saparmurad Türkmenbaşı; depremde kaybettiği annesinin rüyasına girdiğini söylediği bir gece, saat çok geç oldu demeden ve Türkmenbaşı için saatin geç olma hakkının olmadığı bilinciyle, hemen Türkmen TV kanallarının yayına geçmesi emriyle, yayının başlaması üzerine de, kasıla kasıla, annesininden bahisle, hemen aklına geliverdiği haliyle de, haftanın günlerinin değiştirileceği ve bir güne de annesinin adının verileceği muştusunu necip milletine verivermiştir... Artık Türkmenistan’da, Cuma günleri “annagün” dür... Ama lider de olsa, Beyik te olsa, ademoğlu ölümlüdür ve emri hak vaki olunca, yerine gelen ve muhtemelen kendi adına bir hazırlık içinde olması hasebiyle, hemen önceki kararları yok sayar, netekim bu örnekte de böyle olmuştur... Türkmenistan’a düştüğü iddia edilen göktaşına bile, Türkmenistan’ı seçmiş olması hasebiyle kutsiyet biçen, muhterem mezkur taşın artık kendi adıyla anılacağı talimatı vermiştir, neyse ki kendisi böyle bir talimatı olduğu açıklamasını hiç yapmamıştır da, kendisini sevenleri zor durumda bırakmamıştır, tıpkı kendisine benzemeye çalışan ardılları gibi... Devri komünizmde “kızıl”, devri hürriyette “yeşil” olma tercihi yapmış, Beyik Türkmenbaşı olduğu gün, hemen beyaz saçlarını siyaha boyatmış, Türkmenistan Havayollarına ait tüm uçaklarda herkesin göreceği bir yerde büyük bir fotoğrafı olan, kapalı yerde sigara içilmesini serbest bırakıp, açık alanlarda içilmesini yasaklamış, altın diş yaptırılmasını yasaklamış, 35 yaş altı bekar Türkmen kızlarının yurtdışına çıkışını yasaklamış, otomobillerde radyo dinlenmesini yasaklamış, yaygın kablo TV yayınlarını yabancı kanallar izleniyor diye yasaklayıp çanak antenlerin evlerin duvar, balkon ya da çatılarını mantar gibi kaplamasının önünü açmış, benzeri abuk subuk kararlara imza atmış, hatta kendisine “peygamber” denmesinin önerilmiş olduğu bile iddia edilen  muhterem ilave olarakta, kendisinin söylediği herşeyi kabul eden bilahare de kendi kararlarıymış gibi açıklayan bir anlamda ihtiyarlar heyeti gibi duran “yaşulular” meclisi üstünden de demokrasicilik oyunu oynamakta idi, çok şükür şimdiki lider çok partili hayata geçti de durum kurtarıldı...(!!!)

Kendisine her sorulduğunda ülkesinin çok partili bir demokratik ülke olduğu cevabı veren Türkmenbaşı, ülkesine gerçek anlamda ne çağdaşlaşma, ne modernleşme, ne demokratikleşme gibi hedefler koymamış olup, tek derdi, belki de bağımsızlığın ilk gününden bu yana etkisi altında kaldığı, çokuluslu şirketlerin gizli temsilcileri durumunda olan, Almanya, AB, ABD fonlarından sınırsız beslenen “sorozcu” ekiplerin etkisiyle ya da son tahlilde yardımıyla liderliğinin devamıdır... Tek dert odur, maksat lider kalabilmektir...

Evet; benzemek isteyene örnek olmaya devam eden Türkmenistan’ın merhum lideri “Beyik Türkmenbaşı” orada dimdik ayakta durmaktadır... Haydi benzemeye çocuklar...