Cuma, Ağustos 26, 2022

SOSYAL KONUT SİZİN ANLATTIĞINIZ MASALLARDA YER ALMAZ

Komünizm korkusu gereği özellikle de 2. Paylaşım savaşı (dünya savaşı) sonrası kapitalizmin uydurduğu bir uygulamadır, sosyal konut. Kapitalizm, bu kelamın ardına sığınarak, yoksulluğun ve yoksunluğun pençesindeki “en alttakilere” kafaları karışıp, çelinip de Allah muhafaza “komünist” eğilimlere tevessül etmesinler diye, her ülkede, ülkedeki kapitalistleşme seviyesine bağlı farklı farklı görünüm ve içeriklerde uygulamalar başlatmış ve hala da devam etmektedir. Lakin tüm bunlar birer “göz boyamaca” olmanın ötesine geçememektedir. Peki, geçebilir mi, zinhar geçemez. Kapitalizmin doğasına aykırıdır.

Tüm aykırı anlatımlara rağmen, özellikle de II. Dünya (paylaşım) savaşından büyük bir özgüven, prestij ve başarı ile çıkan SSCB artık kapitalizmin her dönem gladiosu pozundaki Almanya sınırına dayanmıştır. Esasen Almanya içinde de, ta başından itibaren karşılık bulmuştur sosyalizm lakin bulunan beynelmilel yöntem, yerli ve milli imkânlar muvacehesinde bir tarafı ile provokasyonlar diğer tarafı ile de direk operasyonlar marifeti ile tasfiye ya da kontrol hep kolay olmuş iken şimdi artık içsel bir olgu olmanın yanında dışsal bir olgu haline de gelmiştir. Dolayısı ile behemehâl tedbir alınmalıdır. Özellikle de “barınma krizine” yönelik olarak. En alttakilere çok ucuz hatta bedava konut tahsisi gündemin merkezine oturmuştur. Mesela 60’lı yılların başlarında Canım Yurdumdan Almanya’ya yoğun işçi akımı nedeni ile bizler tarafından da duyulmaya başlamıştır, “Haym” adında işçi ya da bekâr için çok ucuz konut türü ile mezkûr tahsisat işleri.  Gerçi biliyoruz, özellikle Kuzey ve bazı Orta Avrupa Ülkelerinde “işçi konutları” yoğun olarak yapılmaktadır gönül ve akıl kayışını kesmek adına. Gerçi bunların önemli bir kısmının mülkiyeti işçilere ya da kooperatiflerin hükmi şahsiyetlerine teksif edilmiştir lakin mülkiyet devri maalesef yerel şartlara tabidir. Bilenler bilir lakin yine de yazayım; bu kabil konutların adları başta Fransa’da “HLM”, Almanya’da “gemeinbau”, İsveç’te “Million programme”, İngiltere’de “Council House”, olmak üzere tüm diğer ülkelerde “devlet konutları” ya da “sosyal konutlar” olarak bilinmekte olup mülkiyeti ise neredeyse tamamı genel ya da yerel yönetimlere ait olup garibe, gurebaya ve ne yazık ki yine de onların tahsiste öncelik listelerine istinaden yapılmaktadır. Olması gereken “sosyal konut” anlayışına yine en fazla yaklaşabilenler bunlardır. Sosyal konut mefhumunun ilhamını oluşturan sosyalizmin ilk uygulandığı ülkede ise maalesef, Nikita Kruşcev’e (yerelde Nikita Hroşçov) ithafen “Hruçşovka” adı altında ve 1960’lı yıllar sonrasına kalmıştır. Gerçi öncesinde Stalin döneminde yapılan “Stalinka” adı verilen devasa binalardan oluşan apartman yapıları da vardır… Nazım Hikmet’in bir Avusturya seyahatinde gezdiği Avusturya işçi konutları için SSCB’dekiler ile kıyaslayarak söyledikleri de dönemin SSCB yöneticilerini ziyadesiyle üzmüş ya da kızdırmıştır da…


Şimdi bakıyorum dünyanın her yerinde görünümü farklı içeriği ve bedeli fazlaca değişkenlik göstermeyen konut imalatları ve satışları var ve her birine de ne yazık ki yerel tatlara münasip “sosyal konut” deniliyor. Esasen bunların tamamı yönetimlerin takdir ve tarifine uygun lakin asla ve kat’a doğru olmayan uygulamalardır. İster kooperatif ister direk kamu marifeti ile imal edilip kafalarına göre oluşturulan ihtiyaç sahipleri listelerine istinaden bedeli mukabili mülkiyet devri yapılsın, tarif “ucuz konut” ya da görece “ucuz konut” olmanın ötesine geçemiyor. Necmettin Erbakan’ın “pansuman tedbirler” sözü bu abuk subuk işler içinde çok münasip bir tariftir bana göre… Statü ve isim, konutun imal ve temin şekli üzerinden olmaz lakin tahsis ve kullanım şeklinden oluşur.  


Günümüzde artık yaşanabilir ve yeterli esasen de sınırsız ve sorumsuz süreli olarak her aileye ya da aile kurmak isteyenlere ya da yalnız yaşamak isteyenlere bila bedel ya da sembolik ücretli konut tahsis edemiyorsanız, konuya ilişkin kelam edilmesinin bile ayıp sayılması hatta mümkünse de üzerine konuşulmaması kanuni mecburiyete tabi olması gereken bir durumdur, bence… Yoksa gerisi “çene suyuna pilav” tadındadır. 

Gelin size bakın konu nasıl çözülürmüş anlatayım da kafalar hem sosyolojik hem metodolojik hem de ideolojik olarak pırıl pırıl olsun. Son derece basit, kolay anlaşılır ve de lafı dolandırmadan… Basacaksın parayı Devlet adına tespit edilen ihtiyaç miktarı kadar farklı kategorilerde ev sahibi olacaksın ve ihtiyaç sahiplerine bila bedel tahsis edeceksin. Hem de, öyle gak guk etmeden, başta büyük şehirler olmak üzere sırası ile ilçeler, kasabalar hatta köyler nüfus hesabı yapılarak meydana çıkacak münasip pursantaj üzerinden tespit edilen miktar kadar konut behemehâl üretilmeli. Yapılabilir mi, kim yapabilir gibi sorular ilk akla gelenlerdir, evet yapılabilir evet bütçe zor değil, evet sadece niyet ve azim gereklidir. Lakin kamu kurum lojmanlarını babalar gibi satma zihniyetinin bunu yapma niyeti yoktur esasen de olmaz ve de olamaz bu da kendi naturasına aykırıdır. Ne zaman “devlet size iş vermeye mecbur mu?” sorusuna gönül bolluğunca akıl derinliğince ve de kocaman “evet” cevabı veren insanlar olacağız, işte o zaman barınma krizi diye bir derdi olmayacaktır dünyanın…   

Öyle TOKİ’ye konut yaptırıp ucuza satıyorum işini de kimler makul, anlaşılır ve kabul edilebilir görür bu manada bilemem. Aaa TOKİ marifeti ile konut üretip vatandaşa satılması da caiz midir derseniz, hiçbir itirazım olmaz ama bunlar zinhar sosyal konut olmaz. Hele kooperatiflere de arsa tahsis edip üyelerin kendi paraları ile inşaat yapmalarına bazı kalemlerde KDV ve vergi muafiyetleri yapılıyor olması da caizdir ama bu da zinhar sosyal konut değildir. Bu yolla da devlet asla ve kat’a sosyal devlet olmaz…

Öyle hem kapitalizmin babası gibi davranıp hem de ev sahipleri üzerinden sosyal devlet görünümü vermek olsa olsa Mercedes görünümlü Murat 124 gibi bir şey olur. Öyle başkasının kesesinden somun pehlivanlığı günü kurtarma adına sevimli görünebilir ama kazın ayağı öyle değildir. Esasen de ayağı öyle kaz da dünyaya gelmemiştir. Gelenler de binicileri ile birlikte suyun karşı tarafına geçmiştir. Bu durum devekuşu durumudur, popülizm adına kuş olurken, temsil edilen sistem adına deve olunur, sosyalizmden alacaksın parlak kelamı içini kapitalizmin melanetleri ile doldurup piyasaya süreceksin, de git lan derler adama…

Esasen bu yaşananlar da konut krizi felan da değildir, bal gibi barınma krizidir. Aaa bu sadece Canım Yurdumun yüz yüze geldiği bir durum mudur? Zinhar, 1991 de SSCB’nin dağılması ile birlikte o güne kadar hiç bu konularla en azından bu kadar sıkışmamış olsa da şimdilerde ciddi ciddi barınma krizi baş göstermiştir, başta Almanya, Danimarka, İsveç, Fransa, Hollanda gibi ülkeler olmak üzere tüm kapitalist dünyada da… Bakılmasın o mağrur ve nobran ABD tavrına, unutulmasın ki dünyanın en fazla evsizini ve yoksulunu barındırmaktadır kendileri. Sorun kapitalizmin yapısal olarak sosyalleşemeyecek olmasıdır ve kapitalizmin babalarının böyle niyetlerinin olmamasıdır. Esasen de kapitalizm budur. Geniş yoksul ve yoksun kitleler ve mutlu azınlık… Ara sıra somun pehlivanlığı kabilinden eldeki sınırsız ve kontrolsüz güç ile de zapt-u rapt…  

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Yüreğine kalemine sağlı.