Cumartesi, Ağustos 20, 2022

DELİ TURAN (BATAN)

 

Turan Büyüğümüz; kapı komşumuz, hatırladığım hali ile sahip olduğu tüm “ebanileri” baş ve boynuna bağlaması alametifarikasını oluşturan, elinde ve zaman zaman da omuzuna atılı vaziyette kürek sapı ile kazma sapı ortalaması sopası, bel ve ayak rahatsızlığına bağlı engelli hali ile her iki yönde de dikeyliğini yitirmiş şekli ile aksayarak ve ayağını ciddi manada sürüyerek yürüyen, esasen de tüm Çeşme’nin “Deli” lakabı ile andığı nevi şahsına münhasır biri idi. Son dönemlerinde artık bakımsızlıktan deyim yerinde ise tel tel dökülen yine deyim yerinde ise minare yıkılmış ama mihrap yerinde tadında esasen de muhteşem Bağdadi ev örneği oluşturan ve babadan kalma bir evde yaşadı. Ev bizim sokağın, benzer diğer evlerinin tüm özelliklerini taşıyan bir ev olarak ve yine aklımda ve hatırımda bugünlere kadar taşıyabildiğim kadarı ile pencere ve kapılarının muhteşem ahşap işlemeli halleridir. Bu kısa ve dar sokak aynı zamanda Ovacık Köy bağlantı yolu idi ve yaklaşık 6 ya da 7 adet mezkûr yapı tarzı oldukça büyük bahçeler içinde yer alır idi. Sonradan taşıma ve inşai kolaylıklarına bağlı olsa gerek ki aralara nüfus artışına da bağlı oluşan ihtiyaca binaen yeni taş evler inşa edilmiş. “Turan’ın Evi” 1. tarz inşa edilmişlerden olup evvelki dönemi bilenler için de zenginlere has evler kategorisinden olduğu derhal anlaşılmakta idi. Ben bilmiyor olsam da, nakledilenlere bakılır ya da inanılır ise, Turan’ın babası dönemin namlı zenginlerindendir, o kadar zengindir ki rivayete istinaden sigarasını bile lambada tutuşturduğu kâğıt banknotlarla yaktığı vakıadır. Yakmış mıdır yakmamış mıdır, bilinmez ama muhtemel kastı mahsusa sınırsız maddi imkânların tebarüzüdür. Sonradan düşülen fakru zaruretinde mezkûr tevatüre müstenit, sıkça söylenmektedir. Ancak, bilinen o ki, Baba Hakkı Batan Çeşme ve Alaçatı’nın en zenginlerindendir, 1930’lu yılların Türkiye’sini düşünelim, 4 adet kamyon ve akaryakıt tankeri, Alaçatı’nın şimdiki merkezinde kalan, Atatürk ve İsmet İnönü heykellerinin yer aldığı bölümde, bugünün grosmarket diye tanımlanan marketlerine muadil ve iğneden ipliğe, gazdan şekere dönem itibari ile akla ne geliyorsa satılan marketi, market üstünden başlayan ta şimdi artık bulunmayan değirmenlere kadar dayanan ev dizisi sahibi birisidir. Market ve akaryakıt işinde Reşat Akbaykal’ın dedesi Reşat Efendi ile birlikte ortaktır. Hakkı Batan’ın ilk eşi Nevrez Hanımdan oğlu, Turan Batan, yazımın başlığındaki muhteremdir. İlk eşin vefatı ile 2. Eş Şefika Hanımdan da, Nevin, Orhan Gazi, Burhan, Kayıhan isimlerinde çocuklar dünyaya gelir, Turan’a üvey kardeş olarak… Kapitalizmin en büyük buhranı yaşanmaktadır mezkûr dönemde, Burhan isimli çocuğun ismi mezkûr buhrandan mülhemdir, diye nakledilir. Yine tarafıma Reşat Abimiz (Akbaykal) tarafından nakledilen bu değerli bilgileri ilaveten, akaryakıt tankerinde Çeşme’ye doğru seyahat halindeki tankerde bulunan Hakkı Batan, tankerin arkasındaki kırmızı bayrakların sabahın erken saatlerinde arkadan gelen güneş ile parlar vaziyette görünmesine istinaden, Hakkı Efendinin aynadan gördüğü manzara karşısında paniğe kapılıp, tanker yanıyor vehmiyle, araçtan atlaması neticesinde büyük bir felaket yaşanır, çok büyük torpil ve mali güce rağmen adeta tuz buz hale gelen özellikle kafa kemikleri ancak dönemin şartları çerçevesinde haricen platin bir çerçeve ile stabilize edilir, lakin artık akli melekeler yitirilmiştir. Dönemin şartlarında tüm alacaklar akıl defterinde kayıtlı olunca, kayıt da silinince, haliyle alacak kalmıyor, tahsilat sıfır ve dünyanın da kapitalist buhranının da etkisi ile kaçınılmaz son tecelli eder, iflas. Hayatın son demleri artık, su tenekeleri ile evlere su taşınması ile geçer. Sıkıntı ve fakru zaruret ile hayat nihayetlenir.

Turan Büyüğümüz, doğduğu gün babasının sevinci nedeni ile deve kesilerek duyurulur dosta düşmana ve maalesef doğuştan engellidir ve aklı meleke kullanımındaki engele mi yoksa taammüde istinaden mi bilemiyorum lakin dönemin Çeşme Belediye yönetimleri tarafından adeta başıboş ve saldırgan hayvan ve de özellikle köpeklere yönelik adeta bir itlaf makinesi gibi idi. Onun bu faaliyetlerine yönelik akılda çok olumlu şeyler kalmamış ise de bu manadaki konuyu fazla uzatmanın lüzumu da yoktur. Ama bundan azıcık da olsa bahsedilmeme hali, kendisini hatırlama ve hatırlatma konusunda eksik kalınmış olacağı korkusunu oluşturmaktadır, bende. Son döneminde şimdiki restore edilen kervansarayın hemen yan sokağındaki hatta azıcıkta içinde olmak kaydıyla inşa edilmiş tuvaletinde başta temizlik yapma gibi bir sorumluluk ve görevi de vardı. Yine hatırladığım kadarı ile temizlik denilen şey de ara sıra elindeki koca metal kova ile boca edilen su idi. Dönemin beklenti ve anlayışına mütenasip iş tarifi, görev tarifi bu olsa gerektir. O tuvaletin hemen yanındaki yine Kervansaray Duvarlarındaki deliklere gizli gizli içtiğimiz sigaraları zulaladığımızı da hatırlıyorum şimdilerde.

Turan büyüğümüz, nereden ve nasıl edindiğini o günlerde hemen hemen hiç düşünmediğimiz renk ve büyüklük açısından olabildiğince fazla cins ve miktarda “ebani” sahibidir ve bunların her birisi tek tek ve üst üste özenli ve düzenli bir biçimde bağlar idi. Hatta o kadar özenli ve düzenlidir ki, ebanilerin baştan kayması ya da gevşemesi halinde bir kadın özeni ile yeniden ve tekrar tek tek bağlamış olmasını şimdi bile hatırlıyorum. Ama enteresan olan, şimdilerde gayet kolay bulunan lakin o dönemde hiç de kolay olmayan ebani temin işi hem de miktarsal olarak bu düzeyde nasıl çözülüyordu bilemiyorum, belki de gayri resmi ya da yarı resmi işvereni Çeşme Belediyesi devrede idi. Kat kat ebani hem de bugünkü tesettür erbabını ziyadesiyle kıskandıracağını zannettiğim boyutta ve sahip olunanların tamamının bağlanması nedeni ile işitme kaybı hatta görüş açısı azalması hemen fark edilir idi. 

Şimdi akranlarım ya da biraz büyüklerime sorulsa Turan Büyüğümüz hemen akla “Deli Turan” namı ile gelecektir. Hem kapı komşumuz olması hem de komşuluk hatırına binaen babamın isteği hatta talimatı üzerine mutfak faaliyetlerimizin onunda hizmetine, evine götürme şeklinde açılmış olması hasebiyle sürekli olmasa da kısa kapı önü sohbetlerimiz olur idi. Geçen hafta deli ve delilik üstüne yazdığım yazımda da belirttiğim üzere, kimin akıllı kimin deli olduğunun birbirine karıştığı mezkûr dönemde tıpkı şimdiki gibi, ben Turan’ın deli olmadığına yemin edebilecek kadar da izlenim sahibi olurdum. Hani zaman zaman normal kabul edilmeyecek davranışlar gösterir idi, şüphesiz. Ama kâh kendisini kızdıran ileri muzip çocuklara kâh anlaşılmaz biçimde bazı büyüklere bazen de elindeki kazma kürek sapı arası sopası ile hücum ettiğine de tanıklık etmişimdir. Mesela, şimdi neden ve nasıl olduğunu hatırlamadığım bir şekilde anneanneme birinin bir şey demesinden ve de Turan’ın bunu yanlış anlamasından ötürü ona inanılmaz bir taarruz edişi vardı ki, asla ve kat’a tarifleyemem, o komşusunun annesini ya da akranının (dayımın) annesini koruma güdüsünü idi galiba…

Turan Büyüğümüz, kimilerine göre gazete kâğıtları üzerine def-i hacet eyler ve bunları pencereden istisnasız sokağa fırlatır, kimilerine göre de dönem itibari ile merkeze gelen Ovacık Köylülerine ve de özellikle de kızdıklarına fırlatırdı, artık neydi gerekçe bilemiyorum lakin sokağın rivayet edilen 17. Yüzyıl Paris sokaklarına benzediğine tanıklığım vardır.

Bu vesile ile kendisini saygı ve hürmet ile yâd ediyorum. Nurlar içinde olsun, Sokağımızın delisi ve Çeşmelilerin hiç de az olmayan delilerinden Turan Batan büyüğümüz.

 

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Harika bir dil ve uslup. Sizin Deli turhan artık bizim de delimiz oldu.
Veysel