Çarşamba, Ağustos 27, 2008

MAHALLE BASKISI MI? GÜLDÜRMEYİN...

Keçiören'de içki satışına dayak” haberin başlığı böyle...
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Keçiören’deki evine 500 metre mesafede büfe işleten Metin Şahin, AKP’li Keçiören Belediyesi’nin zabıta ekipleri tarafından saat 23:00 ten sonra alkollü içki satıyor diye hastahanelik edene kadar dövülmüş ve büfesi tahrip edilmiş; ve içki satışının devam etmesi halinde ise daha fazla dayak ve tahrip edilme tehdidi ile konu şimdilik sonuçlandırılmıştır. Ancak adım gibi eminim ki bu yobaz grup bu işin peşini bırakmayacak ve izlemede kalacak ve yeni boyutta ise daha geniş kapsamlı terör estirecektir. AKP’li Turgut Altınok’un Belediye Başkanı olduğu ilçede büyük siyasi ve hukuksal baskılar sonucunda yalnızca birkaç içkili restoran’ın ancak bulunuyor olması da ayrıca nasıl bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzun kanıtını oluşturmakla birlikte; asıl olarak ta Türkiye’nin en büyük ilçelerinden biri olan Keçiören’de uzunca bir süredir hatta şimdiki Büyükşehir Belediye Başkanı İ. Melih Gökçek döneminde temeli atılmış olan; parklarda kız-erkek arkadaşların birlikte dolaşamaması, yaygın olarak esnafın alkollü içki satamaması, ramazanda oruç tutulmaması, namaz saatlerinde cami yerine kahvehanelerde oturulamaması vb. gibi çağdışı ve Afganistanımsı uygulamalar bir kez daha hatırlanarak gündeme gelmiştir.
AKP’li Turgut Altınok’un yönetimindeki Keçiören Belediyesi hukuksuzlukları savunma komitesi görünümündeki hukukçular hemen; “Mahkeme kararları ile de işletmenin 23:00'den sonra çalışamayacağı gerçeği hüküm altına alınmıştır. İşletmenin kapatma sebebinin işletmecinin alevi olması ve içki satması olduğu şeklindeki bilgiler gerçek dışıdır” gibi sade suya tirit misali bir savunma ve açıklama yaparak; nerede ise dövülerek ve dükkanı/büfesi tahrip edilerek mağdur edilmiş Metin Şahin’in; her konuda benzer taktikler ile tipik AKP propagandalarını tekrarlayan bir biçimde; buna rağmen suçlu olduğu açıklanmıştır. Sanki; bu büfe/dükkan işletmecisi güvenlik kuvvetlerine yada mahkeme kararlarına aykırı davranmış gibi gösterilerek, üstüne üstlük sanki burası şeri hükümlerin geçerli olduğu bir memleketmişçesine bir görüntü de verilmek üzere; hemen ve derhal yargılamaksızın infaz gerçekleştirilmiş ve işte bu konuyu tiksindirici ve ürkütücü kılmaktadır. Yoksa bu memlekette; bu esnaf ile kamu görevlisi arasındaki kavga ne ilktir ne de son olacaktır, misal oluşturması için yapılan bu infaz niteliğindeki kavga elbette bizim konumuz olmalıdır. İşte tamda bu nedenle bu konu kesinlikle takipsiz bırakılmamalıdır.

Hatırlanacağı üzere bir süre önce; Vatan Gazetesinden Ruşen Çakır ile yaptığı bir söyleşide, sözde bilim adamlığının yanında nurculuğu kutsamak ve gönendirmek gibi görevleri de olan, Bediüzaman Saidi Nursi hakkında bir bilimadamına yakışmayacak şekilde araştırmalar yapan ve bu yüzden de Türkiye Bilimler Akademisi’ne (TÜBA) alınmayan, ve misyonunun hep nurculuğu yüceltmek olduğu bilinci ile hareket eden sosyolog Prof. Dr. Şerif Mardin bile gelinen noktadan rahatsız olarak “Mahalle baskısı diyerek önemli bir sosyal olguya ilk adımı atmış oluyorum. Sosyal bilimciler bu kavramın neleri kapsadığını, nerelere kadar gittiğini araştırırlarsa çok isabetli olur. Türkiye’de mahalle baskısı diye bir şey var. Jön Türklerin en çok korktuğu şeylerden biri de buydu. Aynı korku Mehmet Akif’te de karşıma çıktı. Mahalle baskısı bilinmeyen ve sosyal bilimce ifade edilmesi çok zor olan bir havadır.” gibi herkesin tüylerini diken diken etmesi gereken bir açıklama yapmıştır.

Üniversitelerin ancak % 1 ini ilgilendiren ve maalesef başta ekonomik krizi örtmeye yarayan ve tamda bu yüzden iktidar tarafından gündeme getirilen Türban konusunda ortalığı birbirine katan, ama Irak’ta ağababaları tarafından yaklaşık 1.000.000 dan fazla (yazı ile bir milyondan fazla) müslümanın uçaklardan atılan bombalarla ve ABD’nin paralı askerleri tarafından öldürülmesine seyirci kalan mazlum-der gibi besleme ve sarı sözde insan hakları savunucusu derneklerinden bu konuda da ses çıkmaz tabii ki. Hadi bunları anladık, bunların görevi ve misyonu bu, ABD başta olmak üzere tüm uluslararası jandarma-katil birliklerinin temizlikçiliklerini (çakıldakçılıklarını) yapacaklar; peki diğer insan hakları koruyucularına ve savunucularına ne oldu dersiniz; insan haklarını; gökkuşağı rengi ile temsil edilen herkesi ve kesimi kapsayan (çevrecilerden– eşcinsellere kadar) muhalefet partilerine ne demeli ki... Acaba; bu olayda (ki bu olay öz itibari ile; Sivas kalkışmasından farklı değildir) mağdur edilen kişi hakları savunulmayacak kadar önemsiz mi ki onlara göre...

“Henüz on altı, on yedi yaşında büyükçe bir salonun önündeki sahneye, “Öğretmenler Günü” için yapılan kompozisyon yarışmasını kazandığı için, ödülünü almak üzere davet edilmiş, tam ödülünü alacağı sırada, aşağıda oturan kaymakamla binbaşı “İndirin onu oradan” demiş ve herkesin önünde, “bu ödülü almaya layık birisi olmadığı” yüzüne vurularak aşağıya indirilmiş böylesine aşağılanmasının, herkesin önünde utandırılmasının nedenini öğrenmek istemiş, kendini bir an o kızın yerine koyacak kadar duygu ve zeka sahibi biri, o kızın orada nasıl bir acı hissettiğini anlayacak kadar “Neden bu kadar insafsız, bu kadar vahşi, bu kadar barbarsınız?” gibi hollwood senaristlerine taş çıkartacak kadar dramatize edilmiş bu olayda “duyguları incinen çocuğu” telefonla arama inceliğini ve şövalyeliğini göstermiş başbakan acaba bu dövülerek hem duyguları hemde bedeni incitilmiş kişiyi neden aramamıştır dersiniz.

Artık; Türkiyedeki bu gerici kalkışmanın mahalle baskısı evresi taktik açıdan sona ermiştir de ondan. Bundan sonra ki; taktik evre “MAHALLE DAYAĞI” evresidir .

Hiç yorum yok: