Cumartesi, Ekim 01, 2022

SUAT EROL

 Kamil Hocanın mahdumu diye takıldığımız çocukluk arkadaşım, Suat Erol birkaç yıl önce hazin bir şekilde hayata veda etti. Suat bir tarafı ile baba kökeni ile dayım, annem ve teyzemlerin arkadaşı, babamın da direk arkadaşı olarak tanıdığım Öğretmen Kamil Erol’un oğludur. Bugün Çiftlikköy de “Langusta” adlı balık restoranın sahibi Tuğrul Erol ve şimdilerde aramızda olmayan Altınkum’un (Arkadeniz) efsane ismi Turgut Erol’un kuzeni olan Suat son derece mütevazı lakin gayet mutlu bir çocukluk dönemi geçirir.


Öğretmen Kamil Erol’un oğlu olmak benim gördüğüm ve hatırladığım kadarı ile hiç kolay değildir ve olamamıştır da, Kamil Hoca sert mizaçlı biridir hatta çok sert birisidir adeta çelik gibi. Gerçi ben kendisini sadece okuldan yakın tanıyorum, öğrencilerle ve öğretmen arkadaşları ile ilişkilerindeki tavizsiz ve uzlaşmasız tavırlarından… Kamil Hoca’nın şahsıma yönelik bir tek bağırış ve hakaretini ve tokadını dahi hatırlamıyorum lakin diğer sınıf arkadaşlarıma yönelik inanılmaz haşin ve sert olmuştur. Mesela; bir defasında bizim sınıfın ben dâhil yaklaşık tüm erkek öğrencilerini, şimdi aramızda maalesef olmayan Peco Recep, Gazteci Mahmut, Egemen Kadıgan, Komünist Kemal ve halen görüştüğüm Çekirge İbrahim, Mehmet başta olmak üzere hepimizi üst kattaki harita odasında tek sıra halinde topladı, “yer misin, yemez misin” faslından, ben hariç herkesi “eşek sudan gelene kadar” gereken uygulamaya tabi tuttu… Hatta şimdi aramızda olmayan Gazteci Mahmut Karabulut’a hafifçe dokunması ile Mahmut havada kısa bir uçuş ile kenarda duran haritaların üzerine sert bir iniş yapmış idi. Bunları neden yazıyorum, adı geçenlerin affına sığınarak yazıyorum lakin dedim ya böylesi bir öğretmenin çocuğu nasıl olunur ve nasıl bir ortamda hayat yürütülür, ortaya çıksın diye… Ancak Kamil Hoca bununla birlikte emeklilik döneminde de cebinde taşıdığı “kâğıtlı şekerlerden” her tanıdığına dağıtıp belki de bir anlamda geçmiş sertlik dönemini şekerli hale dönüştürmek niyetinde idi bir anlamda… Evet, Çeşme’nin bu anlamdaki önemli değeri öğretmen Kamil Erol’u da bir anlamda hatırlamış ve bir durum tespiti yapmış oluyoruz.

Esasen Suat ile çok ciddi ve kesif bir samimiyet ile yürüttüğümüz ilk gençlik buluşmalarımız olmuştur. Ailemin şu anda Fener Burnu’ndaki plajın tam kenarında, Fener Pansiyonun önündeki, deniz tarafındaki tarlada “bamya” yetiştiriciliği yaptığı dönemde, babası Kamil Hoca’nın amatörce lakin son derece iddia ile yaptığı olta ve paragat balıkçılığının en önemli girdisi olan yem ana kaynağı “Deniz Patlıcanı” avcılığı için her gün ve aksamasız, paleti, şnorkeli ve elinde patlıcan koymak için çuvalı ve ayağında mayosu ile uzun saatlerini, dalıp çıkıp patlıcan toplamak ile geçirdi. Öğlene doğru girdiği denizden akşamüzerine doğru çıkar, gerçi ara sıra mola ya da kaytarma babından kenara gelip muhabbet ettiğimiz zamanlar hiç de az sayılmazdı. Suat’ın bu zevkli ıstırabı yem çıkarmak ve hazırlamak ile biter mi idi, nerde. Sabah erken saatlerde Kamil Hoca’nın en büyük hobilerinden olan paragat balıkçılığının küçük teknelerinde kürek çekicisi olarak da Suat görev üstlenirdi. Rüzgâr var, dalga var hiç dert değil dört çeker Suat var. Suat bu zoraki ve ciddi ağır sabah sporları neticesinde son derece sportif ve güçlü görünüme sahip bir durumda görünürdü, o kadar ki, satın aldığı gömlekler vücuda tam oturmasına rağmen omuz ve pazu tarafları sürekli gömlek dikişlerinin patlamasına yol açacak kadar fazla gelişmiş idi.  

Suat bir dönem Çeşme’nin ilk tatil sitelerinden biri olan “Atilla Polat”ta çalışmış, o dönem neredeyse her gün görüşmemize karşın şu an oradaki görevi ne idi hatırlayamıyorum, sanki puantör gibi bir görev olmalı. Bu görevi nedeni ile zaman zaman kâh muhabbet kâh denize girmek amacı ile yanına giderdim. Hatta oradaki ahşap iskele üstünde şimdi bulamadığım ama mutlaka bir yerlere sakladığım bir fotoğraflar sinsilemiz olduğunu hatırlıyorum. Şimdilerde bir garip yapı gibi görünmek ve değerlendirilmekle birlikte dönem itibari ile Çeşme’ye turizmde de yol açmak babında değer katmış bir site olarak tarihteki yerini alacaktır. Mezkûr sitenin izin vericileri,  kat sayısı, şekli ve yoğunluğu açısından bugünden bakınca söylenecek çok fazla şey olmakla birlikte neredeyse ilk olması ve bir yerden bir şekliyle başlaması gereğine inananlar tarafından verilmesi fazlaca günah yüklememizi engellemektedir. 

Kamil Hoca da Çeşme’nin ilk otomobil sahiplerinden biridir ve dönem itibari ile bir hayli prestijli Murat 124 marka beyaz bir otomobili var idi. Kamil Hoca yaşlılığında uzun yürüyüşler yapıyor olmasına rağmen gençliğinde şimdi Ulusoy İskelesinin hemen karşısındaki evinden bugün artık maalesef yıkılmış bulunan 16 Eylül İlkokuluna mezkûr aracı ile gelirdi. Bizler, dışarıdan Kamil Hoca ve mahdumu Suat arasında özellikle balık avcılığı nedeni ile görüntüde çok sıkı bir baba oğul ilişkisi varlığına kanaat getirmekte iken otomobilin kullanılmasına gelince böyle olmadığını itiraf etmiş ve kendisinin adeta şaka bir yana kürek mahkûmu olduğunu anlatmaktaydı. Örneğin ben Kamil Hocanın oğluna bu otomobili bir kez bile kullanmak için verdiğini hatırlamıyorum varsa da ben görmedim. Ya otomobil çok değerli, ya oğluna şoförlük konusunda güvenemiyordu, artık neyse… 

Suat, askerliğini İskenderun’da yaparken, yanılmıyorsam 1978 yılı sonbaharında öğrenciliğim nedeni ile bulunduğum Adana’dan kendisini ve birlikte bulunan yine çocukluk arkadaşlarım iki diğer muhteremi ziyarete gittim. Bilemediğim için ziyaret yerinde birinin adını yazdırdım, birinin adı anons edilince diğerleri de orada iseler mutlaka duyar ve merak ederek gelirler düşüncesi ile olsa gerek… Aynen de öyle olmuştu. Bu ziyarette Suat’ın güneş altında ve İskenderun sıcağında bir talim anında yere düşüşünün taklidi ile geçen bir görüşme oldu dersem de abartma olmaz, ne gülmüş idik…

Benim Üniversite nedeni ile Adana’ya gitmem neticesinde arkadaşlığımız görüşmelerden mektuplaşmalara evrildi bir dönem. Mezkûr dönem içinde akrabam da olan lakin siyaseten ta başından beri hiç aynı düşünmediğimiz bir abi ile sıkı ilişkileri neticesinde siyaseten de ayrı düştük. Sanırım bu sıkı muhabbetleri siyasi ve memuriyet hayatını ziyadesiyle etkilemiş durumda idi ki, Suat artık devlet memuruydu. Artık benim tatil için Çeşme’ye geldiğim dönemlerde rutin 2 çocukluk arkadaşı olmanın ötesine geçemedi muhabbetlerimiz ne yazık ki. Bundan sonraki hayatı ve ilişkilerimizi yazmıyorum çünkü karşılaştığımızda hal hatır sormanın ötesine geçemiyorduk, anlıyordum ki artık Suat daha önceki bir görüşmemizde “içinde hissettiği boşluğu” doldurmak ile meşgul idi. Evet bir gün “içimde birden bir boşluk hissettim” diyerek 5 vakit namaz kılmaya başladığını beyan etmiş idi. Ama anlaşılan o ki, içindeki boşluğu da ne yazık ki pek dolduramamış ya da boşluk doldurma için tercih ettiği yöntemin yeterli olmadığını hayatının sona erişi sırasında tercih ettiği biçim ve ettiği kelam açısından anlaşılmıştır. Bu vesile ile bu vefakâr ve cefakâr çocukluk arkadaşımı saygı ve sevgi ile anıyorum, nurlar içinde olsun diyorum. 

Hiç yorum yok: