Cumartesi, Eylül 24, 2022

ÇEŞME ÜRETİCİ HALİ

Benim hatırladığım kadarı ile Çeşme’nin ilk müstahsil (üretici) Hali şimdiki Aya Haralambos Kilisesinin, şimdilerde yerinde yeller esen çan kulesi tarafındaki bir kapıdan girilince kurulur idi. Yine hatırladığım kadarı ile oranın yetkili işleticileri de, şimdi artık ne yazık ki aramızda olmayan Ahmet Sinan, İbrahim Gören ve Sadullah Kanyılmaz büyüklerimiz idiler. Bu vesile ile, özellikle o küçücük sahil kasabasının o şartlarında büyük bir başarı göstererek üretilen tüm ürünlerin, günlük olarak tüketiciye ulaşmasını sağladıkları ve bizlere onları saygı ile anacak kadar unutulmayacak hatıralar bıraktıkları için saygı ve minnet ile anıyorum. Orası bir kilise idi lakin bilindiği üzere “kefere mirası” olması hasebiyle, otoritelerce yıkım kararı alınsa bile çıkan molozun ve malzemenin o günkü şartlarda daha “Çan Kulesinin” yıkılması neticesinde def edilmesinin başarılamayacağı anlaşılınca behemehâl vaz geçiliyor. İyi ki de moloz ve çıkacak malzeme nakli konusunda müşkülata düşülüyor da mezkûr kilise ikinci kez yıkılmaktan kurtuluyor. Bilindiği üzere, Yunanistan’ın temellerinin atılması gibi sonuçlar doğuran, “Mora İsyanına” mukabil yıkılmıştır. Neyse biz konumuza dönelim, tekrar. 


Ahmet Sinan, İbrahim Gören ve Sadullah Kanyılmaz
büyüklerimiz arasında nasıl bir ortaklık ya da ast-üst ilişkisi vardı hatırlamıyorum lakin her birisi ile ayrı ayrı bu dünyadan göçmelerine kadar muhabbetimiz oldu. Sonraları Ahmet Sinan büyüğümüz Balık satıcılığına geçer lakin İbrahim Gören ve Sadullah Kanyılmaz, bilahare bu hizmete matuf inşa edilen ve Kervansaray’ın karşısında bulunan yeni yerine taşınırlar ve uzun yıllar üreticiye hizmete devam ederler. Yeni hal binası şimdilerde üzerine bir kat ilavesi ile birlikte “Zabıta Müdürlüğü” ve Belediye ek hizmet binası olarak hizmet vermektedir. Lakabı “Manav İbrahim” olan İbrahim Gören ürünlere talip olanlara açık arttırma (mezat) usulü ile satışı yönetir, bir kâtip ise bunları kayıt altına alır idi. Kâtiplik görevini, şimdi adını anmak istemediğim bir tanıdığım başta olmak üzere Sadık Gören (İbrahim Gören’in oğlu) ve halen bu işi yapmakta olan Mustafa Ertemiz uzun yıllar büyük bir titizlik ile yürütmüşler idi. Üreticilerden gelen ürünler mezat öncesi Hale geliş sırasına göre ayrı ayrı tartılır ve yine ayrı biçimde yerleştirilir, tartılar ve miktarlar üretici bazında kayıt edilir idi. Mezatın başladığı saatte, kayıt sırasına göre üreticilerin ürünleri tek tek Manav İbrahim büyüğümüzce miktar ve başlangıç fiyatı bazında tanıtılır ve “var mı isteyen, var mı arttıran” anonsu ile de talipliler arasında arttırma yarışı başlar idi. Mevsimine göre her türlü sebze ve meyve, hem de Çeşme’nin moda deyim ile kendi kendisine yetecek, asla dışarıdan getirilmesine gerek olmayacak kadar çeşit ve miktarda olmak kaydı ile direk tüketiciye ya da aracı manava satılmaya amade idi. Hele yaz aylarında okulların kapanması ile şimdiki kadar olmasa da yazlıkçıların geldiği döneme denk gelen ürün çeşit ve fazlalığı nedeni ile şimdiki Kervansarayın önündeki meydan taze fasulyeden, yazlık ve kışlık kavuna ve karpuza kadar dolar taşardı. Hatırladığım kadarı ile bu dönemde başta Ovacık Köyünden olmak üzere tüm üreticiler geceden ürünlerini taşırlar, teslim ederler ve yerleştirirler idi. Gece teslim tesellüm işlerinin başında Sadullah Kanyılmaz büyüğümüzün olduğunu hatırlıyorum.

Yeni Hal Binasının hemen arkası yani deniz tarafı yavaş yavaş “moloz atık bölgesi” tayini ile de doldurulmaya başlar adeta bugün ortaya çıkan ve Çeşme limanının bana göre katlinin fermanı sayılan “Marina” hayali kurulmaya başlamıştır. Dolgu alanı, önceleri Hale ürün getiren üreticilerin hayvanlarını bağladıkları bir alan olarak hizmet verir iken bilahare de Belediye araçları için park yeri, bir arada derme çatma oto tamir atölyeleri olarak hizmet verdikten sonra özellikle de meşhur “Sürücü Evinin” yıkılmasını müteakip adeta evlilik hazırlığı yapan gelin edası ile bugünkü halini alacak süslenme süreci hızlanmıştır.  Mezkûr evin yıkımı sadece bir yıkım olarak kalmadı, oradaki bir daha asla ve kat’a eski haline kavuşamayacak evin bahçe duvarındaki “Tarihi Su Çeşmesinin” de katline ferman olmuştur. Taşındı filan lakin ne taşıma, ne de restorasyon kurallarına uyulmadan yapılan diğer her iş gibi bu da şimdi “Küçük Caminin” çarşı tarafında defi bela kabilinden yeniden inşa edilmiş gibi sırıtmaktadır, bana göre… Neyse “üretici Halini” anlatmaya devam…

Hal’e getirilen ürünler için babam aşırı yaz sıcaklarından ya da aşırı rüzgârdan korumak amacı ile olsa gerek kenevir çuvallar ile tamamını örterek koruma sağlardı. Önceleri sahip olduğumuz eşek ile taşıma yapılır iken bilahare edinilen traktör ile taşır hale geçip görece konfora erişmiş idik. Eşek ile taşıma yaptığımız günlerde indirme işlerinde genellikle denk geldiğim ve babamın akranı olmasına rağmen her daim bana “hemşehrim” diye seslenen İbrahim Tütüncüoğlu yardım ederdi. Yeri gelmiş iken İbrahim Abimizi saygı ve minnetle anıyorum. Şimdilerde bile hala düşünürüm hemen hemen herkes bir anlamda her şeyi üretir iken bu kadar ürün nasıl satılır idi, hayrete şayan idi doğrusu. Yaklaşık 3.000 nüfuslu bir kasaba için dışarıdan kamu hizmetlerini görmek için kaç kişi gelir idi, yazlıkçıların da Ilıca Şantiye (Plaj evleri), Atilla Polat sitesi dışında ve Ilıca içindeki yazlıkçılar olarak kaç kişi olduğunu tahmin etmek fazlaca zor olmasa gerek… Turban Otel, Motes, Turtes, Balin, Vkamp, gibi birkaç tane de otel sayılabilir idi… Gerçi tüm bu oteller meyve ve sebze ihtiyacını yerelden temin ederler idi, şimdiki gibi neredeyse tamamı dışarıdan gelmez idi, aaa bunun gerekçesi nakliye zorlukları mı idi, fiyat politikası mı idi bilemiyorum ama aynısıyla böyle vaki idi. Mezkûr dönemin belki de en önemli umdesi “yerli malı, yurdun malı” olunca demek ki böyle oluyormuş. Okullarımızda “tarım dersi” bile vardı ve “laf ola beri gele kabilinden” hiç değil idi… Tarım ve dolayısı ile gıda üretimi önemli bir şey idi, öyle politika yapma adına yalandan nakli kelam terennümü değil kalpten inanılarak ve de hatta meşhur Amerikalı Kızılderili Reisi Seattle kelamı babından “paranın yenilemeyecek bir şey olmadığının” kanaati mucibince hem de… İnsana ne lazım ise üretilir idi Çeşme’mizde… Efendim “çikita muzumuz” yoktu lakin eksikliği de hissedilmez idi, en azından biz fakirler açısından…

Çok enteresan bir anımız var, yazlık sinemadan çıkmış 3 arkadaş eve gidiyoruz, Kervansaray’ın önüne kadar kavun köfünleri sıralanmış, gecenin o saatine denk gelen çiğ düşmesi ve hafif rüzgârla birlikte o güzelim Çeşme Kavunu kokusu sarmış her tarafı, çocukların canı çekmiş birden kavunlardan bir tanesini ne yapıp edip aşırtacaklar lakin etraf hareketli derken aniden biri köfünün üstünden bir kavunu kapıp hızlı kaçıyor ama onu gören Sadullah Kanyılmaz büyüğümüz hemen arkamızdan kovalamaya başlıyor. Kavunu aşırtanın ismi şaşırarak “kaçın Musalla geliyor” haykırışlarını hem o gün hem de bugün bile gülerek hatırlıyorum.

İnanılmaz bir misyon yürütmekte olan bu küçük “Üreteci Hali” maalesef şimdilerde ayakta zor duruyor. Bir tarafı ile tarımın önem yitirmesi, tarımın insanımıza yeterince kazançlı gelmemesi, diğer tarafı ile tarım arazilerinin yazlık yapımına kurban edilmesi ve dolayısı ile tarım yapacak insan kalmaması gibi nedenlerle artık önemini de bağlı olarak yitirmekte olan Hal, bir vadedir Hal’in her şeyi olan Mustafa Ertemiz tarafından adeta yaşatılmaktadır ve korkarım ki Mustafa’nın da bu işi bıraktığı gün Çeşme Üretici Hali tarihteki yerini alıp sadece hatıra olarak kalacaktır.

Şimdilerde az lakin kaliteli ve yüzde yüz yerli ürünlere, hem de soğan tohumundan, hurma zeytine kadar, ulaşmak istiyorsa insanlar hale gidecekler en azından sosyal medyadan Mustafa Ertemiz’i takip ederek günlük ürün çeşitliliğine hâkim olabilirler, duyuruları izlemek isteyenlere duyurulur. Şimdi Hal’e gidilir ise duvarları süsleyen adeta Çeşme’nin kısa tarihini tespit eden fotoğraflar ile bile ciddi bir vakit geçirilebilir.



Hiç yorum yok: