Cumartesi, Eylül 17, 2022

ALMAN ve ALMANCI

Genelde layığı ile bilinen, 1. kuşağının Almanca öğrenemediği, 2. Kuşağının düzgün Türkçe öğrenemediği ve konuşamadığı 3. kuşağının ise önemli bir kısmı ile tamamen yabancılaştığı bir göç hikâyesidir, “Almancılık”… Ve bizim kuşağın her birisinin katıksız ve eksiksiz anıları vardır, arkadaşları vardır, köylüleri vardır, tanıdıkları vardır, vardır da vardır…


Bunlardan dinlemiştik evvelemirde o meşhur Almanya’yı ve çelik disiplinli Almanları… Her birinin detayda gözlemi ve aktarımı farklı olmakla birlikte anlatımlarda ortak yan Almanların çok çalışkan oldukları olurdu… Sonraları TV’ler yaygınlaşınca da izlemeyi çok sevdiğimiz futbol maçlarında maç anlatanların ve yorum yapanların çaktırarak ya da çaktırmadan yani alenen Alman hayranlığı gösterdiklerini, yok disiplin, yok panzer kelimeleri ile parlatılır ve akıllara nakşedilir idi. Tabii ki sonraları da yabancı başbakan ya da sonradan pasaport almış başbakan tarzında başbakanlarımız olunca “yabancı hayranlığının” katmerleşmesi için sarf edilen çaba ve kelimeler furyasında nerdeyse inanmış idik bu kefere takımının çok çalıştığına ve çok disiplinli olduklarına… Gel zaman git zaman kefere takımı ile teşrik-i mesailer eyleyince anladım ki adamlar bir defa asla ve kat’a çok çalışmıyorlar diğer taraftan disiplin var mı bilemiyorum ama ciddi çalıştıkları ya da işlerini ciddiye aldıkları kesin… Şimdi bu görüşe itiraz edenlerin çalışma yasaları ve yönetmeliklerindeki esasları ve fazla çalışma yapılır ise de ne tür karşılıkları olduklarına bakmaları tavsiyemdir. İlaveten, sanayi toplumu ile kapitalistleşmeye çalışıp küçük aile işletmeciliği çerçevesinde ilkel tarım toplumu olmayı aşamamış olunması da kıyaslama kabilinden kesinlikle akıldan çıkarılmamalıdır. Esasen de kuralların en azından gelişmekte olan ülkelerdekine (!!!) kıyasla nasıl uygulandığını ve takip edildiğini bir sorgulasınlar ve daha da önemlisi gelişmekte olan ülkelerde (!!!) fazla çalışmanın vukuatı adiyeden kabulü ile ücretlendirilmediğini ya da sınırlandırılmadığını bir hatırlasınlar, işte o zaman kafalar pırıl pırıl aydınlanacaktır. Kurallara uymaktan ziyade kuralların kendi durumlarına uydurulduğu ortamları seven canım Yurdumun görece kurumsallaşmış şirketlerinde bile işlerin Doğu’ya has yöntemlerle yönetildiğine has bir örnek verebilirim. Fazla mesai günlük 2 saat ve yılda da 90 günü geçemez kuralına rağmen benim çalıştığım ve çok tanınan ve canım Yurdumun çok önemli firmasında 12 ay fazla mesai ücretlendirilmesinin kayıtlı ve kuyutlu yapıldığını bilsinler yeter…  

 

Çalıştığımız inşaat şirketi olunca bazen ihale hazırlık dönemlerinde hem bilgilerin kısa sürede toparlanması ve işlenmesi hem de gelecek başka çok önemli bilgi ya da aksiyon nedenleri ile bir dolu evrak son güne hatta son saatlere sarkar bilindiği üzere. Bu çalışmalardan birinde ki yaklaşık 1 hafta boyunca tüm merkez kadro ve de özellikle ihale hazırlık departmanı çok yoğun çalışmış, ertesi gün ilgili departmandan ve benim de okul arkadaşım olan bir mühendis ana kapıdan mesai başlamasından 4 dakika sonra giriş yaptığını elektronik ortamdan gören Genel Müdür hemen geç kalındığını ve dikkat edilmesi gereğinin ikazını yapar, hem de elektronik ortamdan yazılı olarak… Eeee adam hak etmiş mi etmemiş mi çok önemli değil ama Genel Müdür postunda oturuyor ya kendisinde her türlü saygısızlığı yapma yetkisini görüyor… Ya bu insan bir defa Mühendis 4 dakikanın ne manaya geldiğini biliyor en azından senin kadar, ilaveten bu ikazın arifesinde bir hafta boyunca sabahın köründen gece yarılarına kadar bila bedel çalışmış bu adam, ama umurunda mı Genel Müdür beyefendinin… Yetkisi var ya, yandı gülüm keten helva… Neyse konu bu değil, gelelim biz yine keferenin durumuna…

 

Evet, kefereyi bu kabil bir değerlendirme neticesinde bize anlatan profil ise tam bir kayıp akıl, kayıp vicdan, kayıp izan mahsulüdür. Yok, sabahın karanlığında yola çıkarlarmış, yok çok çalışırlarmış… Külli yanlış değerlendirme, külli abartma, külli atmasyon… Fabrika vardiya düzeni, bant sistemi üretim, görece güçlü sendika, esasen de yeten ücretlendirme göz önünde tutulmadığından esasen de kapitalizm, sermaye, işçi sınıfı vs gibi kavramlar hiç bilinmediğinden, yüzeysel gözlem ve değerlendirme ilaveten de bulmuş bizim gibi gün doğdu gün battı çalışma düzeninden fırlamış tarım toplumu mazlumunu veriyor nutku, veriyor… Biz görmemiş garibanlar da buna ağzı açık dileyip inanıyor. Sonraları gerek çalışılan ortamlarda mezkûr milletin neferleri ile birlikte bulunma ve çalışma, gerekse de konsorsiyum vasıtaları ile onların çalıştıkları vatan ve fabrikaları görme esasen de kapitalizm ve emperyalizm üstüne detaylı bilgi sahibi olmamız hasebi ile konunun bir halüsinasyondan öte olmadığını gözlemledik. Bir defa kapitalizmin gelişim seviyelerinin sosyal ve siyasal hayata yansımalarının neler olduğunu canım Yurdum pratiğinden iyi bilenler olarak…  

Şimdi gelelim bu değerlendirmeleri yapan muhteremlerin profillerine, hani şimdilerde sosyal medyanın da alabildiğince gelişmiş olmasına binaen artan yeni moda “sokak röportajlarında” arz-ı endam eyleyen, dünün tüylü şapkalılığından bugünün kirli sakallılığına terfi eylemiş muhteremlerin “Almanya bizi kıskanıyor” replikasını dudaklarını da büzerek üstüne de kaşlarını mütenasip yaylandırarak arz etmelerine… Öyle bir yukarıdan bakıyorlar ki, adeta cehaletin yarattığı özgüven patlamasına münhasır eda, mimik ama boş kelam her şeye rağmen sırıtıyor. Doğru düzgün eğitim almış dünyanın sosyalleşmesinden yeterince nasiplenmiş komplekslerden görece arınmış durumuna mütenasip mütevazı ve muallem Almancılar şüphesiz ki bu değerlendirme dışında olup konumuzla hiçbir ilişkileri yoktur.

Paraları ya da kazançları bir anda 6 kattan 18 kata çıkmış sadece bu baptan kasım kasım kasılmalar peydahlamış olan ve maalesef ki hayatın tamamını para kazanmak ve para sahibi olmak zanneden bu muhteremlerden bol miktarda özellikle de yaz aylarında canım Yurdumun sahil kentlerinde görebilirsiniz. Hele son dönemlerde arz-ı endam eyledikleri otellerde bu kabil zevatın her biri yakamoz gibi çakarlar, etraflarında dolaşan ve sürekli “papa, papa” diye seslenen çocuklarına “nayn, nayn” ya da “ich bin…” diye sert cevaplar verip, kasım kasım kasılarak yürürler ya bir bakarsınız kendileri deniz ve güneş gibi nimetlerden dibine kadar faydalanırlar iken eşler çocuklara adeta göz kulak olup bakımlarından sorumlu hanım hanımcıklar, güneşten ve denizin imbat esintisinden korunmak maksadı ile her taraflarını kapatmışlardır.

Almanya’da “itilmiş” muamelesine tabi tutulan, gelmiş burada içinden çıktığı millete “kakılmış” muamelesi çekiyor. Orada kendilerine reva görülen muameleyi burada başkalarına yapıyorlar ve de hiç de rahatsız değiller. Mütedeyyin oldukları her hallerinden belli olmakla birlikte girilen konu detaylarında mahalle mescitlerinin 2 cahil hocasının bilgilerinin bile çok gerisinde oldukları aşikârdır. Bu kabil muhteremlerin bir tanesinin bile kitap okuduğuna tanık olunmamıştır. Ay bu Türk doktorları “ay Almanya da böyle mi” diyerek kıyaslamayı bile doğru yapmaktan aciz iken her türlü tıbbi gerek için paralarının da gücüne istinaden Türkiye’de yaptırmalarını görmediğimizi zannetmesinler… Görgüsüzlüğün de ordinaryüslüğü demekten de alamıyorum kendimi… Bir başka başarıları ise kendilerini hararetle ve ısrarla bulundukları ülkenin dilinden, medeniyetinden ve de özellikle de dininden sakınır iken 1. kuşak olarak ne götürmüşler ise dil, din adına taa 3. kuşağa kadar başarı ile korumuşlar ve aktarmışlar, bravo vallahi… Lakin bu özgüven patlaması yaşayan Almancı somun pehlivanlarının bir mahareti daha var ki takdire şayandır; canım Yurdum insanını gayet iyi çözmüşler, güç, para, debdebe, şatafat, zenginlik gibi kavramların canım Yurdum insanına nasıl etki yaptığını çok iyi görmüşler…

Diğer doğru düzgün eğitim görmüş Almancıları da zaten fark edemezsiniz onlar son derece mütevazı lakin sırıtmaz bir hayat tutturmuşlardır burada sözümüz hamamda türkü çığırıp kendi sesine hayran olanlardır. Esasen bu yazı, orada ya da burada olmadı şurada, evcilleşemeyen, ehlileşemeyen, medenileşemeyen, beşerileşemeyen tüm zevatı konu etmek gibi bir hedef koydu önüne, kendimi dahi azade ve vareste etmeden…

  

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Güzel yazı ,emeğine sağlık.

Adsız dedi ki...

Ellerine sağlık bu birikimlerin çoğunu yaşadım Çok katılıyorum bu farkındalığı duymak görmek isteyenlere ulaştırırsın başarılarının devamını gönülden dilerim