Pazar, Kasım 05, 2017

MUSTAFA KEMAL


“Efendiler, yarın Cumhuriyet’i ilân edeceğiz!” dedi. Mustafa Kemal uygun bir süre bekledikten sonra, masada bulunanların gözlerine tek tek bakarak, açıklamasını sürdürdü: “Türkiye Devleti’nin hükümet şekli Cumhuriyettir. Bunu Anayasamıza yarınki Meclis toplantısında koyduracağız. Hazırlıklarımızı bir kez daha gözden geçirmemiz lazım.” Cumhuriyet ilanı ile ilgili nerdeyse tüm kaynaklar ittifak edercesine bu çıkışı başlık olarak kullanırlar. Canım Yurdumun, tarihinde ilk önemli sıçrama gerçekleşmiş, yeni bir sayfa açılmıştır gayri…

Bu cesur adımları atan kadronun lideri, artık yok ve 10 Kasım 2017 de artık geride 79 yıl kalmış olacak… Kimilerinin, cumhuriyet ilanı, ekonomik kalkınma-atılım, kadınların seçme seçilme hakkının tesisinden, kanun devleti olma ve hâkimiyetine kadar olan siyasi atılım başta olmak üzere gerçekleşen her şeyin yegâne lideri gördüğü, kimilerinin tekke ve zaviyelerin kapanmasından, hilafetin kaldırılmasına kadar gerçekleşen atılımların müsebbibi tayin olunarak “elin gâvurundan” daha kötü olarak anıldığı, kimilerinin asimilasyon politikalarının sorumlusu tayini ile de katıksız eleştirdiği, kimilerinin de her türlü destek gördüğü sosyalizme karşı içten pazarlıklı olması ile yargıladığı Türkiye Cumhuriyetinin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk, herkes tarafından kendi meşrebine uygun yâd edilecektir. 79. ölüm yıl dönümünde kendisini saygı ile anıyor, hatıratı önünde eğiliyoruz.

Bu manada, herkesin fikrine saygıda kusur edilmedikçe, itiraz etmeden, kendimce birkaç tespit yapmak istiyorum.

Mustafa Kemal’in, Bolşevik olmamasına rağmen Türk-Rus ilişkilerine oldukça önem verdiğini okudukça öğreniyoruz, “Sovyetler bize yardım edebilecek durumda ve düşmanlarımızın düşmanıdır” değerlendirmesi yaparak, Sovyetler Birliği ile ilişkilerin sürdürülmesi gerektiğini, her türlü karşı eleştiriye rağmen iddia ediyordu. 1920 Temmuz’unda, TBMM Genel Kurulunda konuşmasında “Efendiler, bir de Bolşeviklik âleminden bahsolundu. Yine diğer zamanlarda da bahsolunmuştur ki, biz Bolşevikleri aramış ve bulmuşuzdur ve en son temasımız az çok maddi ve kati bir şekle girmiştir. Resmen Sovyet Cumhuriyeti ile muhabere edilmiştir. Sovyet Cumhuriyeti bizim muhtaç olabileceğimiz maddi muavenetin hepsini vaat etmiştir.” (Bravo sesleri, alkışlar) diyerek ilişkiler konusunda nasıl bir yön tutturulacağı konusunda işaret etmiştir.

Tüm bu görüşme ve yakınlaşmalar neticesinde Sovyetler Birliği, Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı için; yaklaşık ve kabaca,  ilk elde, 39.000 tüfek, 327 makineli tüfek, 54 top, 63 milyon fişek, 147.000 top mermisi, 2 avcı botu, 4.000 el bombası, 1.500 kılıç, 20.000 gaz maskesi ve 125.000 TL değerinde altın yardımı yapmıştır. Elbette yardımlar bununla sınırlı değildi 1921 yılında da Nisan, Mayıs ve Kasım aylarında üç parti şeklinde toplamda 6.500.000 altın ruble yardımı yapılmıştır. Sovyetlerin bu süre zarfında verdiği altın ruble yardımı toplamda 17.500.000 rubleyi bulmuştur. Ayrıca, 1920, 1921 yılı milli savunma bütçelerinin birkaç katı mali ek yardımlar da gerçekleştirilmiştir. Ve bu yapılan tüm yardımlar da, Sovyetler Birliği anayasasında da yer alan  “emperyalizme karşı kurtuluş mücadelesi veren tüm halklarla dayanışmanın gerekliliği” ilkesinden kaynaklanmakta olduğu artık çok sarihtir. Yine de Lenin’in bu yardımlar karşılığında bir takım beklentiler içinde olduğunu iddia edebilen gafiller de çıkmıştır, eee elin ağzı torba değil ki büzesin… Dahası TBMM’sini ve Hükümetini ilk tanıyan ve elçi görevlendirmesi yapan devletin Sovyetler Birliği olduğu da bir vakadır. Ankara’ya gelen elçi Aralov’un “Bir Sovyet diplomatının Türkiye anıları 1922-1923” adlı kitapta toplanan anılarını okuyunca da, aslında Lenin’in “Mustafa Kemal sosyalist değildir. Fakat görülüyor ki iyi bir örgütçü, yüksek anlayışlı bir önder. Ulusal burjuva ihtilalini yönetiyor. İlerici akıllı bir devlet adamı. Bizim sosyalist devrimimizin önemini anlamış olup, Sovyet Rusya’ya olumlu davranıyor. O, istilacılara karşı bir kurtuluş savaşı yapıyor. Emperyalistlerin gururunu kıracağına, padişahı da yardakçılarıyla birlikte silip süpüreceğine inanıyorum. Ona, yani Türk halkına yardım etmemiz gerekiyor.” tespitini yaparak, nasıl bir yardım içeriği oluşturduğu gayet nettir.

Diğer taraftan ise, Mustafa Kemal’in Çerkes Ethem’e çektiği bir telgrafta; “3. Enternasyonal’e bağlı Ankara’da bir genel merkez kuruldu. Bu Cemiyet merkezine sen, ben ve Refet Bey dahi alındık. Yeni Dünya Gazetesi işte bu derneğin fikirlerini yayacaktır. Hakkı Behiç Bey, Cemiyetin genel sekreteri olmuştur. Buna ciddi bir surette çalışmak bilimsel ve pratik gayret lazımdır. Çünkü genel çıkarlarımız bunu gerektiriyor. Hazırlanmakta olan program tamamlandığı anda size de gönderilecektir. O zaman okur ve derhal gereken merkez ve mevkilerde şubeler açılmasına yardım ve yol göstericiliğinizi esirgemeyiniz. Matbaanın da hemen Ankara’ya taşınmasını buyurunuz. Hacı Şükrü Bey matbaanın taşınmasına memurdur. Hakkı Behiç Bey kardeşimizin hamiyetine ve beceri derecesine benim kadar sizin de emin bulunduğunuza inanıyorum. Sıhhat ve afiyet, Muhterem Yoldaş.” diyerek ne planlamıştı acaba? Bilindiği kadarı ile Lenin tarafından, “Birinci Enternasyonal, proletaryanın sosyalizm uğruna uluslararası mücadelesinin temellerini attı. İkinci Enternasyonal birçok ülkede yaygın kitle hareketlerinin zeminini oluşturma evresiydi. Üçüncü Enternasyonal ise İkinci Enternasyonalin çabalarının semeresini toplayarak, oportünist, sosyal şovenist, burjuva ve küçük-burjuva çöpleri ayıklamış ve proletarya diktatörlüğünü kurmak üzere yola koyulmuştur.” biçimi ile deklare edilen amaç Mustafa Kemal tarafından da gayet iyi biliniyordu. Netice itibari ile bu konuda da, Sovyetler Birliği ile yürütülen iyi ilişkilerin gerçekçi ve pragmatist politikalar neticesi olduğunu söyleyenler olduğu gibi, Mustafa Kemal’in dönem itibari ile hayli prestijli ve gelecek vaat eden sosyalizm karşısında korktuğu, gelişme ve çalışmaları kontrol etmek amacı ile böyle davrandığını söyleyenler de vardı, ayrıca “komünizm nerde görülürse ezilmelidir” diye ince hesaplar içinde olarak Sovyetler Birliğini “aldattığını” iddia edenler de vardı. Ama resmi komünist partinin talimat ile kuruluşunda öncü rol alanların hepsinin sıkı birer komünist karşıtı olduğu düşünülünce de “korku” faktörü ortaya çıkıyor galiba.

Konu derin, tarih bilgimiz sığ ve nihayetinde de yerimin kısıtlı oluşu ile nokta koyuyor ve Mustafa Kemal’in hatıratı önünde bir kez daha saygı ile eğiliyorum.

Hiç yorum yok: