Cuma, Mayıs 27, 2022

BİTMEYEN SORUNUMUZ YENİ ÇEŞME PROJESİ

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, “Çeşme Projesi, Çeşme’ye ait değildir” dedi ve ekledi: “Çeşme’nin değerlerini yok eden dışarıdan dayatılmış bir kurgudur. Bu proje alanı İzmir’in en kurak, toprak ve su açısından en fakir yerleri… Oysa bu proje, aşırı su kullanan golf sahalarını getiriyor. Bölgede farklı tarihlerde ilan edilmiş 11 turizm yeri var. Bu alanların sadece üç tanesinin onaylı imar planı var. Çeşme’de bunca turizm alanı boşken, bu alan imara açılıyor. Çeşme’nin su kaynakları zaten çok kısıtlı. Ulaşım, meselenin diğer bir ayağı. Çeşme’nin İzmir’e bağlantılı bir yolu var. Yaz aylarında daha şimdiden bu yol kapanıyor. Böylesi büyük bir projenin trafik için çözüm yolu yok. Kâğıt üzerinde ya da dünyanın başka yerinde güzel olabilir. Çeşme projesi, İzmir’in kimyasına, aklına ve ruhuna aykırıdır.” demiş. İyi de demiş… Aman Büyük Reisimiz, yeni yol için zımni davet yaptığınız gibi bir sonuç çıkarılmasın bu söylemden… Bu projenin tek başına ulaşım ile ilgili sorunu yok ki, bu projenin tamamı sorunlu ve çözümsüzlük yaratacak bir tasarruftur. Siz sakın bakmayın öyle “kıymeti kendinden menkul bazı abilerin” “gittim, gördüm, orada hiçbir şekilde tarım yapılmıyor, zaten her yer de kireç taşı” gibi zırıl zırıl cehalet ve sefalet dolu kelamlarına, gerçi bakmadığınızı da tahmin ediyorum ama tekrarlamadan da duramıyorum. 

Peki; Küçük Şehir Belediye Başkanı Ekrem Oran ne demiş? Evvel emirde, “ham yaptırmam” sonra ilk fikre sahip olanlar “hain” sonra proje önemlidir ve nihayetinde de proje Çeşme’nin hayrına değildir… Son karar sonuna kadar, detayını bilmiyor olsam bile, katıldığım ve alkışladığım bir noktadır. Doğru karara ne denir? Hoşgeldiniz… Alkışım alasın…

Son olarak da, “Bizim Eko”dan, “Çeşme’nin Eko Abisine”* terfi-i temayüz etmiş Başkanımız Ekrem Bey diyor ki; “Masaya oturmak kayıtsız şartsız bu projeyi kabul etmek demek değil. Masaya oturduk, Çeşme’nin çıkarlarını masada savunduk, konuştuk tartıştık.” demiş… Aklına ve diline sağlık, şüphesiz siz bir kamu kurum yöneticisiniz, Bakanlık ve temsilcileri de kamu kurum yöneticileridir. Eee, tabii ki masaya oturacaksınız, masaya oturmadan ne olduğunu anlamanız şüphesiz ki mümkün değil, biz ayaktakımları gibi basından takip edip muvafık ya da muarız olduğunuzu beyan edemezsiniz. Kaldı ki, “devlet katında iş görülmesi” kişinin şahsi tutumundan ziyade kurallar ve temayüller meselesi iken ilaveten de asgari nezaket gerektirir davete icabet etmek. Sizi Bakan davet ederse gideceksiniz elbette, devlet terbiyesi ve işleyişi açısından olmazsa olmazdır böylesi bir davranış. Burada sorun masaya oturmanız değil zaten… Sevgili Başkan; peki ilk günlerde, yani masaya davet edilmeden, yani masaya oturmadan, yani mezkûr projenin Çeşme’ye ne hayrı var, ne faydası var, ne zararı var tefriki yapmadan mı, “Çeşme’yi ham yaptırmam” çıkışınız olmuş idi, bilahare masaya oturup Çeşme’ye çok hayırlı bir proje olduğunu mu gördünüz de, bir anda karşı tarafa geçip, karşıda kalanlara, “vatan haini” dediniz. Sevgili Başkanımız, “Parti terbiyesini bilirim. Partimizin politikası neyse benimki de o olur. Ben partimle hiçbir şekilde ters düşmüş değilim.” derken tam tamına ne demek istediniz, mesela, Partinin kararı Çeşme’nin çıkarından önde midir? öyle mi anlayalım, ya da Partinin çıkarları ile Çeşme’nin çıkarları aynı şey midir? Yoksa vallahi benim düşüncem böyle iken Partinin kararı ile ters düşmeyeyim mi oldu? Yoksa nedir… Dün öyle, bugün böyle tarz-ı siyasetini iyi bilirdik de, temsilcisinin “dün dündür, bugün bugündür” diyen büyüğümüz olduğunu zannediyorduk, yoksa bu tarz münasip bir tarz mıdır?

Peki; ne oldu da 22.04.2022 tarihindeki mülakatınızda “Proje yapım aşamasında hala” diye beyanat eder iken proje yapımı nihayete ermeden yeniden dün karşı olanların karşısından yanlarına geçtiniz. Peki, yarın proje yeniden şekil değiştirir ise fikriniz değişecek mi? Vallahi Sevgili Başkan, kızma bana ama ben ne olduğunu anlayamadım… Lütfen bizi aydınlat… Sakın bizi, anlamayanlar, anlayamayanlar, kabullenemeyenler, niyetsizler, irfanı eksikler, kaybedenler kulüp üyesi vs gibi sıfatlara haiz görerek değerlendirmeyin lütfen… Zat-ı Âlilerinizin ahaliyi hedef alan “yahu bunları da hiç anlamıyorum” tarzı sorgulamalarınıza, ahalinin de el-cevap olarak “yahu bu da hiç anlatamıyor be” demesine fırsat vermeyin lütfen… Lütfen, Sevgili Başkanımız, bizi aydınlatın, neden bu kadar fazla ve hızlı fikir ve taraf değiştirildi bu proje üzerine? Bizim de alkışlarımızla katıldığımız son kararınızı artık değiştirmeyeceksiniz, değil mi?

Tunç Bey son söz olarak ise; “Bir belediye başkanının asli görevi görev yaptığı şehrin her bir karış toprağını korumaktır, son nefesime kadar koruyacağım. Göreceksiniz, doğamızı direne direne koruyacağız.” Demiş. Katılıyorum, destekliyorum, alkışlıyorum… Daha ne desin… Lakin sonuna kadar takip edeceğiz, bu kelamın manasına layığı ile uyulup uyulmadığını. Tunç Beyin bu sözünün, boşa söylenmemiş, “defi bela kabilinden” günü geçiştirmeye matuf olmadığını ispatlamasını da ısrarla bekleyeceğiz. Bu taahhüdün, şu günlerde “âdem-i merkeziyet” diye diye, her şeyi çok katmerli bir merkeziyetçiliğe getirip dayayan anlayışın prim yaptığı dönemde çok anlamlı ve önemli ve de kıymetli olduğunu düşünüyorum.

Sonuç itibari ile, öyle oldu, böyle oldu, önce öyle dediler şimdi böyle diyorlar, artık önemli değil bence… Gelinen nokta, eğer değiştirmezler ise, aynen katılıyorum. Alkışlıyorum… İlaveten de teşekkür ediyorum.

Hikâye herkesçe biliniyordur lakin ben aklıma gelen ve aklımda kaldığı biçimde yeniden aktarmak istiyorum… Maraba ile ağa, ağanın at arabasında tıngır mıngır köyden kasabaya doğru gidiyorlar. Yolun yarısında, arabayı çeken hayvan sırtından arpa saplarını patır patır yere düşürüyor. Ağa marabasının kendi arabasında gözü olduğunu biliyor. Hem marabayı küçük düşürmek hem de eğlenmek için, “Memo, gardaşım şu dökülen arpa saplarını yersen, arabayı sana verecem” der. Maraba bir an düşünür, kararını aniden verir, koşumları ağaya uzatıp arabadan iner ve yere dökülen arpa saplarını çatur çutur yer. Ağa çaresiz “tamam araba senin” der lakin aklı oradadır gayri. Marabanın midesi felakettir, gururu çiğnenmiştir, kendinden iğrenir durumdadır. Ağa ise bir dakikalık bir eğlence uğruna arabasından olduğuna pişman, kendi budalalığına yanar. Dönüş yolunda ikisinin de ağzını bıçak açmamaktadır, ikisi de kendisini doldurmaktadır. Tam marabanın sap yediği noktaya geldiklerinde ağa dayanamaz; “Memo, Bir halt ettim, şaka uğruna araba elimden gitti, sap yemenin bedelini ödeyeyim, arabamı geri ver”. Marabanın genzinde, ağzında, yüreğinde, öfkesinde hâlâ arpa sapı tadı durmaktadır hala. “Olur Ağam” der, “olur lakin bir şartla, sen de aha şu kalan arpa saplarını yiyeceksin ve ödeşeceğiz, araba yeniden senin olacak”. Ağanın gözü kararmış, iner ve tereddütsüz geri kalan arpa saplarını çatur çutur yer. Köye yaklaşırlar, Maraba düşünceli, kederli soruyor, “Ağam, araba kasabaya giderken de senindi döndük hala senin, peki biz bu kadar arpa sapını neden yedik?”

Hay Allah, niye mi geldi bu hikâye şimdi aklıma. Hiç vallahi. Hiç işte… Akıl bu işte ne gelir ne gider… Bilinmez ki…  

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Kalemine sağlık Ruhi abi 👏👏🙏