Yazar Yıldız Sertel’in “Ardımdaki Yıllar” adlı anı kitabını okuyorum, neredeyse tamamını okuyarak öğrendiğimiz ve bildiğimiz sosyal ve siyasal çalkantıların yazar tarafından görüldüğü biçimi ile anlatımı… Değerli bir kitap… Hele hele SSCB’nin her dönem en önemli isimlerinden olmuş Molotof’un anıları ardından taze taze okununca… Türkiye, İngiltere, Amerika, Çekoslovakya, Avusturya ve Almanya üzerine bölümlerinde enteresan gözlemler ve anılar olmakla birlikte ben kitabın Sovyetler Birliği bölümü üstüne yazılanlarını bu yazıda ele almak istiyorum…
Bilindiği üzere yazar Canım Yurdumun basın tarihi ve sosyal mücadeleler açısından yaşanmışlıkları çok önemli bir aileden gelmekte olup esasen de kitabın tanıtımında da yapıldığı üzere; “uzayan bir sürgünlüğün, sıkıntıların, anne ve baba acısının her anlamda tarihe düşülmüş notları… Entelektüelin gönüllü sürgünlüğünün yanına, siyasi baskıların, ayrılığın, yarım kalmış yaşamların acısını da katan bu kitap” ile, 1950’lerin başından 1990’lara kadar olan yaklaşık 40 yıllık sürgünlüğün bunun da yaklaşık 20 yılının geçtiği “sosyalist ülkelerdeki” şahit, muzdarip ve muhatap olduğu hayat ile muazzeb ve müteellim ademoğullarının tekmili birden hikayesi babından… Sovyetler Birliği anıları da çok uzun kendi içinde, Moskova, Bakü ve tatil yerleri olarak bölümlenmiş olmakla birlikte benim uzun yıllar sonra çalışmaya ve gezmeye başladığım bölümlerine kadar sarkmış boyutunu siz isterseniz tsunamisi deyin isterseniz tortusu deyin ben de mirası dediğim bölümü çok önemli benim için…
“Ardımdaki
Yıllar”, bir bakıma sosyalizm, Sovyet Sosyalizmi ve TKP (Türkiye Komünist
Partisi) ile uygulamaya yönelik sonuçların üstünden bir kavga ve hesaplaşma
görüntüsü vermektedir, adeta. Sovyetler Birliği’ndeki sosyalizmin fahiş bir
bürokratizme dönüşmesinin şahitlikleri üstünden kendisinde oluşan hayal
kırıklığı ve bu nedenle de bazı isimleri hedefe alarak buradan ciddi kızgınlıklar
aktardığı bir süreç. Sadece Sovyetler Birliği değil, Demokratik Almanya,
Macaristan, Çekoslovakya, Bulgaristan, Romanya ve Çin’e dair gözlemleri de vardır.
Lakin özellikle de TKP ve TKP SSCB temsilcisi Marat (İsmail Bilen) üzerinden ülkeye
yönelik yaratılmış cennet görüntüsü nedeniyle SSCB’ye gelmiş Türkiyeli
komünistlerin yine Marat’ın sekter, kayırmacı ve gayri hümanist yaklaşımları
sebebiyle yaşadıkları, özellikle de Sibirya sürgünlükleri konusu görünen o ki
karşı mahallede ciddi tepkilerin oluşmasına sebep olmuştur. Buradaki iddia o
ki; Marat ile ters düşen herkesin yolu Sibirya’dan geçmiş… Artık doğrusu nedir,
eğrisi nedir, tüm bunlar tarihçilerin, araştırmacıların vazifesi… İsteyen de “Gulag
Takımadaları” kitabı yazarı Soljenitsin’e küfür etmeye istemeyen de alkışlamaya
devam edebilir… Lakin sosyalizm ile çok erken yaşlarda tanışmış ve TKP
saflarına katıldığı bilinen yazarın bu noktaya gelmesinin de hiç de öyle hafife
alınacak bir yanı olmadığı aşikârdır. Öyle karşılıklı mevzilenip pasa “ver mermiyi”
ile de bir noktaya gelinemediği yeterince sarihtir…
Kitabın
“Erivan Radyosu’nun hikâyeleri”
başlıklı bölümü benim açımdan enteresan çünkü çok çok sonra da olsa
benzerlerinin kişilerde yarattığı alışkanlıkların halen devam ettiğine şahitlik
ettim. “Türkmenistan’a Benzemek – 13 Altyn Asyr” başlıklı 28 Kasım 2021
tarihinde yayınlanan yazımda olduğu üzere “Türkmenistan’ın
ne yazık ki; kamuyu ilgilendiren, kamunun ilgi gösterdiği hiçbir şeyin özgürce
konuşulamadığı bir ülke olduğunu, vatandaşların “kulaktan kulağa” fısıldama
konusundaki maharetinden kolayca anlayabilirsiniz. İlaveten yine bu mazlum
vatandaşların “işaret dili” konusundaki mahareti hiçbir şekilde gözden kaçmaz.
Mübarekler bir parmak ya da el işareti ile bir sayfalık meram ve murat ihzar
eylerler ki evlere şenlik.” şeklindeki benzer tespitlerime istinaden
derhal hafıza tazelemesini gerçekleştirdim. Ne diyor, Yazar kendisine anlatılan
ve gayet hoş bir hikâye ile başladığı bölümde, evvelemirde hikâyeyi bir yazalım
ki, konuyu anlamakta müşkülata düşmeyelim.
“Yaşlı adam bir birahaneye gitmiş.
Tezgâhtaki adama sormuş:
-
Kaç
fıçı biran var?
-
100
-
Kaç
para eder?
-
500 Ruble
-
Al 500
Rubleyi. Kapıya bir ilan as: “bira bedavadır”
Adam
ihtiyarın dediğini yapmış. Biranın bedava olduğunu duyan halk üşüşmüş. Kuyruklar
büyümüş. Kavgalar olmuş, masalar devrilmiş, camlar kırılmış. Sonunda bira
bitmiş, birahanede ne sağlam bir eşya ne bir bardak kalmış. Herkes çekilmiş.
Birahane sahibiyle, ihtiyar karşı karşıya kalmışlar. Adam, ihtiyara sormuş;
-
Ben
sana ne kötülük ettim ki, birahanemi bu hale getirdin?
-
Görüyorsun
ki ben yaşlı bir adamım. Bu işin sonunu göremeyeceğim. Bilmek istedim,
sosyalizm aşamasını geçip, komünizme (parasız topluma) ulaştığımız vakit, nasıl
olacak.”
Bu hikâyenin anlatıldığı zaman orada bulunan bazıları “komünizm düşmanlığı yapıldığını” iddia etse de hikâyeyi aktaran adamın da “ben de komünistim” demesi ile görece yumuşamıştır ortam.
Yine kitabın aynı bölümünden devam edelim, “Bu kabil hikâyeler kulaktan kulağa dolaşıyordu. Buna “Erivan Radyosu” diyorlardı.” “Erivan Radyosu’nun Kafkaslar’da dolaşan bir hikâyesi de şuydu: Türkiye’li bir Ermeni, Erivan’a gelmiş. Trenden inince cimadanini (bavulunu) yere bırakmış. Eğilip, toprağı öpmüş, “vatan” demş, başını kaldırmış, bavulu yok, Kahrolsun böyle vatan!” demiş.”
Bu bavulun kaybolması hikâyesi aklıma sözleşme imzaladığımız ilk iş için kurulan şantiye düzeneğinde, işçilerin sabah şantiye girişleri akşam çıkışları esnasında üst baş araması yapılmasını da görünce “insan haklarına aykırı” hatta “insana hakaret” ediliyor derhal bu uygulamayı terk edin demiş idim. Sonuçta uygulamayı başlatan arkadaşlarımın ne kadar haklı olduklarına şahitlik etmiş idim.
Neyse
kitaptan “Erivan Radyosu” hikâyeleri aktarmaya devam ediyorum. “Moskova’da otobüste biletçi yoktur.
Herkes, parasını atıp, biletini alır. Bir otobüste şöför yolculara seslenmiş:
-
Yurttaşlar,
biletleriniz alın!
Bir
yolcu sormuş:
-
Neden
yurttaşlar diyorsun da, yoldaşlar demiyorsun?
Sovyetler Birliği’nde
devrimden sonra, “bey”, “hanım” sözcüklerinin yerini “yoldaş” almıştı. Hemen de
herkes birbirine “yoldaş” der. Bu bir nevi komünizm yolunda beraberlik,
komünistlik anlamına gelir. Komünist partisine girmek bir imtiyazdır. Şöför
cevap vermiş:
- Yoldaşlar otobüse binmez de ondan.”
Bir
başka hikâye; “Paris’te
bir grup ermeni gidip Ermenistan’a yerleşmeye karar veriyorlar. İçlerinden bir
tanesi evvel davranıyor. Ona tembih ediyorlar: “gidince, oradaki durumu bize
bildir.” Sansürü, istediğini yapamayacağını düşünerek de, şöyle bir parola
tertip ediyorlar. Mektup yazmayacak, fotoğraf gönderecek,. Eğer fotoğrafta,
oturuyorsa durum fena, ayakta duruyorsa, durum iyi. Fotoğraf gelmiş, adam
yatıyor.”
Aaaaa,
bunlar korkudan oluşan iletişim şekli değildir diye iddia edenler varsa da,
onlara da bu muhteremler “kelimeleri lüzumsuz tüketmeden ekonomik”
kullanıyorlarmış diye bir izah hakkı tanıyalım. Bu manada artık bir yanı göçmüş dünyada, tek
yanı ile yol bulmaya çalışan mazlumları zapt-ı raptı altında hizaya ve sigaya
çekme uzmanı dünya liderlerine muhteşem bir örnek teşkil etmekte olanlara da
bin selam. Nihayetinde oralarda her türlü abukluk âsâr-ı kudsiye artık”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder