Cuma, Ekim 20, 2023

KİRAZ AĞACI

Gökçer Tahincioğlu’nun “Kiraz Ağacı” adlı kitabını okuduğumu gören bir dostum, genellikle kitaplar üstüne yaptığımız sohbetimiz arasında mezkûr kitap hakkındaki yorumumu sormuş idi, yazacağımı söyleyerek geçmiştik, işte şimdi yazıyorum, gecikmeli de olsa… Kitap; dayatılan her şeyin “bila kayd ü şart” kabul edilmesi ile muhataplarının reddi dilemması içinde tarihe “hayata dönüş” diye insanların boğazlanmaya çalışıldığı bir dönemin tekmili birden hikâyesidir. İlaveten de sanıklar/tanıklar; Hivda ve Deniz’in yaşanan bu “devletin kerim hali” dayatması sürecinde yakalandıkları amansız “Korsakoff” rahatsızlıklarının üstünden hatırlamanın kutsiyeti dün ile bugün arasındaki haliyle kaçınılmaz yaşanacak geliş gidişlerle yaşananlara büyüteç tutulması hikâyesidir bana göre…

Hatırlamanın, hatırlatmanın ve bunların üstüne düşünmenin ve konuşmanın zinhar bir yerlere de sığınmadan tüm bunların yapılması gereğinin tebarüzü gibi görünmektedir Gökçer Tahincioğlu’nun bu romanı… Kendine has üslup ve tarz ile okunası bir kitap… Kahramanların ve anlatıcının anılarının öncesi ve sonraları arasındaki münasebetin ayrışma ya da kesişmelerinin, esasen de bir “yok oluşun” neden ve nasıl bir “var oluşa” dönüşeceğinin metaforu kiraz ağacı tespiti ile gönendirilmesinin çok anlamlı bir anlatımıdır. Kiraz metaforu bir anlamda da hayatın devamının zımnen kiraz ağacı ile hayatın nihayetlenmesinin ise sakura Ağacı ile ifadesi gibi gelmektedir bana… Nihayetinde her ikisi de kiraz lakin fahiş fark devamlılık ve nihayetlenme…  

Kitaptaki kahramanlardan ikisinin, Hivda ve Füsun’un babaları Sadık’ın kızları için gecekondunun bahçesine diktiği kiraz ağacı için söyledikleri de ziyadesiyle manalı ve hayatı, sevmeyi hele de aşk üstüne yarattığı mecazı itibariyle… “Kiraz da güllerdendir. Biliyor musunuz kızlar? Gül ailesindendir kiraz. Açtı mı bahar geldi demektir. Kuşlar bunların çekirdeğini taşıya taşıya bütün dünyaya sevdirmişler kirazı. Gülün meyve halidir kiraz. Meyvelerin hası. Nazlıdır, ne çok soğuğu sever, ne çok sıcağı. Çok suyu bile sevmez. Öyle kırılgan. Kışın bunun üzerini kapatacağız, çok soğuk almasın. Yazın suyuna dikkat edeceğiz, çok kurumasın. Sonra baharda bırakacağız kirazı. Çiçeğe durduğunda bileceksiniz ki aşık oldu kiraz ağacı. O sırada yağmur yağmasın diye dua edeceksiniz. Aşk gibi işte, onu yaşarken kimse ilişmeyecek size. Ölenlerin ruhu geçermiş kiraz çiçeğine. Erken yaşta ölenleri… Beş-altı yıl sonra meyveye duracak bu fidan kızlar. Kirazlarını toplarken konuşacağız hayatı. Bakalım nasıl akmış hayat…”

Kitap, büyük kentlere göç, gecekondu iş ve işsizlik, devletin kanatları altına sığınarak hayatı idame ettirme itirazın ise nelere mal olacağının da bir tebarüzü gibidir. Esasen göç ve gecekondu ve sosyolojisi üstüne “Ancak taşra kentlerini gördüğünde anlamıştı bunun mümkün olabileceğini. Orada da birkaç ailenin ilk yerleştiği yer, kapanın elinde kalıyor, o aileler kendilerini güvende hissedebilmek için benzerlerini yanlarına getiriyorlardı. Başta birbirinden habersiz büyüyen sokaklar, mahalleler, diğer mahalleden haberdar olduğunda görülmez çitlerle ayrılıyorlardı. Herkes yerini biliyordu artık. Daha hızlı büyüyen, daha çok güçlenen ya diğerini yıkardı ya da olası bir saldırıya karşı koyabilirdi. Bu bitmez düşmanlık, zamanla birbirine bir kıvılcım çakana kadar ilişmemeye dönüşmüştü. Sonradan yapılan uzak mahalleler ise o iki mahallenin zenginlerini birleştirmiş, artık aynı apartmanın kapısından girip çıkmaya başlayan insanlar da birbirleriyle iyi geçinir hale gelmişlerdi. Hoşgörü dedikleri yalancı bir örtüydü.” diyerek benzerlerin polarizasyonu tespitini geliştirmektedir. Tüm bu gelişim ve sonuçlarının toplumu ve de bireyi adeta kuşatarak bazılarını alabildiğine duyarlı bazılarını ise her yol mübahçı noktaya sürüklemesi de kaçınılmazdır. Göç ve gecekondu gerçeğinin her çevrede farklı değerlendirmeye tabi tutulduğu toplumumuzda ise, tarif ve tespitlerinin sade birer aritmetik figür ötesine geçememesi gerçeği bir yana sonuçlarının günümüzde doğurduğu kentsel dönüşümler ise bahçeli ve tek katlı gecekondulardan çok katlı gecekondulara sıçrama platformudur. Eee bu da az bir şey değil tabii ki…

Esasen de; hala aydınlatılamayan ya da aydınlatılmak istenmeyen tarihin en karanlık sayfalarından biri olarak kayda geçirilen “hayata dönüş operasyonu” kitabın, göç, gecekondu, iş ve işsizlik, yoksulluk, devrimci mücadele, hak arama, düzen ya da düzensizlik sorgulaması, tutuklamalar, işkenceler, sürgünler, ağır hapishane şartları, direnişler, bastırmalar, sindirmeler, korkunç sonuçları ve görüntüleri olan direnişler, yeni cezaevi tipleri, devletin en önemli yatırımı yeni cezaevleri, bu yatırımlara sevinen canım yurdumun insanları, istihbarat çalışmaları ve çalışanları, tüm bunların üstünden yüksek politika oluşturulması gibi detaylar arasından öne çıkan ya da çıkarılan bölüm. Operasyonun siyasi karar vericilerinin bile, başta Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk olmak üzere, yıllar sonra nedamet göstererek “ölçünün kaçtığını” itiraf edenlerin bile olduğu bir kara düzen ve kapkara sonuçları, gözlerimiz dolarak izlediğimiz ve bugün hatırladığımızda bile yüreğimizi burkan görüntüler yaşandı… Ölenler, sakat kalanlar, psikolojisi bozulanlar, kalıcı rahatsızlıklara neden olan bu acımasızlığın, hoşgörüsüzlüğün dibine kadar yaşandığı sürecin bu abuk subuk “kerim devlet” dayatmasının mirasıdır ve bugün hala bu olumsuz izler silinmemiştir. Tüm bu yaşananları savunanların içeridekilerin silahlandıkları, başkaldırdıkları iddialarının bini bir para yalan dolanın haddi hesabı görülmedi görülemedi ve görülemeyecekte. Buna inananların bolca, gülen karakargaların da azca olduğu bu kocaman süreçte, yahu bu içeride silahlar vardı iddiasının bir türlü nasıl oraya girdiler, girmişler, kim aracı olmuşa evrilememiş hali gözümüzün önünde ve halen de kimseleri rahatsız etmemektedir. Oysa operasyona gelinceye kadar kocaman bir süreç yaşanıyor, içerideki insanlar o günkü siyasal inanış ve kavrayışın temsilcileri tarafından günahkâr tayini ile hiçbir insani haktan yararlandırılmama konusunda kararlı bir şekilde tehdit ve tenkil edilmektedir. Tüm bunlara da ilaveten böyle mi davranırsınız alın size daha da beteri denilip yarattıkları insanın yok edilmesinin aracı sayılacak F tipi cezaevlerine nakiller başlatılmıştır. O günün muktedirleri ve akıl daneleri başta da sosyal demokratların ya da demokratik solcuların piri muhterem olmak üzere mahkemelerin size verdiği cezalar azdır ilaveten biz de kafamıza göre cezalar vereceğiz dayatması ile yaktılar, yıktılar. Demokrat Solcuların piri muhterem “o operasyonları yap(a)masaydık IMF ile ikili anlaşmaları yapamazdık” diyerek adeta cezaevlerinin dışındaki muhaliflere de aba altından sopa gösteriyordu. Biz seyredenlerin çoğu da yahu devlet böyle intikam tarzı cezalandırmalar yapar mı diye sormadık zinhar… Ölen tutuklular, kolları, bacakları kopan tutuklular, bir daha asla iyileşemeyecek kadar sakat kalan tutuklular ve dahi ölen askerler olmuş kimin umurunda, varsa yoksa yağma hasanın böreği düzeni korunsun… Ve dahi dışarıdan tutuklu aileleri ve yakınları düşman hukukuna tabi, ya böyle bir şey var mı diyen bir avuç sanatçı ve bilim adamı dışında kimse yok ortalıkta…

Aslında kitabın ele aldığı dönemin olaylarını kronolojik olarak sıralamak mümkündür lakin gerek var mı diye baktığımda da; “hepimiz oradaydık” her şeyi tüm çıplaklığı ile gördük, ayıp olur şimdi bunları sıralasam hatırlayanlar için hatırlamayanlara da zaten yapacak bir şey yok, onlara iğne, ilaç ve doktor kâr etmez, övendire bile hatta Roma mızrağı bile az gelir…

1 yorum:

Veysel dedi ki...

Kaline Sağlık, dönemin sorumluları her ne kadar iktidarda değillerse de aynı kafa bugün de devam ediyor. Toplumun and seçkin bireylerini susturmak yönetenler için ger zaman başat bir öncelik olmuştur. Böylece dışarıdaklere istediklerini dayatma zeminini yaratır mıntıka temizliği yaparlar. Günümüzde de teslim alınamayan bu çelik iradeli tutsaklara yapılan uygulamaları takip etmek ve toplumun gündeminde tutmak demokrasi, özgürlük ve adil paylaşım bakımından önemli bir mücadele alanı olmalıdır.