Perşembe, Eylül 22, 2011

ÇEŞME HİKÂYELERİ

SENİ TUTUKLATIRDIM
“GENERAL GÖRÜNÜMLÜ ALBAY”


12 Haziran seçimlerinden hemen sonra; Çiftlik Köy’de deniz kenarında oturmuş bir yandan çay içerken diğer yandan havadan sudan kabilinden muhabbet ediyorduk bir akrabamla birlikte, akrabamın tanıdığı birisi selam verip masamıza oturdu, oturan muhterem akrabama “usta” diye hitap ediyor ve seçimlerde böyle bir sonucun çıkmış olmasından üzüntülü ve sıkıntılı olduğunun altına çizerek, akrabama da halkı temsil ettiğini tebarüz ettirerek “neden böyle yaptınız” diye sordu. Akrabam da memleketin sıkıntılı bir süreçten geçtiğini, hissiyatının kendisini uzun yıllardan beri sahip olduğu siyasi tutumunun aksine bir vadedir oy verdiği partiyi değiştirdiğini ve kendisine böyle bir soru sorulmaması gerektiğini beyan etmiş idi. Akrabamın misafirine “komutanım” demesinden ötürü misafirin emekli bir subay olduğu anlaşılıyordu, uzunca bir süre kendisinin eski alışkanlığından olsa gerek bize bu siyasilerin memleketi ne hale getirdiklerini anlatarak serzenişini ve nihayetinde de konunun bu milletin zaten doğruları anlayamayacağı ve bilemeyeceği gibi bir noktaya ilaveten de konunun bir ders verme noktasına gelmesinden ötürü, ben de bu konuda yanıldığını, memleketin bu noktaya gelmesinden yani muzdarip olduğunu beyan ettiği konuya gelmesinden ötürü mensubu bulunduğu kurumun komuta kademelerinin ciddi kusur ve hatalarından oluştuğunu ve şimdi de kolay yolu seçip vatandaşı suçlamalarının çok büyük bir aymazlık olduğunu münasip bir dille anlatmaya başlamıştım. Ancak beyefendiyi susturmanın ve dinlemesini istemenin pek mümkün olmadığını anlaşılmaktaydı, kışla da emir verir havasından emekli olmasının üstünden çok geçmesine rağmen hala vazgeçmemiş havasındaydı. En sonunda susup dinlemesini bilmesi gerektiğini anlayabileceği bir dille kendisine hatırlatınca mecburen sustu ve bende bugün şikâyette bulunduğu şeriatçılık ve gericilik konusunun kendi tariflediği boyuta gelmiş olmasının en önemli nedenini 1971 faşist darbesinin ardından yurdu terk eden dönemin önemli bir siyasisini İsviçre’den dönemin güçlü generali; kendisine bir şey yapılmayacağı ve ilaveten de parti kurmasına izin ve destek verileceği garantisi ile getirdiğini beyan edince, yerinde duramayan bu muhterem oturduğu sandalyeden fırlayarak ve adeta işaret parmağını burnuma dayayarak bana, “sen ordu düşmanısın, eski günler olsaydı seni hemen tutuklatırdım” gibi, bırakın masasına oturduğunuz adama saygı göstermeyi, asgari ölçüde insana saygıyı gerektiren ölçüden ırak bir şekilde bağırmaya başladı. Bir süre sonra da artık “bitir komutan” deyince ve birden eski günlerde olmadığını da anlayınca da mecburen sustu. Çok sakin bir biçimde kendisine “siz eskiden böyle sizinle aynı şeyleri düşünmeyen insanları tutuklatırmıydınız” diye sordum ve inanılmaz şekilde dolambaçlı ve uzun yoldan da olsa “evet” cevabını aldım ve adeta kanım dondu. Artık komutan bendini aşmıştı ya dur durak yok, anlayabildiğim kadarıyla göreviyle de ilgili olduğunu zannettiğim şekilde bir takım akli olmayan ve bir devlete yakışmayacak işler üzerine örneklerde anlatarak, bu memleketin nasıl bu günlere kendileri tarafından getirildiğini, bu arada yurt dışında ve içinde “devlet düşmanı” diye kendi dar dünyalarındaki tanımlara uygun hedeflere karşı nasıl davranıldığını ve esasen de bunları dünyanın bütün devletlerinin de yaptığını uzun uzun anlattı durdu. Eee tabiî ki karşısında; cahil, bilgisiz ve duyarsız milletin temsilcisini de buldu ya, kendisi de okumuş ya, verdi veriştirdi bize, eee ne yapalım bizde bir taraftan yaşına diğer taraftan da masamıza konuk olmasından ötürü dinliyoruz adamcağızı, vur vur inlesin modu… Adamcağız sanki uzun yıllar konuşmamış, konuşamamış şimdi yeri ve yeni buldu attı zembereği, verdi veriştirdi…

Evet; ne anlatırsanız anlatın kendi bildiği dışında doğru olmadığının şartlanmışlığı içindeki bu muhterem ki ben kendisine daha sonraki karşılaşmalarımızda “general görünümlü albay” diye hitap etmekteydim, muhtemelen de günümüzdeki Ergenekon ve benzeri davaların ruh hali içinde bir süre sonra, eski muktedir ve mağrur görüntüsünden uzaklaşıp biraz daha mütevazı bir mevziye ricat ederek, belki de tüm sahip olduğu bilgilerin şehir efsanesi olabileceği sanısına kapılması nedeniyle daha alt ve dinlenebilir perdeye gelip, aslında kendisinin bütün bu anlattıklarının dışında biri olduğunun ispatına çalıştı, ama nafile, diş macunu artık tüpün dışındaydı…

Daha önceleri sahip oldukları gücün, kişisel tatminler, çıkarlar ve kendilerinden olmayanların yaşamasına olanak ve hak verilmemesi şeklinde kullanılmışlığına ait binlerce yaşanmışlık dinlemiş ya da yaşamış idik şüphesiz, ama gelinen noktada canım yurdumun yeni muktedirlerin de mezkûr dayatmalara karşıymış görüntüsü altında benzer uygulamalara başvurmaları değişenin sadece aktörler olduğu ama konu ve özün değişmediği ve değişmeyeceği bir kez daha anlamış bulunmaktayız.

Son olarak ta Neyzen Tevfik’in ünlü beyiti ile bağlayalım konuyu;
“Türkü yine o türkü
Sazlarda tel değişti
Yumruk yine o yumruk
Bir varsa el değişti”

1 yorum:

MESUT ÖZÇELİK dedi ki...

Bu zat-ı muhteremler bu coğrafyanın değil suyun öteki tarafının ihtiyaçlarına uygun düşüncelerle donatıldılar. Bu nedenledir ki Lozan ve Milli mücadele boşa çıkartılmaya çalışılıyor. İstiyorlar ki 1. Emperyalist paylaşım savaşında kurulan ulus devlet 100 yıl yaşayamadan dibine darı ekilsin. Onun içindir ki Savaş örgütü NATO nun özel karargahlarında yetiştirilen işbirlikçiler Gladyo ve kotrgerilla teşkilatlarında bir ülke nasıl istikrarsızlaştırılır, ülke nasıl iç savaşa sürüklenir bunların hesabını yapıyor.Bu çakmalar bağırsak temizliği dönemlerinde değiştiriliyor, sarkık bıyıklılar gidiyor kırpık bıyıklılar geliyor. ihtiyaca ve sürece göre yani. Hanefinasıl ben Devlet için yaptım diyorsa hesap aynı yani.