Cuma, Ekim 28, 2011

VAN’DAN ÇEŞME’YE DEPREM

Canım yurdumun nüfusunun mevcut durumda neredeyse %95 inin deprem riskiyle birlikte yaşadığı gerçeğini öğrenmeyen kaldı mı acaba hala?

17 Ağustos depremi sonrası; Canım Yurdumu yıllarca tek başına, adeta babasının çiftliği gibi yönetmiş ve takipçileri tarafından “Muhteşem” lakabı ile ödüllendirilmiş, muarızları tarafından da “Morrison” lakabı ile hakir görülmüş beyefendinin en önemli sözü “Binaenaleyh Türkiye'nin altı çürüktür, Türkiye'nin altı çürüktür diye bırakıp gidecek değiliz, bununla yaşamasını öğreneceğiz” olmuştur. Bilindiği üzere mezkûr zat bir inşaat mühendisidir ve deprem konusunu uzmanlık düzeyinde olmasa bile asgari düzeyde biliyor olmalıdır, peki kendisi bu önerme uyarınca çalışmış mıdır? Pek zannetmiyoruz, zannetmiyoruz çünkü Erzurum depreminde bizatihi kendisinin müteahhitliğini yaptığı kamu kurum binasının çökmesi üzerine “O bina 35 yıl ayakta durdu diye kimse takdir etmiyor da, niye yıkıldı diye herkes eleştiriyor?” diyerek mühendislikle ve betonla adeta dalga geçmiştir. Meslekten birisi olarak; şüphesiz depreme karşı alınan önlemlerin tamamı olmasa bile, bir kısmının hala bir takım kabullere dayalı olarak alınmasının risk olduğunu bilmekle birlikte, riskin minimize edilerek depremden ölümlerin önüne geçilmesinin yollarının çok sarih olduğu da açıktır. Örneğin; 11 Mart 2011’de Japonya’da 9.0 büyüklüğündeki depremde, alınan önlemlerin ve yapım kurallarının layıkı ve harfiyen uygulanması halinde binaların insan öldürmediği bir kez daha görüldü, yaşanan tüm can kayıplarına yol açan ise sadece “tsunami” olmuş ve boyutunun öngörülememesi de binlerce kişinin kaybolması, yaralanması, hayatını kaybetmesi ile nihayetlenmiştir ama deprem ve binaların yaratabileceği can kaybının önüne geçilebileceğinin ispatlandığı bir deprem olmuştur.

Alanların imara açılmasıyla başlayan, güvenli konut imalatı ile biten süreci iyi tayin ve kontrol eden siyasi otorite ile olur tüm bunlar, yoksa patates yetişen yerde şimdi araba yetişecek diyerek, ovaları imara açan ve bununla da gururlanan siyasilerimizin uygulayabileceği önlemler değildir.

Bu ortamda binaların çökmesi için ne kadar mesleki disiplinin ortak çalışması gerekmektedir bir bilinse, Necip Milletimizin necip evlatlarının başarısı ortaya çıkacaktır, bu süreç inanılmaz bir süreçtir. Öncelikle siyasi rantın ekonomik ranta dönüşmesi için anlamsız ve gereksiz imara açılmış bölgeler yaratan yerel “Siyasiler” ve bunlara gereksiz yere uyan “Şehir Plancıları” ve bunları onaylayan ulusal düzeydeki “Siyasiler”, zemin etüdü konusunda çalışanlar ve rapor tanzim eden “Jeoloji Mühendisleri”, projelerin hazırlanmasını üstlenen “Mimar-İnşaat Mühendisleri”, Proje Kontrolü ve onayı gerçekleştiren “Odalar”, Proje denetimi yapan “Yapı denetimciler”, Belediyelerin “kontrol ve denetim birimleri” hepsi bir şekilde görev savsaklaması yaparlar, riskin oluştuğu zamanlarda da üstüne ve ilaveten de “Yargı” yanıltması ya da yanılması yaşanır ve sonra da al sana felaket, tam bir timsah gözyaşı dökme ritüeli. Şimdi böyle yazdık ya; herkes kendi açısından kendini durumdan azade tutarak, bir önceki ya da bir sonraki sürecin sorumlu tutulması gerektiğini, teknik, hukuksal ve siyasi açıdan anlatır durur ve mutlaka kendileri açısından haklı noktaların da olduğu muhakkaktır ama sonuçta telafisi imkânsız olan can kayıpları yaşanmaktadır. Kimin ne kadar haklı olduğu ya da haksız olduğu sonucu değiştirmediği gibi, kimsenin de derdine çare olmamaktadır.

Canım Yudumu büyük acı ve derin elemlere garkeden Van depremi sonrası, siyasi nedenlerle ancak Ulusal Kanal, Kanal B, ART-Avrasya gibi muhalif duruşu olan, ama seyircisinin fazlaca olmadığını düşündüğüm TV kanallarına konuşmacı olarak çağrılabilen Jeoloji mühendisi Prof. Dr. İlyas Yılmazer’i bir kez daha hatırladım, 5 ya da 6 yıl öncesiydi galiba, Van Üniversitesinde çalıştığı dönemde, imara açılan bölgelere yaptığı itirazlar sonrası günümüzün muktediri ünlü bir siyasinin ve toprak ağası ailesinin ne tür baskılarına direndiğini ama yinede hukuk mücadelesini kazandığını büyük bir hayranlıkla dinlemiştim kendi ağzından. Kaynak yayınlarından uzun yıllar önce çıkan “Deprem Sorununa Kalıcı Çözüm” isimli kitabının tanıtım yazısı şöyle: “İlyas Yılmazer bu kitabında; “Depremle yaşamayı öğrenelim”, “Deprem değil bina öldürür”, “Yapını sağlam yap da, nereye yaparsan yap”, “Depremin zamanı bilinmez, ancak tedbir alınır”, “Türkiye'nin yüzde 95'i deprem tehlikesi altındadır” şeklindeki önermelerin bilimsel temeli olmadığını öne sürmektedir. Bu önermelerin aynı zamanda anayasal suça teşvik olduğunu belirten yazar, şu tespitleri yapmaktadır: “Türkiye deprem afet bölgesi değildir! Türkiye'nin yalnız yüzde 5'i deprem ve sel tehlikesi altındadır. Bu bölgeler ovalardır. Yıkımın yüzde 99.9'u ovalarda olmaktadır. Ovaları yapılaşmaya açmak anayasal suçtur (TC Anayasası, madde 43, 45) Ovalar ulusal servettir, yalnızca tarım amaçlı kullanılabilir. Bu nedenle Anadolu'daki depremler doğal afet değil yapay afettir.”

Tüm bu gerçekler ışığında, Van’dan gelelim, tarihte büyük depremler yaşamış, hatta en büyüğü 15.10.1883 tarihinde 1.500 kişinin kaybı ile neticelenen ve devamında belli aralıklarla can kayıplarıyla depremden zarar gören Çeşme’ye; Çeşme için hazırlanan yeni imar planlarında dedikodu gazetelerinin yazdığına (!) göre, bazı tarım alanlarının 5 kata kadar ruhsatlandırılacağı beyan edilmektedir ama bu güne kadar yetkileri dâhilindeki uygulamaları ışığında; Çeşme Belediyesi’nin başta Başkan Faik Tütüncüoğlu olmak üzere, İmar Komisyonu üyeleri ve İmar ve Şehircilik Müdürlüğü yetkililerinin buna dün olduğu gibi bugün de sıcak bakmayacağına ve konu ile ilgili tüm baskılara göğüs gerileceği ve Çeşme’de çok katlı ayıplı yapı olma ayrıcalığının mevcut birkaçı dışında artık başka binalara tanınmayacağına inancımın tam olduğunu bir kez daha yazıyorum. Umarım haklı çıkarım. Çünkü depreme karşı mücadele “imar alanlarının ve şartlarının belirlenmesi” ile başlamaktadır.

Diğer taraftan; Van depreminin bir milat oluşturduğunu belirten Başbakan Tayyip Erdoğan "Artık şehirlerimizde kaçak ve güvensiz yapı, gecekondu, gerekirse yetkiyi tamamen Bakanlığımıza alacağız ve bu tür binalarını değiştirmeyen, yıkmayanlara sormadan kamulaştırmasını yapacak ve binaları yıkacağız. Bedeli ne olursa olsun, oy verirmiş vermezmiş biz bunları dinlemeyeceğiz artık. Çünkü bu tabloları defaatle yaşamaktansa iktidarı kaybetmek çok daha hayırlıdır." Evet, Sn. Başbakan bizde bu görüşlerinizde sizi destekliyoruz ancak sözün yerine gelip gelmeyeceği konusunun da ısrarlı takipçisi olacağız. Deprem üzerine Türkiye’nin siyasi önderlerinin “çene suyuna pilav” kabilinden lafının bol, önleminin az olduğunu yaşam pratiğimizden ötürü bilmekteyiz, çünkü.

17 Ağustos depreminden sonra bir önceki Hükümet tarafından çıkarılıp ancak uygulanmayan yasaya istinaden; döneminizde de deprem vergisi adı altında değişik mal ve hizmetler üzerindeki ÖTV ve özel iletişim gibi vergiler sürekli hale gelmiş olmasına karşın; yasanın amacına ve gereğine uygun herhangi bir uygulama bulunmadığını Maliye Bakanının açıklamalarından anlıyoruz. Bu ne yaman çelişki… Sadece iyi niyetle yasa çıkarmak yetmiyor “Türk gibi başla İngiliz gibi bitir” sözü uyarınca, çıkarılan yasaların doğru ve ödünsüz takibi ve uygulanması için iradi müdahaleyi göstermelisiniz.

Gün; sonucu kaderci bir yaklaşımla açıklama yerine kaderimizi tayin edecek önlemlerin alınması günüdür.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Özet olarak, 1750'lu yıllarda Avrupa bilim ve teknolojiye uğraşırken, Osmanlı uçkur la uğraşıyordu. "Sırtlan in sırtında" roman türü bir kitap ama Abdülhamit dedenin nu bok yediginin güzel bir anlatım romanı.