Cuma, Mart 16, 2012

“SOMALI GAZOZLARI” UNUTULMAZ YEREL TAT

“yerli malı yurdun malı” fikri ve zikrinin yükseldiği “yerli malı haftası” adı altında kutlamaların yapıldığı dönemlerde Canım Yurdumun her bir tarafında yerel bir isimle meşhur olan ve genellikle de sade olan gazozlar üretilirdi. Hayalimde bir şişe gazozu kana kana içiyor ve geçmişe dönüyorum, 60 lı yılların sonu 70 li yılların ortaları arasında Çeşme’nin ürettiği yerel tatlardan birisi, Somalı Gazozları; benzerleri ile kıyaslandığında çok mu lezzetli, hani tadı damağımızda kaldı cinsinden mi idi bilmiyorum, ancak hayalimdeki lezzetin seviyesini tarif etmem mümkün değil. Çeşme’nin ya da Çeşme’lilerin yarattığı bir diğer lezzet “sütsan dondurma” ile birlikte, ki bir başka yazımın konusu olacak; şimdilerde bile çocukluk arkadaşlarımla yaptığımız geçmişi yâd etme muhabbetlerinin zaman zaman konusunu oluşturur Somalı gazozları. Konu ile ilgili hayalimin yarattığı geçmişe dair bu güzel lezzet, nostaljiye dayalı duygularımı ifade etmenin yanında bu yerel markaların büyük içecek tekellerine karşı direnmenin birer nüveleri olmalarıydı belki de. Belki de tam da bu yüzden “dondurmam gaymak” filmini sevdik, çünkü filmin konu eksenini burada da yerel bir markanın uluslar arası tekellere direnen masalımsı savaşını oluşturmakta idi…

Mehmet Soma ve Rıza Akarsu, kayınbirader ve Enişte, Somalı gazozlarının kurucuları olduğunu hatırlıyorum, eniştenin kamu görevlisi olması nedeni ile hukuki ortak mı idi bilmiyor ve hatırlamıyorum, zaten konumuz ticaret hukukunun alanına da girmez, ayrıca tarih dersi de değil, tamamen benim hafıza kayıtlarımın çözümlemesi ve yarattığı duygusal keyif ve hoşluk. Mehmet Soma, uzun olmayan boy ama uzun akıl ve girişimcilik ruhu ile donanımlı bir komşu büyüğümüz idi, ne yazık ki artık aramızda değil, kendisini yıldızlara uğurladığımız büyüğümüz, topraktan ekmek kazanmaktan ticaretten ekmek kazanmaya sıçramanın nadir örneklerinden biri olup, “Somalı Gazozları” girişimi de bu uğurda önemli bir evredir. Rıza Akarsu ise, bizim bağarası mevkiinin eniştesi olarak hep saygı görmüş, kamu görevlisi olarak ta yaptığı görevin kendisinde yarattığı sakinlik bugün bile hafızalardadır. Kendisini ölene kadar muhtar zannettiğim Ali Tunar’dan sonra, kendi ayrılışına kadar muhtarlık görevini başarı ile yürüten komşu büyüğümüz Mehmet Soma, muhtarlıktaki başarısını oğlu Önder Soma’ya aktarmış gibi görünmekte bu dönemlerde.

Gazoz toplumsal yaşamımızda önemli bir yer tutmakta olup, gazoza olan düşkünlük ya da atfedilen öneme binaen olsa gerek, gazozuna oynanan kahve oyunlarında “gazoz ağacı” takılmaları vardır ki hatırlaması bile dünyaya bedel, kendilerini sürekli yendikleri havası yaratmak üzere insanların birbirlerine benim gazoz ağacım muamelesi yapması bugünlere kadar devam etmiştir. Diğer taraftan gazoz o kadar hayatımıza girip yer etmiş ki “ayılana gazoz bayılana limon” şeklinde şarkılar bile yapılmıştır ve döneminde de bir hayli sevilen şarkılar haline gelmişlerdir.

Delikanlılığımızın ya da biraz daha öncesinin, bugün bile hala nedenini anlayamadığım ama muhtemelen Hz. İbrahim’in kesik başına benzetilmesi hasebiyle olduğunu düşündüğüm, futbol oynamanın yasak edilmesine ve yakalanılması halinde gerek okulda gerek evde dayak yeme ihtimalinin çok yüksek olmasına karşın Gazozuna futbol maçları yapmanın dayanılmaz keyfini yaşadık, iyi ki de yaşamışız.

Dönemin evlerinde yemek masalarının en önemli konuğu, alamayanlarında özlemi olurdu gazoz. Hele satın alma konusunda cimri davranıp ta gazoz içmekten fedakârlık yapamayanların, limon, yemek sodası, maden suyu karışımları ile yapmaya, daha doğrusu benzeterek kendi nefislerini kandırmaya çalışmaları da bugün bile hatırlandığında gülümsemelere neden olmaktadır.

Şimdilerde unutulmuş yazlık sinemalarda “buz gibi gazoz” diye bağırarak gazoz satmak ya da boş gazoz şişesi toplamak her çocuğun yaptığı işlerden birisidir. Nedendir bilinmez ama bana hala o cam gazoz şişeleri çok sempatik görünür, ince belli upuzun bir boynu olan bu şişeler toplumsal bellekte nasıl bir yer etmişse bugün dünya gazlı içecek konusundaki en büyük tekel olan Coca-Cola bile bu nostaljik şişeleri piyasaya sürerek büyük bir reklam kampanyası yürütmektedir. Bu şişelerle gözlerini kapatarak içilen gazozların, sanki gözlerin kapanması ile lezzet hissinin artışının ters orantılı olduğu zannedilirdi hep ve şimdi bu gazozdan bir yudum alarak kendimizi ilkokul yıllarına atacakmışız gibi bir his kaplar ruhumuzu, ne hoş… Hani bu güzel gazozların içine sarı ve kaba leblebileri koyar, bünyelerine aldıkları gazozun aroması ile şişerdi ya bu leblebiler yemeye doyamazdık, hayali bile cihana değer derler ya, işte öyle bir şey…



Görüldüğü üzere, ister büyük, ister küçük olun ister sokakta futbol, ister kahvehanede tavla, kâğıt oynayın, iddiayı kaybedenin kaybedeceği kazananın kazanacağı yegâne önemli şey gazozdur, o dönemlerde.

Somalı gazozları imalathanesinde yaşanan imalat sürecinde gönüllü olarak görev almamış bir çocukluk arkadaşımın olduğunu hatırlamıyorum, özellikle de şişe yıkama aşamasında çalışmamış birisi asla bulunmaz. Kocaman ahşap, bir büyük su dolu yalak içerisine doldurulmuş boş şişeler ellere tutuşturulmuş birer sert kıl fırça marifetiyle, şişelerin içleri fırçalanarak yıkanır, bilahare ikinci bölümde başka bir su içine sokularak durulanır ve oradan çıkan şişeler ters konularak suyun süzülmesi sağlanır ve tüm çalışmanın ödülü ise bir şişe Somalı Gazozu olurdu. Hepimizin asıl beklentisi ise; hazırlanmış gazozun bir yarı otomatik makine ile gaz basılarak şişelenmesi sürecinde görev almaktır ama ben asla o görevi yapamadım, hele o ayak ile kumanda edilen ve basıldığında tısss diye ses çıkararak gaz basımı ve kapak kapatılması işi artık ustalık mahareti istediğinden olsa gerek, imalathane sahipleri tarafından yapılırdı.

Şüphesiz bu gazoz muhabbetini fazlaca abartılı bulanlarımız olabilir, bu anlatımdan bakılırsa geçmişe, sanki bugün hayatımızın eskisi kadar güzel olmamasının yegâne sebebi, artık o güzel gazozlara sahip olamamamız gibi algılanabilir, doğru olabilir mi bilmiyorum, evet dersek bugüne hayır dersek te o güzel dünlere yazık mı ederiz, gayri bilinmez… Bilinen bir şey var ve o da kesin; artık bu yerel gazoz ancak hayallerimizde yer alacaktır ya da birileri çıkacak her şeye rağmen bunu tekrar üretecektir. Mesela Esnaf ve Sanatkârlar odası salt bu tadı canlandırıp yaşatmak için bir atılım yapabilir belki de, tabii ki ticaret, medeni ve borçlar kanunlarından gelen haklar ve pozisyonlar korunarak, ama bu kadar şey salt nostalji için de yapılabilir mi, zannetmiyorum…

Ne yazık ki; tıpkı kurucuları ve ilk üreticileri Mehmet Soma ve Rıza Akarsu gibi, “Somalı gazozları” da artık yıldızlara uğurlanmış durumda.


1 yorum:

Adsız dedi ki...

Gazoz elbette milli içeceğimizdi. Ta ki tekeller el atıncaya kadar. Zannederim 1969-70 yıllarıydı. Akrabalarım beni Niğde’ye götürmüştü. Gördüğüm en büyük şehirdi Niğde. O yıllarda halkın evden çıkıp çoluk çocuk oturabileceği sakin bir yerdi Yetiştirme Yurdu bahçesi. Orada tanışmıştım ilk kez gazozla. Yıllar sonra tekrar canlandı ve dağıtımı yapıldı Niğde gazozunun. Baktım tadı aynı. Uluslararası tekellere ne kadar dayanabilir bilemiyorum.