Mehmet Soma ve Rıza Akarsu, kayınbirader ve Enişte, Somalı
gazozlarının kurucuları olduğunu hatırlıyorum, eniştenin kamu görevlisi olması
nedeni ile hukuki ortak mı idi bilmiyor ve hatırlamıyorum, zaten konumuz
ticaret hukukunun alanına da girmez, ayrıca tarih dersi de değil, tamamen benim
hafıza kayıtlarımın çözümlemesi ve yarattığı duygusal keyif ve hoşluk. Mehmet
Soma, uzun olmayan boy ama uzun akıl ve girişimcilik ruhu ile donanımlı bir
komşu büyüğümüz idi, ne yazık ki artık aramızda değil, kendisini yıldızlara
uğurladığımız büyüğümüz, topraktan ekmek kazanmaktan ticaretten ekmek kazanmaya
sıçramanın nadir örneklerinden biri olup, “Somalı
Gazozları” girişimi de bu uğurda önemli bir evredir. Rıza Akarsu ise, bizim
bağarası mevkiinin eniştesi olarak hep saygı görmüş, kamu görevlisi olarak ta
yaptığı görevin kendisinde yarattığı sakinlik bugün bile hafızalardadır.
Kendisini ölene kadar muhtar zannettiğim Ali Tunar’dan sonra, kendi ayrılışına
kadar muhtarlık görevini başarı ile yürüten komşu büyüğümüz Mehmet Soma,
muhtarlıktaki başarısını oğlu Önder Soma’ya aktarmış gibi görünmekte bu
dönemlerde.
Gazoz toplumsal yaşamımızda önemli bir yer tutmakta olup,
gazoza olan düşkünlük ya da atfedilen öneme binaen olsa gerek, gazozuna oynanan
kahve oyunlarında “gazoz ağacı”
takılmaları vardır ki hatırlaması bile dünyaya bedel, kendilerini sürekli
yendikleri havası yaratmak üzere insanların birbirlerine benim gazoz ağacım
muamelesi yapması bugünlere kadar devam etmiştir. Diğer taraftan gazoz o kadar
hayatımıza girip yer etmiş ki “ayılana
gazoz bayılana limon” şeklinde şarkılar bile yapılmıştır ve döneminde de
bir hayli sevilen şarkılar haline gelmişlerdir.
Delikanlılığımızın ya da biraz daha öncesinin, bugün bile
hala nedenini anlayamadığım ama muhtemelen Hz. İbrahim’in kesik başına
benzetilmesi hasebiyle olduğunu düşündüğüm, futbol oynamanın yasak edilmesine
ve yakalanılması halinde gerek okulda gerek evde dayak yeme ihtimalinin çok
yüksek olmasına karşın Gazozuna
futbol maçları yapmanın dayanılmaz keyfini yaşadık, iyi ki de yaşamışız.
Dönemin evlerinde yemek masalarının en önemli konuğu,
alamayanlarında özlemi olurdu gazoz. Hele satın alma konusunda cimri davranıp
ta gazoz içmekten fedakârlık yapamayanların, limon, yemek sodası, maden suyu
karışımları ile yapmaya, daha doğrusu benzeterek kendi nefislerini kandırmaya
çalışmaları da bugün bile hatırlandığında gülümsemelere neden olmaktadır.
Şimdilerde unutulmuş yazlık sinemalarda “buz gibi gazoz” diye bağırarak gazoz satmak ya da boş gazoz şişesi
toplamak her çocuğun yaptığı işlerden birisidir. Nedendir bilinmez ama bana
hala o cam gazoz şişeleri çok sempatik görünür, ince belli upuzun bir boynu
olan bu şişeler toplumsal bellekte nasıl bir yer etmişse bugün dünya gazlı
içecek konusundaki en büyük tekel olan Coca-Cola bile bu nostaljik şişeleri
piyasaya sürerek büyük bir reklam kampanyası yürütmektedir. Bu şişelerle
gözlerini kapatarak içilen gazozların, sanki gözlerin kapanması ile lezzet
hissinin artışının ters orantılı olduğu zannedilirdi hep ve şimdi bu gazozdan
bir yudum alarak kendimizi ilkokul yıllarına atacakmışız gibi bir his kaplar
ruhumuzu, ne hoş… Hani bu güzel gazozların içine sarı ve kaba leblebileri
koyar, bünyelerine aldıkları gazozun aroması ile şişerdi ya bu leblebiler
yemeye doyamazdık, hayali bile cihana değer derler ya, işte öyle bir şey…
Görüldüğü üzere, ister büyük, ister küçük olun ister sokakta
futbol, ister kahvehanede tavla, kâğıt oynayın, iddiayı kaybedenin kaybedeceği
kazananın kazanacağı yegâne önemli şey gazozdur, o dönemlerde.
Somalı gazozları imalathanesinde yaşanan imalat sürecinde
gönüllü olarak görev almamış bir çocukluk arkadaşımın olduğunu hatırlamıyorum,
özellikle de şişe yıkama aşamasında çalışmamış birisi asla bulunmaz. Kocaman ahşap,
bir büyük su dolu yalak içerisine doldurulmuş boş şişeler ellere tutuşturulmuş
birer sert kıl fırça marifetiyle, şişelerin içleri fırçalanarak yıkanır, bilahare
ikinci bölümde başka bir su içine sokularak durulanır ve oradan çıkan şişeler ters
konularak suyun süzülmesi sağlanır ve tüm çalışmanın ödülü ise bir şişe Somalı
Gazozu olurdu. Hepimizin asıl beklentisi ise; hazırlanmış gazozun bir yarı
otomatik makine ile gaz basılarak şişelenmesi sürecinde görev almaktır ama ben
asla o görevi yapamadım, hele o ayak ile kumanda edilen ve basıldığında tısss
diye ses çıkararak gaz basımı ve kapak kapatılması işi artık ustalık mahareti
istediğinden olsa gerek, imalathane sahipleri tarafından yapılırdı.
Şüphesiz bu gazoz muhabbetini fazlaca abartılı bulanlarımız
olabilir, bu anlatımdan bakılırsa geçmişe, sanki bugün hayatımızın eskisi kadar
güzel olmamasının yegâne sebebi, artık o güzel gazozlara sahip olamamamız gibi
algılanabilir, doğru olabilir mi bilmiyorum, evet dersek bugüne hayır dersek te
o güzel dünlere yazık mı ederiz, gayri bilinmez… Bilinen bir şey var ve o da
kesin; artık bu yerel gazoz ancak hayallerimizde yer alacaktır ya da birileri
çıkacak her şeye rağmen bunu tekrar üretecektir. Mesela Esnaf ve Sanatkârlar
odası salt bu tadı canlandırıp yaşatmak için bir atılım yapabilir belki de, tabii
ki ticaret, medeni ve borçlar kanunlarından gelen haklar ve pozisyonlar
korunarak, ama bu kadar şey salt nostalji için de yapılabilir mi,
zannetmiyorum…
Ne yazık ki; tıpkı kurucuları ve ilk üreticileri Mehmet Soma
ve Rıza Akarsu gibi, “Somalı gazozları”
da artık yıldızlara uğurlanmış durumda.
1 yorum:
Gazoz elbette milli içeceğimizdi. Ta ki tekeller el atıncaya kadar. Zannederim 1969-70 yıllarıydı. Akrabalarım beni Niğde’ye götürmüştü. Gördüğüm en büyük şehirdi Niğde. O yıllarda halkın evden çıkıp çoluk çocuk oturabileceği sakin bir yerdi Yetiştirme Yurdu bahçesi. Orada tanışmıştım ilk kez gazozla. Yıllar sonra tekrar canlandı ve dağıtımı yapıldı Niğde gazozunun. Baktım tadı aynı. Uluslararası tekellere ne kadar dayanabilir bilemiyorum.
Yorum Gönder