Pazartesi, Mart 05, 2012

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü için öncelikle biraz ansiklopedik bilgi vererek başlayalım; 8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York Şehrinde yaklaşık 40.000 tekstil dokuma işçisi daha sağlıklı ve uygun çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başlar, polisin işçilere saldırması ve planlı bir şekilde işçilerin çıkış ya da kaçış yollarının kilitlenerek kapatılması, arkasından çıkarılan yangında işçilerin bu nedenle kaçamaması sonucunda da çoğunluğu kadın 129 işçi can verir, ölen emekçilerin cenaze törenine 100 binden fazla kişi katılır ve akıllardan kolay çıkmayacak bir eylem olarak tarihteki yerini alır. 26-27 Ağustos 1910 tarihinde “Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı”nın toplantısında mezkûr eylemde ölen kadın işçilerin anısına 8 Mart'ın "Dünya emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanması oybirliğiyle kabul edilir, aynı örgütün Moskova'da gerçekleştirilen 3. Konferansı’nda alınan karar ile de artık uluslar arası bir anma gününe dönüşmüş oldu. Peki; bu eylem ne için yapılmıştı? Ne istiyordu ağırlıklı kadın olan bu çalışanlar? Ne demektir çalışanlar için daha uygun ve sağlıklı çalışma ortamı? Bugün artık tartışılması bile çok ayıp kabul edilen, seçimlerde oy kullanabilme hakkı, yaklaşık 14 saatlik işgünü yerine 8 saatlik işgünü başta olmak üzere, külliyen sömürüye, baskıya, zulme, haksızlığa, eşitsizliğe karşı bir duruştur, işte tam da bu nedenle hak denildiği zaman mutlaka emekçi olmak ön plana gelecektir.

Dünya emekçi kadınlar günü denildiğine göre, demek ki bir de emekçi olmayan kadınlar da var anlamı ortaya çıkar ki, tam da burada 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü; tarihçesi, anlamı ve kapsamı ve kutlanış nedeni itibari ile işçi-emekçi bir kimliğe sahiptir ve bizim konumuzu da emekçi kadınlar üzerinden tüm emekçiler oluşturmaktadır...

Emeğin yüceliğini, kutsallığını ve haklılığını bilen bizler; sınıflı toplumlardaki ayrışmadaki ana eksenin dışında oluşturulan ve bir vaka olan emekçi kadınların durumuna bakınca sömürünün nasıl katmerleştiğini canımız yanarak izleriz ve sadece de bu durumun göz önüne serilmesi amacıyla da kutlanacak gün olarak bakarız, 8 Mart’a, yoksa sömürü, baskı, zulüm ve yoksulluk tüm emekçileri hedefine almıştır.

Başta ABD ve tamamen güdümündeki BM (Birleşmiş Milletler Cemiyeti) olmak üzere Kapitalizm ve Emperyalizmin babaları konumundaki ülkeler ve kuruluşlar tarafından "Dünya emekçi Kadınlar Günü" önceleri yok sayılmış, olmayınca içi boşaltılmaya çalışılmış, sınıfsal ve siyasi önemi gizlenmek ve saklanmak istenmiştir, sürekli feminizmle, kadın-erkek münasebetleriyle, şiddetle, cinsellikle vs. ilişkilendirilmeye çalışılmıştır. Yapılan her türlü açıklama, duyuru ve anonslarda sürekli; kadınlık, annelik vurgusu yapılmış, her konuda olduğu üzere konunun magazin tarafı abartılarak anlam, kapsam ve önem yitirmesi adına her fedakârlık yapılmış, özellikle de kadına şiddet, cinsel taciz gibi ögelere dikkat çekilerek bunlar suç değilmiş, hukuk konusu değilmiş, insan hakkı ihlali değilmiş gibi öne çıkarılmıştır.

Oysaki 8 Mart, Clra Zetkin’den bu yana hep kırmızıdır ve olmaya da devam edecektir, başka renge dönüştürmeye kimsenin yeltenmemesi, kalkışanlara da kimsenin uymaması çok önemli olmalıdır…

Sadece bizde değil tüm dünyada genelde emek özelde ise kadın emeği ucuz, güvencesiz, sosyal güvenlikten yoksun olup emeği anlamsız, değersiz ve ucuz gören bu istihdam politikaları behemehâl değişmeli, güvenceli çalışma, eşit koşullarda istihdam, iş güvenliği sağlanmalıdır.

Bugün canım yurdumda taşeronlaşmaya verilen öneme ve bu yolda katedilen mesafeye de bakınca ve ister istemez de bu politikaları savunanların desteğini görünce artık fren tutmaz şekilde gaza basılmış olmasının vahameti ile atılan nutukların nasıl palavralar olduğunu gördükçe de dehşete düşmekteyim açıkçası… Ama ne yazık ki artık algılama ayarlarımız bu ekip tarafından bozulmuş ve yalan adına ne söylenirse inanır hale gelmiş durumdayız. Evet, bir kez daha propagandanın ya da mode deyimiyle algı yönetiminin babası Goobbels’in meşhur sözünü hatırlıyoruz, “Yalan ne kadar büyükse inanan o kadar çoktur”

Konunun anlamını belirtmek için yapılacak açıklamalarda, yazılacak yazılarda, mesajlarda “annelik” vurgusu yerine “emekçi” vurgusunun, anneler gününden öte emekçi kadınlar günü olduğunun ön plana çıkacağını umarak, “sevgililer günü” değil de; emeğiyle ve onuruyla yaşayan mücadeleden yorulan ama asla vazgeçmeyen, baskı, sömürü, yoksulluk ve köleliğe boyun eğmeyen tüm emekçi kadınların gününü kutlarım.

8 Mart’ın; Kapitalizme ve emperyalizme karşı toplumun direnişini unutturmama günü olarak tekrar gözden geçirilerek adlandırılması; kapitalizmin sık sık girdiği ekonomik krizler nedeniyle artan ücret eşitsizliğine, işten atılmalara, ucuz işgücüne dönüşmelere karşı durma, mutad kadınlar günü kutlaması değil, aynen 1 Mayıs ta olduğu üzere bir mücadele günü olması için yapılması gereken çok şey olduğu aşikârdır. Her şeye rağmen hala birey değil kadın diye tarifleniyorsa, bu bile tek başına bir ötekileştirme değil mi? Sınıflı toplumlarda sadece emekçiler ve karşılarındaki muktedirler vardır ve kadın erkek değil ama bölünmede tek bir eksen olmalıdır emekçiler ve karşısındakiler…

Dünyamızın büyük şairlerinden Nazım Hikmet kadınlarımızın durumunu aşağıdaki muhteşem şiirinde dile getirmiş olup, bize de bu vesileyle şiirin yazıldığı dönem ile bugünün kıyaslaması halinde genelde insanlığımızın özelde de kadınlarımızın ne merhale katettiğini sorgulama fırsatı vermiştir.

Korkunç ve mübarek elleri
İnce, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
Anamız, avradımız, yarimiz
Ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
Ve soframızdaki yeri
Öküzümüzden sonra gelen
Ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
Ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
Ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
Işıltısında yere saplı bıçakların
Oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
Kadınlar,
Bizim kadınlarımız.






2 yorum:

Adsız dedi ki...

çok güzel ve derin bir yazı olmuş tebrikler

Adsız dedi ki...

muhteşem bir anlatım olmuş