Cuma, Kasım 15, 2019

SIRA GECELERİ


Bu yılda GAP gezisi kapsamında Urfa’ya yol düşürdük, “Tarihin sıfır noktası; Göbeklitepe” ziyareti ve muhtemel yeni bulgu ve bilgilerin edinilmesi için. Dünyanın bilinen en eski üniversitesi “Harran Üniversitesinde” yürütülen kazı ve araştırma çalışmalarındaki ilerlemeyi görmek ve varsa yeni bilgiler ile donanmak üzere, yeniden Harran, dedik.

Malumdur ki; Urfa, ilkel dinlerden, tek tanrılı dinlere ve onların inançlarına ve bu inançlar ile bağlantılı kültürlerin birbirlerinin içine geçtiği veya birbirleri ile kaynaştığı ya da kaynaşmış olduğu kabul edilen ve de bu sebeple tüm dünyaca bir kültür ve inanç turizminde başkent olması ittifak ile kabul edilmiştir. Tarihi boyunca, birçok hükümdara uğrak yeri olmuş, birçok peygamberin yolunun düştüğü ya da birçok peygamberin doğduğu büyüdüğü yer olmuş, Enbiya’sı, Evliya’sı, Eren’i ve Ermiş’i bol olmuş bir coğrafyadır, Urfa. Sözlü ve bazı yazılı kaynaklar bu bolluğu taaa Hz. Âdem ve Hz. Havva’ya kadar dayandırarak konuya daha da bir başka mistik boyut katmaktalar. Lakin bugün artık sadece Müslümanların ziyaret ettiği bir kent olmanın ötesine geçememiş durumda bir görüntü vermektedir. Bu manadaki gelişmeyi 1993 yılından beri, çok sık olmasa da, yaptığım seyahatler neticesinde bizzat müşahede etmiş bulunmaktayım, artık bunda nelerin çok etkili olduğu sarih olmakla birlikte bu yazının konusunu teşkil etmemektedir. Hayatın; fazlaca direnemeden, kapitalizmin dayattığı kurallar manzumesi dışında hiçbir şeyin hayatiyetine devam edemeyeceği bir hale evrilmesinden, her şeyin aşırı ticarileşmesinden ve de her şeyin içinin külliyen boşaltılmasının adeta tek seçenek haline geldiği bu noktada daha ne beklenebilirdi. Üstüne üstlük çok seslilik diye diye tepinir iken bir anda tek seslilik dayatılınca, tablo da çok sürpriz gelmiyor açıkçası. Neyse fazla uzatmadan başlıktaki konuya geçelim. Maalesef, tüm benzer geleneksel oluşumlar gibi “Sıra gecesi” de bundan nasibini almış durumda, olabildiğince ticari, olabildiğince tektip ve olabildiğince içi boşaltılmış.

Bilindiği üzere; “sıra gecesi” bize uzun yıllardır TV ekranlarında, başta Tatlıses gibiler aracılığı ile ve filmlerde gösterildiği gibi, genç-yaşlı bir grup türkücünün ya da çalgıcının yanyana sıralandığı, tek tip giyindiği diğer yanda da “çiğ köfte” yoğuran bir abi tablosu olarak taktim edilmiştir. Bakmayın siz, uzun yıllardır bunun böyle takdim edildiğine, bu tablo bu günlerin hazırlığını yapan toplum mühendislerinin çizdiği tablonun bir parçasıdır. Hani diyorlar ya, hayatın her saniyesinin tanzimi, ahada o… Yoksa; “sıra gecesi”, yanık sesli yerel türkücü abinin Allah vergisi hançere kabiliyetini ibraz ettiği, akan terinin yamağı tarafından pasa silinen çiğ köfteci abinin kan-ter içinde köfte yoğurduğu, yan yana sıralanmış figüran olma özelliği taşıyan abilerinde pasa alkış ile “şappi, şappi” diye alkış ile şarkıya katıldığı, sonra da “mırra” içilen bir tören olsa idi emin olun ki ünü ya da kalıcılığı olsa olsa “asri dünyanın” gün yapan ablalarının ki kadar kalıcı ve meşhur olur idi… Tarihi henüz herhangi bir yazılı kaynak ile belirlenemeyen ama çok eskilere, hatta rivayete göre “ipek yolu” kültürü olmaya kadar dayalı eski bir gelenektir, sıra gecesi ve konusu diğer coğrafyadaki gelişmelerin, olayların aktarıldığı, ama mutlaka edebiyat ve edebi eser ve şahsiyetlerin konu edildiği, müzik ile de fiziki ve ruhi istirahat tesis ve temin edilen sosyal ve kültürel bir aktivitedir. Ayrıca sosyal ve kültürel bir disiplin olan “sıra gecesi” öyle herkesin elini kolunu sallayarak gelip katılabileceği, ilaveten öyle son derece asri mekanlarda, milletin cebinden parasını almak için tanzim edilmiş gösterilere, ne kadar çok müşteri o kadar çok para ve ne kadar çok servis o kadar çok para haline dönüşür ki, maazallah, bu işin pirlerinin kemikleri sızlar mezarlarında. Bu hale getirilmiş törenler olsa olsa gazinolardaki “fasıl gecelerine” döner, herkes kafasına göre katılır, haydi geçmiş olsun. Oysa sıra gecesi, geçmişi ve geleneği itibari ile 8-10 kişilik gruplar halinde belli periyotlarda, ikram edilecek şeylerin davet sahibinin ikram ifratına ve yarışına sebep olmaması hasebi ile tamamen önceden tespit edilmiş olan menülerle, konuşulacak konuların ağırlığına göre grup olarak kabul edilecek yeni katılımcılarla, tarihi, kültürel öneme haiz şahsiyetlerin, hayatını, önemli sözlerini, sözlerin söylenmesinin hayati mesnetleri ve bunların kıssaları sonucu sözlü edebiyatın müthiş örneklerinin sergilendiği, başka yörelerden katılmış seyyah ya da katılımcıların kendi yörelerine ait şiir, destan, menkıbe ve müziklerini takdim ettiği, kıraat etme, uylaşma ve uzlaşma üstüne, sofistike bir toplantı olmak durumundadır. Mesela, sıra gecesinin hitamı faslından, bir “mırra” ikram, içme ve boş fincanı iade etme faslı var ki, bunun bile anlatımı, sıra gecesinin neden ticarileşemeyeceğini ve dar gruplar dışında yapılamayacağının enfes örneğidir. Hazırlanışı gerçekten özel bir durum olan “mırra”, servisi yapan kişi tarafından tek fincanda herkese sıra ile ikram edilir, ikram edilen kişinin geri çevirme lüksü olmaz ve tek seferde (yudum) içilir, fincan asla yer konmaz sadece servisi yapan kişiye iade edilir. Tek fincandan içiliyor olmasının da izahı; insanlar arasında bir eşitlik ve ayrım yapılmadığının ifşa ve ihyası ve de ihdası ile kibrin, gururun ve burun kıvırmanın olmadığı bir ortam tesis edilme beklentisidir. Bu ritüelin bile sıra gecesinin ne kadar kapalı ve mahdut olduğu ya da olması gerektiği konusunda yeter ve gerek şart oluşturmaktadır, bence. Evet, sadece eğlenceye indirgenirse maazallah rakipleri arasına behemehal Konya taraflarındaki meşhur “bağlar alemine” döner.

Peki; şimdi Urfa ziyaretçilerine sunulan “gezi programları” içerisinde yer alan sıra geceleri bu şartların hangisini yerine getirebilir ki, kocaman bir hiç… Son katıldığımız sıra gecesi de aynı kapsamdan oldu, ama inanıyorum ki turiste sunulan her yerde de aynısı olmakta, tam bir sünnet düğünü edası ile tanzim edilmiş olmanın ötesine geçemedi. Tıpkı meşhur sünnetçi Kemal Özkan’ın toplu sünnetleri gibi, farklı coğrafyalara ait farklı insanların oluşturduğu gruplar, farklı müzik anlayışları olan gruplar, yerel olanları da vardı ama ağırlıklı yerelden uzak türküler eşliğinde hatta müşteri velinimetimizdir arka planlı akli fokuslanma ile İzmirlilere kıyak “İzmir’in dağlarında çiçekler açar” a ve sonra da “de haydi piste”, göbek havalarına kadar bir tablo. Allah selamet versin. Burada aracı olan seyahat firmasının kusuru var mı, varsa da cüzi. Çünkü toplum koro halinde bu cinnete ortak, illa da turizm, illa da para, kültür ise bu işin sosu… Sıra gecelerinde, folklor ekiplerinin ne işi olur allasen, ama var. Bu gelenek te maalesef popüler kültüre yenik düştü… Çiğ köfteyi hijyen adına eldivenle yoğurttur, mırrayı tek fincanla içir, işte teslim olduğumuz tenakuz.

 

 

Hiç yorum yok: