Bu
yılda GAP gezisi kapsamında Urfa’ya yol düşürdük, “Tarihin sıfır noktası;
Göbeklitepe” ziyareti ve muhtemel yeni bulgu ve bilgilerin edinilmesi için.
Dünyanın bilinen en eski üniversitesi “Harran Üniversitesinde” yürütülen
kazı ve araştırma çalışmalarındaki ilerlemeyi görmek ve varsa yeni bilgiler ile
donanmak üzere, yeniden Harran, dedik.
Malumdur
ki; Urfa, ilkel dinlerden, tek tanrılı dinlere ve onların inançlarına ve bu
inançlar ile bağlantılı kültürlerin birbirlerinin içine geçtiği veya birbirleri
ile kaynaştığı ya da kaynaşmış olduğu kabul edilen ve de bu sebeple tüm dünyaca
bir kültür ve inanç turizminde başkent olması ittifak ile kabul edilmiştir. Tarihi
boyunca, birçok hükümdara uğrak yeri olmuş, birçok peygamberin yolunun düştüğü
ya da birçok peygamberin doğduğu büyüdüğü yer olmuş, Enbiya’sı, Evliya’sı, Eren’i
ve Ermiş’i bol olmuş bir coğrafyadır, Urfa. Sözlü ve bazı yazılı kaynaklar bu
bolluğu taaa Hz. Âdem ve Hz. Havva’ya kadar dayandırarak konuya daha da bir
başka mistik boyut katmaktalar. Lakin bugün artık sadece Müslümanların ziyaret
ettiği bir kent olmanın ötesine geçememiş durumda bir görüntü vermektedir. Bu
manadaki gelişmeyi 1993 yılından beri, çok sık olmasa da, yaptığım seyahatler
neticesinde bizzat müşahede etmiş bulunmaktayım, artık bunda nelerin çok etkili
olduğu sarih olmakla birlikte bu yazının konusunu teşkil etmemektedir. Hayatın;
fazlaca direnemeden, kapitalizmin dayattığı kurallar manzumesi dışında hiçbir
şeyin hayatiyetine devam edemeyeceği bir hale evrilmesinden, her şeyin aşırı
ticarileşmesinden ve de her şeyin içinin külliyen boşaltılmasının adeta tek
seçenek haline geldiği bu noktada daha ne beklenebilirdi. Üstüne üstlük çok
seslilik diye diye tepinir iken bir anda tek seslilik dayatılınca, tablo da çok
sürpriz gelmiyor açıkçası. Neyse fazla uzatmadan başlıktaki konuya geçelim.
Maalesef, tüm benzer geleneksel oluşumlar gibi “Sıra gecesi” de bundan
nasibini almış durumda, olabildiğince ticari, olabildiğince tektip ve
olabildiğince içi boşaltılmış.
Bilindiği
üzere; “sıra gecesi” bize uzun yıllardır TV ekranlarında, başta Tatlıses
gibiler aracılığı ile ve filmlerde gösterildiği gibi, genç-yaşlı bir grup
türkücünün ya da çalgıcının yanyana sıralandığı, tek tip giyindiği diğer yanda
da “çiğ köfte” yoğuran bir abi tablosu olarak taktim edilmiştir. Bakmayın siz,
uzun yıllardır bunun böyle takdim edildiğine, bu tablo bu günlerin hazırlığını
yapan toplum mühendislerinin çizdiği tablonun bir parçasıdır. Hani diyorlar ya,
hayatın her saniyesinin tanzimi, ahada o… Yoksa; “sıra gecesi”, yanık
sesli yerel türkücü abinin Allah vergisi hançere kabiliyetini ibraz ettiği, akan
terinin yamağı tarafından pasa silinen çiğ köfteci abinin kan-ter içinde köfte
yoğurduğu, yan yana sıralanmış figüran olma özelliği taşıyan abilerinde pasa
alkış ile “şappi, şappi” diye alkış ile şarkıya katıldığı, sonra da “mırra”
içilen bir tören olsa idi emin olun ki ünü ya da kalıcılığı olsa olsa “asri
dünyanın” gün yapan ablalarının ki kadar kalıcı ve meşhur olur idi… Tarihi
henüz herhangi bir yazılı kaynak ile belirlenemeyen ama çok eskilere, hatta
rivayete göre “ipek yolu” kültürü olmaya kadar dayalı eski bir gelenektir, sıra
gecesi ve konusu diğer coğrafyadaki gelişmelerin, olayların aktarıldığı, ama
mutlaka edebiyat ve edebi eser ve şahsiyetlerin konu edildiği, müzik ile de
fiziki ve ruhi istirahat tesis ve temin edilen sosyal ve kültürel bir
aktivitedir. Ayrıca sosyal ve kültürel bir disiplin olan “sıra gecesi” öyle
herkesin elini kolunu sallayarak gelip katılabileceği, ilaveten öyle son derece
asri mekanlarda, milletin cebinden parasını almak için tanzim edilmiş
gösterilere, ne kadar çok müşteri o kadar çok para ve ne kadar çok servis o
kadar çok para haline dönüşür ki, maazallah, bu işin pirlerinin kemikleri
sızlar mezarlarında. Bu hale getirilmiş törenler olsa olsa gazinolardaki “fasıl
gecelerine” döner, herkes kafasına göre katılır, haydi geçmiş olsun. Oysa
sıra gecesi, geçmişi ve geleneği itibari ile 8-10 kişilik gruplar halinde belli
periyotlarda, ikram edilecek şeylerin davet sahibinin ikram ifratına ve
yarışına sebep olmaması hasebi ile tamamen önceden tespit edilmiş olan
menülerle, konuşulacak konuların ağırlığına göre grup olarak kabul edilecek
yeni katılımcılarla, tarihi, kültürel öneme haiz şahsiyetlerin, hayatını,
önemli sözlerini, sözlerin söylenmesinin hayati mesnetleri ve bunların
kıssaları sonucu sözlü edebiyatın müthiş örneklerinin sergilendiği, başka yörelerden
katılmış seyyah ya da katılımcıların kendi yörelerine ait şiir, destan, menkıbe
ve müziklerini takdim ettiği, kıraat etme, uylaşma ve uzlaşma üstüne, sofistike
bir toplantı olmak durumundadır. Mesela, sıra gecesinin hitamı faslından, bir “mırra”
ikram, içme ve boş fincanı iade etme faslı var ki, bunun bile anlatımı, sıra
gecesinin neden ticarileşemeyeceğini ve dar gruplar dışında yapılamayacağının
enfes örneğidir. Hazırlanışı gerçekten özel bir durum olan “mırra”, servisi
yapan kişi tarafından tek fincanda herkese sıra ile ikram edilir, ikram edilen
kişinin geri çevirme lüksü olmaz ve tek seferde (yudum) içilir, fincan asla yer
konmaz sadece servisi yapan kişiye iade edilir. Tek fincandan içiliyor
olmasının da izahı; insanlar arasında bir eşitlik ve ayrım yapılmadığının ifşa
ve ihyası ve de ihdası ile kibrin, gururun ve burun kıvırmanın olmadığı bir
ortam tesis edilme beklentisidir. Bu ritüelin bile sıra gecesinin ne kadar
kapalı ve mahdut olduğu ya da olması gerektiği konusunda yeter ve gerek şart
oluşturmaktadır, bence. Evet, sadece eğlenceye indirgenirse maazallah rakipleri
arasına behemehal Konya taraflarındaki meşhur “bağlar alemine” döner.
Peki;
şimdi Urfa ziyaretçilerine sunulan “gezi programları” içerisinde yer alan sıra
geceleri bu şartların hangisini yerine getirebilir ki, kocaman bir hiç… Son
katıldığımız sıra gecesi de aynı kapsamdan oldu, ama inanıyorum ki turiste
sunulan her yerde de aynısı olmakta, tam bir sünnet düğünü edası ile tanzim
edilmiş olmanın ötesine geçemedi. Tıpkı meşhur sünnetçi Kemal Özkan’ın toplu
sünnetleri gibi, farklı coğrafyalara ait farklı insanların oluşturduğu gruplar,
farklı müzik anlayışları olan gruplar, yerel olanları da vardı ama ağırlıklı
yerelden uzak türküler eşliğinde hatta müşteri velinimetimizdir arka planlı
akli fokuslanma ile İzmirlilere kıyak “İzmir’in dağlarında çiçekler açar” a ve
sonra da “de haydi piste”, göbek havalarına kadar bir tablo. Allah
selamet versin. Burada aracı olan seyahat firmasının kusuru var mı, varsa da
cüzi. Çünkü toplum koro halinde bu cinnete ortak, illa da turizm, illa da para,
kültür ise bu işin sosu… Sıra gecelerinde, folklor ekiplerinin ne işi olur
allasen, ama var. Bu gelenek te maalesef popüler kültüre yenik düştü… Çiğ
köfteyi hijyen adına eldivenle yoğurttur, mırrayı tek fincanla içir, işte teslim
olduğumuz tenakuz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder