Güneş Karabuda’yı ilk gördüğüm yer Çeşme Ertan Oteli önüdür. Sene muhtemelen 1974 ya da 1975 idi. Çeşme’nin İsveçliler tarafından deyim yerinde ise gerçek manada “yabancı turizm” ile tanıştırıldığı zamanlar. Yıldız bir turizm acentesi var idi. Benim açımdan olmamakla birlikte kabul görmüş turizm acente kuralları ve uygulamaları açısından, “Vingresor”, genellikle İsveç, Norveç ve Danimarka gibi kuzey ülkelerinden tur düzenliyor ve dönem itibari ile anlaşmalı olduğu “Altın Yunus Otelini” ve “Ertan Otelini” son derece hareketli ve canlı tutuyordu. İşte bu gerçek manada turizm anlayışı diye kabul edilen bu anlayış sonuç itibari bir hayli Çeşmeli gencin İsveç ve Norveç’e yaşamak ve çalışmak için gitmesine vesile olmuştur. Ben kendi adıma “sosyal demokrasinin altın ülkesi” diye tanıtılan lakin çok da öyle olamadığını sonradan anladığım bu ülkenin insanları vasıtası ile önce sosyal demokrasi ve bilahare de demokrasi kavramları ile hızlıca ve uygulamalı olarak tanışmış oldum. Evet, yazımın konusunu oluşturacak Güneş Karabuda mezkûr yıllarda artık İsveç’e yerleşmiş, Canım Yurdumun sinema ve edebiyatına katkıları da artar bir biçimde oradan devam etmiştir. Bu fasıldan olduğunu zannettiğim yoğun çalışma programları arasında Çeşme’yi ziyaret edip dinleniyor ve tatil yapıyor idi. Tüm tanımışlığım ve görmüşlüğüm de ancak bu düzeydedir, dönem itibari ile… Özellikle de dönemin komik ve komedi sanatçısı Öztürk Serengil ile sıkı temas ve muhabbet içinde oluyor olmasının bizim tarafa yansıması ise bu öteki mahallenin sıkı taraftarı ve destekçisi sanatçı ile irtibatı çok olanın bizim için sıradanlaştığı manasındadır. Lakin azıcık sonra bunun böyle olmadığını, kendisinin çok önemli bir gazeteci, fotoğraf sanatçısı, belgesel film yönetmeni, görüntü yönetmeni ve de yazar olduğunu öğrenince hemen gözümüzdeki değeri ve manası o genç yaşımızın kıvraklığı içinde değişiverdi. Özellikle de dönemin önemli filmlerinden Tunç Okan’ın yönetmen olarak ilk filmi “Otobüs” afişinde kendisinin adını görünce, görüntü yönetmeni Güneş Karabuda ve filmin müzikleri de Zülfü Livaneli’den olunca merak ve ilgimiz artmış oldu. Hele hele de filmin uzun yıllar yasaklı filmler listesinde olması daha da bizi araştırmaya yöneltmiştir. Filmi sonradan da izlemiş birisi olarak hala neden yasaklanmış olduğunu bir türlü anlayamamış idim. Film, İsveç’e bir otobüs kaçak işçi götürülmesi ve İsveç’te hepsinin meydana terk edilmesi, kendi köyü dışında bir yerler görmemiş insanların bu ziyadesiyle modern şehirde yaşadıkları şok, şaşkınlık, çaresizlik hikâyelerini anlatıyor. Bunun nesinden rahatsız oldular zamanın muktedirleri bilemedim. Oysa aynı tarihlerde Şener Şen ve İlyas Salman’ın da “Banker Bilo” adında bir filmi var, hiç sıkıntısız gösterildi, üstelik o filmde insanlar vaatlerin hilafına Türkiye dışına bile çıkarılmamışlardı. Otobüs filminde hiç olmazsa götürülecek yere götürülmüşlerdi. Neden kızıldı, insan kaçakçılığına mı, gariban insanların şaşkınlığına mı, yaşadıkları şoka mı, neden, belli değil, sansürcüler öyle buyurdu, işte… Yoksa kaçakları yolda bırakmak bize daha uygun bir tavır olarak mı görülüp filmler karşısında ikili tavır sergilendi, nedendir bu kabil tavırlar anlayana aşk olsun… Neyse biz konumuza dönelim…
Güneş
Karabuda ve eşi Barbro Karabuda tüm hayatları boyunca hayatı anlamlı kılmanın
bu uğurda tarafsız durabilmenin yolunu her daim bulmuş insanlar olarak
tarihteki yerlerini almışlar. Öğrendiğim ve anladığım kadarı ile, 60’lı, 79’li
ve 80’li yıllarda; dünyadaki neredeyse tüm kurtuluş, özgürlük ve demokrasi
mücadelelerine tanıklık edip, tanıklıklarını da tarihe not düşürecek muhteşem
röportajlarla belgelendirmişler. Sonradan yerleşilen İsveç’te hatırı sayılır
gazeteciler ve seyyahlar olarak İsveç Televizyonu adına Şili’yi 2 yıl boyunca
yerleşerek izlemişler, Castro’lu Küba’ya, Allende’li Şili’ye, ABD Emperyalizmi
markalı Endonezya katliamına, 68’in Paris’ine kadar siyasal ve sosyal olayların
takibi ile Afrika Kalahari Çölü ve Amazon Ormanları başta olmak üzere yüzlerce
yer gezilmiş, fotoğraflanmış, belgesel filmi haline getirilmiş, vs. vs…
Kocaman, verimli, anlamlı ve ahlaklı bir hayat, ne mutlu onlara ve
takipçilerine ve dahi yakınlarına…
Bu
vesile ile artık aramızda olmayan ve çok büyük işlere imza atmış bu iki kişiyi saygı
ve minnetle yâd ederken, giderek azalan bu kabil koca yürekli insanlara ne
kadar ihtiyaç duyduğumuzu bir kez daha söyleyelim.
2 yorum:
İnsanlık için tarihe kayıt düşmek adına Dünyada canını dişine takıp iz bırakan böyle cesur yüreklere bin Selam.
İnsanlık adına canını dişine takıp tarihe not düşüp iz bırakan koca yürekliler bin selam.
Yorum Gönder