Fenerbahçe Spor Kulübü gerçek manada erişilmesi nerdeyse imkânsız gibi görünen maharet ve istidat sahibidir, nerden mi biliyoruz, hakkında yazılanlar ortada… Fenerbahçe o kadar revaçtadır ki; “Fenerbahçe horoz dövüştürse binlerce seyirci toplar” sözünün yaratılmasına sebeptir. Zaten beynelmilel kaynaklar da, bu konuda 1. sıraya Real Madrid’i, 2. sıraya Steau Bükreş’i ve 3. sıraya da Fenerbahçe’yi koyar diye biliyorum, şimdilerde alınan feyz ile icraat kabiliyetleri artan diğer kulüpler bu sıralamayı bozmuş olabilirler…
“Sahanın kenarından bir
Fenerbahçeli yönetici Cemil’e bağırdı. “At kendini yere” Cemil şaşırdı. “neden”
der gibi baktı. Yönetici Cemil’i yan çizgiye doğru çağırdı ve “ceza sahası
içine girince, top sendeyken, kendini yere at” diye tekrarladı.
Dolmabahçe Stadı’nda UEFA
Kupası’nda Fransa’nın Nice takımıyla bir kez daha karşı karşıya geliyordu
Fenerbahçe…”
İlk
maçta, İlk devrenin sonuna kadar gayet iyi dayanan Fenerbahçe arka arkaya
yediği gollerle maçı 4 – 0 kaybeder, sıra rövanşa gelmiştir. Bakın nasıl
anlatıyor yazar bu maç sonrası gelişmeleri…
“15 gün sonraki rövanş maçı
için takım İstanbul’a dönerken, bir Fenerbahçe yöneticisi Macaristan’a geçti.
İstanbul’daki rövanş maçını Macar hakem yönetecekti.
Dolmabahçe’de Nice karşısına
çıktığında Fenerbahçe gerçekten güçlü bir onbire sahipti. Datcu, Timuçin,
Niyazi, Yılmaz, Serkan, Ersoy, Ziya, Selahattin, (İbrahim), Cemil, Osman,
Mustafa on biri Nice kalesini hallaç pamuğu gibi atıyor., top direklerden
dönüyor, bir türlü gol olmuyordu. Macar hakemle Budapeşte’de görüşen
Fenerbahçeli yönetici Cemil’i çağırarak “ceza sahası içinde kendini yere at”
talimatı verdi. İki üç dakika sonra Cemil on sekiz içinde topla giderken,
kendine yapılan bir müdahaleyle düştü. Hakem anında düdüğü çaldı. Penaltı
Fransızların en iyi oyuncusu, takımın beyni Adams itiraz ettiği anda, kırmızı
kart gördü ve oyun dışı kaldı. İlk devrenin son dakikasıydı. Osman’ın penaltı
vuruşu Fenerbahçe’ye az da olsa bir ümit getirdi. İkinci devreye 1 – 0 önde
başlayan sarı-lacivertliler 60. Dakikada bir penaltı daha kazandılar. Osman
durumu 2 – 0 yaptı.
Ancak, bu skor ilk maçtaki farkın kapanmasına yetmedi. Macar hakemin yarattığı penaltılara rağmen Fenerbahçe elendi.”
Evet, nasıl oluyormuş, beynelmilel boyut… Beynelmilel boyutta penaltılar nasıl kazanılıyormuş… Öyle bir iki tane abuk subuk basın mensubu, hakem ve yönetici ağzı ile konuşulmaya benzemez bu işler… Kayıtlar adamın yüzüne böyle yapışır sonra maazallah… Bakın yine mezkûr kitaptan bir başka beynelmilel etki daha…
1975-76 sezonu Fenerbahçe Şampiyon Kulüpler Kupasına katılıyor, rakip Portekiz’den Benfica… İlk maç Lizbon’da oynanıyor, sonuç 7 – 0… Büyük hezimet…
“Rövanş maçı İzmir’deydi.
Çünkü bir yıl önceki kupada Polonya takımı Chorzow’la İstanbul’da oynarken,
sahaya seyirciler patlayıcı madde atmış, UEFA sahayı bir yıl kapatmıştı. Maç en
az 200 kilometre uzaklıkta bir kentte oynanacaktı.
Benfica İzmir’e inmiş,
Fenerbahçe İzmir’de kampa çekilmişti. Fenerbahçeli yöneticiler “Tur atlamamız
imkânsız, ama hiç olmazsa şu ünlü Benfica’yı yenmiş olmanın tadını çıkaralım
bari” diye kendi aralarında sohbeti koyulaştırıyorlar ancak bunun son derece
güç olduğunu da görüyorlardı.
Benfica’yı yenmek… Allah, kim
bilir ne ses getirirdi Türkiye’de ve Avrupa’da, ama nasıl? Avrupa’nın bu en
büyük futbol virtüözlerinin toplandığı takımı Fenerbahçe nasıl yenecekti?
Çok muzipçe bir düşünce geldi
Fenerbahçeli yöneticilerden birinin aklına. Benficalı futbolcuları iyice yormak
gerekirdi. İstanbul’da ünlü Zurnik devreye girdi. Benficalı oyuncuların kaldığı
Efes Oteli’ne Zurnik İstanbul’dan iki üç tane çok güzel kadın getirdi.
Benficalı yöneticiler İzmir’de ve dolaylarındaki tarihi eserleri gezerken,
Benficalı futbolcular otelden dışarı adım atmadı. Zurnik’in getirdiği kadınlar
Benficalı futbolcuların odalarına dağıldı.
Ertesi gün sahada Benficalı
süper yıldızlar ne koşuyor ne de canları topa vurmak istiyordu. Çoğu maçın bir
an önce bitmesini istiyor, yorgunluktan ayakta zor duruyordu.
Doksan dakika bittiğinde Fenerbahçe rüyasına kavuşuyordu. Engin’in son dakika attığı golle Fenerbahçe, Benfica karşısında 1 – 0 galip geldi. Tur atlamayı zaten kimse aklından bile geçirmiyordu ama Fenerbahçe koskoca Avrupa şampiyonunu kendi sahasında devirmişti. Yorgunluğun dışında zaten 7 – 0’lık avantajı ilk maçta yakalamış olmanın rahatlığı da Benficalı futbolcuları etkilemiş, kendilerini fazla sıkmadan doksan dakikanın sonunu beklemişlerdi.”
Bir ara da yine vakit kalırsa, Türkiye boyutuna yönelik mühim ve fecaat bir hikâyeye değineceğim… Hani Muhsin Batur Fenerbahçeli ya, Hava Kuvvetlerinin uçaklarını ve personelini nasıl Fenerbahçe için kullandığını detayları ile yazacağım… Malumunuzdur, futbolcu sözleşmesi yapılmasının son günüdür hatta saatleridir, fakat Ankara’daki futbolcunun belgesi Urfa’dan getirilmesi gerekir… Peki, yetiştirilebilir mi, şüphesiz yetiştiriliyor hatta… Saat 10.30’da öğrenilen bu durum saat 17.00’e kadar nasıl ikmal edilir, işte Fenerbahçe Cumhuriyeti mensubu iseniz, akan sular duruyor… Tafsilat yakında diyelim…
Aaaa
tüm bu olan biteni Fenerbahçeliler nereden öğrendiler, elbette batıdan, tüm melanetlerin
müsebbibi batı idi şüphesiz, yoksa bunlar popolarından uydurmadılar ya girişim
şekillerini… Peki, bu anlattıklarımdan bu kabil futbol dışı işleri sadece
Fenerbahçelilerin mi yaptığını söylemek istiyorum, şüphesiz hayır… Tencere
dibin kara seninki benden kara, durumudur bu maalesef… Lakin Fenerbahçe bu
kabil futbol dışı işlerin tekrarcısı ya da mucidi olarak tarihteki yerini alır
iken rakipleri de gözlerini kırpmadan geride kalmamak adına her türlü fedakârlığı
göstermişlerdir. Yani futbol artık maalesef toptan çok kirlenmiş durumda gibi… Ayrıca,
ben mezkûr kitabın yanlış ya da yalanlarını tekrarlıyorum, kimse bana kızmasın
ve darılmasın… Kitabın maddi hataları yok mu, maalesef var… Mesela, eski
Genelkurmay Başkanlarından Işık Koşaner Paşanın Fenerbahçeli olduğunu yazmışlar
lakin paşanın yakınlarından behemehâl düzeltme geldi, Paşanın Galatasaraylı
olduğuna dair… Mesela, Nice maçı için Fenerbahçe kadrosunu verir iken saydığı
isimlerin içinde Fenerbahçe’nin 2 golünü atan Osman Arpacıoğlu’nun adını yazmayı
unutmuşlar, gibi gibi… Birileri çıkar da, tamam sen kitapta yazılanları
tekrarlıyorsun, ben o kitabın yalancısıyım diyorsun, zaten kitap da külliyen
yalan derse de, bilemem ve itiraz da etmem… İşte; “ben mi diyorum, kitap diyor”
tespiti…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder