Benim bu yazı ile esas muradım ve meramım ise “ekmek yemek” bileşik fiilinin çocukluğumdaki manası ile geçen vakit içinde yerine ikame kelimelerin yer değiştirme periyodu olup ilaveten de karın doyurmadan beslenme faslına bir türlü evrimleşemememizdir. Esasen ekmek Anadolu insanının tükettiği besinlerin başında gelir, ekmeksiz sofra açılmaz ya da kurulmaz yanında katık gerekir ve bu katık da bizim şu anda yemek dediğimiz şeydir şüphesiz ki sınırlı manada. Eğer ekmek katıksız yeniyorsa bu yavan ekmektir. Ekmeğin yanına katık edilen yemek deyişinden de anlaşılacağı üzere ekmeğin bol yemeğin az yenilmesidir ya, nasıl olsa ekmek görece bol ve ucuz aynı zamanda kolay erişilir mamuldür. Ekmeğini yemeğin suyuna bandır bandır ye denir ya işte tam da öyle… Katık et…
Ekmek ana maddesi başta buğday, arpa, çavdar, yulaf, mısır gibi ürünlerin yeterince yetiştirilememesi esasen Canım Yurdumda emperyalist istilaya direnilememesi, yerel tohumlarımızın toprağımıza ve iklimimize uygun olmayan batılı tohumlarla yer değiştirmesi ve de tarımın aynı mahfiller lehine tukaka edilmesi neticesine duçar olunmuştur. Hem miktar hem kalite hem de sağlıklı olma durumundan fersah fersah uzaklaşılmıştır… Bir de tüm bu olanlar yıllarca canım yurdumda toprağa sahip çıkması gereken ve toprak ağası namını taşıyan siyasi muktedirler tarafından gerçekleştirilmiştir. Ne diyelim, necip milletimiz de memnundur herhalde tüm bu tercihlerinden… Baksanıza hala Menderes ve ekibi baş tacı ediliyorsa, benim söyleyeceklerimin ciddi bir manası yoktur ve anlaşılıyor ki necip milletimiz ziyadesiyle de memnun görünüyor…
Yazar Muammer Sakaryalı’nın “Babanın Gölgesi” adlı kitabını okurken rastlamış idim bu deyime, hemen kendi hatıralarıma gittim… Yazar; “Sabahları tarhana aşı, pekmez, peynirle “sabah ekmeği” yenirken; çay, margarin ve bunun gibi yiyeceklerle sabah kahvaltısı lafını soktu…” diyor. Yazar bu hatıralarını Uşak Ulubey İnay köyünden yazarken ben de Çeşme Çiftlik köyünde aynı şeyleri dinliyordum büyüklerimden… Öğünler bizde de “Sabah Ekmeği”, “Öğlen Ekmeği” “Akşam Ekmeği” düzeninde adlandırılır, katıklar ise mevsimine göre bizimkilerin yetiştirdiği ürünlerin pişirilmesi ya da hazırlanması ile tedarik edilirdi…
Ne oldu ise, oldu, mezkûr; daha verimlidir, daha kalitelidir, daha yararlıdır gibi efsane doğru olmayan yaklaşımlar ile Canım Yurduma yutturulan buğdayların ve mısırların yurdum insanına uymayan yapısı neticesi o güne kadar rastlanmayan vücut tepkilerine sebep olması, esasen aklı değil beli destekleyen hali gereği şimdilerde tukaka edilerek, şu undan mamul ekmek yiyin, şu undan mamul ekmeği yemeyin, yer yer de “ekmek yemeyin” ifratına varan yaklaşımlar aşikârdır. Gerçi devasa tenakuzların övendire olup gözümüze battığı dönemlerde “askıda ekmek” kampanyaları ile ekmeğe yine eski prestiji temin ve telkin edilmeye çalışılsa da vaziyet böyledir. Söylenecek kelam çoktur lakin söyleyip de zayi etmenin manası var mı, onu da bilemiyorum…
Soner Yalçın; bakın neler yazıyor dış yardım numaraları ile batıya bağlılık yaratılırken topraklarımızın zehirlenmesine, tarımsal ürünlerin kalitesizlerinin ithalen ikamesi üzerine, inanılmaz diyaloglar bunlar… Bunlar bu ülkeyi yönetmişler, biz de trene bakar gibi izlemişiz, işte ne diyeyim… Hikâye meşhur Tarhana Osman “Osman Koçtürk” Hoca ile dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay arasında geçer… “(Koçtürk) son dönemde, Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) Onur Kurulu Başkanı ile Türkiye Öğretmenler Dernekleri Milli Federasyonu’nun ikinci başkanlığı görevini üstlendi. Özelikle Amerika’nın dayattığı ışınlandırılmış (hibrit) buğday konusunda kaygısı büyüktü. Prof. Dr. Kazım Aras’ı da alarak üçümüz konuyu TÖS adına o günkü Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a götürmeye karar verdik. Gerekli buluşum alındı ve Çankaya Köşkü’ne çıktık. Koçtürk Hoca konuyu açtı anlatıyor. Sunay, Hanımeli sigarası kadar küçük bir kalemle önündeki kâğıtlara not alıyor. Birden sinirlendi “ne istiyorsunuz Amerika’dan?” diye bağırdı. O zaman Koçtürk Hoca’da sinirlendi. “Sayın Cumhurbaşkanım asıl Amerika bizden ne istiyor? Ayıp değil ya, biz de bunu merak ediyoruz…” dedi. Sunay yanıt verdi “Amerika bize yardım ediyor”…
Evet “ekmek yemek” deyimi üzerinden hareket ile nerelere geldik, sanki “ekmek yemek” deyimi ile sadece tahıl ağırlıklı beslenme önerilmiş gibi de yansıtılış olmasın konu, kim ne anlatırsa anlatsın, hayvancılık üstüne başından itibaren tutulmuş verilere bakılırsa tavuk ve inek, koyun, keçi besleme rakamları da hiç de yabana atılacak gibi görünmemektedir. Bu konuda çok çeşitli yayınlar olmakla birlikte tekmili birden referans tutulmuş Soner Yalçın “Saklı Seçilmişler” kitabı derli toplu bir kılavuz halindedir.
Evet,
bugün artık önemli bir belamız daha var, GDO’lu gıdalar… GDO’lu mısır, GDO’lu
buğday ve en önemlisi bunların iyi yetiştirilme şartlarına matuf safsatası ile
kimyasal gübreler, korunmasına ve miktar artışına matuf zirai ilaçlar ile
zehirleniyoruz… Hele ihracattan dönen pestisit sınırını aşmış gıdaların çokluğu
karşısında soğukkanlı davranışımız ise şayan-ı takdirdir şayandır vallahi… Sonuçta makûs
kader ekmek yemekten beslenmeye bir türlü evrilemedi ve evrilemiyor… Bugün Canım
Yurdumda bildiğim kadarıyla bulunan Üniversitelerin 26’sında Ziraat Fakültesi,
5’inde Ziraat ve Doğa Bilimleri Fakültesi, 1’inde Tarım Bilimleri ve
Teknolojileri Fakültesi olmak üzere tarımsal yükseköğretimle ilgili 33 fakülte
bulunmaktadır, meslek yüksekokullarının sayısını ise bilemiyorum. İrade
böylesine fantastik önem atfedip yetiştirdiği ziraat mühendislerini Milli
Eğitim Bakanlığı bünyesinde öğretmen olarak eritme konusunda da mahirdir…
Yetiştirdiği öğretmenleri ise ne yapacağına da karar verememiş gibi
görünmektedir… Allah hakkımızda hıyrlısını versin demekten başka da çare
görünmemektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder